“Beni iyi dinle, ey şimdi!
Ben ki hey, tüm çiçeklerin umuruyum
Nil’den geçerim. Çölden Arap’tan geçerim
Fırat ve Dicle tutarsa beni
– Kan, bilirsin, bir tadın da adı olur –
Beni bir göz gibi beklemeye yaz
Çünkü gitmek şiir yollar düzyazı
Ve ben babamın bir kardeşi olurum
Acıyı muska gibi gövdemde taşıyarak.”
İlhan Sami Çomak
Murathan Mungan’ın 995 km romanını okudum. Romanı okuyup bitirdikten sonra akıl odamın heybesinde olanları yokladım. 3 Aralık 1994 günü gece yarısı Özgür Ülke Gazetesi’nin İstanbul’daki merkezi ve Ankara bürosu, C-14 tip patlayıcılarla bombalanıp yerle bir edilmişti. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in ”Özgür Ülke Gazetesi’nin bertaraf edilmesi” şeklindeki talimatıyla gerçekleşen saldırıda, gazetenin merkez bürosu yele bir olmuş, gazete çalışanı Ersin Yıldız yaşamını yitirmiş, gazetenin 3 çalışanı da yaralanmıştı.
Bombalamaya karşı en güçlü tepkiyi aydınlar vermişti. Aydınlar bombalanmaya karşı tepkilerini Özgür Ülke’nin köşelerine yazdıkları yazılarla yetinmeyerek Özgür Ülke’nin satışının yasaklandığı ilan edilmesine rağmen Orhan Pamuk, Ahmet Altan, Lale Mansur ve Murathan Mungan İstiklal Cadde’sinde Özgür Ülke satmışlardı. 995 romanın çıkışından sonra Mungan’la yapılan söyleşileri, takip etmeye çabaladım. 90’lı yılları yakın merceğine aldığını söylüyordu Mungan. Dönemin gazetelerini biraz yoklarsanız Musa Anter 20 Eylül 1992’de katlediliyor. Yazar romanı 90’lı yıllardan beridir yazdığını söylediğini de düşünürsek, elimizdeki bu önemli yapıtın evveliyatını biraz olsun anlamış oluruz.
Ben kitabı okumaya başladığımda Mehmet Eymür tedavi gördüğü Çam ve Sakura Hastanesi’nin yoğun bakımında 13 Ocak tarihinde Koah hatalığından öldü. Sayısız işkencelere katılmış, Kızıldere operasyonunu yönetmişti. Bir TV programında bu iğrenç geçmişini gerine gerine anlatıyordu. Kızıldere operasyonuna katılan katillerden birisi de Fehim Altınbilek’ti.
995 km beklenenden çok ilgi gördü. Diyarbakır’daki imza gününün çok ilgi gördüğünü yazıyordu Vecdi Erbay.
Murathan Mungan 995 km romanının Ankara’daki imza gününde kitabını imzaladığı kadını basın mensuplarına göstererek ‘Bu günün en önemli olayı İbrahim Kaypakkaya’nın kız kardeşine kitap imzalamam oldu’ derken güçlü bir edebiyat duyarlılığıyla bir şeylere dikkat çekiyordu. Buradan verilmek istenen mesajı okur almakta elbette gecikmezdi.
Murathan Mungan, edebiyatında sürprizler yapmayı sever. Şairin romanının yayınından bu yana okurları beklemedeydi. Ne gelecek diye! Öyle bir romanla okurun karşısına çıktı ki, göz gözü görmez zifiri karanlık bir dönemin çatal kara hikayesiyle, adeta ‘alın size olanca gerçekliğin çok yukarılarda parçalanarak yeniden yaratıldığı bir dönem romanı’ diyerek. Elimize yüzyıl gerilerimizi de okuyabileceğimiz bir klasik roman tutuşturdu. İzninizle romanın çok gürültü koparan yerini buraya almak istiyorum.
Saim Baran şaşkınlıkla yüzünü ona döndüğünde, kendisine doğrultulmuş tabancayı gördü bir an, yüzü boşaldı, hiçbir şeyi kavrayamayacak kadar kısa bir andı, ardından üstüne sıkılan üç kurşunla toprağa düştü.
Yetmiş yıllık koca çınar birkaç saniye içinde devrilmişti.
Kürt halkı için ömrünü adadığı onca yıllık mücadelesi, Diyarbakır dışındaki bir tarlanın kıyısında, başına, boynuna ve göğsüne sıkılan üç kurşunla son buldu.
Yerde cansız yatan Saim Baran’ın başına gelip baktı. Ateş ederken içinden saymıştı. ”Allah’ın hakkı üçtür.” Bugüne kadar devlet adına yaptığı infazlarda kurbanlarının üzerinden üç kurşun sıkmıştı.
Aslına bakarsanız roman Saim Baran’ın cinayetiyle başlıyor. Okuyucu hemencecik bu olayı Musa Anter cinayeti olarak yorumluyor. Mungan’ın söylediği gibi 995 km elbette bir Musa Anter cinayeti olarak okunmamalı. Kurgu sağlamdır. Katledilen aydınlar Sebahattin Ali, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Turan Dursun, Vedat Altun, Musa Anter, Tahir Elçi vb. olabilir. Katiller, Ersever, Yeşil, Ağar, Altınbilek, Eymür romandaki gibi Eğitmen ve Hoca olabilirler… Değişen tek şey tarihler, cinayetler ve isimlerdir.
Bu ağır konuyu ele alma biçimini, bir söyleşisinde Mungan uyarıda bulunarak, ”Sakın ha romanı Musa Anter cinayetini anlatıyor diye okumaya kalkmayın. O günden bugüne dek işlenmiş bütün cinayetler için bir sembol cinayettir. Bu, belgesel değil, belgesel bir roman değil. Çok belgeden yararlandım, çok okuma yaptım. Dönem gazetelerini taradım. Özellikle adı geçen İslami tarikatlar üstüne okumalar yaptım. Kitabı yazarken Diyarbakır’dan başlayarak kitabın geçtiği yerlerde 2 kez yolculuk ettim. Kitabın ana kişisi olan katilin gezdiği yerleri gezdim. Bazı söyleşiler yaptım. Mesala okuyacağınız gar sahneleri, otobüs sahneleri için o dönemin otobüs şöförlerinden bilgiler topladım. Benim bilemeyeceğim detayları onlardan dinledim.”
Romana ismini veren 995 km, katilin Diyarbakır’dan başlayarak katettiği mesafeyi işaret ediyor. Bu nedenle ‘995 km’ için bir yol romanı demek mümkün. Ama esas olarak bir gerilim, siyasi roman dersek yanılmış olmayız. Türüne denk bir şeyler aramaya kalkışırsak elbette Dosteyeviski ile bir akrabalık kurabiliriz. Hepsi o kadar.
Okuyucu, roman ilerledikçe katilin ara ara Agit, Tilki Agit’in neden olay yerinde olmadığını iç sezgileriyle sorguladıkça, okuyucu 1990’lı yılların iklimini, karanlık atmosferini kuvvetle hissediyor. Dönemin faili meçhul cinayetleri, domuz bağları, ölüm evleri, İslamcı feminist kadının hunharca öldürülüşü, işkenceler… Kopuk el, ayak, kanlı insan vücutları, kireç kuyularının, toplu mezarların, helikopterden atılanların yanlarında yörelerinde gezindiriyor sizleri yazar. Beklenmedik saldırılar, yayılan korku atmosferleri, bütün bu olan bitenlere, katilin 995 km’lik yolculuğu boyunca tanıklık ediyor okur. Otobüsün cam kenarına oturan katilin az ötesine de sizi oturtuyor yazar. Katil, okuru kendi dünyasının içine çekiyor, katilin bir sonraki hamlesi, karşılaşmaları merak konusu oluyor. Ancak bütün aksiyon boyunca katille bir duygudaşlık kurulmuyor. Buna yazar izin vermiyor ve yazarın gücüde burada çıkıyor karşımıza.
Bir nefret nesnesi macerasını soluk soluğa okutuyor Mungan.
995 km yayınlandıktan sonra pek çok şehirde güzel organize edilmiş imza günleriyle okurla buluştu.
Murathan Mungan Türkiye edebiyatının genç kuşaklar arasında da en çok tanınan yazarlarından. Yapıtlarının tümünde şiirsel bir anlatım kullanan Mungan yaşama sanatına da meraklı, şiirden romana, öyküden oyun yazarlığına kadar edebiyatın çeşitli alanlarında sürekli yeni konular peşinde koşan bir yazar. İstanbul doğumlu, on bir aylıkken İstanbul’dan Mardin’e babasının memleketine götürülmüş. Efsaneler diyarı Mardin. Mezopotamya’nın beri tarafı, büyük ovaları ve verimli topraklarıyla Kürdistan’ın kadim kenti.
Tarih boyu çok farklı kültürlerin beşiği olmuş bu coğrafyada Süryaniler, Ermeniler, Kürtler, Türkler’le birlikte yaşamaktadırlar. Murathan Mungan çocukluğunu bu kentte daha çok annesi ve teyzeleriyle geçiriyor. Kürtçe ve Arapça öğreniyor, Kürdistan’ın gelenek ve görenekleriyle haşır neşir oluyor. Mungan yapıtlarında hala izleri görülen Mardin’i sık sık ziyaret ediyor. Çocukluğunun geçtiği halk arasında abbara denilen sokaklarında gezinir… Bu karanlık tünellerden geçerek okuluna gittiği bu tünele benzer sokakları unutmaz.
Mardin sinemalarında İstanbul’u seyreder. Mungan ”Kendi kuşağının ulaşılması gereken hayallerinden, rüyalarından birisi olarak görür İstanbul’u. Ona göre ‘İstanbul aslında bütün Türkiye’nin tasavvurudur. Taşrada yaşayan insanların bir gün İstanbul’a geleceklerini hatta İstanbul’u fethedeceklerini düşünürler’ der. Öykülerinin, şiirlerinin temalarında İstanbul renklerini de görürüz. Hatta kendisini yazdıklarının bir parçası olarak görür.
İstanbul’un, haramilerini, soyguncularını ve hatta güneşini, rüzgarını görürüz eserlerinde. Mungan ‘dünyanın birçok kenti deniz kenarında olabilir fakat içinden deniz geçen İstanbul’dur. İstanbul boğazı kendi efsanesini yaratmıştır’ der. Üç Aynalı Kırk Oda, Son İstanbul, Kırk Oda kitaplarında İstanbul Boğazlarını anlatır.
50’nin üzerinde kitabı yayınlanmış üretken bir yazardır Murathan Mungan.
Yayıncısı Müge Gürsoy ‘Murathan bizi çok şaşırttı. Ne Türkçenin bu kadar zengin olduğunu ne de insanın bu kadar verimli olduğunu tahmin ederdik. 80’lerdeki şiirlerini okuduğum zaman mücevher kutusu gibi derdim. Çok kitap okuyan bir insanım, edebiyatı çok seven bir insanım. Ama bu kadar zengin bir dile gidilebileceğini hayal edememiştim. Murathan bize çeşitli mücevher kutuları getirdi. Acılar getirdi. Hayat karşısında inanılmaz cesur bir insan, 80 sonrası kendisiyle tanıştım, herkesin sustuğu, pustuğu bir zamanda çıktı ve konuştu, çekinmedi ve hatta daha da konuşacağım dedi ve konuştu.
Kendisini bir arkadaşımın kitapçısında yaptığı konuşmada izlemiştim. Keşke konuşmasaydı demiştim. Bu konuşmayı dinledikten sonra bende o salondan daha cesur çıkmıştım.’
Baskı ve haksızlıklara karşı tavrı zaman zaman mahkeme önüne çıkmasına neden oldu.
Erkeklerin fazlasıyla egemen olduğu Türkiye gibi bir ülkede kadınların uğradığı baskılar Mungan’ın yapıtlarında önemli bir yer tutuyor. Kadınlardan Kentler kitabı en iyi örnektir… Kitabın tanıtımına Sezen Aksu, Ayla Algan, Latife Tekin, Müjde Ar ve önemli kadın sanatçı ve yazarlar büyük destek vermişlerdi. Ayla Algan ‘Ürettiği eserlerin içine girmek isterdim’ diyordu. Okur katında sevildiği gibi sanatçılar ve aydınlar tarafından da seviliyor taktir ediliyordu.
Kitap kapaklarının tasarımları bile Mungan’ın denetiminden geçiyor. Mungan’ın Türkiye’de estetiğe önem veren yazarlardan sayılması boşuna değil, Murathan Mungan sürekli bir tedirginlik içinde, Türkiye gerçekliğinin farklı yüzlerini tanımlarken ucuz popülizme kapılmadan edebiyatın tüm araçlarından yararlanır. Semih Gümüş ‘Murathan Mungan edebiyatımız da özellikle 1980’den sonra özellikle verimi öne çıkmış yazarlar ve şairler kuşağının ilk akla gelen ve bana kalırsa en önemli temsilcilerinden biri. Bir çok alanda verimli olması ve çok çeşitli türlerde bu verimini ortaya çıkarmasıdır. En çok aslında şair olarak biliniyor tabii, sanıyorum kendisi de bütün şairlerde olduğu gibi şair olarak tanınmak ister ama denilebilir ki daha sonraki yıllarda öyküleri, romanları, deneme yazılarıyla daha çok öne çıktı. Murathan Mungan’ın kuşağının öteki yeni genç yazarlarından belirgin farklarından birisi geleneksel anlatılara dayanması, onlardan beslenmesi hatta denilebilir ki onların bazılarını da yeni biçimde yorumlaması oldu.’
Ucu açık hikayeleriyle okuyucuyu kışkırtmaya devam ediyor Mungan.
Murathan Mungan kendi deyimiyle ilk Mezopotamya Üçlemesi olan Mahmut ile Yezida ile başladığı yazarlık serüveni, bir 50 yıl sonra 50’yi aşkın kitaplarına 995 km romanıyla faklı bir renk kattı.
995 km romanıyla ilgili bir şeyler yazmayı düşündüğümde aklıma 23 yıldır zindanda yatan şair İlhan Sami Çomak geldi. Zindandaki bu güzel şairle dayanışmak için bir şiirini yukarıya aldım.
Murathan Mungan romanıyla çıktığı 995 km yoluna bizleri de korkunun karanlık kundağına doğru uzun soluklu bir yolculuğa çıkarıyor, çürümüş, çürütülmüş bu karanlığa ışık tutuyor… İyi bir senaryo yazarı da olan Mungan bakarsın 995 km’yi senaryolaştırıp çok güzel bir filmle seyirciyi büyüler. Şimdilik 995 km’yi okuyup geçmişi hatırlayalım. Mungan’ın emeğine selam olsun. 995 km’nin okuru bol olsun.