Bizimle iletişime geçin

Röportaj

‘’Ben kendi isteğim dışında evlendim, anne oldum, Kürt oldum, kadın oldum; ama kendi isteğimle yurtsever, devrimci ve feminist oldum’’

Diyarbakır 9’uncu Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 22 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan DTK Eş Başkanı Leyla Güven 22 Aralık 2020 tarihinde Amed’te gözaltına alınarak tutuklanmıştı. Elâzığ Kadın Kapalı Hapishanesinde tutsak bulunan Leyla Güven ile aynı koğuşta tutsak bulunan MKP davasından yargılanan kadın tutsakların gerçekleştirdikleri ve gazetemize ulaştırdıkları röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz.

Ev emekçisi bir kadından, genç yaşta yaşadığınız evlilik ve çocuk sahibi olmanın yanında devrimci ısrardaki kararlığınız, pratiğiniz dikkat çekici. Bu dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Leyla Güven: Ben yaklaşık beş yüz yıl önce Kürdistan’dan çeşitli gerekçelerle köklerinden kopartılıp Orta Anadolu’ya sürgün edilen ailelerden birinde doğmuşum. Yedi kardeşin en küçüğü olarak büyüdüğüm ailem demokrat bir aileydi. Bunun ölçüsü nedir derseniz, seçimlerde her zaman sol, sosyal demokrat partiler tercih edilirdi. ‘’Karaoğlan’’ dedikleri başta Bülent Ecevit olmak üzere çocuklarının isimlerini ‘’sol’’ liderler ve onların kabinesinden seçerlerdi. Ben ilkokulu bitirdikten sonra okula gitmedim. Aslında bu sadece ailemin okutmadığından değil, köyümüzde ortaokul yoktu ve kızların her gün ilçeye gidip gelmeleri de hoş karşılanmazdı.

Dolayısıyla ben artık evde, yayla ile köy arasında hayvancılıkla uğraşan ailemle birlikte çalışıyordum.  Benim annem neolitik yani doğal toplumdaki bilge kadınlar gibi çok yetenekli bir kadındı. Ben her zaman, yaşamımda tanıdığım ilk ‘’filozoftu’’ diyorum.  Ebe,sıhhiye (yani iğne yapardı) ,terzi, aşçı, kırık -çıkıkçı, yorgancı, her türlü dokuma ,veterinerlik onun yapabildiklerinin bir kısmıdır. Hakikaten çok yetenekli bir insandı. Babam üç ağabeyimden birini imam yapmak istedi, annem de’’ hayır, ben üniversiteye gönderip vali ya da kaymakam yapmak istiyorum ‘’ dedi ve tabii ki her zaman olduğu gibi annemin dediği oldu.

Ağabeyim Siyasal Bilgilere girdi. Orada sol hareketlerle tanıştı, kısa sürede aktifleşti. Ardından cezaevi süreci, idamla yargılanma derken ben de artık 15-16 yaşlarındaydım. Ağabeyimden etkilenerek kitap okuyordum. İlk okuduğum kitap Gorki’nin ‘’Ana’’sı ve Mitka Gripçeva’nın ‘’Seni Halk Adına Ölüme Mahkûm Ediyorum’’ idi. Derken görücü usulü ile teyzemin oğlu ile nişanlandırıldım. Daha sonra evlilik ve Almanya gidiş oldu. Almanya’da sol hareketler içinde siyasi faaliyetlerim devam etti. 1981 yılında Kürt Özgürlük Hareketi ile tanıştım. Bu vesile ile ben de ulusal bilinç gelişti ve daha sonra da kadın bilinci gelişmeye başladı. Hep söylüyorum, ben kendi isteğim dışında evlendim, anne oldum, Kürt oldum, kadın oldum; ama kendi isteğimle yurtsever, devrimci ve feminist oldum.

Biz kadınların devrimci mücadele saflarına katılmamız erkek egemen zihniyetten sıyrıldığımız anlamına gelmiyor. Bu noktadaki handikaplarımız neler, nasıl açmalı?

Leyla Güven: Dünya Devrimci tarihlerine bakıldığında mücadelesi ile öne çıkmış kadın figürlerine çok fazla rastlamasınız. Neden? Kadınlar cephelerde, örgütlenmelerde, faaliyetlerde yer almamış mıdır? Tabii ki yer almıştır, hem de can-ı gönülden. Sorun devrimci olduğunu iddia etse bile kadını ‘’eksik’’, ‘’yetersiz’’, ‘’yedek’’ güç olarak gören eril zihniyettir. Bu erkek egemen bakış açısı devrimin başarıldığı ülkelerde çok çarpıcı bir şekilde karşımıza çıkmıştır. Yaşamın düzenlenmesinde sistem oturtulmaya çalışılırken bu zihniyetin karar mekanizmalarında kadınlara yer vermemesi, kadınlara adeta ‘’mutfağınıza geri dönün’’ anlayışında hareket ettikleri net olarak görülmüştür.

”Bizler artık bu zihniyeti, anlayışı biliyoruz. Üretirken, emek verirken, aynı zamanda bu emeği korumasını da öğrendik. Bizler mevcut sistemlerde erkeklerin de özgür olmadığını, kapitalist moderniteden ve onun ‘’ışıltılı’’ nimetlerinden kendisini kurtaramadığının farkındayız.”

Dolayısıyla bizler, kadın kurtuluş ideolojisi kapsamında geliştirdiğimiz jineoloji (kadın bilimi) felsefesi ile demokratik birey, demokratik ‘’Özgür eş yaşam’’ anlayışıyla yola çıkıyoruz. Bu yolda önce kendimizi daha sonra da kapitalizmin esir aldığı bütün toplumu demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir paradigmayla özgür bir toplumu yaratacağımızı biliyor ve geliştiriyoruz. Zihniyeti değiştirmenin atomu parçalamaktan zor olduğunu biliyoruz. Ancak bir kadının da eğer isterse bütün dünyayı değiştirme gücü olduğunu da biliyoruz. Simone De Bauveria’nın deyimiyle ‘’kadın doğulmaz, kadın olunur.’’ Bizler toplumun yarısıyız. Dolayısıyla emperyalizmin, kapitalizmin bütün gerici erk zihniyetlerin kâbusu olmaya devam edeceğiz. Şairin deyimi ile ‘’yer yüzü aşkın yüzü oluncaya dek’’ alanlarda olacağız.

 İki tutsaklığınız arasında sahadaki aktifliğiniz çarpıcıydı. Özelikle Kuzey Kürdistan’ı baştan sona gezdiniz, halkla bir araya geldiniz. Kitleye ve sahaya dair gözlemleriniz neler? Devrimci cephe olarak kitle faaliyetlerindeki eksikliklerimizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Leyla Güven: Kürt sorunu yüzyıllık geçmişi ile bir inkâr ve imha konsepti temelinde bugüne kadar gelen köklü bir sorundur. Hep söyledik, bu sorun çözülmeden bu ülkenin diğer sorunları çözülemez. Başta kadın cinayetleri, emek sömürüsü, işsizlik, doğa katliamları, iş cinayetleri, gelir dağılımındaki eşitsizlik vb. hepsinin ana kaynağı muazzam bir bütçe ayrılan bu savaş politikasıdır. Artık sadece içerideki Kürt değil, sınırların dışında nerede Kürt ve Kürt dostları varsa hepsi başı ezilmesi gereken şakilerdir. Bu anlayışa bütçe yetiştirmek kolay değil. Bu savaşın devamı için Egelinin, Karadenizlinin, İç Anadolulunun vb. hepsinin aşından, emeğinden kısılarak sürdürüldüğü gerçekliği ortadadır. Bizler de Kürtler adına siyaset yürütenler coğrafyamızın, halkımızın içinde olduğu durumu biliyoruz.

”Dolayısıyla bu halk adına siyaset yürütmenin, söz söylemenin Ape Musa, Vedat Aydın, Mehmet Sincar vb. binlerce arkadaşımızın akıbeti ile ilgili eş değer olduğunu biliriz. Kaldı ki, AKP’li siyasetçi: ‘’Eskiden asit kuyularına atılırdınız, tutuklanmak daha iyi değil mi?’’ demiştir. Bize ölümlerden ölüm, acılardan acı beğenmemiz salık verilmiştir.”

Bu konsepti bildiğimiz için her an alınacakmış gibi hazırlıklıyızdır. Benim son tahliyem ‘’taktiksel’’ olduğu için doğrusu ben yeniden tutuklamanın olacağına emindim. Geciktirme sebebini de ‘’bu kadın içeride de durmaz’’ en iyisi bir yerlere gitsin diye beklediler diye düşünüyorum. Ben de sağlığımı toparlar toparlamaz halk çalışmalarına başladım Gerek Kürdistan’da gerek Türkiye kentlerinde çok kapsamlı bir çalışma yürüttüm. DTK eş başkanı olarak yürüttüğüm bu çalışma hem ben de hem de halkta güzel bir moral yarattı. Bir kez daha Kürt halkının her şeyin farkında olduğunu, bütün gelişmeleri yakından takip ettiğini görebildim. Politikleşmiş olan halkımızın mevcut faşist İktidardan bir beklentileri olmadığını gördüm.

Ancak Ortadoğu’nun gelinen aşamada yeni bir aşamaya girdiğini sadece Kürtler değil bölgenin bütün dinamiklerinin artık despot, tekçi, milliyetçi, mezhepçi, anlayışları kabul etmediğini, dolayısıyla demokratik zeminde bir değişimin kaçınılmaz olduğunu belirtiyorlardı. Gözlem olarak günü ve zamanı geldiğinde 90’lardaki gibi yüzbinlerin alanlara akacağını belirtebilirim. Halkın, yöneticilerine eleştiri ve önerileri de vardı. Genel olarak eski devrimci duruşta, ruhta, pratikler, emekte aşınma olduğunu belirtiyor; halktan kısmen uzaklaşma ve elitleşme yaşandığını belirtiyorlardı. Her şeye rağmen umutlarının çok güçlü olduğunu belirtebilirim.

Tutsaklık sürecinizde öncüsü olduğunuz açlık grevi direnişin sembolü oldunuz bir nevi. Açlık Grevi sürecinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Ve bugün tekrardan hapishanelerde devam eden açlık grevi süreci mevcut, bununla beraber hapishanelerdeki hak gasplarını, tecridi birebir yaşayanlardansınız. Bu durumu mevcut siyasal atmosfer içerinde ve bunlara yönelik kitlenin, devrimci tutsakların aldığı pozisyonu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Leyla Güven: Devrimci tutsaklar hem dünyada hem de Türkiye’de tarih boyunca yaşanan hukuksuzluklar karşısında hiçbir zaman çözümsüz kalmamışlardır. 12 Eylül faşist cunta başta olmak üzere her dönem direnişleri ile işkenceleri dumura uğratmışlardır. 14 Temmuz’dan 19 Aralık’a; Kemal’den Mazlum’a, İbrahim’den Hayri’ye devrimciler sisteme iradenin zaferini yaşamlarını ortaya koyarak anlatmışlardır. Aslında ölümü öldürmüşlerdi. Ben 2018 yılında Afrin işgaline karşı geldiğim için tutuklanmıştım. Dışarıda mevcut faşist iktidar 15 Temmuz darbe girişimini de bahane ederek anayasayı da ayaklarının altına alarak halklara kan kusturuyordu. Diğer yandan 22 yıldır bir arada tutulan ve yasalarda bütün tutuklu ve hükümlüler için geçerli olan hiçbir hakkın kendisine tanınmadığı sayın Öcalan’ın içinde bulunduğu tecrit durumu bütün Kürt halkının büyük kaygılar yaratıyordu. Nihayetinde 7 Kasım 2018’de Açlık grevini başlattım.

Bu defa tecrit tamamen ortadan kalkmadan eylemimi asla bırakmayacaktım. Bilindiği gibi 200’üncü gününde devletin yetkilileri artık sorun kalmadı dediler, bizde Açlık grevini bitirdik. Sonrası malum, 8 arkadaşımızın feda eylemleri sonucu ölümsüzleştiği, binlerce arkadaşımızın ölüm orucu ve açlık grevi sonucu ağır rahatsızlıklar yaşadığı bir süreçten sonra da bu süreç tecrite kaldığı yerden devam etti. Şimdi tutsaklar yeniden hem tecrit ve sayın Öcalan’ın özgürlüğü hem de cezaevlerindeki hak ihlalleri ve işkenceye varan uygulamaların ortadan kalkması için açlık grevindeler. Talepler son derce haklı ve karşılanabilir durumdayken, yetkililer hala sessizler. Bu pandemi koşullarında arkadaşlarımızın sağlığı her zamankinden daha fazla risk içindedir. Bu konuda sistemin doğru yaklaşması gerekiyor. Umuyor ve diliyorum ki aklıselim bir anlayışla talepler en kısa sürede karşılanır ve arkadaşlarımızda bu süreci sona erdirir. Aksi acıdır, gözyaşıdır.

Hapishanelerde farklı zamanlarda tutsaklık süreçleriniz oldu. Bu dönem ile diğerlerini karşılaştırdığınızda nasıl bir tablo açığa çıkıyor?

Leyla Güven: Darbe girişimini kendileri için bir fırsat olarak gören iktidar cezaevlerinde zaten kırıntı düzeyinde olan hak, hukuku tamamen ortadan kaldırdı. Geçmişte de cezaevinde 6 yıl kaldım. Ancak hiçbir dönem bu kadar keyfi uygulamalar olmamıştı. Disiplin cezaları cezaevi idarecilerinin elinde bir ‘’ıslah’’ etme aracına dönüştürülmüş. Bu keyfi uygulamaların derhal ortadan kaldırılması gerekiyor. Aksi halde tutsakların hukuki sürecinin sonunda AİHM’den ciddi hak ihlalleri kararları gelecektir.

Sınır ötesi operasyonlar, mevcut faşist iktidarın kayyım politikaları özellikle eş başkanlığın hedef alınması, DTK’ye saldırılar ve bugünlerde de HDP’nin kapatılması güncelleştiriliyor. Bu konularda ne düşünüyorsunuz?

Leyla Güven: Sınır ötesi operasyonlar mevcut iktidar tarafından daha çok içteki milliyetçi cepheyi konsolide etmek için kullanılan bir yöntem haline geldi. Bu hukuksuz operasyonları rahat yapabilmek için de kendi deyimleri ile ‘’yol temizliği’’ olarak Kürt kurumlarına ve muhalif kesimlerine her türlü baskıyı reva gördüler. DTK ve birçok kurum kapatıldı, belediyelere kayyım, siyasetçilere tutuklama…hepsi de oluşturmak istedikleri Türk-İslam Sentezli Yani muhafazakâr, dindar sistemlerini daha rahat inşa etmek için engel gördüklerini ortadan kaldırmaya dönüktür.

Yeni anayasa çalışması söylemleri ve iktidarın muhalefetten destek beklemesini nasıl yorumluyorsunuz?

Leyla Güven: Mevcut iktidarın en son ortaya attığı yeni anayasa tartışmaları 2023 seçimlerine giderken muhalefetin oyalanması için geliştirilen bir aparattır. Daha önceki anayasa çalışmalarından hatırlıyoruz. Herkes çok büyük bir heyecan duymuştu; anayasa profesörleri çalışmalar yürütmüştü. İktidar hiçbir mazeret göstermeden ortadan kaldırdı. Onun için artık mevcut iktidar toplum üzerinde bir heyecan yaratamaz. Gelinen aşamada AYM ve AİHM kararları dahil mevcut anayasayı ayaklarının altına almış bir iktidarın yeni bir şey yapma şansı yok. Ayrıca ilk dört madde kırmızı çizgi ise anayasanın nesini düzeltecekler? Ben bir Kürt vatandaş olarak ilk dört maddede değişim olmalıdır diyorum. Eminim ki bunu diyen 10 milyon Kürt vardır. Peki bunu göz önünde bulundurmadan yapacağınız anayasa kimin anayasası olacak? Benim veya bizim olmayacağı kesindir.

Boğaziçi Üniversitesine atanan ‘’kayyım’’ rektör protestoları ile başlayan ve gittikçe genişleyen öğrenci hareketliliklerini nasıl yorumluyorsunuz?

Leyla Güven: Boğaziçi Üniversitesine atanan rektörün öğrenciler tarafından kabul edilmeyişi ve protesto edilmesi son derece haklı ve meşru bir haktır. ‘’İktidar’’ 19 yıldır ben yaptım oldu anlayışı ile her şeyi kendi gerici zihniyetine göre yapıyor. Bu öğrencilerin haklı eylemini gölgelemek ve manipüle etmek için her yol ve yöntemi denediler ama başaramadılar. Her faşizan uygulama kendi karşı direniş çizgisini yaratır. Daha şimdiden bu gençlerin haklı mücadelesi uluslararası arenada yankı buldu. Bir kez daha üniversitelerdeki devrimci, yurtsever, çağdaş gençliğin varlığı sayesinde geleceğimiz emin ellerde diyebiliriz.

İktidarın son yıllarda çokça işlediği ve yararlandığı ‘’itirafçılık’’ dayatmalarını ‘’itirafçılaşmayı’’ nasıl buluyorsunuz? Bununla beraber HDP önündeki ailelerin pratiğini nasıl değerlendirip, onlara neler söylemek istersiniz?

Leyla Güven: Kürt sorunu konusunda güvenlikçi, ajanlaştırıcı ,itirafçılaştırıcı ,koruculaştırıcı politikalarda denenmeyen bir şey kaldı mı ?Bana göre kalmadı. Şimdi yaptıkları eskinin tekrarıdır. Mehmet Ağar koruculuğu geliştirdi, Soylu ’da ‘’bekçiliği’ ’geliştiriyor. Şimdi bu politikayı sınır ötesine taşımışlar.  Suriye ve Irak Kürt sınırlarında farklı kesimlerden çeşitli vaatlerle ajanlaştırdıkları kesimlerle çalışıyorlar. Süleyman Soylu her konuşmasında bitirdik, diyor ama bitirdiği bir örgütle mücadeleye de en büyük kaynağı ayırıyor. Bu kadar ajan ve işbirlikçi kendilerine ne kadara mal oluyor bilen yok. Dönemin başbakanı Tansu Çiller bu işler için örtülü ödenekten harcandığını söylemişti. Süleyman Soylu hangi ödenekten veriyor bilmiyoruz!

Ayrıca HDP’nin önüne bakanlığın bir projesi olarak organize edilip getirilen aileler için ne kadar harcama yapılıyor, o da bilinmiyor. Üç öğün yemekleri, yaz kış klima vb. orada oturdukları için çalışamayanların maaşları, masrafları nereden karşılanıyor? Bu toplumu aptal sananlar yanılıyorlar. Cumartesi Anneleri’nin oturma eylemine izin vermeyeceksin, Gebze cezaevi önünde anneleri coplayacaksın, Barış annelerine her türlü hakareti yapacaksın, yaşlı anneleri tutuklayıp cezaevine koyacaksın sonra da riyakâr bir şekilde ‘’anne’’ edebiyatı yapacaksın. Hiç kimse bu organize işlere inanmıyor.

Kadına yönelik şiddetin ve kadın katliamlarının ayyuka çıktığı bu süreçte ve 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü öncesinde kadınlara yönelik neyi söylemek istersiniz?

Leyla Güven: Bütün dünyada bir değişim rüzgârı yaşanıyor. Ulus devletler artık kendilerini sürdüremiyorlar. Toplum tekçi, milliyetçi, cinsiyetçi, dinci gibi faşizan uygulamaları kabul etmiyor. İnsanlığın yarısı açlıktan ölürken diğer yarısı da obezite ile mücadele ediyor ise, doğa talan edilerek zengin daha zengin olmaya çalışıyor ise, kadınlar erkekler tarafından her gün katlediliyor ise bu durum sürdürülemez. Toplumların arayışı demokratik, eşitlikçi, ekolojik, kolektif yani sosyal bir sistem, demokratik ulus talebidir.

”Bizler kadınlar olarak bu ahlaki, politik toplumu yaratmada öncülük rolümüzü yerine getireceğiz. Rojava’da inşa edilen kadın eksenli ‘’eş yaşam’’ ilkesini yaygınlaştıracağız. Emperyalizmin ve kapitalizmin bize sunduğu bütün ‘’nimetleri’’ reddederek işe başlayacağız.”

Tam demokratik bir Türkiye ve özgür Kürdistan’da onurlu barış halayları ile halkların ortak zaferini kutlayacağız. Buna gücümüz de kararlılığımız da cesaretimiz de var. Bu gerçekliklerin ve bilincin ışığında 8 Mart’ı bin bir rengiyle karşılayacak olan kadınları selamlıyor,8 Mart’ımızı kutluyorum.



Ekim 2024
PSÇPCCP
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
28293031 

Daha Fazla Röportaj Haberler