Bizimle iletişime geçin

Makale

Anton Ekmekçi Yazdı: Bu Çağda Çanlar Kimin İçin Çalıyor- 4

Örgütte ya da toplumsal hayatta bir mahalli iktidarı ele geçirdiğinde burjuva yönetimine öykünen devrimciler, esas olarak iktidarı ele geçirmeden önce kendi içindeki burjuvaziye yenilmiş devrimcilerdir.

Siyaset bilimi açısından içinde bulunduğumuz çağda çanların, dönemin aktüel toplumsal çelişkilerini ve bu çelişkilerin getirdiği değişim parametrelerini iyi analiz ederek praksist açıdan kendisini güncelleyip aktive edenler için çalacağı açıktır.

Sınıflar mücadelesinde hareketin bir halden diğer hale geçmesi için, liberalizmden, kendiliğindencilikten, kafa kol ilişkilerinden ve köhnemiş klan dünyasından beslenen sahte radikalizmden arınmış devrimci politik bir aygıtın kararlı faaliyetini gerektirir. Kendisi henüz yeterince politikleşememiş ve toplumsal geriliklerden önemli oranda beslenen politik örgütlerin burjuva düzenin siperleri karşısında nasıl mevzilenebileceği meselesi koca bir muamma olarak kalır. Kendi iç dünyasında taşıdığı burjuva eğilimler başta olmak üzere, aynı örgütsel yapıdaki yoldaşının ve içinde bulunduğu örgütsel sistemin burjuva yönüyle cebelleşmeyen bireylerin devrimci politik olarak kabul edilmeleri oldukça sorunlu bir durumdur. İdeolojik ve kültürel anlamda kendi bireysel ve örgütsel formasyonunda taşıdığı burjuvazi ile sorunu olmayanların, dış dünyadaki sosyo ekonomik yaşamı elinde tutan burjuva iktidarları ile karşıtlık temelinde ne gibi ilkesel sorunları olabileceği hadisesi tanımlanmaya muhtaç olur. Yeterince politikleşmeyene de hayat, “devrimciliğine” fırsatlar vermektedir belki ama, doğru temelde politikleşmeden ne etkin bir devrimcilik yürütmek mümkündür nede devrimciliği korumak mümkündür.

Örgütte ya da toplumsal hayatta bir mahalli iktidarı ele geçirdiğinde burjuva yönetimine öykünen devrimciler, esas olarak iktidarı ele geçirmeden önce kendi içindeki burjuvaziye yenilmiş devrimcilerdir. Bilgi felsefesini küçümseyerek iktidar için iktidarı isteyen geleneksel devrimci modellemeler, doğanın ve uzantısı olan toplumlar tarihininim yazı tura olasılığı kadar öngörülebilir olduğunu iddia eden Laplace tarzı bir determinizmi savunmaktadırlar. Bu ise miladı dolmuş kaba materyalizmden başka bir anlama gelmemektedir. Oysa iktidar sorunu, tarihsel anlamda olanaklı olan her şeyin gerçekleşmesi gerektiği yönündeki belirlenimci kaba bir mekanizmin sorunu değildir. Olanaklı olandan gerçekleşmiş olana geçiş problemini belirleyen parametreleri, insanın bilinçli iradi müdahalesini hesaba katmadan hesaplamak çok zordur. Bilgi olmadan böyle bir iradenin ortaya çıkacağını ön görmek, yağmur duası yardımıyla tabiattan maddi beklentiye girmek kadar saçmadır.

Diyalektik ve tarihsel materyalizm, maddenin hareket biçimlerini sınırlayan peşin belirlenimci anlayışlara bir sınırlama koydu. Elektronların dalga ve parçacık ikilemi, doğada olasılık ve nedensellik arasında ilişkisel bir bağın olduğunu bizlere bildirirken, aynı şekilde doğanın hiçbir zaman öngörülemez olduğu yönündeki görüşlere itiraz etti. Bu gelişmelerin devrimci siyaset dünyasındaki yansımaları, teorinin öneminin bilinmezlik nedeniyle gereksiz görülüp, “Nasreddin Hoca pratiği” diye karikatürize ettiğimiz göle maya çalmak praksisine yönelme eğilimi şeklinde ifadesini bulmaktadır. Düşünüldüğünde, öyküdeki amaçlanan hedef ile girilen eylem arasında hiçbir diyalektik bağ bulunmamaktadır. Maddenin tüm biçimleri kendi doğasından dolayı ne tamamen belirsizdir ne de kaba belirlenimcidir. Doğada gerçekleşen bütün sonuçların, geçmişte varoluş ve şu anda var olan olaylarla bağı olduğu açıktır. Ama hangi sonucun doğrudan ya da dolaylı hangi olayla bağı olduğunu anlamanın yolu, teori ve pratiğin diyalektik birliğinden damıtılmış bir devrimci bilimsel metodolojiden geçmektedir.

Antropolojik dönemde insanların doğa ile girdikleri zorunlu yaşamsal ilişki içerisinde tesadüfen bazı bilgilere ulaşması gibi, iktidar sorununu çözecek bilgiyi de yalnızca pratiğin bahşedebileceği tesadüflere emanet etmek politik açıdan öngörüsü dar bir tutum olacaktır. Çünkü çağımızda ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik süreçler oldukça karmaşık bir hale gelmiştir. Bilişim çağına rağmen kitlelerin yolunu bulmak için tarihte hiç olmadığı kadar bu kadar kafa karışıklığı içerisinde olması büyük bir paradoksa yol açmaktadır. Üretim süreci kendisini yadsımamıştır ama nicel ve nitel formasyonlarda değişimlere uğramaktadır. Büyük yığınlar ekonomik süreçlerin dışına atılıp tüketici olma konumunu bile yitirme tehlikesi altına girerken, “E-Ticaret” denen dijital formasyonun etrafından ortaya çıkan eski tipteki tüketiciler, üreticilerle aralarındaki farklılıkları görünmez gibi yapmaktadırlar. Kapitalist ekonomik sürecin içine girdiği kompleks süreç malın, kültürün, siyasetin, örgütün ve liderliğin alışılagelmiş modellerini hızla değişime itimlemektedir. Bazı bilgi bankalarının para dolu klasik bankalardan daha değerli olmasının sebebi bu değişimlerdir.

İçinde bulunduğumuz çağda insan toplumlarının ihtiyaçları da değişmektedir. Başlangıçta doğal seyreden insan toplumlarının temel ihtiyaç maddeleri ile olan ilişki süreci, Neolitik devrimden sonra sınıfların ortaya çıkmasıyla beraber temel bir toplumsal kırılma ve çelişmeye uğradıysa da kapitalizmin tekelci aşamasına gelindiğinde bu ilişki evrensel düzeyde bozularak yapısal negatif bir özellik kazanmıştır. Bu anlamda dar gelirli insan toplumlarının yaşamak için zorunlu olan temel maddi gereksinimlerinden ödünler vererek dijital teknolojiyi tüketir hale gelmeleri, değişen kültürel yapıya dair iyi bir örnek olacaktır. Bu anlamda tarihin hiçbir döneminde insanın ihtiyaçlarıyla olan ilişkisinin niteliği bu kadar sanal gerçeklik bir özellik kazanmamıştır dersek abartmış sayılmayacağız. Kuşkusuz üretim ve iletişim araçlarının teknik gelişimine karşı çıkmak bizleri Marks öncesi ütopik sosyalizme götürecektir.

Dijital teknoloji ekonominin değişen özelliklerinin getirdiği bir gerçekliktir ve zorunlu yaşam etkinliğini örgütlemenin reel bir parçası durumundadır. Ama bu teknolojik gelişmeler insanı aynı zamanda tarihte görülmedik bir yabancılaşma ve yalnızlığın girdabına sürüklemektedir. Tabi bu ayrı bir çalışma konusu olarak ifade edilebilinir. Ve her şeyden önemlisi bilgi toplumu kuramcılarının söylediği gibi; bilginin insan toplumları tarafından maliyetsiz paylaşılıyor oluşu, insanın bilgi ille olan yabancılaşmış ilişkisini ortadan kaldırmamaktadır. Adeta bilgide olan paylaşım olanakları arttıkça, bilgiye olan ilginin ve dolayısıyla bilgisizliğin arttığı bir çağdayız. Bir malın içerdiği maddi değeri belirleyen parametrenin bilgi olması, insana bilgi ve irfan olarak geri dönmemektedir. Kapitalistlerin çalışanları mecbur bıraktığı bilgiyle olan ilişki biçimi, başka rakip firmalardan önce davranarak, en son ürettiği malın modasını geçiren yeni bilgileri bulmayı talep etmekten ibaret kalmaktadır…

Devam edecek…



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Makale Haberler