Geleneksel devrimci harekette strateji kavramı, daha çok önceden belirlenmiş uzun vadeli hedef anlamında kullanılmaktadır. Acaba bir kez uzun erimli hedef tanımlandıktan sonra stratejiye dair sorumluluklarımız yerine gelmiş olur mu? Kuşkusuz bu durum politik mücadele süreçlerinde stratejiyi tanımlamak için çok yetersiz bir yaklaşımdır. Çünkü içinden geçtiğimiz bilgi toplumuyla birlikte strateji kavramı da hemen hemen birçok kavram gibi anlamsal genişliğe ve karmaşıklığa uğramaktadır. Belirli bir hedefe varmak için izlenilen yol güzergahındaki değişim ve koşulları hesaba katmadan stratejiyi yönetebilmek mümkün değildir. Strateji yönetimi; eldeki ekonomik, siyasi, teknik, psikolojik ve insan kaynaklarının tarihin değişen maddi koşullarına göre bütüncül bir biçimde değerlendirme sanatıdır.
Strateji üzerine çalışmaların binlerce yıl içerisinde evrimsel bir aşamadan geçtiği anlaşılmaktadır. Bu alandaki ilk çalışmayı iki bin beş yüz yıl önce Çinli düşünür Sun Tzu “Savaş Sanatı” adlı eserinde işlemişti. Hala da çağımızın gelişen devasa teknolojik koşullarına rağmen bu tarihi eserde ortaya konulan bazı temel prensipler günümüzün stratejistlerine esin kaynağı olmaktadır. Askeri bilimlerde strateji yönetimi genelde kaba determinist kurallarla işlediği için daha fazla anlaşılır bir durumdadır. Bunun nedeni ise determinist (Nedensel) sonuçların mekanik işleyen süreçlerle uyumlu olmasından ileri gelir. Ama toplumsal/sosyal alandaki rutin politik çalışmalar söz konusu olduğu zaman strateji yönetiminde belirsizlikler, kavrayışsızlalar ve karışıklıklar daha fazla kendisini gösterebilir. Çünkü askeri sanatların fizik bilimiyle ve dolayısıyla doğa yasalarıyla daha yakın bağlar kurmada gösterdiği yeteneği sosyal hareketler göstermez. Bunun nedeni ise; toplumsal hareketi yöneten tarihsel yasaların doğanın yasalarıyla kurduğu dolayımlı bağdan ileri gelmektedir. Bu nedenle bir yıldızın içerisinde işleyen diyalektik süreci kavramak Marks’ın “Das Kapital” eserindeki diyalektik işleyişi kavramaktan daha kolaydır. İlk okun, kargının ve topun icat edilmesinden günümüze kadar askeri teknolojinin ulaşmış olduğu yarı otonom evre tamamen ekonomik üretim ihtiyaç ve nitel değişiminden doğan fizikist süreçlerin bir ürünüdür.
Savaş strateji ve doktrinlerinde coğrafya ve iklim gibi etmenlerin hesaba katılması da fizik biliminin konusudur. Bir top ateşlendiği zaman işe yarayan diferansiyel matematik denklemleri sosyal patlamaları hesaplamakta işe yaramamaktadır. Toplumsal alana dair üst yapı kavramlarının kapitalist üretim ilişkilerinin nicel değişimleri nedeniyle daha karmaşıklaşması ve birbirleri arasındaki sınır ayrımlarının daha az görünür olması sebebiyle strateji yönetiminin önemi artmaktadır. Bu nedenle sınıf mücadeleleri seyrinde devrimci zekanın yalnız başına egemen olduğu biricik alanın strateji yönetimi olduğunu ilan etmek abartılı bir tutum olmayacaktır. Böyle kararlı, canlı ve uzun erimli bir strateji yönetimini küçük burjuva, başıboş ya da diğer ara sınıflardan gelen öbeklerin yapamayacağı açıktır.
Lenin yoldaşın savaşla ilgili kendi görüşlerini oluştururken faydalandığı Clausewitz’in “Savaş Üzerine” adlı eserinde strateji yönetimiyle ilgili ilginç bir tespit vardır. Bu tespitler Sosyalist demokrasi mücadelesi süreçlerindeki strateji yönetimi sorununda işe yarar niteliktedir. Clausewitz’e göre stratejinin en önemli kurucu öğelerinden biriside gözle görünmeyen soyut olgulardır. Bu burjuva stratejist her ne kadar bunu milli motivasyon, ahlaki ve moral değerleri ve ayrıca kişisel kararlılık olarak açıklamışsa da biz bu modeli devrimci proletarya cephesinden bilimsel ideolojik kavrayış, yenilenme, motivasyon ve kararlılık şeklinde okumalıyız. O halde stratejiye ulaşmak için yetki, maddiyat, teknik ve insan niceliğinin yetmeyeceğini yüksek sesle söyleyebiliriz.
Mesela eğer reformlar için mücadeleyi yöneten örgütsel formasyon ideolojik olarak sorunluysa biz burada güvenli bir strateji yönetiminden bahsedebilir miyiz?. Strateji yoksa belirsizlik vardır, ama strateji var ideoloji yoksa hepten belirsizlik vardır. Böyle bir durumda strateji olgusunun niceliğin bilimi olan pozitivist yöntemlerin dışında bir felsefi ve ideolojik boyutu ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle geleneğimizin sosyolojinde son yıllarda çokça görülen, reformist sol partilerin nicelik başarısından övgüyle bahsetmek ve onlara öykünmek ideolojik zayıflık ve karmaşanın bir işareti olmaktadır. Çünkü reformistlerin bir stratejisi yoktur ve reform için reformların peşinde koşmaktadırlar. Ücretli köleliği ortadan kaldırmak gibi bir strateji yönetimi tasası taşımamaktadırlar. Peki burada proleter devrimci gelenekten gelen bir bireyin alkışladığı şey nedir?. Salonları dolduran insan sayısı ya da oy sandığına yansıyan nicelik değerler midir baş döndüren yoksa toplumsal kurtuluşa dair programatik-praksis bir tarihsel ihtimal olanağımıdır?. Gerçeklik arayışına eşyalaşmış olguların yanında düşünce, kültür, algı ve moral değerleri katmadan sonuna kadar gidilecek bir yol yoktur toplumsal hayatta. Militan bir mücadelenin ya da reformlar için barışçıl mücadelenin boy verdiği koşullarda proleter devrimciler için değişmeyen bir ilke vardır. Bu ise özel mülk rejiminin lağvedilmesi stratejisinden başka bir şey değildir.
Çağımızın çanlarının değişen dünya koşullarıyla diyalektik ilişki içerisinde yeniden soyutlanmış olan parlak bilgi teorisi taşıyıcı ve uygulayıcıları açısından çaldığı bir gerçektir. İdeolojiyi mutlak inancın sembolü ikonlardan kurtarmak ve diyalektik felsefenin devrimci kumandasına teslim etmek gerekiyor. Bu durum ise dogmatizme, tutuculuğa ve kör inanca karşı mücadeleye karşılık gelmektedir. Aynı zamanda ikonların esaretinden sözde özgürleşmek adına liberalizme sapanları da unutmamak gerekiyor. Enternasyonal proletaryanın tarihinde ortaya çıkmış olan bütün büyük anlatıları modası geçmiş iddiasıyla aşağılayan şımarık sol liberallere karşı da güçlü bir ideolojik mücadele cephesi açmanın zamanı gelmiştir. Bu son eğilim içinden geçtiğimiz dönemin başlıca toplumsal ana akımına denk geldiği için ideolojik mücadelede birinci hedef olmalıdır. Toplumsal alanda gerçekleşmesi muhtelif olan tüm olasılıkların hesaplandığı ve politik sahadaki öznelere dair bütün tercihlerin sonuçlarının öngörülebildiği tamamlanmış büyük bir plana yaklaşmak doğa ve toplum yasaları bağlamında olanaklıdır. Eğer epistomoloji ile ontoloji arasında uygun bir yakınlık olanağı olmasaydı Marks ve Engels yoldaşlar bilimsel komünizmin temellerini atamazlardı. Bu durum proletarya öğretisinin kurucu ustalarını öznel olmaktan kurtarmıştı.
Toplumsal tarihin gelişim yasaları tamamen belirsiz ve öngörülemez değildirler. Onlar bilimsel nedensellik ilkesiyle çalışırlar ve bizlere gelecekle ilgili kuramlar, modeller ve planlar oluşturmamıza fırsatlar verirler. Çok katmanlı ve kompleks konuların arttığı bu son çağda bilgiyi feth ederek işlemek ve değiştirmek zorundayız. Bir politik harekete birlik, yön ve amaç duygusunu sağlayan bilgi işlemcisi devrimci karargâhlardır. Strateji kavramı yeni yüzyılda değişime uğrayarak “süreç yönetimi” anlamına evrildiği için belirlenmiş yazılı dogmalar anlamını yitirerek yerini canlı/doğal zekaya bırakmıştır.