Bizimle iletişime geçin

Editörün Seçtikleri

YSP-HDP Özeleştirisi Üzerinden Burjuva Seçimler Sürecinin Genel Bir Değerlendirilmesi!

Devrimci politika, örgütlediği her sürecin doğru muhasebesi çizgisinde gelişir. Doğru muhasebe, tartışmayı, eleştiriyi, özeleştiriyi içe hapsetmek tarzında değil, içten toplumsal dinamiklere doğru yayarak devrimci nitelik kazanır. Her devrimci-sosyalist politik özne, eleştiri özeleştirideki bu tarzla iç bütünlüğünü sağlamlaştırır, daha etkili siyasetle kitlelerle bağ kurması ileri düzeyde olur.

Konumuz olan HDP-YSP’nin seçim süreci ve sonuçlarına ilişkin “özeleştirel” bakış açısı ile ortaya koyduğu değerlendirmesine geçmeden önce, Lenin yoldaşı referans alarak, bu gibi meselelerdeki devrimci tutumu kısaca izah etme ihtiyacı duyuyoruz. “Bir siyasal partinin kendi yanılgıları karşısındaki tutumu, bu partinin ciddi olup olmadığını, kendi sınıfına karşı ve emekçi yığınlara karşı görevlerini yerine gerçekten getirip getirmediğini saptayabilmemiz için en önemli ve en güvenilir ölçütlerden biridir. Yanılgısını içtenlikle kabul etmek, nedenlerini arayıp bulmak, bu yanılgıya yol açan koşulları tahlil etmek, yanılgıyı doğrultma yollarını dikkatle incelemek, işte ciddi bir partinin belirtileri bunlardır” der Lenin.

Kuşkusuz Lenin, bu yaklaşımını esasta komünist partisi için ifade etmiştir. Ki bu yaklaşım aynı zamanda komünist parti ve komünistlerin, ideolojik çizgilerinin tezahürü olarak, halka, devrime, tüm ezilenlere karşı olan sorumluluklarının ortaya konuluşudur. Komünistler, gerçeğin diyalektik analizi üzerinden sentezlere ulaşırlar ve devrimci tarzda toplumu değiştirme siyasetini bura üzerinden inşa ederler. Bu karmaşık bir süreçtir ve yanılgıların-hataların olması muhtemeldir. İşte bu hataları doğru ele almak, kendi yetmezliklerini ve hatalarını bilimsel sentezleyerek yeniden devrimci siyasete dökmek, hatalar ve yanılgılar karşısında komünistlerin güçlü yanlarını temsil eder. Lenin yoldaşın somut ve çarpıcı tespiti bu gerçeği ortaya koyar.

Kendi hatalarıyla amasız-fakatsız, hesaplaşmak, bir çizgi sorunudur ve komünist olmanın koşullarından biridir. Sorunu daha bilimsel kavrayışla ele almak için şunu ifade edelim. Burjuvazi ve siyasal aktörleri, kendi siyasal süreçleriyle hiç hesaplaşmazlar, bu sadece komünistlerin işidir gibi sığ bir anlayışa sahip değiliz. Burjuva siyasal aktörler de kendi süreçleriyle hesaplaşırlar. Ama onlar, burjuva siyasal iktidarları korumak, burjuvazinin sınıf çıkarlarını tesis etmek için bu süreci işletirler. Oysa komünistler, sömürülen sınıf ve ezilen halkların çıkarlarını, toplumlar tarihinin ilerleyişinde devrimci bir dinamik olarak ele alırlar ve insanlığın nihai kurtuluşunu temsil ederler. Bu bağlamda, hatalarla yüzleşmeleri, devrimci işlev görür. Bu temel bir ayrım noktasıdır.

Meseleyi, bu karşıt sınıfsal pozisyondan çıkarıp, devrimci, ilerici, var olma zeminin sistem karşıtlığında ifade eden siyasal aktörler ve güçler üzerinden ele almak, konumuzun esasıdır. Özellikle faşizm koşullarında anti faşist cephede duran ve faşizme karşı mücadelenin devrimci dinamiği olan güçlerin, kendi siyasal süreçleriyle hesaplaşması, yanılgılarından kurtulup devrimci siyasal zeminde politika üretmesi açısından önemlidir. Yukarda da ifade ettik. Hatalarla ve yanılgılarla hesaplaşmak, bir çizgi sorunudur. Hataları ve yanılgıları yaratan ideolojik çizgi korunarak, hatalar ve yanılgılar bilimsel analiz edilemez, doğru sentezlere ulaşılamaz. Her hata ve yanılgının beslendiği bir ideolojik çizgi vardır.

Doğru ideolojik çizgiye karşın hatalar olmaz mı? Olur. Bazen nesnel ve öznel güç denklemi, bir siyasal hareketin hatalarını besleyebilir. Ama bu güç ilişkisini doğru ele almamakta son tahlilde ideolojik çizgiye tekabül eder. Demek ki, hatalarımızın arka planındaki ideolojik çizgiye inerek, doğru bilimsel bir hesaplaşma yaratmak, örgütsel-siyasal onarımı bura üzerinden oluşturulan hatla örgütlemek ve en önemlisi de bunu toplumsal pratik sahada tesis etmek, çözümün devrimci niteliğidir. Bu devrimci metot, Lenin’inde ifade ettiği gibi, “Bugüne dek bütün devrimci partiler, kendilerini beğenmişlikleri, güçlerinin nerede olduğunu görmeyişleri ve eksikliklerini ortaya koymaktan korkmaları yüzünden yıkılıp gitmişlerdir. Ama biz yıkılmayacağız. Çünkü biz eksikliklerimizi ortaya koymaktan korkmuyoruz ve onları yenmeyi öğreneceğiz” işte ilerlemenin ve gelişmenin metodu budur.

Hatalarımıza karşı bu devrimci metodu işletmek kadar, devrimci dostlarımızın ve devrimci mücadele öznelerinin hatalarını da aynı yapıcı yöntemle ele alıp, ideolojik zeminde mücadele etmekte bir o kadar önemlidir, devrimci tutumdur. Devrimci tarzda siyaset yapan güçleri beğenmeme, küçümseme, tartışma ve eleştiri tarzında yıkıcı davranma, hatalar ve eksiklikleri ortaya koyarken çözüm perspektifinden uzak durma, hataları kendi dışında arama, kendini yanılmaz otorite olarak görme vb. gibi yaklaşımlar, öteleyici olduğu kadar, ideolojik mücadele zemini de zedeler. Biz devrimci dostlarımızın hatalarını eleştiririz. Ama aynı zamanda sürecin önümüze çıkardığı devrimci görevleri, devrimci birlik anlayışı ile mücadele alanlarında icra ederiz.

Özgün ya da genel, tek politik özne olarak ya da farklı devrimci politik öznelerle birlikte sürdürdüğümüz her süreci tartışmaktan öte, diyalektik yöntemle eleştiri-özeleştiriye tabi tutmak esas olandır. Çünkü diyalektik hareketin bilimi diyalektik yöntemdir. Bu yöntemin dışında bir ele alış, devrimci nitelik yaratmaz. Devrimci politik her özne, toplumsal olay ve olguları çözümleyerek, öznel müdahale gücü denkleminde her sürece politika üretir veya ürettiği politikayı analiz eder-sentezler. Bu genel doğru üzerinden esas konumuza gelmek istiyoruz.

“Yeniden ve birlikte örgütlenme” şiarı ile HDP ve YSP’nin seçim süreci özeleştirisi üzerine!

Hemen başında belirtelim ki HDP ve YSP’nin seçim sürecindeki politik çizgisini, örgütsel durumunu, sürdürdüğü ittifaklar politikasını belirli başlıklarla eleştiriye tabi tutması ve kendi örgütsel bünyesinde bu tartışma sürecini tabana yayarak sürdüreceğini beyan etmesi önemli bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımı olumlarken, tamda yukarda belirttiğimiz gibi, diyalektik bir yöntemle sorunun ideolojik-siyasal çizgi kapsamında derinleştirilmemesi, verilen özeleştirinin aksayan yanı olarak öne çıkmaktadır. Yani özeleştiride, önemli başlıklar işlenirken, bu başlıkları yaratan siyasal-ideolojik çizgiyle köklü bir hesaplaşma muğlak kalmaktadır. Seçim sürecindeki politikanın başarısızlığını kabul etmek bir sonuçtur. Ama bu sonucu yaratan nesnel ve öznel nedenleri doğru sorgulamak ve sonucu bura üzerinden izah etmek esastır.

“Özeleştirinin” ana başlıklarını kısaca vurgulayalım.

1-) Millet ittifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesi biçiminde belirlenen Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki tutumdan dolayı aşınmalar (bu aşınmaların mahiyeti, politika ve örgütsel yapıya sirayeti tartışma sürecine havale edilmiş gibi) olmuştur.

2-) “Üçüncü Yol” siyasetinden uzaklaşma ve iki kutba da payanda olmama ilkesinden kısmi kopuşun yarattığı ideolojik aşınma…

3-) Örgütsel işleyiş ve siyaset yapma tarzımızdaki sorunlar…. (Aday belirlemede, politika yapmada, ittifak siyasetinde yaşanan sorunları bu başlık altında toplayabiliriz.)

4-) Vazgeçilmez olan eleştiri özeleştiri silahı ile, Örgütsel işleyiş ve siyaset yapma biçimini yeniden yapılandırma, “Üçüncü Yol” siyasetini kitlelerle birleştirme, Kürt sorununu demokratik çözümünde demokratik cumhuriyet siyasetinde ısrar ve “İl, ilçe örgütlerimizden genel merkezlerimize; meclislerimizden komisyonlarımıza kadar tüm örgütsel yapı ve çalışma alanlarımızı, bürokratik ve merkezi bir anlayıştan esaslı bir kopuşla yeniden ve birlikte örgütlememiz gerekmektedir. Yeni dönemde mücadele geleneğimizin vazgeçilmezi olan özeleştirinin ve eleştirel diyaloğun gücü ile yürümeye, başarısız olduğumuz alanları yeniden inşa etmeye ve yoldaşlık hukukunu daha sahici kurmaya yönelik inancımız oldukça güçlüdür.” anlayışı ile yeniden ve birlikte örgütlenme hedefi konulmaktadır.

Bu ana başlıklar içinde “ittifak politikasındaki sorunların” sadece ifade edilmesi ve sürece kapsamlı bir dinamik olarak örgütlenen, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın, oluşurken var olan siyasal hedefleriyle pratikte yaşananlar arasındaki yetersizliklerin ortaya konulmaması ve genel anlamda, bu eksiklerde ve zaaflı tutumlarda ittifak bileşenlerinin hata ve yanlışlarının, özel olarak YSP’nin hatalarının çözümlenmemesi, “özeleştiriyi” kötürüm bırakmaktadır ve yazımız içinde bu konuyu ele alacağız.

Burjuva seçimlerle sınırlandırılmış bir toplumsal muhalefet çizgisi, devrimci alternatif olma hedefini de daraltmış olur!

14-28 Mayıs seçimlerine, burjuvazinin her iki kliği de tarihsel rol biçmişti. İktidar klikle burjuva muhalefet klik, uzun dönem oluşturdukları seçim atmosferi ile, örgütlü-örgütsüz toplumsal güçleri kendi siyasal ekseninde toparlamaya çalışıyordu. Temsil ettikleri siyasal çizgiye bakılmaksızın, salt iktidarda kalmak (iktidar kliği açısından) ya da iktidara gelmek (burjuva muhalefet kliği açısından) için, ilkesiz, pragmatist- kirli ilişkilere ve pazarlıklara dayalı sürdürülen burjuva ittifak politikaları, bunun sonucuydu. Seçim sürecinden sonra, özellikle burjuva muhalefet kliğinde kümelenmiş güçler ve kişilerin, gizli kapılar ardında sürdürdükleri pazarlıklar, kirli ilişkiler, gerici çıkar hesapları ile kurulan kumpaslar daha net ortaya çıktı ve bir kez daha görüldü ki, burjuva siyaset cenahında, iktidar uğruna sürdürülen cambazlıklardan başka bir şey yok.

Bunu özellikle vurguluyoruz zira, devrimci-sosyalist-ilerici toplumsal dinamizme dayanan ve bu iddia ile siyaset yürüten her özne, burjuva siyaset sahasıyla arasına kalın çizgiler koymak zorundadır. “Ana hedef”, “tali hedef”, “açık faşizm”, “örtük faşizm”, “ağır baskı koşulları”, “nispi rahatlama-nefes alma”, gibi denklemler üzerinden, burjuva muhalefet kliğine yedeklenen bir tutum, bu politik düzlemde devrimci ilkelerden uzaklaşmış demektir. Özellikle “faşizmi yıkma” gibi stratejik bir şiarla, seçim taktiğini bir burjuva kliğin lehine esnetmek dahi, coğrafyamızda faşizmin bir egemenlik niteliği olduğu gerçeğine gözlerini kapamaktır.

“Birleşen” ana akım burjuva muhalefet öncülüğünde, “parlamenter sisteme geçiş” asgari müştereği ile, tekçi faşizmi alt edeceğini topluma vaaz etmekteydi. Tarihsel tecrübeyle “burjuva parlamenter sistem”, burjuva muhalefetin temsil ettiği burjuva klik ve “TC” devlet egemenliğinin faşist niteliğiyle sabittir ki, “TC” egemenler sisteminde faşizm sadece bir kliğin değil, bir devlet egemenliğinin iktidar biçimidir. Tarihsel koşulların ortaya çıkardığı özgün koşullara göre, faşizmin açık-askeri- sivil otoriter rejim ya da parlamenter sistemle örtük hale getirilmesi biçim farklılığıdır ve başka bir burjuva kliğin başa gelmesi ile değişime uğrayacak bir durum değildir. Bu somut duruma karşın, sosyalist-devrimci güçlerin, iktisadi-sınıfsal-sosyal-ekolojik zeminde derinleşen toplumsal çelişkilerin ortaya çıkardığı toplumsal dinamiklerle birleşemeyip, cepheden alternatif bir siyaset oluşturamaması, şu veya bu düzlemde, burjuva muhalefetin “güçlendirilmiş parlamenter sistem” stratejisine yedeklenmesi, süreç bağlamında benimsenen siyasetin ana kırılma noktasıdır.

Yani sorun, “Millet İttifakı” adayı Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesi ile sınırlı değil, siyaset zemininin, burjuva muhalefet kulvarında sürdürülmesi meselesidir. Devrimci politika üretmede, güncel çelişkileri öne çıkarma bağlamında, “tekçi iktidarın” egemenlik kurumları dahil tüm topluma dayattığı tekçiliği, ırkçılığı, yolsuzluğu, yoksulluğu, demokratik hak ve özgürlüklere kapsamlı saldırısını, işgal ve savaş politikasını, rantçı-mafyacı niteliğini ortaya koymada burjuva muhalefetle aynı zeminde buluşsa da topluma çözüm sunmada alternatiftir ve bu alternatif burjuva çizgiye cepheden karşıdır. HDP-YSP süreç bağlamında bazı politikalarda aşınma tespiti yerine, bu ideolojik hatayı mahkum etmesi devrimci sentezdir. Ve bu yanılgının tek muhatabı HDP-YSP değil, faşizme karşı toplumsal dinamiklerin mücadele aracı olarak kurulan “Emek ve Özgürlük İttifakı’nın” bileşenleridir. Siyasal değerlendirme ve tutum bağlamında EÖİ’nın ittifak gücü olan Sosyalist Meclisler Federasyonu, devrimci demokrat adaylar dışında hiçbir burjuva çizgi ve aktöre oy vermeme kararıyla doğru çizgide durmuştur. Ama bu tutum, yukarda özetlediğimiz eksiklikler konusunda SMF’yi muaf kılmaz.

Eleştirideki devrimci keskinliğin, özeleştiride de aynı nitelikte olması, devrimci samimiyetin ve ciddiyetin gereğidir. Hatalarımıza karşı cüretli mücadele etmekten kaçınmayacağız. Seçim süreci öncesi ve seçim atmosferinde, sorunların analizinde, burjuva muhalefetin hesapları-hedefleri ve sınıfsal niteliği konusunda devrimci tutumlar ortaya koyduk. Ama bir sürece dair kararlar almak, politika belirlemek meselenin yarısıdır. Diğer yarısı, daha da önemlisi, bu politikayı toplumla buluşturma meselesidir. Bu politikanın yığınlarla buluşturulması, mevcut ülke konjonktüründe, yazıldığı kadar kolay olmadığını farkındayız. Gerek açık faşizm koşullarının kuşatması, sür git boyutlanan baskı ve yasaklamalar ve gerekse de burjuva muhalefetin devletin bekasını esas alarak topluma dayattığı “çözüm” projeleri ve toplumda yarattığı manipülasyon, devrimci-demokratik-sosyalist güçlerin pratik sahadaki zorluklarıydı. Ama bu zorluklar, reformist-sınıf uzlaşmacı çizgilere “teslim” olmaya gerekçe yapılmamalı ve aksine devrimci politikada ısrar edilmeliydi.

Burjuva muhalefetin seçim endeksli siyasal geçiş stratejisi gereği, “tekçi iktidara” karşı duruşu, esasını sınıf bilincinden uzak seçmen davranışına indirgeyen, kitleleri pasifize ederek kendisini “umut” olarak pazarlayan, toplumsal muhalefetin faşist iktidara karşı olan tepkisini esasta geri çeken bir politika benimsemekteydi. Çünkü burjuva muhalefet devletin bekasını koruyarak “yeni” efendi olmak hedefindeydi. Bu strateji gereği, gerek ekonomik krizin ağır yükünden ve gerekse de somut olarak yaşanan deprem enkazında, kitlelerin dinamikleşen öfkesini örgütleyip harekete geçirme yerine, “bekleyin-biz geleceğiz ve herkesi kurtaracağız” vaazı haline getirdi bu toplumsal çelişkileri.

Ayrıca şunu da belirtelim. AKP-MHP güruhunun deprem bölgelerinde eskiye göre oy oranı düşse de esasta fazla oy alması, bu bölgelerde halkın öfkesinin olmadığı sonucunu çıkarmamalı. Deprem sürecinin ortaya çıkardığı önemli bir tepki mevcuttu. Ama bu tepkinin, kitlesel bir karşı koyuşa dönüşmesi, bir örgütlenme, bir önderlik sorunudur. Ve bir çelişki üzerinden, geçmişten bugüne devletin ve merkez sağın oy deposu olan bu kentlerin, kitlesel olarak mevcut iktidardan kopmasını beklemek idealizmdir. Burjuva muhalefet-mevcut tekçi iktidar tercihiyle, özünde tercihsiz kalan kitlelerin, din ve ulusal kimlik sosyolojisi ile gerici faşist iktidarın oy potansiyeli olması, toplumsal damarlarda baş gösteren itirazlarla birleşilmeyeceği sonucunu doğurmaz. Bu somut durum,” bu halktan bir şey çıkmaz” yılgınlığını değil, devrimci-sosyalist güçlerin, sınıf çelişkilerini, ulusal ve dini kimlikleri, insan sosyolojini doğru okuyan prensipler üzerinden devrimci görev ve sorumlulukları hatırlatır.

İşte seçim sonucuna göre “başarısızlık” olarak ifade edilen sürecin hataları ve yetmezlikleri buradan sorgulandığında anlamlı olur. Düzen içi muhalefet ve çözümleri eleştirerek, pratik olarak düzen içi “çözümleri” aşamamak…Açık faşizm koşullarına karşı mücadele yöntem ve araçlarını seçime endekslemek ve burjuva muhalefetin “çözüm” adreslerine entegre olmak, dinamik ilerlemesi gereken süreçte tasfiyeci rol oynamıştır. Düzen içi “çözümlere” alternatif olmak, faşist iktidara karşı stratejik alternatif doğrultuya göre, sistemle hangi toplumsal güçler temelinde, hangi siyasal çizgi ve ittifaklar aracılığıyla mücadele edileceğini tanımlar. Buda sadece burjuva seçimlere endeksli değil, genel olarak toplumsal güçleri mücadele zemininde birleştirmeyi zorunlu kılar. Yani her toplumsal çelişkinin özgünlüğünü, genel toplumsal sorunlarla birleştiren ve toplumsal muhalefeti faşizme karşı örgütleyen, mücadeleye kanalize eden bir sürecin örgütlenmesi ihtiyacı… Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kuruluş deklarasyonu bunu hedefliyordu. Ama bu politik hedef, pratik yetmezliklerle birleşerek burjuva seçimlere hapsolan bir muhalefet çizgisine evrildi ve bileşenlerdeki çizgi tercihleri, alternatif somut politik yanıtlara yoğunlaşmama sonucunu yarattı.

Burjuva seçimler, faşizme karşı mücadelede dönemsel bir araçtır, mücadelenin esası değildir!

Faşizme karşı mücadelede, burjuva seçimler süreci, mücadelenin bir parçasıdır, ama esası değildir. Özellikle faşizm koşullarında bir seçimden söz ediyorsak, bu koşullardaki seçimlerden burjuva demokratik koşulları dahi bekleyemeyiz. Ve burada, Wilhelm Liebnecht’in seçimlere dair bir konuşmasını hatırlamakta fayda var: “Seçimler halk için ‘kutsal bir haktır.’ Ancak tek başına, sivil özgürlüklerden koparılmış, basın özgürlüğü olmadan, polisin ve askerin kılıcına tabi olan, yani kısacası mutlakçı devletin var olduğu koşullarda genel oy, mutlakçılığın bir aleti ve oyuncağı olmaktan başka bir işe yaramaz.” Ve Liebnecht, bu tespitine devamla, seçimlere katılmaya, işçi temsilcilerinin, devrimci demokrat kişilerin parlamentoda yer almasına da ilkesel olarak karşı çıkmaz. Anlayış son derece açık ve nettir. Burjuva seçimlere katılmak, siyasal mücadelenin seçim merkezli sürdürüleceği anlamı taşımaz.

Yani, toplumsal devrimci dinamiklerle örgütlenen bir mücadele süreci kapsamında, burjuva seçimleri ele almak ve başarı-başarısızlığı bu mücadele sürecindeki dinamizmle açıklamak devrimci sentezdir. Somut güç denklemi ve HDP başta olmak üzere, devrimci-sosyalist güçlerin uzun süredir maruz kaldığı baskılar-tutuklamalar-yasaklamalar ve özellikle işçi sınıfı başta olmak üzere, ezilen-sömürülen toplumsal güçlerin örgütsüzlüğü koşullarında, burjuva seçimlerde istenilen oy oranını almamak, başarısızlığın esas ayağı değildir. Başarısızlık, derinleşen toplumsal çelişkilere karşın, devrimci çizgide toplumsal muhalefeti örgütleyip-örgütleyememe özgülündedir. Ve seçimler sürecinde ezilen toplumsal güçlere ne kadar ulaşıldığı, alternatif dünya görüşümüzün ajitasyon-propagandasının ne kadar yapıldığı ölçütü baz alınmak durumundadır. Bu yön görülmeden, burjuva demokrasisinin dahi esamesinin okunmadığı, hile ve entrikalarla işleyen bir süreçte, burjuva muhalefetin yenilgisini, tüm devrimci-sosyalist güçlerin “yenilgisi” olarak telaki etmek, tüm politik süreci burjuva seçimlere endekslemektir, yanılgıdır, devrimci öznelerin mücadeledeki devrimci araçlarına, politikasına karşı güvensizliktir.

Daha da önemlisi, devrimci ve komünistler, ezenle ezilenin çatışmasıyla yol alan bir sürece ilişkin politika üretirken gerek hatalı politik bir yönelimden gerekse de politika doğru olmasına karşın, belirli nedenlerden kaynaklı pratik örgütlenme yetersizliğinden başarısız sonuçlar alabilirler. Bu sınıf mücadelesinin doğasında olan bir durumdur. Bir sürecin politik yöneliminde başarısız olmak, taktiksel bir süreçtir. Ama bu taktiksel süreci, genel bir “yenilgi” ruh hali ile ele almak ve kitlelere güvensizliğin, devrime ve sosyalizme güvensizliğin ruh haline evirmek, ideolojik savruluşu ifade eder. Burjuva seçimleri “kazandı” diye “zafer” naraları atan ve bura üzerinden “yenilmez” ikon olarak güç gösterisinde bulunan faşist iktidarın esasta toplumda yaratmak istediği ruh hali budur. Oysa burjuva seçimlerin aritmetiği tersine reel gerçekler farklıdır. Toplumsal çelişkiler derindir. Toplumsal hoşnutsuzluk, önemli bir toplumsal dinamiği temsil etmektedir ve toplumların tarihsel ilerleyişinde tayin edici olan bu sınıfsal-sosyal-ulusal dinamiklerdir. Devrimcilerin, komünistlerin bu toplumsal dinamiklere güveni stratejiktir, dönemsel inişler ve çıkışlar, üretilecek devrimci politika açısından analiz edilir.

Biz burjuva seçimler sürecine taktik siyaset gereği, uygun koşullarda katıldığımızda, burjuva seçimleri meşru ve toplumsal irade erki olarak görmüyoruz. En gelişmiş burjuva demokratik ortamda dahi, toplumsal meşruiyeti olmayan niteliktedir. Ki 14 ve 28 Mayıs seçimleri, geçmiş seçimlerin tekrarı olarak, özellikle iktidar tarafından her türlü hile ve entrikanın yapıldığı seçimler olmuştur. “Temsili burjuva demokrasi” oyunuyla, faşist iktidarı tesis eden bir organda, devrimci-sosyalist güçlerin temsil oranı, devrimci siyaset açısından, “yenilgi” ve “başarı” denkleminde niteliksel bir durumu ifade etmez. Bu bağlamda, burjuva seçimler ve oluşan burjuva organlar, her koşulda devrimci teşhirin hedefidir bu bir.

İkincisi, burjuva muhalefet, seçim sonuçlarını “demokrasi tokadı” olarak kabul etti. Ama devrimci-sosyalist güçler açısından, seçim sonuçları da burjuva seçimler gibi demokratik değildir, meşru değildir. Hile ve entrikalarla, faşist baskı ve zorbalıklarla yaratılan matematiksel “çoğunluk” burjuva tiyatrodur. Seçim süreçleri dahil, bizler toplumsal mücadeleyi sürdürdüğümüz tüm sahalarda, bu durumu meşru olarak kabul etmez, aksine mücadele aracı haline getiririz, teşhir ederiz. Yeniden ifade edelim. Sosyalist-devrimci-ilerici öznelerin bu sürece dair özeleştirisi, seçim süreci dahil, genel mücadele sürecinde toplumsal güçlerle ne kadar birleşip birleşemedikleri, hangi çizgide hangi mücadele araçlarıyla sürece müdahale ettikleri üzerinden esasta şekillenir.

“Üçüncü yol” siyaseti ve ezenle ezilenler arasında muğlaklaştırılan antagonizma!

HDP-YSP, seçim sürecindeki sorunlu politik yönelimden biri olarak “üçüncü yol” siyasetinde yaşanan aşınmaya bağlamaktadır. Pratik olarak “üçüncü yol” siyasetine yüklenen anlam, burjuva siyasete alternatif olma meselesi ise bu doğrudur. Ama o zaman buna “üçüncü yol” demek hatalı bir yaklaşımdır. Çünkü “üçüncü yol” siyaseti bir ideolojik çizgidir. Burjuva siyaset sahasında, sistemin “kötü” yanlarına karşı mücadele ederek, yine sistem içinde bir “çözüm” çizgisidir. Sınıf antagonizması yerine, ara yol projelerle uzlaşmacılıktır. Tarihsel arka planı, anti-MLM anlayışların, burjuva sistem içinde “iyileştirmeler” siyasetidir. Özellikle post yapısalcı çizgilerin, sınıf çelişkilerini, ezen ezilen çatışmasını tasfiye ederek, kimlik siyaseti üzerinden burjuva “iyileştirmelere” endeksli bir siyaset üretme tarzı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bundan dolayı, Türkiye-Kuzey Kürdistan koşullarında, faşizm koşulları dahil, burjuva ve türevi gericiliklerle mücadele de “üçüncü yol” bir aşınma siyasetidir. “Demokratik Cumhuriyet- Özerklik” projesi de bu aşınmanın bir ayağıdır.

Öncelikle toplumsal antagonizmayı buradan net ortaya koymalıyız. Tıpkı emperyalist güçler gibi, her ülke egemenler sistemindeki burjuvazi ve türevi gerici sınıflar, politik konumlanış açısından yekpare değillerdir. Temsil ettikleri sermaye kliğine göre farklı politik konumlanışta olmaktadırlar. Somut olarak, bir burjuva klik egemen güç iken, bir başka burjuva klik burjuva çizgide muhalif olur. Ama egemen olan burjuva klik karşısında, muhalif burjuva klik, “ikinci yol” değildir, burjuva sistemin ayrılmaz bir parçasıdır. Burjuva sistemin alternatifi değil, biçim farklılığıyla ideolojik-siyasal-askeri-kurumsal devamıdır. Kavram kargaşası ile, muhalif burjuva aktörlere “ikinci yol” rolü vermek, ideolojik-siyasal olarak ona alternatif rolü vermektir. Ve bu anlayışın bir sonucu olarak, “üçüncü yol”u izlemek, burjuva siyaset sahasında kendisine alan açmaktır, topluma keskin alternatif olamama tarzıdır. Birbirine alternatif iki kutup vardır. Burjuvazi ve proletarya, ezen ve ezilen. Antagonist çatışma bura üzerinden her sınıfın ideolojik dokusuna göre siyasetini tayin eder. Tüm toplumsal çelişkiler bu karşıtlık üzerinden sentezlenir. Çelişkinin mahiyetine göre mücadele araçları, güncel politika, yığınlarca değişkenlik gösterebilir. Ama bu durum, karşıt duruşlar arasındaki ideolojik çizgiyi aşındırdığında, burjuva kulvarda siyaset kaçınılmaz olur.

Bu bağlamda yeniden ifade ediyoruz. Biz “üçüncü yol” değil, burjuva ve türevi anlayışlara alternatifiz. Bu keskin ideolojik bir ayrımdır. Şayet ürettiğimiz politik süreçlerde, burjuvazinin herhangi bir kesimine “yedeklenme” eleştirisini getiriyorsak, öncelikle bu gibi reformist-sınıf uzlaşmacı anlayışları mahkum etmemiz gerekmektedir. Burjuva hegemonyanın fay hatlarını fırsat olarak kullanarak ama burjuva çizginin dışında durarak bu fay hatlarını kırmak, burjuva siyaset sahasında alan açmakla değil, alternatif dünya görüşümüzle kitlelere gitmekle olanaklıdır. Yani HDP-YSP, bir ideolojik aşınmadan söz ediyorsa, bu “üçüncü yol” siyasetindeki aşınmadan değil, “üçüncü yol” olarak benimsenen siyasetin kendisinde aramalıdır. Bu ittifak gücü olarak gördüğümüz dostlarımıza, devrimci kaygılarla yaptığımız eleştirimizdir.

Faşizme ve her türlü gericiliğe karşı devrimci ittifaklar, dönemsel değil, mücadele sürecinin ihtiyacıdır!

Gericiliğe karşı mücadele devrimci siyasetin hedefi olduğu kadar, bu mücadelede, devrimci öznelerle birleşmek, kitlelerle birleşmek devrimci bir çizgi sorunudur. Özellikle devrimci-sosyalist öznelerin, “devrimci ittifak”, “eylem birlikleri” vb. biçimde birleşme araçlarını yaratması, mevcut sürecin ortaya çıkardığı devrimci görevler kapsamındadır. Örgütlenen politik sürecin mahiyetine göre kapsamı-bileşenleri farklılık arz eden bu gibi birlikte hareket araçlarını yaratmada, son süreçlerde azımsanmayacak bir emek harcanmaktadır ve mücadele açısından son derece değerlidir.

Ama devrimci ittifaklar siyasetine devrimci bir çizgide güç katmak, “ittifaklar” siyasetinin devrimci niteliği gereğidir. Faşizm koşullarında mücadele ediyoruz. Örgütlenen her politik sürecin, genel mücadele süreciyle diyalektik bağı vardır. Her devrimci ittifak, mücadelenin bu diyalektik bağı içinde, devrimci bir çizgi olarak örgütlendiğinde anlamlıdır. Bu anlamıyla, devrimci ittifakları devrimci özneleri, toplumsal dinamikleri kapsayacak biçimde genişletilmesi ve sürecin öne çıkardığı politik görevlerin bura üzerinden icra edilmesi, sonuç almanın bir koşuludur. Devrimci ittifaklar, ideolojik-örgütsel-politik farklılıkları olan devrimci-sosyalist öznelerin, mücadele sürecinin ortaya çıkardığı devrimci görevlerde, güçleri birleştirme anlayışı üzerine şekillenir. Keyfi değil, toplumsal süreci devrimci politikaya göre örgütleme, mücadeleye örgütsel-siyasal dinamizm katma perspektifine göre ele alınır. Kendi iç işleyişinde grupsal pazarlıklara dayanmaz, örgütlenen politik sürecin devrimci görevleri temel alınarak devrimci ittifaklar hukukuna dayanır. İttifak bileşenlerinin nicel gücüne göre “esas güç”, “tali güç” denkleminden öte, ittifak bileşenlerinin siyasal-ideolojik niteliklerinin, örgütlenen politik sürece göre kurumsal olarak örgütlenmesi dinamiği esas alınır. İdeolojik ve siyasal farklılıkları, ittifak hukuku içinde tartışmak, doğru bir yöntemle bu farklılıkları daha güçlü bir ittifak iradesine dönüştürmek, yani bileşenlerin bağımsız örgütsel iradelerini yok saymadan, ortak mücadele kaygılarında birleşmek, pazarlıklara-grupsal kaygılara dayanan burjuva çizgiden temel farkımızdır.

Devrimci ittifaklar siyasetinin demokratik muhtevası gereği, eylemde birlik, ajitasyon ve propagandada serbestlik ilkesine dayanır. Ama bu özellikle örgütlenen politik sürecin yadsınması üzerine şekillenmez. Her ittifak gücünün, kendi örgütsel pozisyonuna göre bazı politikalar gündeme getirmesi demokratik hakkıdır. Her demokratik hak, örgütlenen politik sürecin seyri yadsınarak kullanıldığında, bu durum önemli zaaflara neden olabilir-olmaktadır da. Yani, öncelikle ortak örgütlenen politik sürecin başarılı kılınması için tutum geliştirmeliyiz. Seçim sürecinden örnekleyecek olursak. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bileşeni olan TİP’in, bazı bölgelerde ittifak listeleri dışında bağımsız kimliğiyle seçimlere katılması demokratik hakkıdır ve ittifak bunu yadsımamaktadır. Fakat bu ayrışma, genel olarak EÖİ’nin örgütlediği politik sürecinde zaaf yaratıyorsa, bu durumda, genel süreç esas alınmalıydı. Tersinden bir başka hatalı yaklaşımda, ittifak içinde “egemen” güç olma siyasetiyle, bu demokratik hakkı baskı altına alma, “Türk solu”, “Kürt solu” tartışmalarıyla ayrıştırıcı olan yaklaşımıdır. Yaşanmışlıklarda “suçlu” arama amacında değiliz. Devrimci ittifak anlayışı gereği, bundan sonra örgütlenecek politik süreçlere dair devrimci bir hassasiyet yaratma amacıyla bu tartışmaları sürdürüyoruz.

Diğer yandan aday belirleme meselesi, başlı başına devrimci eleştiriye tabi tuttuğumuz bir sorundur. Bir politik sürece dair örgütlenen her ittifak, somut koşullara göre bu ittifakın dinamiklerine göre iradeleşmelidir. İradeleşme bununla sınırlı değil, ittifak dinamiklerinin yarattığı devrimci güvenle, kitlelerde devrimci karşılık bulması, tayin edicidir. Biz faşizme karşı ortak mücadele aracı olarak ittifaklar gerçekleştiririz ve temel yönelim olarak örgütsel öznelerden kitleleri birleştirmeye doğru genişleyen bir ittifak çizgisini savunuruz. İttifak bileşenleri, bu kesitte, devrimci hassasiyet gösterdikleri oranda güven ilişkilerini inşa ederler, kitlelere güven verirler. Devrimci ittifak hukukunu esas alma, ittifak bileşenlerinin ittifak hukuku içindeki haklarına saygı duyma ve bunları örgütleme anlayışında hep geliştirme, ittifakın üzerinde şekillendiği politik süreci etkin örgütlemek için, ortak ittifak siyasetini oluşturma ve bunu bağlayıcı alma, grupsal-farklı örgütsel nitelikten dolayı ayrıştırıcı olma yerine, sürecin siyasetinde birleştirici olma, ötelemekten-yok saymaktan uzak durma zemininde durmalıyız.

Burjuva seçimler sürecinde aday belirleme de bu kriterin hangi niteliğe göre işletildiği konusunda referans veren bütünlüklü bir boyut değil, ama bir boyuttur. Özellikle YSP, ittifak güçlerinin dinamiklerini, daha da ötesi HDP-YSP’nin dinamiklerini esas alarak bir aday listesi çıkarmaktan öte, burjuva muhalefetinde dahil olduğu konjonktürel durumu hesaba katarak aday belirlemeye gitmiştir. Devrimci-demokrasi güçlerinin mücadelesinde, Kürt ulusunun maruz kaldığı katliam ve baskılarda, ezilen ve sömürülenlerin üzerinde estirilen devlet teröründe bir nefeslik muhalefet olmayan, hatta tekçi-ırkçı sistem politikalarının yanında yer alan bazı “gazeteci”, “aydın” kişiliklerin YSP aday listelerine girmesi, buna karşılık bu sürece ciddi emekler veren, faşizme karşı mücadelede önemli bir dinamik olan, siyasal ideolojik çizgisiyle devrimci bir tarihin yaratıcıları ve devamcıları olan kurum temsilcileri ve devrim emekçilerinin aday listelerinin dışında kalmaları, sorunlu-ciddi bir paradokstur. Kürt bölgeleri başta olmak üzere, genel olarak politik kitle tabanından gelen eleştiriler bu zeminde doğru okunmalı ve sürecin özeleştirisi bu minvalde derinleştirilmeliydi.

Aday belirleme konusunda pazarlıkçı, dayatmacı değiliz. İttifak hukuku içinde, örgütlenen politik süreci, devrimci niteliğe göre örgütleyip kitlelerle buluşturan mücadele çizgisini esas alırız. Bu kapsamlı bir süreçtir. Burjuva seçimler sürecine, devrimci bir politika ile katılmak gibi, bu süreçteki mücadeleyi burjuva parlamento sürecinde sürdürmekte, kapsamlı sürecin bir parçasıdır. Burjuva seçimler sürecindeki devrimci politik niteliğin, parlamento ayağında da güç oranında temsil edilmesi, ittifak bileşenlerinin ideolojik-politik farklılıklarından öte, devrimci ittifak siyasetinin, örgütlenen devrimci politik sürecin mahiyeti gereğidir. Bu ve ittifak bileşenlerinin devrimci hassasiyetleri dikkate alınmadan bir süreç işletilmiştir.

Toplumsal süreç dinamiktir!

Devrimci politika, örgütlediği her sürecin doğru muhasebesi çizgisinde gelişir. Doğru muhasebe, tartışmayı, eleştiriyi, özeleştiriyi içe hapsetmek tarzında değil, içten toplumsal dinamiklere doğru yayarak devrimci nitelik kazanır. Her devrimci-sosyalist politik özne, eleştiri özeleştirideki bu tarzla iç bütünlüğünü sağlamlaştırır, daha etkili siyasetle kitlelerle bağ kurması ileri düzeyde olur.

Burjuva seçimler sürecinde, gerek Emek ve Özgürlük İttifakında ve gerekse de EÖİ bileşenlerinde öne çıkan kişilerin hataları, bileşenlerin ittifak politikaları-çizgisi, aday listelerindeki sorunlu yanlar, seçim kampanyasındaki siyaset, burjuva muhalefetle kurulan ilişki, ittifakın esasta seçim sürecine endekslenirken, seçim öncesi toplumsal muhalefeti direk sahadan örgütlemede-harekete geçirmedeki zaafları birer sonuçtur. Bu sonuçların ideolojik-siyasal temellerine inmek ve sorgulamayı buradan yapmak, özellikle burjuva çizgiye bulaşık siyaset tarzını mahkum etmek sonuç alıcıdır. Hata ve yanılgıları besleyen, ideolojik çizgidir ve bunun rengini verdiği siyaset tarzıdır.

Erdoğan ve “Cumhur İttifakı’nın” seçimleri” kazanması”, toplumsal çoğunlukta bir meşruluk değildir. Çünkü burjuva seçimler süreci de burjuva seçim sonuçları da meşru değildir. “Millet İttifakı”, seçim sonucu duruşu ile “demokrasi sınavını kaybettik” dedi ve burjuva sınıfsal tavrını ortaya koydu. Ve seçim sürecinde atılan o hezeyanlı nutuklar bir yana bırakıldı, toplumsal sorunlardan uzaklaşarak iç hesaplaşmasına, iktidardan nasıl pay alabilirim çirkin planlamasına girdi. Çünkü, burjuva seçimlerin meşruluğunu tartışmak, kendi meşruluğunu tartışmasıyla eş değerdir. Faşist iktidarın toplumda yarattığı iktisadi-sosyal-siyasal enkazı gündemde tutmak, seçim dışında bir mücadele araçlarını görmek ve aramaktır. Burjuva muhalefet, “ittifak” bileşenleri ile devlet egemenlik biçiminin farklı bir faşist kliğidir ve bunları beklemek tasfiyeciliktir, burjuva çizgide siyaset yapmaktır.

Köy kılavuza ihtiyaç duymadan görülüyor. Burjuva muhalefet, seçim sonrası derinleşen ekonomik krizin halka faturası, faşist kuşatmalarla devrimci-demokrat insan avına çıkan rejimin silahlı avcıları, yasama-yargı-yürütme ayağıyla icra edilen faşist baskılara karşı sustu, burjuva çizgide iç hesaplaşmayla meşgul. Çünkü temel hesabı, devletin niteliği olan faşist iktidara ve olanaklarına sahip olmaktı. Seçim yoluyla sahip olmayınca, politikada makas değiştirdi. “Altılı” burjuva pazarlık masasının dağılması, Akşener- Babacan- Karamollaoğlu-Kılıçdaroğlu-İmamoğlu denklemlerinde gündeme gelen burjuva çıkışlarla, bir yandan “burjuva muhalefet” yeniden dizayn edilmeye çalışılmaktadır. Ama diğer yandan, bazı burjuva bileşenlerin, iktidardan pasta kapma hesabıyla “Cumhur İttifakı’na” yedeklenmesi de muhtemeldir. Son tahlilde, burjuva muhalefet yenilgi psikolojisi ile siyasal çizgisini toparlamaya çalışırken, diğer yandan, seçim sürecinde kendisine yedeklediği kitlelerin “umudunu, beklentisini” kırmış ve buda devrimci-sosyalist güçler açısından bir avantaj yaratmaktadır. Lakin, faşizme, tekçiliğe karşı olan toplumsal dinamik, toplumsal sahadadır. Seçim sürecinde esasta burjuva muhalefete yedeklense de bu toplumsal dinamik, tekçi faşist iktidara karşı hoşnutsuzdur ve devrimci mücadele dinamiğidir.

“Başa dönüş ve birlikte devrimci yürüyüş”, toplumsal sürece devrimci politika ile önderlik siyasetidir. Koşulların ağır ve faşist kuşatmanın her geçen gün boyutlanacağı öngörülebilir durumdur. Tekçi iktidar, iç ve dış politikada geliştirdiği savaş konseptini, “yeni hukuksal” normlarla, askeri yöntemlerle, ulusal-sınıfsal-sosyal-kültürel baskılarla sürdürecektir. Sermayenin “kutsal” çıkarları için, emekçilere, açlık sınırı dayatılmakta- mevcut iktisadi politikalarla bu derinleştirilecektir. Tarihsel bir deneyim olarak. Otokratik-otoriter rejimlerin kuşatması, dirayetli ve doğru politikalarla, devrimci savaş için önemli fırsatlar yaratır. Almanya’da sosyal demokrasinin gelişimi, Bolşevik Devrimi, otokratik-otoriter koşulları fırsata dönüştürerek niteliksel çığır açtılar. Koyu faşizm koşullarını yıkacak olan yegane toplumsal güç proletarya ve ezilenlerdir. “Yeniden başlayacağımız başlangıç noktamız” diyen Lenin, her sürece devrimci hamleler yapma stratejisi ile durumu ele almıştır.

Sürecin dinamik olduğunu ifade ettik. Yaşanan politik sürecin hatalarından-ideolojik zaaflarından sıyrılarak, devrimci güçleri birleştirmek, kitleleri birleştirmek, mücadelemiz açısından temel görevlerden biridir. Eksikler ve hataları eleştirmek, ayrışmanın değil, daha ileri düzeyde, sürecin niteliğine göre birlikte yürüme siyaseti geliştirmek içindir.

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü gazetesinde yayımlanmıştır



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Editörün Seçtikleri Haberler