Jenerasyon tartışması tamamen anlamsız ve boş bir sohbet değildir. Algı ve yorum farklılığı, bakış açısı ve değerler farklılığı, özlem ve istekler farklılığı, metot ve tarz farklılığı, kültür ve bilgi farklılığı, öncelikler ve aidiyetler farklılığı vb vs jenerasyon tartışmasının muhtevasını tarif eder. Ki, bu farklılıkların bir kısmı objektif gerçekten beslenirken, bir kısmı da jenerasyonların iradesi dahilinde yaşanıp anlam kazanan farklılıklardır. Bugün dünden ileri bir gündür. Çocuk babasından ileridir. Dünün bilim ve düşüncesi bugünküne göre eskidir. İşte bunlar eski jenerasyon ile yeni jenerasyon arasındaki farklılığın objektif temelleridir. Fakat jenerasyonlar arasındaki fark sadece bu objektif gerçekle sınırlı değildir. Yeni jenerasyonun geçmiş tarihle bağı ya da ona olan ilgisi ya da eski jenerasyonun yeni jenerasyonu diyalektik olarak eğitmemesi veya bu görevini yapamamasından kaynaklanan farklılıklar vardır. Kısacası, yeni jenerasyon ile eski jenerasyon arasında tabii farklılıklar olduğu ve olacağı gibi, bizzat jenerasyonların kendi eksikliğinden kaynaklanan farklılıklar da vardır. Bu anlamda jenerasyonlar arası tartışmada dikkate alınması gereken hususların başında, yeni jenerasyonun geçmiş veya tarihle doğru bağ kurmasının veya eski jenerasyonun genç jenerasyona bu olanağı sunmasının zorunluluğu gelir. Eğer jenerasyonlar arası kopukluk olursa, tarihin bütünlüğü bozulmuş ve tarih koparılarak anlaşılmaz hale sokulmuş olur ki, bu her türlü savrulma ve inkarın dokusunu oluşturur. O halde jenerasyonlar arası asgari uyumun sağlanması için geçmişin/tarihin aktarılması ve öğrenilmesi elzemdir…
Jenerasyon tartışmasında eşelenmesi ve kazırcasına bilinçlere yazılması gereken meselelerden biri, yeni jenerasyonun devrimci tarih veya geçmişle çok daha yoğun alakadar olmasının gerekliliğidir. Elbette genç olması onun suçu değildir. Fakat, geçmişi veya tarihi öğrenmemesi bizzat ona bağlıdır. Bugüne nasıl gelindi sorusu yanıtlanıp bilinmelidir. Dünün bedelleri unutulmayıp öğrenilmelidir. Eğer geçmişe bir kayıtsızlık ve aidiyet zayıflığı yaşanıyorsa, bu geçmişin bilinmemesinden ve öğrenilmemesinden ileri gelmektedir. Yoldaşlarının kahramanca toprağa düşüşlerini hatırlamayanların, bilmeyenlerin ve buna değer vermeyenlerin geçmişle bağı tam değildir, aidiyetleri zayıftır. Yoldaşlarına karşı taşınan aidiyet devrim davasına karşı taşınan aidiyetten bağımsız değildir. Devrimci tarihi güne ve geleceğe aktarmak, jenerasyonlar arası bağı güçlendirmek ve zayıflayan aidiyetleri perçinlemek açısından önemlidir. Yeni jenerasyonun devrimci geçmişi/tarihi bilmesi geleceğe yürümesi kadar, devrimciliği duygularla ruha kavuşturup mekaniklikten çıkarması için de gereklidir… Kuşkusuz ki, dün aynılıkla bugün yaşanmaz ama öğrenilerek devrimcilik ileri taşınabilir…
Tarihi güneşin doğuşuyla başlatan anlayış hatalıdır; tarih çarpıtıcısı idealist anlayıştır. Gün, doğan güneşle batan güneş arası zamanla tarif edilse de, özünde bununla sınırlı değil, öncesi ve daha öncesiyle bağıntılı gelişen bir sonuçtur; sadece andır, önceli ve sonrası olan bir andır. Günü ve tarihi idealist tecritten kurtararak bu bilimsellikte anlamaktır ki, geçmiş tarihten öğrenmeyi ve gelecek tarihi yazmayı olanaklı kılar. Ve jenerasyonlar arası makası mümkün olduğu oranda kapatmak ancak bununla olasıdır. Yeni nesillerin ‘’yaşamın kazıklarını’’ yeniden yememesi için, o kazıkların toplamı olan tecrübelerden, tarihten öğrenmesi elzemdir… Hiç şüphe yok ki, öğrenimi daha da derinleştirmek için, yeni neslin kendi dönemine ayak uydurması, yaşadığı dönemi kavrayarak anlaması ve yaşadığı tarihsel sürece uygun bilinçlenip biçimlenmesi de ötelenemez bir zorunluluktur. İki nesil’in/jenerasyonun devrimci birliği ise muazzam bir dinamik, büyük bir devrimci kuvvettir…
Her şey ve yaşadığımız gün sebepsiz var olan değil, sebeplerle var olan ve sebeplerle ilerleyecek olan tarihten gelir. Yaşayacağımız gelecek de tarihten beslenir. Bütün bilgi ve bilimin kaynağı oradadır. Tarihsel bağı olmayan hiçbir şey yoktur. Bugün ne varsa ve yarın ne olacaksa, hepsi tarihi birikimin eseridir ve hepsinin tarihsel arka planı vardır. Tarihin incelemesi her bakımdan faydalıdır. Tarihte, güne ve geleceğe ışık tutan büyük tecrübeler var. Acılar ve sevinçler, başarısızlıklar ve başarılar, mücadeleler ve yenilgiler, hatalar ve doğrular, kısacası insanın ve sınıfın gösterdiği ve göstereceği tüm faaliyetler tarih hazinesinde mevcuttur. Kahramanlıklar bu hazinededir, ihanetler bu hazinededir, öğrenmek/yapmak isteyeceğin ve yapmak istemeyeceğin her şey bu hazinededir. Yitirdiklerin orada yatmakta, yaşamaktadır. Tanımadığın yoldaşını, büyük kıyımları, muazzam çalkantı ve devrim rüzgarlarını, kitlelerin gücünü, özgürlük tutkusunu ve bedellerini bulursun orada. Dolayısıyla bu birikimden yararlanmak insanlık ve gelecek kavgası verenler için şarttır. Öyle şart ki, geçmişi olmayanların geleceği de olamaz, geçmişten öğrenmeyenlerin sağlam bilgisi olamaz, geçmişten ders almayanların hataları tekrar etmesi kaçınılmaz olur ve geçmiş aidiyeti olmayanların iddialı gelecek rüyası olamaz…
***
Stalin yoldaşı, katliamcı zalim bir diktatör ve hatta faşistlikle özdeştiren burjuvazinin alçakça saldırıları, Lenin ve Mao yoldaşlar şahsında da benzer suçlama ve saldırılarla sürmektedir. İdeolojik düşmanları ise, onları ‘’kavgacı, uyumsuz, dik başlı, dar kafalılar’’ olarak saldırıp itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Neden? Çünkü onlar, burjuvazinin kanlı saltanat ve talanlarına çomak sokarak devrimci savaşla alaşağı ettiler. İktidarlarını ve tüm gerici imtiyazlarını proletarya ve halk kitleleri adına ellerinden alarak gerici egemen sınıfları baskı altına aldılar. Bu uğurda en acımasız savaşlara girişip sınıf devrimlerini gerçekleştirdiler. Gerici egemen sınıflara karşı amansız olup onlarla sınıf uzlaşmasına girmediler… Şayet bir sınıfı iktidardan alaşağı edip diğer sınıfın iktidarını kuracaksan, bunda nezaket ve centilmenliği değil, sana dayatılmış zor ve şiddeti/proletarya ve emekçi halkın devrimci şiddetini uygulayacaksın… İşçi sınıfının bütün büyük öğretmenleri, onları takip eden Komünist ve devrimci önderler istisnasız olarak bu görevle karşı karşıyaydı ve esasta bunu yaptılar. İktidardan indirdikleri gerici sınıfların, Stalin, Lenin ve Mao yoldaşlara bu saldırıları yapması anlaşılırdır. Marks ve Engelse de aynı düşmanlık vardır. Fakat Marks ve Engels dönemi çok daha eski bir tarih olduğu ve Stalin-Lenin-Mao dönemleri düzeyinde iktidar değişimleri olmadığı için aynı ağırlıkta saldırılara maruz kalmamaktadırlar. Stalin-Lenin ve Mao yoldaşlara karşı saldırıların bu denli ağır ve aşağılık olmasının sebebinin büyük alt-üst oluşlarla yıkılan ve kurulan iktidarlar olduğu açıktır… Sınıf iktidarı odaklı uzlaşmaz bir savaş var ve bu savaşta mağlup edilenler ve mağlup edenler var. Bunlar arası bu düşmanlık zemini, gerici sınıflar tarafından her türlü saldırının; en aşağılık saldırının yapılmasının nedenidir. Çünkü saltanatları ve iktidarları yıkıldı! (Lakin devrimci sınıflar adına konuşan aymazların aynı koroya ortak olması anlaşılmazdır.) Özcesi, mesele sınıf iktidarı savaşıysa bunda siyasi düşmanlarına karşı acımasız ve kavgacı olmak ötelenemez bir zorunluluktur. Aynı zeminde sorun ideolojik savaşım alanıysa, ideolojik düşmanlarla da ideolojik kavgacılık yeğdir. Zaferler nasıl kazanıldı? Düşmanların centilmence yürüttüğü savaş ve saldırılar içinde değil. Elbette düşmanlara karşı savaşta burjuva hümanizmi ve sevecenlik uygulayarak değil, acımasız darbeler indirerek zafer kazanıldı.
Bütün bunların ön koşulları, en azından bu savaşı yürütecek kadar kararlı, sağlam, bilimsel ve gönüllü militanlardan, kadrolardan oluşan örgüt ve kitleleri kucaklayan tesire sahip örgütün varlığıyla açıklanır. Yani o amansız sınıf savaşını yürütmek için, Komünist toplum perspektifine bağlı olarak siyasi iktidarı hedeflemiş Komünist bir örgüt ve bu örgütü oluşturan kadro ve savaşçılar mevcuttu. Kısacası yukarıda söylediklerimiz ancak o ihtiyaçlara cevap olan örgüt makinesiyle gerçek anlamlarına kavuşabilir.
Bugün bizler de siyasi iktidar için mücadele edeceksek, ki bundan kuşkumuz yok, o halde aynı örgüte ve bu örgüt zemininde aynı düzeyde kararlı ve kavgacı olmak durumundayız. Bunun esnetilir bir tarafı yoktur… Her şeyi baştan yaratma noktasında değiliz. Örgüt teşekkül edilerek bizlere devredilmiş, bedeller göğüslenerek temsil edilen mücadele bizlere emanet edilmiş, büyük miras ve tecrübeler önümüze serilmiştir. Yapmamız gereken temel doğrultuyu kaybetmeden yaratıcı çabalarla bu doğrultuyu zenginleştirerek ilerletmektir. İşte bunun için, yapılmış muhasebelerden, yaratılmış miras ve yaşanmış tecrübelerden öğrenmeli, teorik-pratik sentezler çıkarmalıyız.
Bu konuda belli başarılar sergilenmiş olsa da, esasta tecrübeleri saman altı yapan ve yeterince onlardan öğrenmeyen geri bir durumda olduğumuzu söyleyebiliriz. Tüm devrimler tarihi Komünist ya da devrimci güçlerin devrim ihtiyacı temelinde birleştiklerine, geniş cepheler kurduklarına tanıklık yapmaktadır. Lakin coğrafyamız Komünist ve devrimci hareketi bu gerçeği büyük bir aymazlıkla es geçmiş, geriye atmıştır ki, dar grupçu eğilimler esasta egemen olmuştur. Birlik tecrübesi, partimizin pratiği içinde öğretici özellikler taşır. İsterse mahkum edilsin ama 1992 birliği büyük gelişmelere tanık olmuştur. Silahlı güçlere katılım ve katılma eğilimi adeta patlamalar yapmış, büyük bir moral-motivasyon egemen olmuştur. Üstelik yapılan birliğe karşı çıkışların olmasına ve birliğin eksiklikler taşımasına karşın ciddi gelişmeler olmuştur. Bu gelişme neden tatmin edici olmadı-olamadı bunu anlamak zor. Dar grupçu, klikçi, adamcı, küçük hesapçı vb vs kaygılar, birliğin pozitif özelliğini görüp bunu geliştirme yerine, onu yıkmaya yöneldi. Nitekim hakim olan dar hesapçı, sekter ve grupçu yıkıcı anlayışlar birliğin yıkılmasına imza atmakta gecikmedi. Sağlanan gelişme elin tersiyle itildi, dağılıp küçülme yoluna girildi. Moraller bozuldu, bırakmalar gelişti… Bölünen güçler objektif olarak örgütsel güç zayıflamasına girerek küçüldü… Oysa birlik kısa sürede son derece ciddi örgütsel, nicel ve nitel gelişmelere yol açtı. Güçler her gün yeni katılımlar alırken, alınan katılımları teçhizat donatımını karşılama sorunu gibi anlamlı bir yetersizlik ortaya çıktı. Ki, birlik süreci kesintiye uğramamış olsaydı, somut katılımlar ve katılım eğilimleri dikkate alındığında çığ gibi bir büyüme izlenecekti. Dahası, gerçekleştirilen eylemlerde artış ve eylem çizgisindeki ilerleme de başka bir gelişme boyutu olarak belirgin biçimde yaşanıyordu. Alan tutma taktikleri, karakol baskınları, eylem yoğunluğu ve en önemlisi de gerillanın ruh hali tamamen saldırı ruhuydu… Özcesi, birlikler meselesinde yaşanan tecrübelerden doğru dersler çıkararak öğrenmek ve öğrendiklerimizi günün sorunları için kılavuz edinmek ertelenemez bir görevdir…
Tarihimize ait daha başka bir yığın tecrübe öğrenilmek üzere mücadele pratiğimizde durmaktadır. Oldukça anlamlı ve derinlikli tecrübelerden söz etmek yerinde olur. Yeni jenerasyonun yaşamadığı bu tecrübelerden öğrenmesi kesinlikle şarttır. Mesela, geçmiş bellekte bulunan bir Kandıra Alay baskını eylemi son derece anlamlı derslere sahiptir. İki tabancayla yapıldığı söylenen bu eylem, eksikliklerine karşın, Komünist devrimci kararlılık ve cürretten başka bir şey değildir. Burada sadece cesaret ve kararlılık yok, aynı zamanda yaratıcılık ve yol açma bilinci var. Ki, devrimci harekete moral vermekle birlikte, örnek de olmuştur bu eylem. Ama öğrenme açısından daha da önemli olan bir özelliği daha var; basılan karakolda tüm askerler esir alınmasına ve subaylar teslim alınmasına rağmen, esirlere kötü muamele yapılmamış, esir asker ve subaylardan hiç biri öldürülmemiştir. İlkelere bağlı olma bilinci ve tavrı açısından oldukça değerli ve öğrenilmesi gereken bir örnektir…
Metris firarı büyük bir eylem olmakla birlikte, öğrenilmesi gerekendir de. Devrimci dostluk ve dayanışma kültürü açısından, mücadele azmi ve iradesi açısından son derece anlamlı bir tecrübedir. Bu firar TKP/ML’nin çalışma ve planlaması olduğu halde, başka devrimci örgütlerden devrimciler de bu firarda yararlandırılmıştır. Belki bazı eksikliklerden söz edilebilir ama esasta bu dayanışma kültürüne uygun davranılmıştır. Kendi kadro ve militanları olduğu halde, kontenjana başka devrimciler dahil edilmiştir… Yine Bayrampaşa hapishanesinde, THKP-C’li dostların Baba Erdoğan yoldaşı, kendi firar kontenjanına alması, daha sonra yine Bayrampaşa hapishanesinde partimizin birlik döneminde gerçekleştirdiği firar eylemine THKP-C’den kadroları dahil etmesi ve bir sonra esasta başarısız kalan firar eyleminde diğer örgütlerden(TİKB ve PKK’den) devrimcileri dahil etmesi(ki, bu eylemde THKP-C’li bir devrimci yakalanmamıştır), devrimci dayanışmanın öğrenilmesi gereken örnekleridir…
Evet, Ahmet Muharrem ÇİÇEK yoldaş’ın silahını kırıp düşmana vermeme tavrı ve kuşkusuz ki, Mazgirt Xıran bölgesi Şişik ormanları çatışmasında Komutan Mete’nin(Cemgil BUDAK) ölümsüzleşmeden önce silahını kırıp düşmana vermemesi Komünist devrimci kararlılık ve keskin devrimci bilinç açısından fevkalade eğitici örneklerdir.
Sırma BOYOĞLU yoldaşın, faşistlerin silahlı saldırısı karşısında yoldaşını kurtarmak için canını feda etmesi, kararlılık ve bağlılık açısında unutulmaz değerde derin bir anlama sahiptir. Özellikle bugün, bu yoldaşlık bağı ve ilişkisi örneği öğrenilmesi gereken bir hazinedir…
Uğur YALÇIN ve Fırat KASUN yoldaşların kuşatıldıkları evde teslim olmayıp el bombalarını patlatarak tereddütsüzce ölüme gitmeleri, Mahmut POLAT ve Hıdır UĞUR yoldaşların kuşatıldıkları evde teslim olmayıp çatışarak ölümsüzleşmeyi yeğleme kararlılıkları örnek alınmakla birlikte öğrenilmesi gereken militan devrimci tavırlardır…
Parti sekretaryasında örgütlü olup dönemsel sekreterlik görevi yürüten Yılmaz KES yoldaşın, tıpkı Kazım ÇELİK yoldaş gibi, İsmail BULUT ve Baba ERDOĞAN gibi, Cafer CANGÖZ ve Aydın HANBAYAT gibi, Cüneyt KAHRAMAN gibi önderlik konumuna bakmaksızın gerilla alanında konumlanıp gerilla savaşında kahramanca çarpışıp ölümsüzleşmesi örnek alınması gereken tavırdır.
KAYPAKKAYA yoldaş başta olmak üzere, Süleyman CİHAN ve daha onlarca yoldaşımızın en ağır işkencelere karşın ‘’ser verip sır vermeyen’’ Komünist direniş tavrından bugün özellikle öğrenmek gerek. Bedenini açlığa yatırarak irade savaşı yürüten Ölüm Orucu direnişçisi şehit yoldaşların kahramanlıklarını kılavuz almak gerek…
Şimdi kolay yeniliyoruz, çok yeniliyoruz! Zorluklara, işkencelere, tehdit ve ölüme yeterince göğüs geremiyoruz. Şimdi mücadeleden kolay kopuyoruz, arkamıza bakmadan bıraktığımız gibi gidiyoruz. Şimdi bağlılığımız ve inancımız daha zayıf, kolay terk ediyoruz örgütü ve yoldaşlarımızı… Yeterince mücadeleci, yeterince direnişçi, yeterince militan, yeterince kararlı ve yeterince yoldaş olmalıyız; yeterince çalışmalı ve yeterince devrimci olmalıyız kazanmak için…
Yeni jenerasyonun yukarıda aktardıklarımızdan çok daha fazlasını öğrenmesi veya bunların yeni jenerasyona aktarılması gerekir ki, jenerasyonlar arasında yaşanan ‘’uçurumun’’ ortadan kaldırılması olmasa da, kapatılması açısından fevkalade gerekli ve elzemdir…