“Kim her türlü ulusal baskı
ya da eşitsizliğe karşı savaşmıyorsa,
o, Marksist değildir.”[1]
XXI. yüzyılda, “Ulusal Sorun”dan söz etmek, “Artık zor” diyenler de oldu; “İrlanda sorunu diyalog ile çözüldü” diyenler de![2]
Özetle “küreselleşme” çığırtkanları Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nı (UKKTH), sonsuz eklektik kafa karışıklıklarıyla emperyalistlere emanet ederek “hâllediverdiler”!
“Ulusal Sorun” böyle “çözülebilir” miydi; mümkün müydü bu? Elbette “Hayır”![3]
Söz konusu yanıt, sadece bizim değil! Britanya İmparatorluğu ile Avrupa Birliği’ne (AB) hayatın verdiği “İrlanda ‘Bitti’ mi? ‘Öyleyse’ İskoçya Verelim!” gerçeğiyle müsemma…
* * * * *
Avrupa’nın çözüm yerine, manipülatif manevralarıyla bastırmayı yeğlediği ulusal soru(n)ları yerli yerinde duruyor.
İrlanda “çözüldü” mü? Hadi canım sende! Bir uçta İspanya, diğer uçta Britanya…
İkisinin de içinde farklı uluslar var: İskoçya, İngiltere, Galler ve Kuzey İrlanda’yı kapsayan dört ulustan oluşan Büyük Britanya’ya karşılık; İspanyol devletinin sınırları içinde tarihi, güçlü “milliyetçilik” gelenekleriyle ün salan Katalan ve Bask ulusları yaşıyor.
Uzun yıllar ETA (Baskça: Euskadi Ta Askatasuna) ile sesini duyuran Bask’lılar ETA’nın silah bırakması ile şu sıralar geri plandayken; Katalanlar’ın mücadelesi öne çıktı. İskoç’ların bağımsızlık referandumu da işin cabası oldu.
İş bu kadar, yani Avrupa’daki bağımsızlık girişimlerinden ibaret değil.
İspanya’da Katalonya ve Bask Bölgesi, Almanya’da Bavyera eyaleti, Belçika’da ise Flamanlar var.
Birleşik Krallık (Britanya)’da İskoç bağımsızlık ruhu yeniden canlandı.
İtalya’nın kuzeyinde Padanya bölgesindeki bağımsızlık hareketini de unutmamakta fayda var.
Bir de I. Dünya Savaşı sonuna kadar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun bir parçası olan Güney Tirol… Savaş sonrasında İtalya topraklarına dahil edilse de Güney Tirollüler uzun bir süredir hâllerinden memnun görünmüyor ve Roma’dan ayrılmak istiyor.
Sonra da uzun yıllar Fransa devletinin baskısına maruz kalan Korsikalılar ya da Korslar… Dilleri kamusal yaşamın ve adadaki okulların tamamen dışına atılmaya çalışıldı. Korsika adasındaki özerklik çabaları bastırıldı. Korsika Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLNC) yıllar boyunca devlet temsilcileri ve sembollerine ya da adada yerleşik Fransızlara yönelik saldırılarını sürdürdüler.
FLNC 2014 yılında yeraltı mücadelesini sona erdirme kararı aldıysa da çatışma potansiyeli hâlâ mevcut. Fransa Brötanya ya da Alsace (Alzas) gibi diğer bölgelerin Korsika’yı takip edeceği endişesi taşıyor.
* * * * *
XIII. yüzyılın kahramanı William Wallace’un İskoçya’sı bugünlerde Onu yeniden hatırlıyor…
Mesela İskoçya Özerk Yönetimi Başbakanı ve İskoç Ulusal Partisi (SNP) lideri Nicola Sturgeon, bağımsızlık referandumu için yol haritasını açıklarken; Birleşik Krallık hükümeti onay vermezse, yasal adımlar atılacağını söyledi.
Başbakan Boris Johnson, İskoçya’nın yeniden bir bağımsızlık referandumu düzenlemesine karşı çıktığını açıklasa da; hükümetin her türlü yasal engeline “güçlü bir şekilde karşı çıkacağı,”[4] bildirildi.
Denilebilir ki “İskoçya, yüzyıl önceki İrlanda’yla aynı rotada ilerliyor, bağımsızlık hareketinin durdurulması çok zor olacak. Günümüzdeki İskoç sorunu, bir zamanların İrlanda sorunu…
Bugünlerde Büyük Krallığın dağılması öngörüleri revaçta gözüküyor, ancak bu öngörüler çok da yeni sayılmaz. 1707 yılında, Jonathan Swift, iki uyumsuz halkı bir devlette birleştirmek amacıyla meclisten henüz geçirilen İngiltere ve İskoçya’yı birleştirme kanunuyla dalga geçen bir şiir kaleme almıştı: ‘Sanki buketler yapan bir adam/ Deve dikenleriyle derer gibi gülleri…’ Politik farklılıkların tüm bu girişimi kaçınılmaz bir şekilde sonlandıracağını ima ederek, ‘Ayrılık bulutları çöreklenecek/ Çifte karina deli otağımıza’ dizeleriyle devam etmişti.
Swift, bu harabe projenin çökeceğinden emindi, ancak öngörüsünün gerçekleşebilir gibi görünmesi tam 313 yıl aldı. Hâlâ bile öyle kimilerinin hayal ettiğinin aksine, ayrılığın eli kulağında olmayabilir.
20 anketin İskoçların çoğunun bağımsızlığı desteklediğini gösterdiği doğru, ancak ayrılık yönündeki bu değişim henüz sadece birkaç yıllık; İskoç Ulusal Partisi’nin (SNP) seçimlerdeki üstünlüğü de…
Bu kısa süreyi, İrlandalıların özerk yönetim mücadelesiyle kıyaslayalım. 1885’ten, Sinn Fein ve tek taraflı ayrılma fikrinin anayasal araçlarla özerklik peşinde koşanların yerine geçtiği, 1918’e kadar zirvede olan özerklik mücadelesinde İrlanda ayrılıkçılığına karşı kullanılan argümanlardan en göze çarpanı, ayrılığın ekonomik bir anlamı olmadığı. Bu argümanlar, şu an İskoçlara karşı kullanılıyor ve bunların aynı şekilde etkisiz olması muhtemel.
Günümüzde ‘İskoç Sorunu’, gelecek yıllarda İngiltere’nin siyasi gündemini belirleyecek bir ayrılık meselesi olarak, bir zamanlar ‘İrlanda Sorununun’ tuttuğu yeri işgal ediyor. Yani Swift bunca yıldan sonra haklı çıkmış olabilir.”[5]
Bunun kanıtları daha da netleşiyor. İskoçya’nın başkenti Edinburgh’da düzenlenen bağımsızlık yanlısı yürüyüşe, polis izin vermese de göstericiler, İskoç Parlamentosuna yürüdü.
“Bağımsız İskoçya” ve “Bağımsızlık hemen şimdi” sloganları atan göstericiler, “Britanya devleti dağılsın” yazılı dövizler taşıdı.
İngiltere’den ayrılmak için mümkün olan en kısa sürede referandum düzenlenmesini isteyen İskoçlara, bazı Katalanlar ve İrlandalılar da destek verdi.[6]
İskoçya Bölgesel Hükümeti Başbakanı Nicola Sturgeon da 2023 sonunda bağımsızlık referandumuna gitmeyi planladıklarını açıkladı.[7]
İskoç sorununun giderek bir İngiliz meselesine dönüştüğü “Birleşik Krallık”ta artık “gaz alma” yöntemi işlevsizleşirken; bağımsızlık “virüs”ü krallığın tüm uzuvlarına yayılıyor.
İskoç bağımsızlık referandumu sonuçları kesinleşir kesinleşmez dönemin başbakanı David Cameron rezidansının kapısında “Budur! Konu bir kuşaklık dönem boyunca kapanmıştır!” diyerek kestirip attıysa da; bu aslında laf-ı güzaftı.
Konu kapanmış görünse de; aksine her şey çoğalarak yeni başlıyordu. Yüzde 45 ağırlıkla “bağımsızlık” talep eden bir seçmen kitlesine karşı, bağımsızlık karşıtlarının sandıkta temin ettiği “yüzde 55”lik sonuç; tüm siyasi liderlerin (Muhafazakâr Cameron, Liberal Demokrat Clegg ve İşçi Partisi’nden Miliband) son anda İskoçya’ya daha büyük yetki devri vaatleri ile gerçekleşmişti.
Bu da 1999’dan beri zaten özerk parlamentoya sahip İskoçya için pratikte daha geniş vergi ve mali özerklikler; daha büyük sosyal yardım ve sağlık harcamaları anlamına geliyordu ve bağımsızlık eğilimini güçlendiriyordu.
Yani Birleşik Krallık daha parçalı hâle gelirken; Brexit Anlaşması da; İskoçya ve Kuzey İrlanda’da bağımsızlıkçıları daha da güçlendirerek birliğe bir darbe vuruyordu.
Her ne kadar AB aşığı liberal Murat Belge, “İskoçya’da “Bağımsız İskoçya” istemeyenlerin oranı yüzde 54 olarak kesinleşti bu referandumda. Çok büyük bir fark olduğu söylenemez. Bence ayrılmayı isteyenlerin oranı bayağı yüksek. On yıl önce, bunun buralara varacağı aklıma gelmezdi… Neyse, sonuçta iyi oldu, diyorum. Ama sahiden iyi olması için İngiliz muhafazakârlığı da kendine çekidüzen vermeli. Bir şeylerin değişmeden kalması için bir şeylerin de değişmesi gerekiyor,”[8] deyip İngiltere egemenlerine “akıl verse” de (Murat Belge İskoçya’nın Birleşik Krallık’tan ayrılmamasına neden sevinir, o da ayrı bir soru(n)!); 16 Eylül 2014’de 5.2 milyonluk İskoçya’da kurulan sandık “birliğe” indirilmiş bir darbe mahiyeti taşıyordu…
Bunun Avrupa açısından -süreç içinde olsa da!- güçlü domino etkisi yaratması kaçınılmazdı.
Ve bu bağlamda “Eski Kıta”da tarihin yeniden yazıldığı, sınırların tekrardan çizildiği çok sancılı bir döneme geçilirken; Katalan-İskoç örneklerindeki üzere müthiş bir sarsıntı eşikteydi.
Kolay mı? İskoçya’da 18 Eylül 2014’de yapılan bağımsızlık referandumu, aylardır gerek Britanya’da gerekse de Avrupa’da giderek artan ölçüde hararetli tartışmalara yol açmıştı.
İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda ile dört ülkeden oluşan Birleşik Krallık eski(meyen) bir gerçekle yüzleşiyordu.
Ada tarihinde sık sık savaşlara yol açan bağımsızlık fikri, İskoçların İngiliz hâkimiyetine karşı verdikleri bir bağımsızlık mücadelesinde biçimlenmişti. Savaşların ardından 1707’de her iki ülkenin parlamentolarının onayıyla bir anlaşma imzalanmış, İngiltere ile İskoçya birleşerek Büyük Britanya Krallığı adını almıştı. İskoç parlamentosu feshedilerek iki ülkenin ortak bir parlamentosu oluşturulmuştu. Ardından 1801’de İrlanda Krallığını hâkimiyet altına alan bu birlik, Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı ya da kısaca Birleşik Krallık olarak adlandırılmıştı.
1707’de sağlanan birlik, çeşitli kesimlerin itirazları ve hatta yer yer küçük isyanları doğursa da aslında iki halk arasında 300 yıla yayılan bir yakınlaşma ve kaynaşmaya yol açmıştı.
Ama bu bir yere kadardı.
İskoç Ulusal Partisi (SNP) 1934’de kurulmasına rağmen 1970’lerin sonlarına değin ciddi bir siyasal varlık gösteremese de; İskoçların “kendi kendini yönetme” arzusunun yükselmeye başladığı yıllar da 70’lerin ortaları oldu. 1979’da “yetki devri” için yapılan ilk referandum, gerekli katılım oranı sağlanamadığı için geçersiz sayıldı.
80’lerle birlikte İngiltere’de Thatcher’ın acımasızca hayata geçirdiği neo-liberal politikalar, İskoç işçi sınıfına da büyük darbeler indirilmesi anlamına geliyordu. Thatcher’ın neo-liberal politikaları adeta bir pilot bölge gibi ilk olarak İskoçya’da uygulaması, İskoç işçi sınıfı içerisinde tepkiyi daha da büyüterek ona giderek milliyetçi renkler katmaya başladı.
Böylelikle İskoç işçi sınıfı içerisinde milliyetçi partinin etkisi artmaya başladı. 2007’de seçimlerden SNP birinci parti olarak çıkarak hükümeti kurdu. 2012’de Londra ile imzalanan Edinburgh Anlaşması ise gerçekleştirilen referandumun önünü açtı.
* * * * *
Şimdi burada durup bir parantez açarak belirtelim: UKKTH, egemen illüzyonlarla kalıcı olarak çözülemez; olsa olsa “çözüm” manipülasyonlarıyla (tekrar daha güçlü patlamak üzere!) bastırılır.
İngiltere, İspanya vb’i örnekleri bunu bir kez daha doğrulamaktadır.
O hâlde Karl Marx’ın, “Başka bir ulusu ezen ulus, özgür olamaz,” uyarısından bir milim sapmadan ekleyelim: Marksizm-Leninizm’in (ML) tarihsel bütünselliği ve aslî hedefleri açısından ulusal sorun ancak ikincil ve sınırlı bir yer tutabilir; bunda da garipsenecek bir yan yoktur. Buna rağmen sosyalistler bu soruna ilgisiz kalamazdı; kalmamıştır da.
Nihai hedefi kendi ulus-devletini kurmak olan ulusal kurtuluş mücadelesi ile, ulus-devlet olgusuna son vermeyi amaçlayan proleter mücadelenin özdeşleştirilmesi, kesin kez ML’in özüne aykırıdır. Bir ulusal kurtuluş mücadelesi sınırlı anlamda devrimci bir nitelik taşısa da proletaryanın devrimci siyasetini ulusal kurtuluş mücadelesi temelinde biçimlendiremeyeceği ve kendisini bununla sınırlandıramayacağı çok açıktır.
Çünkü “Her ulusal hareketin eğilimi, modern kapitalizmin gereksinmelerinin en iyi karşılanabileceği ulusal devletlerin oluşumuna doğru bir eğilimdir. En derin iktisadi etkenler bizi bu amaca doğru sürükler ve bundan ötürü, bütün Batı Avrupa için, hayır bütün uygar dünya için kapitalist dönemin tipik, normal devleti, ulusal devlettir.”[9]
Bu durumda sormak gerek: UKKTH nedir, bu hakkı neden ve nasıl savunuruz?
Öncelikle UKKTH temelde ayrı devlet kurma hakkıdır.
UKKTH, bir ulusun kendi siyasal kaderini kendi iradesiyle belirleyebilmesi anlamına gelir. Bu hakkın tanınması, farklı ulusların zorla içinde tutuldukları bir siyasal bütünden ayrılmasının ve kendi bağımsız ulus-devletini kurmasının kabulünü içermelidir.
Günümüzde de önemini koru UKKTH’nın savunulması proletaryanın uluslararası birliği ve hegemonyası için yaşamsal önemdedir. Lakin proletarya için esas olan sınıfsal çelişkidir, ulusal değil…
Komünistler ezilen ulus burjuvazisinin ayrıcalıklar elde etme eğilimine “Evet” demezlerken; her ulusal harekete topyekûn destek vermeyip, mesafeli de olabilirler.
Bu durumda ulusal önyargıların aşılabilmesi için ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının kabulü gerekirken; ayrılma hakkının nasıl kullanılacağı ezilen ulusun bileceği bir meseledir
Lakin komünistler demokratik birlikten yana olup; ezilen ulus milliyetçiliğine yönelik eleştiriler ezen ulus şovenizminin değirmenine su taşımamalı ve UKKTH’nin bağımsızlık talebinin karşısına “özerklik” isteminin dikilmesinin gerçekte bağımsızlık talebini sınırlamak amacını güttüğünün altını çizmelidirler.
Özetle “Kendi hükümetlerimizden, (…) sömürgelere tam ayrılma özgürlüğü vermelerini, gerçek bir kendi kaderini tayin hakkı tanımalarını istiyoruz; biz kendimiz iktidarı ele geçirir geçirmez bu hakkı gerçekleştirecek, bu özgürlüğü vereceğiz. (…) ama bunu, ayrılmayı ‘salık vermek’ üzere değil, tam tersine, ulusların demokratik birliğini ve kaynaşmasını kolaylaştırmak için yapacağız. (…)
Biz, ulusların birleşip kaynaşmasından yanayız; ne var ki, ayrılma özgürlüğü olmaksızın, zora dayalı bir birlikten ve ilhaktan gönüllü birliğe geçilemez. (…) Gerçek şu ki, demokrasinin farklı biçimlerine, sosyalizme farklı farklı geçiş biçimlerine kendisinden bir şeyler katmak üzere, şimdi zulüm gören uluslardan kaçının ayrılma gereğini duyacağını bilmiyoruz, bilemeyiz. Bizim bildiğimiz, her gün görüp hissettiğimiz şey şudur: Ayrılma özgürlüğünün yadsınması, teorik bakımdan başından sonuna yanlıştır, pratik bakımdan da ezen ulusların şovenistlerine köle olmaya varır.”[10]
Günümüzde de “ulusal sorun” bir demokratik mücadele mevzii olup; “Demokrasi sorununun Marksist çözümü, proletaryanın, burjuvazinin devrilmesini ve kendi zaferini hazırlamak üzere, bütün demokratik kurumları ve bütün özlemleri, kendi sınıf savaşımında seferber etmesidir. (…) Kapitalizm ve emperyalizm ancak iktisadi devrimle devrilebilir; demokratik dönüşümlerle, en ‘ideal’ demokratik dönüşümlerle bile devrilemez. Ne var ki, demokrasi savaşımı okulunda okumamış bir proletarya, iktisadi bir devrim yapma yetisine sahip de değildir.”[11]
“Kapitalizme karşı devrimci savaşımı, bütün demokratik isteklerle, yani cumhuriyet, halk ordusu (militia), resmi görevlilerin halk tarafından seçilmesi, kadınlara eşit hak verilmesi, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, vb. gibi isteklerle ilgili devrimci bir program ve taktiklerle birleştirmeliyiz. Kapitalizm var oldukça bu istekler -hepsi- yalnızca bir istisna olarak elde edilebilir. Üstelik tam olarak değil, çarpıtılmış olarak.”[12]
Bu durumda sınıf mücadelesiyle, ezilen kimlikleri (ve talepleri) birleştirilip, emperyalist-kapitalist talanın karşısına dikilerek, imkânların dünyanın değiştirilmesi mücadelesine bağlanması gerekiyor.
N o t l a r
[*] Kaldıraç, No:244. Kasım 2021…
[1] V. İ. Lenin.
[2] Bkz: Temel Demirer-Gökçer Özgür, “İrlanda’da Savaş ve Barış”, Barikat Dergisi, Yıl:1, No:6, Temmuz-1998; Barikat Dergisi, Yıl:1, No:7, Eylül-1998.
[3] Bkz: Temel Demirer, “… ‘Netameli Bir Konu’: Ulusal Soru(n)”, Kaldıraç, No:207, Ekim 2018… https://temeldemirer.wordpress.com/2019/02/03/netameli-bir-konu-ulusal-sorun/
[4] “İskoçlar Sandıkta Bağımsızlık Dedi”, Cumhuriyet, 10 Mayıs 2021, s.10.
[5] Patrick Cockburn, “Günümüzdeki İskoç Sorunu, Bir Zamanların İrlanda Sorunu”, Birgün, 11 Şubat 2021, s.5.
[6] “İskoçlar Bağımsızlık İçin Yürüdü”, 25 Eylül 2021… https://www.dokuz8haber.net/iskoclar-bagimsizlik-icin-yurudu
[7] “İskoçya 2023 Sonunda Bağımsızlık Referandumuna Gitmek İstiyor”, 16 Eylül 2021… https://www.avrupademokrat.com/iskocya-2023-sonunda-bagimsizlik-referandumuna-gitmek-istiyor/
[8] Murat Belge, “İskoçya”, Taraf, 21 Eylül 2014, s.9.
[9] V. İ. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968, s.49.
[10] V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1979.
[11] yage, s.23-24.
[12] V. İ. Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 2. baskı, 1993, s.230-231.