Seçimlere ramak kaldı. Bir dizi oyun ve entrikayla geride bırakılan süreçten sonra seçimlerde son dönemece girildi. Bütün seçim aktörleri mümkün olan ve zorunlu kaldıkları ittifakları gerçekleştirerek adaylarını da deklare edip seçim propagandalarına başladılar. Vaatler havada uçuşmakta, demokrasi ve özgürlükler söylemi yeni bulunmuş gibi siyaset simsarlarının dilinden düşmemektedir. Oysa bütün telaş ve gayretleri, sömürü ve talan çarkını ele geçirip palazlanmak, halk kitlelerini ezip sömürerek iktidar ve egemenlik kurup kan akan muslukların vanasını elinde tutmak ve nihayetinde gerici hâkim sınıfların mevcut faşist devletini koruyarak sürdürmekte anlam bulmaktadır. Tekçi ırkçı-faşist Türk hâkim sınıfları devletini aynı faşist zihniyet paradigmaları üzerinden sürdürmek istisnasız olarak bütün burjuva klik ve siyasi partilerin ortak mayasıdır. Devletin bekası, yani faşizmin bekası, sömürü ve talan, zulüm ve baskı düzeninin bekasını korumak ortak kaygıları, değişmez amaç ve sınıfsal çizgileridir. Aralarında dalaştıkları mesele sömürü pastasının paylaşımıdır. İktidar olmak, iktidar erki ve buradan doğan gerici imtiyazları ele geçirip hükmetmek; işte bütün davaları da kavgaları da budur. Ne halkın maruz kaldığı faşizm ve baskılar, ne sömürü ve açlık onların tasası değildir. Demokrasi ve özgürlükler repliği, bayatlamış vaatler nakaratı, dalaş ve kavgalarının arkasında yatan tek gerçek iktidar ve sömürü hakkında aslan payı almaktır. Tabi ki, halk kitlelerinin yanıltılıp yedeklenmesidir.Her seçim sürecinin istisnasız olarak tanıklık yaptığı bir gerçeklik, ikiyüzlü burjuva riyakârlık ve kokuşmuş burjuva siyasetin kirliliği, köhnemiş burjuva kültür ve ahlakının dibe vurduğu bir kampanya halidir. Gerçekleştirilmeyecek vaatler, kurtarıcılık ve ekonomik-siyasi gelecek hakkında gün yüzü görmemiş yalanlar bir yağmur gibi yağar. Bu “Ali Cengizlerin” seçimlerde önemsedikleri şeylerden biri de, halk kitlelerinin kandırılması ve yedeklenmesi uğruna, aldatıcı pozlar eşliğinde demokrasiden, özgürlükten, hak hukuktan bolca bahsetmeleridir. İkramiyeler, asgari ücretin artışı, herkese bir ev, borçların silinmesi, af getirilmesi ve şeklinde sıralanan seçim rüşvetleri ağızlardan eksik olmaz. Her birinin halkla alay edip geçmişlerini unuturcasına “sütten çıkmış ak kaşık” olduğunu iddia etmesi gülünç de olsa, vazgeçemedikleri sahtekârlıklardandır. Halkın gözünün içine bakarak yalan söyleme burjuva çürümüşlüklerinin başka bir dışavurumudur. Kitlelerin düzen dışı eğilimlerden uzaklaştırılarak, düzen içine çekilmesi hedefi ortak kaygıları olarak her seçimde öne çıkan paydalarıdır. Kitlelerin güvenini şu veya bu boyutta yitirmiş hâkim sınıflar düzenine güvenin tazelenmesi amacı temel ortaklıklarıdır. “Kurtarıcı kahramanlar, demokratlar, halkçılar ve halkın umutları” piyasaya sürülerek halkın aldatılıp faşist niteliklerini saklamaya çalışmaları paslanmış taktiklerindendir. Burjuva pragmatizminin katıksız biçimde siyasetlerine yansıması bütün bu süreçte izlenebilen bir gerçektir. Fakat ne yazık ki, her defasında ve tekrar tekrar halkın umutlarını sömürmeyi başardıklarını da görmekteyiz. Ancak bilmekteyiz ki siyasette dürüstlük güçlülüğün, ikiyüzlülük zayıflığın ürünüdür. Bu anlamda burjuvazinin başarısı geçici ve taktikseldir. Burjuvazinin ikiyüzlü siyasetini ve dolayısıyla zayıflığını ifşa etmek, gücünü doğruluğundan alan proleter devrimci siyasetin ötelenemez ödevidir. Seçimlerle ilgili tablo değerlendirilirken seçimlerde yer alan demokratik, devrimci, sosyalist cephenin durumunu, izlediği siyaseti ve etkileri üzerinde bir değini de bulunmak da kaçınılmazdır.
Tam da bu sebep ve yukarıda ifade ettiğimiz durumdan ötürü, seçimler sürecinin uygun politik atmosferi ve koşulları değerlendirilerek hâkim sınıflar ve sistemlerine dönük siyasi teşhirin yürütülmesinin ciddi bir görev olarak karşımıza çıktığını saptamak durumundayız. Halk kitlelerine gerçeklerin anlatılması ve parlamentonun gerçek yüzünün deşifre edilmesi küçümsenemez bir olanak olarak değerlendirilmek durumundadır. Devrimci siyasetin amaç ve ilkelerine sadık kalma temelinde en küçük bir olanağı bile ihmal etme lüksü yoktur. Burjuvazi kendi düzenini propaganda ederken, devrimci güçler bunun karşısına dikilerek karşı propagandayı geliştirmekle yükümlüdürler. Seçimlere katılarak bunu yapmanın sakıncası değil, yararı vardır. Ve bunu yaparken devrimci, demokratik ve sosyalist halk güçleriyle ittifak temelinde sağlanan daha güçlü cepheyle hareket etmek devrimci tutum olarak ideal olanıdır. Proleter devrimci siyaset zemininde seçimlere katılma taktiği onların meşru ve demokratik olduğu görüşünden beslenmez. Bilakis seçimlerin adil, eşit ve demokratik olmayıp halk kitlelerinin gerçek iradesini yansıtmaktan uzak olduğunu, seçimler ve parlamentonun asla ve asla kurtuluş olmadığı, bir sınıf devrimi olmaksızın kurtuluşun sağlanamayacağı biçimindeki stratejik bakış açısından beslenir. Hiçbir hayal beslemeden, sadece ve sadece taktik bir siyaset temelinde devrimci hedeflerimize hizmet ettiği ve bu temelde kullanma şartları olduğu takdirde seçimlere girmeyi benimser. İlkesel olarak hiçbir mücadele biçimini reddetmeme, reformlar uğruna mücadeleyi benimseme ve kitlelerin yoğun olarak bulunması nedeninden destek alan en gerici kurumlarda dahi örgütlenme perspektifi ve prensiplerine uygun olarak, bunların bir biçimi ya da aracı olan seçimlere-parlamentoya girmekten sakınmaz. Burjuva kürsülerin burjuvaziye karşı bir araç olarak kullanılmasını reddetmez.
Seçimlerde İki Siyasi Kutup Bulunmaktadır
Seçimlerde iki siyasi kutup var. Biri aralarında iki bloğa ayrılmış komprador tekelci sınıfların temsil ettiği gerici kutuptur, ikincisi ise, HDP bünyesinde Kürt ulusu temsilinin ağırlıklı olduğu ulusal-demokratik, ilerici, devrimci ve sosyalist güçlerden teşekkül olan demokratik kutuptur. Bu tablodan anlaşıldığı gibi, burjuva-gerici kutup iktidar eksenli gerici imtiyaz çatışması temelinde iki bloğa bölünmüş, bu bloklardan her biri de gerici ittifaklar temelinde birden fazla komprador tekelci ve burjuva-gerici karaktere sahip siyasi partinin bir araya gelmesinden müteşekkildir. Demokratik kutup da, ulusal-demokratik devrimci ve sosyalist parti ve kurumların(hatta kişilerin) Kürt ulusal siyasi partisi (HDP) şahsında oluşturduğu bir ittifak durumundadır. Her iki kutup da biçimsel olarak bir ittifakı ifade etmektedir. Ancak, gerici çıkar ve iktidar imtiyazına dayalı gerici kutup bloklarının ittifakı gerici çıkara dayalı bir ittifak olması nedeniyle, ilkesiz gerici bağra sahip olup “benzemezlerin” zorunlu mahkûmiyetini ifade eden köhne ve birbirine gebe bir birliktir. Hepsinin sınıf karakteri ve siyasi niteliği halk düşmanı, faşist ve gericidir. HDP çatısı altındaki demokratik ittifak ise, tamamen özgür ve bağımsız siyasi iradeyle oluşup demokratik normlara sahip, Türkiye-Kuzey Kürdistan proletaryası ve halkları ile mazlum Kürt ulusu, diğer azınlık ve inanç kesimlerinin çıkarları lehine oluşmuş ilkeli, demokratik bir ittifaktır. Bu anlamda seçimlerde sınıf temeli taşıyan iki kutbun mevcut olduğunu söylemek yanlış değil, doğrudur. Bu iki siyasi kutuptan egemen durumda olan gerici kutuptur. Demokratik kutup egemen olmayıp tali kutbu temsil etmektedir. Bu bakımdan seçimlerdeki iktidar dalaşı veya paylaşımı iki blok esasına göre pozisyon almış olan gerici kutupta yer alan komprador tekelci sınıf klikleri arasında cereyan edecektir, etmektedir. Demokratik kutbun rasyonel olan realitesi seçimlerde iktidarın ele geçirilmesine değil, ulusal-demokratik ve devrimci-demokratik hak ve kazanımların genişletilip ilerletilmesi ve bu zemindeki mücadele ve örgütlenmesini büyüterek ileri mevzilere taşıma eksenindeki yönelimle biçimlenecektir. Mevcut tekçi, tek adam sultasının geriletilmesi, milletvekilliklerinin kazanılması, parlamentoda güçlü bir demokratik muhalefet grubunun hedeflenmesi, parlamento ve hâkim sınıflar düzeninin siyasi teşhiri, geniş kitlelerle bağ kurma ve onlara ulaşma zemininde demokratik, devrimci ve sosyalist ajitasyon propagandanın yürütülmesi, mücadele ve örgütlenme olanaklarının genişletilmesi, bunda daha ileri mevzilerin elde edilmesi, sosyalist toplum tasavvuru ve programının propaganda edilmesi esasına göre yürütülecek somut seçim çalışmaları bu yönelimin muhtevası durumundadırlar. Ki seçimlerle ve seçim çalışmalarında bir iktidar hayali taşımak, buna dönük bir plan ve stratejiye sahip olmak, yönelim olarak bu hedefe eğilim göstermek seçim faaliyetleri ve seçimler siyasetimizde yer almayan unsurlardır. Seçimlerin stratejik bir mücadele biçimi değil, taktik bir mücadele biçimi ve taktik bir siyaset olarak ele alınması tam da burada karşılık bulur.
Bunlara göre seçimler sürecinin iki sınıfsal siyasi kutup arasında bir mücadeleye tanıklık edeceği gibi, seçimlerin esas fonksiyonu olan gerici imtiyaz eksenli faşist iktidarın paylaşılmasına dönük dalaş ve egemenlik kavgası, diğer deyişle geniş halk kitlelerini hangi kliğin ezip sömüreceğine dair kararın, halkın manipüle edilerek yine kitleler eliyle alınması oyununda, komprador tekelci klikler arasındaki keskin ve kirli mücadele biçiminde cereyan edeceği açıktır. Bu süreçte demokratik güçler kutbunda yer alan bütün ittifak bileşenlerinin, seçimlere katılma taktiğinde güdülen hedef ve kazanımların elde edilmesi uğruna somut ve etkin çalışmalarda bulunması gerekmektedir. Devrim ve devrimci çalışmaların genişletilip ilerletilmesi, devrimci ve demokratik kazanım ve mevzilerin geliştirilerek ilerletilmesi, gerici hâkim sınıflar ve parlamentonun siyasi teşhirinin yapılması, kitlelerle daha etkin biçimde buluşarak onların örgütlenmesi, tekçi tek adam sultasının geriletilmesi ve sistem değişikliğiyle anayasal çerçeveye oturtulmak istenen açık faşizmin geriletilmesi gibi somut hedefler, seçim çalışmalarını ciddiye alarak sıkı çalışmalar biçiminde yürütmemizi gerektiren temel nedenlerdir. Grubumuzun değil kutbumuzun kazanması, dar hesaplarımızın değil halkın ve ezilen milyonların kazanması esas alınması gerekendir. Demokratik ittifak kutbunun, gerici ittifaklar kutbu karşısında “kazanması” esas olandır. Bu “kazanma” parlamenter çoğunluğun elde edilerek iktidar ve yönetimin ele geçirilmesini değil, demokratik kazanım ve mücadele mevzilerinin ileri taşınması, demokratik, devrimci, sosyalist güç ve iradenin etkili biçimde ortaya konulması, kendi cephemizden açık faşizme geçit vermeyerek tekçi tek adam sultasına dönüşen sistemin engellenerek püskürtülmesinde rol oynamaktır.
Mevcut Seçimler Burjuva Sistem Açısından Kritik Bir Durumu İfade Etmektedir
Bu seçimlerin toplumsal yaşam ve hâkim sınıflar siyasi sistemi için kritik bir dönemeç ve hatta burjuva parlamenterist sistem için bir kader seçimi olduğu paylaşılan ortak bir kanıdır. Referandumla onaylanmış olan “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adındaki başkanlık ya da tek adam sultası niteliğindeki sistem değişikliği bu seçimlerde yeni bir sınavla karşı karşıyadır. 24 Haziran’da yapılacak seçimlerde gerek cumhurbaşkanı ve gerekse de milletvekilliği seçiminde ortaya çıkacak sonuçlar, ya tekçi tek adam sultası açık faşizmini perçinleyecek ya da parlamenter sisteme geri dönüşün kapısını aralayacaktır. Egemen sınıflar siyasi sisteminin hangi biçime bürüneceği ya da nasıl şekilleneceği, esasta toplumsal kitleleri ilgilendiren ve doğrudan onların yaşamına etkide bulunacak bir durumdur. Sadece komprador tekelci klikler arasındaki bir dalaş değildir, ona indirgenemez. Sorun esasta halk kitlelerini ilgilendiren bir sorundur. Bu bağlamda, “nasılsa iktidar burjuva klikler arasında gelip gidecektir” diyerek seçimlere, özellikle de sistem değişikliğinin kaderini belirleyen bu seçimlere kayıtsız kalınamaz. Nötr kalmak, umutsuzluğun, iradesizliğin, yenilgi ruh halinin ve kitlelerin sorunlarına kayıtsız kalmanın bir yansıması olacağı gibi, “bırakınız yapsınlar” siyasetinin bir versiyonudur da.
Harıl harıl çalışıp koşuşturan, yazıp tartışan, siyaset yapan, eleştirip mizah yapan, isyan edip artık yeter diyen, mitingden mitinge koşup tepkisini dile getiren, kendisine göre ölçüler çıkararak şu ya da bu partiyi desteklediğini açıklayan her toplumsal katmandan yaşlı, genç, kadın, değişik dil ve dinden, değişik inançtan halk kitlelerinin aktivitesi, heyecanı ve siyaset yapması göz önüne alındığında, ilkesel olarak “boykot” diyenlerin ya da seçimlere kaba yaklaşımla nötr kalanların durdukları yeri gözden geçirmeleri objektif bir şarttır. Kitlelerin yoğun olarak bulunduğu yerlerde olma, en gerici kurumlarda bile çalışma perspektifi olan proleter devrimci siyasetin kitleleri yalnız bırakması, burjuvaziyle dövüşebilecek bir tek alanı ona terk etmesi düşünülemez. Hele seçim gibi yoğun siyasi atmosferin kitleleri sarmaladığı şartlarda “ben seçimleri boykot ediyorum” demek, en önemlisi de boykot etmenin gerekli şartlarını açıklamakta ikna edici olamayan durumda boykot demek akıl karı olamaz. Her türlü baskıya, açık faşizme rağmen seçimler sürecinin siyasi ortamından yararlanma, onu devrimci çalışmalarımız temelinde kullanma olanaklarımız varsa, devrimci taktik siyaset bağlamında seçimlere katılmaktan geri duramayız. Taktik siyaset zemininde de olsa, her şartta seçimlere katılmanın faşist düzeni, onun iktidarı ve parlamentosunu meşrulaştırmak anlamına geleceğini iddia eden görüş mesnetsizdir. Düzenin iktidarı ve parlamentosunu teşhir etme, burjuva sistemin boşluklarından devrim adına yararlanma perspektifiyle seçimleri taktik bir araç olarak kullanan anlayışa düzeni destekleme yaftası yapıştırmak bühtandır.
Devrimcilik adına söylenen veya devrimci gözüken söylem ve siyasetlerin her zaman devrimci olmadığı, bazen devrimci siyaseti baltaladığı tecrübelerle sabittir. “En keskin olan en devrimcidir” anlayışı bilinçli devrimci siyaset karşısında paslanıp sönen yalınkat bir düşüncedir. Marksizm’in ideolojik alandaki en büyük düşmanlarının Marksizm’i kullandıkları, kızıl bayrağa karşı kızıl bayrak salladıkları unutulmadı. Siyasetle stratejiyi/ilke ile siyaseti birbirinden ayrıt etme yeteneği göstermeyen siyaset tarzının gideceği yol duvara toslamaya kadardır. Keskin slogan ve sözler altına saklanan siyaset tarzının barutu devrimin bilimsel planını yürütmeye, soluğu ise her sahada burjuvaziyi alt etmeye yetmez. Seçimlere dönük devrimci siyaset-taktiği, stratejik doğruların tekrarını geçmeyen siyaset yoksunluğuyla mahkûm etmeye kalkışıp suçlayanların “eleştirisi”, devrimci ittifak politikasını sığ görüşlü önyargılarla “kuyrukçuluk” tanımına oturtanların yargısı ölü doğmuş vakadan ibarettir.
Bu seçimlerin diğer tüm seçimlere oranla bazı nüanslar taşıdığını tespit etmek isabet olur. Açık faşizm ve OHAL şartlarını, KHK’larla yapılan düzenlemelerini, yeni seçim yasalarıyla iktidar lehine yaratılan avantajları ve seçim hilelerinin yasallaştırılmasını, çok kaba biçimde sırıtan anti-demokratik faşist şartları, yapılan ittifakları ve bu temelde burjuva siyasetin esasta iki blok şeklinde pozisyon almasını, geleceğe dönük burjuva siyasetin biçimsel olarak girdiği yönelimi saymazsak, bu bir sistem değişikliğidir ve tekçi faşizmi korumakla birlikte tek adam sultası altında kurumsallaşmış ve kitle tabanına yaslanmış bir açık faşizmin anayasal zemine kavuşturularak her bakımdan oturtulması anlamına gelmektedir. Bu durum Erdoğan karşıtı cephede geçici ve şartlı da olsa bir kenetlenme, geniş kitlelerde bir birikim ve şişerek büyüyen bir muhalefet bünyesine yol açmıştır. AKP bünyesini tırmalayacak düzeyde geniş bir hoşnutsuzluk yaratmıştır. Ve iki; içinde bulunulan sürecin iktidardaki sermayenin el değiştirmesi ve eksen kayması denilen efendi değiştirmesi gibi bir özellik taşımasıdır ki, bu durum komprador tekelci sınıf klikleri arasındaki dalaşı keskinleştiren, en önemlisi de emperyalist güçlerin doğrudan seçimlere müdahalesini koşullayan bir süreç olarak diğer seçimler sürecinden farklı nüanslar barındırmaktadır. Burjuva klikler arası dalaşın keskin olması ve giderek keskinleşmesi de bu zeminde cereyan etmektedir. Elbette emperyalist haydutların doğrudan müdahalesine sahne olan bu durum seçimleri hangi kliğin kazanacağını da belirleyendir. Mevcut ipuçlarının okunması anlamında ortaya çıkan durum, ABD emperyalizmi ile ciddi yol ayrımları işaretlerini veren ve bu durumdan kaynaklı doların yükselerek TL’nin değer kaybetmesinin yarattığı ekonomik baskının altında olan ülke ekonomisinde, ciddi yatırım ve ihracatçı pozisyonda olan AB ülkeleriyle büyük ölçüde sorunlu ilişkiler sürecinden geçen, burada destek ve umudunu yitirerek Rusya emperyalizmine yanaşan, daha da önemlisi uyguladığı açık faşizm ve tek adam sultasının keyfiyetçi yönetim ve baskılarıyla partisi AKP de dahil olmak üzere, geniş toplumsal kitlelerde yarattığı büyük tepki ve mağduriyetin hedefi durumunda olan Erdoğan ve AKP’sinin gerçekliği ve seçimleri istediği neticeyle sonuçlandıramayacağıdır. Ancak din sömürüsü ve ırkçı-faşist Türk milliyetçiliği zemininde önemli bir kitle desteğine sahip olmakla birlikte, devlet ve iktidar olanaklarını elinde tutan, devletin bütün temel kurum ve güç erklerini kontrol eden, bu gücünü medya ve sivil toplum kuruluşları, hatta sendikalara kadar inen geniş yelpazede tahkim eden, lehine olmak kaydıyla OHAL şartlarında seçime giden, yeni seçim yasaları çıkararak hileyi yasallaştıran Erdoğan’ın oy hırsızlığıyla birlikte Rusya emperyalizminin de desteğini alarak seçim sonuçlarını lehine çevirme olasılığı yok sayılamaz bir gerçekliktir. Milletvekilliği seçimlerinde istediği sonucu elde edememesi güçlü olasılıkken, cumhurbaşkanlığı-başkanlık seçiminde farklı bir sonuç elde etmesi mümkündür. Olağan seyir, cumhurbaşkanlığı seçimini de kazanamayacağını işaret etmektedir. Fakat yukarıda saydığımız olanak ve hileler sayesinde bu seçimi kazanması ile kaybetmesi başa baş bir tablodadır. Daha da açığı Erdoğan, ABD ve AB ülkeleriyle açık-gizli anlaşmalar yaparak istedikleri tavizleri veren son an manevrası yapmaz ise, seçimleri kazanma şansı son derece zayıftır. Bu manevrayı yapmaksızın seçimleri kazanması sürpriz olmakla birlikte, hilenin boyutunu sergileyen bir sonuç olacaktır.
Mevcut Seçimlerin Önemli Bir Noktası Kapsamlı İttifak ve Bloklaşma Realitesidir
Seçim sonuçlarını olağan seçmen oyu itibarıyla Erdoğan’ın yenilgisi rotasına sokan bir unsur da seçim barajı kapsamında belirlenen çıtalar ve ittifakın dayatılarak zorunlu hale getirilmesinin, özellikle Erdoğan karşıtı burjuva muhalefet cephesinde ittifak bloğunun oluşmasıdır. Bu seçimin üçüncü bir özelliği ve nüans noktası da kapsamlı ittifak ve bloklaşma realitesidir. Elbette bu durum Erdoğan’ın sonradan pişman olduğu ve hesapları dışında gelişerek kendisine seçimleri kaybettirecek parametrelerdendir de. Gerçekleşen ittifaklar neticesinde parlamento seçimindeki yüzde onluk (%10’luk) seçim barajı fiilen anlamsızlaşıp ortadan kalkmıştır. Oluşan bu muhtemel aritmetiğin Erdoğan aleyhine bir sonuç yarattığı söylenebilir. İttifak sayesinde parlamentoya girme şansı yakalayan siyasi partilerin Erdoğan veya başka partilere kayan oyları kendi partilerine dönerek haksız oy kazançlarını ortadan kaldırdı. Temsil biçimi daha da genişledi. Bu durumdan etkilenen ilk partinin de en büyük parti olarak, seçim barajına takılıp parlamentoya giremeyen partilerin oylarını-vekillerini baraj hüneriyle kendisine aktaran-gasp eden AKP’dir, Erdoğan’dır. Yine ittifak sayesinde parlamentoya girme şansı doğarak seçimlerde kitlelerin tercihini çoğaltan alternatif parti ve adayların olması gerçekliği, kitleleri ya AKP ya CHP gibi kısır döngüdeki tercihe zorlamaktan kurtarıp yeni alternatiflere yönelme veya tercihlerini daha geniş yelpazede yapma olanağı yaratarak esasta AKP ve Erdoğan aleyhine bir tablo ortaya çıkarmış oldu. Buna benzer olarak cumhurbaşkanlığı seçiminde de muhalefet cephesi ittifakı bağımsız adaylar çıkararak kitlelerin tercih hakkını çoğalttı. Dolayısıyla fazla adaylara dağılan oylar Erdoğan’ın ilk turda gerekli çoğunluğu elde etmesini engelleyen bir faktör olarak gündeme geldi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura taşınması bu zeminde güçlü ihtimal haline geldi. Birinci turda bu durumu gören seçmenin Erdoğan’ın kaybetme olasılığını görerek oyunu başka aday lehine kullanmasının zemini doğdu. Bu da Erdoğan’ın ikinci turda kaybetmesini olanaklı hale getiren bir durum ortaya çıkardı.
Kuşkusuz ki, Erdoğan-Bahçeli-Destici ittifakına karşı muhalefet bloğu ittifakının oluşmasında, İyi Parti ve Saadet Partisi’nin seçime ve muhtemel olarak parlamentoya girmesinde, dolayısıyla Erdoğan’ın hesaplarının bozulmasında CHP kendi cephesinden başarılı bir siyaset izleyerek belirleyici bir rol oynadı. Özellikle Erdoğan’ın ortağı Bahçeli MHP’sinin oylarını bölme-alma açısından rol sahibi olan İyi Parti’nin seçimlere girmesinin engellenmesi hilesi karşısında, CHP’nin İyi Parti’ye 15 vekil transferi yaparak seçimlere girmesini garanti etmesi başarılı bir taktik olarak Erdoğan’ın hesaplarını ters yüz etti. Bu gelişmeler Erdoğan’ın seçimlerde olağanüstü zorlanmasını ve belki de kaybetmesini koşullayan gelişmelerdendi. Öte taraftan HDP’nin beklendiği üzre seçim barajını aşması da AKP/Erdoğan’ın seçimleri kaybetmesinde ciddi bir faktör olarak öne çıkmaktadır. AKP, Kuzey Kürdistan oylarında HDP’den sonra gelen neredeyse tek partidir. Dolayısıyla HDP’nin baraj altında kalması durumunda HDP’nin çıkaracağı milletvekilleri otomatikman AKP’ye geçmiş olacak, AKP seçim barajı sayesinde sağladığı bu oy gaspı avantajıyla istediği sonuçlara ulaşma şansı yakalamış olacaktır. Kuşkusuz ki HDP’nin baraj altında kalması olağan koşullarda düşünülemez. Ancak Erdoğan’ın çeşitli hile ve entrikalarla buna oynayacağı aşikârdır. Burada CHP’nin rol oynadığı muhalefet bloğu seçim ittifakına HDP’nin dâhil edilmemesi hem gerici bir tutumdur ve hem de Erdoğan’ın hedeflerine ulaşmasında değerlendirebileceği bir zemin sunma açısından zayıf bir halkadır. Normal koşullarda HDP’nin baraj altında kalması olası değildir. Hatta Erdoğan’ın MHP, BBP ile ittifakı ve Kürt düşmanlığı temelindeki saldırganlığı AKP’li Kürt seçmenin bir kısmının AKP’den koparak HDP’ye dönmesine yol açmıştır. Aynı zamanda HDP’nin devrimci, sosyalist ve Alevilerle geliştirdiği ilişki ve ittifaklar zemininde oylarını arttırdığı da bir gerçektir. Dolayısıyla HDP bu seçimlerde daha fazla oy desteğine sahip olup daha fazla vekil çıkarma pozisyonundadır, daha da güçlüdür. Kısacası HDP çatısı altında oluşan ittifak da Erdoğan’ın seçimleri kaybetmesinde kilit bir konumdadır, kesinlikle rol oynayacak durumdadır. HDP ve ittifak güçleri seçimlerde oynayacağı bu muhtemel etki ile seçim sonuçlarını değiştirip, Erdoğan’ın tekçi tek adam sultasının açık faşizmine geçişini perçinleyen sistem değişikliği aleyhine şu veya bu oranda sabote etme, geriletme veya engelleme rolü sergilerlerse fevkalade iyi bir iş yapmış olurlar. Seçimlere katılma taktiğinin pozitif bir yanı da budur. Seçmen sayısının en az dörtte birini oluşturan Kürt oylarının seçimlerde etkin bir role sahip olduğu, olacağı inkâr edilemez. AKP-MHP-BBP ittifakının oy oranı ile CHP-İyi Parti-Saadet Partisi-Demokrat Parti ittifakının oy oranları arasındaki farkın birinden diğeri lehine dönüştürülmesinin, dolayısıyla bunlardan hangi bloğun başkanlık seçimlerini kazanacağının anahtarı Kürt oylarıdır. Bu oyların taraf olacağı blok, cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan blok olacaktır. Kendi cumhurbaşkanı adayını, verilecek olan Kürt oylarının birinci tur seçimden sonra, ikinci turda hangi blok lehine kullanılacağı mevcut siyasi iradesi tarafından beyan edilmiştir. Erdoğan’ın karşısında ikinci tura kalacak adayın desteklenmesi esas eğilim ve tutumdur. Bu oyların kimin kazanacağını belirleyeceği açıktır. Erdoğan’ın bu oylara oynayacağı muhakkaktır ancak yaşam ve siyaseti büyük bir deprem sarsıntısıyla sarsan bir gelişme olmadığı müddetçe Kürtlerin tavrı Erdoğan aleyhinedir. Ki, Kürtlerin siyasi iradesi veya partisinin çeşitli vesilelerle Erdoğan’ı destekleme, Erdoğan ile uzlaşma gibi bir tavra girmeleri kendilerinin siyasi bitişleri anlamına geleceği gibi, desteklerini yitirip büyük bir güvensizlik kazanarak yalnızlaşmalarını da getirecektir. Ancak bu varsayımın gerçekleşme ihtimali yok denecek kadar zayıftır. Soykırımcı katliamlardan geçirilen Kürtlerin, bu düşmanına el uzatmasının hiçbir gerçekle bağdaşmadığı aleni ve kesindir.
Burjuva klikler açısından önemi açık olan bu seçimlerde, Erdoğan’ın rakibi olarak ikinci tura kalacağı büyük olasılıkla muhtemel olan Muharrem İnce, daha önceki adaylara oranla (ve elbette burjuvazi açısından) daha etkili, demagog ve belli bir vizyona sahip biri olarak Erdoğan’ı zorlayacak bir rakip olacaktır. Başlattığı kampanya çalışmaları ve topladığı kalabalıklar İnce’nin etkili olacağını göstermektedir. Erdoğan’ın saray harcamaları konusunda elde ettiği bilgiler de yeterli bir propaganda malzemesi olarak Erdoğan’ı teşhir etmede tesirli olmaktadır. Öyle ki Muharrem İnce yaptığı mitinglerde sadece bu meseleyle Erdoğan’ın üstüne gitse bile büyük bir etki yaratabilir. Elbette adaylığını açıklamakla birlikte siyaseten de olsa rakiplerini ziyaret ederek başarılar dilemesi şeklinde sergilediği centilmenlik de burjuva siyaset açısından önemliydi. Selahattin Demirtaş’ı ziyaret etmesi de “cesurca” bir adımdı. Bütün bu anlatımlarla İnce’nin demokrat ve ilerici olduğunu, tekçi ırkçı-faşist paradigmaları savunmadığını söylemiyoruz. Yalnızca Erdoğan karşısında şansı olup, siyaset ve manipülasyonda yetenekli olduğunu anlatmak istiyoruz. Ki, İnce’nin adaylığı bu seçimlerde Erdoğan aleyhine olan durumun başka bir unsurudur.
Ekonominin alarm veren durumu ise sermaye çevrelerinden, ekonomideki yıkımsal gidişatı doğrudan yaşamlarında hisseden geniş halk kitlelerine kadar en geniş yelpazede iktidarın değişmesi istemini büyütmektedir. Baskı, adaletsizlik, hukuksuzluk ve keyfiyetçi yönetimden bıkan kitlelerin buna paralel olarak bir de açlık ve işsizlikle terbiye edilmeye tahammülü kalmamıştır. Dolar karşısında pespaye olan TL’nin değer yitirme gidişatındaki belirsizlik, sermayenin hiç ama hiç istemediği bir durumdur ki, sermaye kâr yapmaktan vazgeçse de zarara uğramayı asla kabul edip sindirmez. Ve elbette bu gidişattan sorumlu olan Erdoğan ve yönetimi, sorumlusu olduğu yıkımsal gidişatın karşılığını negatif olarak alacaktır. Kısacası ekonomi kalemi de Erdoğan aleyhine yazılmaktadır bu seçimlerde.
Seçimlerin Erdoğan/AKP’siz Bir Dönemin Kapısını Aralaması Mümkündür
Bütün emareler toplandığında terazinin dörtlü ittifak ve cumhurbaşkanı adayı olacağını öngördüğümüz İnce lehine ağır bastığına işaret etmektedir. Erdoğan ve üçlü ittifakın seçim hileleri ve oy hırsızlığıyla sonuçları lehine çevirme dışında ciddi bir şansı görülmemektedir. AKP’nin içine yansıyan, bir dizi tasfiyeyle içte büyütülen tepki ve “artık bıktık, hep aynı kişi olmaz, biraz da başkası olsun” şeklindeki ideolojik-siyasi nüfuz dışında kendiliğinden olgunlaşan kitlelerin bakış açısı, Erdoğan ve AKP’nin kitle tabanını zayıflatan belirleyici unsurlardandır. Bahçeli MHP’si, Erdoğan ve AKP’yi çöküşün eşiğinden çekip almaya yetmeyecektir. Ki bu MHP’nin kendi kitlesi içinde de itibarını yitirdiği ve barajın çok altına düştüğü saklanamaz gerçektir.
Özetle seçimlerin Erdoğansız-AKP’siz bir dönemin kapısını aralaması güçlü olarak mümkündür. Ancak bu olasılık gerçekleşse de tepeden tırnağa devlet ve temel kurumlarından sivil toplum örgütlerine, oradan futbol ve ekonomik odaklara, sivil faşist örgütlenmelerden kitle desteğine kadar her alanda örgütlenip kadrolaşan ve kurumsallaşan durumun aşılması sancılı bir süreç olacaktır. Yine yenilginin kendisi için bir “son” olacağını, ektiklerinin karşılığını biçeceğini öngören Erdoğan’ın kolayca havlu atıp uslu çocuk gibi yerinde oturmayacağı öngörülmelidir. Silahlı çatışmayı da içeren kitlesel bir hareket geliştirip kendisini dayatması olasılıktır. Ancak olasılık olarak değerlendirdiğimiz bu girişimde, Erdoğan’ın alacağı oy oranı olasılığın gerçekleşip gerçekleşmemesinde önemli bir ölçü olacaktır. Kaybetmesine karşın, büyük kitle desteğini arkasında görürse çılgınlıklara başvurması daha da güçlenir ama oy desteğinin ciddi oranda düştüğünü görmesi durumunda bir çılgınlığa kalkışma cesareti gösteremeyebilir. Her ihtimale hazır olmak ve en kötü ihtimale göre plan yapmak doğru konumlanmadır. Tedbirler alıp olası bir çatışmaya ve bu çatışmanın niteliğine uygun pozisyon almak zaruridir. Erdoğan’ın kitleleri sokağa dökerek, özellikle Kürtlere, Alevilere, komünist, devrimci, demokrat ve aydınlara dönük şiddeti devreye sokmasına karşı, karşı-şiddet temelinde savunma oluşturmak şarttır. Burjuva klikler dalaşsın diyerek siyaset yapmış olamayız. Bu dalaşın şiddete çatışmaya dönüşmesi doğrudan halk kitlelerini, Kürtler ve diğer azınlıkları, komünist ve devrimcileri hedef alarak ezmeye yönelecektir. Devrimciler kötü ihtimale hazırlanmalı ama hepsinden önemlisi de “işlerine” bakmalıdırlar. Öyle ya da böyle Erdoğan sultası tarihe gömülecektir! Bu süreçte kararlı devrimci duruş ve doğru politikalar temelinde tarafımızı almalı, tarihsel sorumluluklarımıza uygun rol üstlenmeliyiz. Bunda fedakârlık ve bedel ödemekten sakınılamaz.
Halkın Günlüğü Dergisi Sayı 15