“Sizi budala zaptiyeler! / Kum üzerine kurulu sizin “düzeniniz”
[Rosa Luxemburg]
Türkiye ve Kürdistan’da 11 ili yerle bir eden, daha şimdiden 40 bin kişiyi, binlerce canlıyı yok eden bir deprem yaşandı. Deprem Suriye’yi de vurdu. Özellikle Rojava Kürdistan’da Türkiye’nin beslemesi cihatçı çetelerin elindeki İdlip, işgal altındaki Efrin ve Halep’te yıkım ve can kayıpları büyüktü. Emperyalistler bu koşullarda bile Suriye’ye ambargoyu sürdürdüler.6 Şubat’tı tarihlerden… Zemheri soğukta öldürücü bir ateş düştü evlere.
Devlet devletliğini yaptı. Evi barkı yıkılan, sevdikleri enkazda kalan insanları ölüme terketti. Günlerce ne bir yardım ulaştı bölgeye ne su ne ekmek… Kâğıttan akerdeonlar gibi çöken binalar aynı zamanda tarihsel bir kırılmaya da işaret ediyordu, bir eşik…
“Dünyanın kıskandığı çağ atlamış Türkiye”den söz edemezdi bu durumda kimse. Yalakalık yine de hız kesmedi: “Türkiyemiz tam şahlanma şeyine gelmişti, her şerde bir hayır vardır!” İnsan hayatının -hele Kürt ve Aleviysen hele mülteciysen- hiçbir kıymeti olmayan bu coğrafyada evler fay hatları, dere yatakları üzerine, alüvyonlu ya da sıvılaşmaya müsait zeminlere kurulmuştu. Hırsız müteahhitler için demirden-betondan, malzemeden çalmak “kârlı”ydı! Yaren takımındansan ya da paranın ucunu gösterirsen, kalitesiz beton, dere çakılı ve kumunun kullanılmış olması hiçbir denetime takılmıyordu. Müjde gibi sunulan “imar afları”yla insanlara adeta kendi mezarları kazdırılmıştı.
OHAL
Depremde ilk 48 saatin hayati olduğunu söyler uzmanlar. Enkaz altında henüz yaşayanları kurtarabilmek için en kritik saatlerdir bunlar. Bırakalım ilk 48 saati, 72 saat, bazı bölgelerde 96 saat boyunca devlet görünmedi. Aldıkları ilk “tedbir” camilerden sela okutmak, 7 günlük yas ilan etmek. İlk ve orta dereceli okulları tatil etmek oldu. Arkasından OHAL geldi. Halkın acılarını dindirmek, yoksunluklarına deva olmak için değildi OHAL! Depremzedelerin isyankar sesini kısmak, tepki ve eleştirilerin önünü kesmek içindi. Canlı yayınlarda mikrofonları bile sakladılar. Devlet bürokrasisi tehdit ve hayasızlıkta zirve yaptı. Üniversiteleri kapattılar, depremzedelerin yerleştirileceği bahanesiyle KYK’ları boşalttılar. Kitle tepkisinin gençlik içinde de mayalanmasından duydukları korkuydu buna yön veren.
AFAD
İlk 48 saat kimse yoktu, 116 saat sonra insanlar enkazdan canlı çıkmaya başladı. Aradan 287 saat geçmesine rağmen enkazlar hala nefes alıp veriyor.
Yöre halkı çıplak elleriyle enkaz kazarken AFAD yoktu! Diyanet’in bütçesi AFAD’ın 8 8 milyar 76 milyon TL olan bütçesini 5’e katlıyordu: AFAD’ın bir şeyler yapmak isteyen personelinden kimileri en kritik anlarda işlevsiz bırakıldıklarını daha sonra açıkladı. “Malzeme yok, siz bu gece otobüste uyuyun” denmişti onlara. OHAL sopası yurt içinden ve dışından oluk oluk akan dayanışma nehrine, her araçla barikat örmekte kullanıldı, yardımlara el koydular.
Ordu
Kürdün tepesine bomba yağdırmak söz konusu olduğunda gökyüzünü kaplayan helikopterler, İHA’lar, keşif araçları, uzaya çıkmaya yeltenilen teknoloji on binlerce insan ölürken kullanılmadı. Daha basit ve sıradan sayılabilecek olanaklar bile devreye sokulmadı. Günlerce çadır yoktu, sahra hastaneleri yoktu, seyyar tuvalet yoktu!
Faşist şef Erdoğan’ın askeri birlikleri seferber etmesi için vatandaşın isyan etmesi gerekti. 8 Şubat’ta Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar 13 milyon kişinin yaşadığı bölge için 3 bin 500 askerin görevlendirildiğini söyledi, dalga geçer gibi… Oysa 500 bin kişilik ordusuyla her fırsatta övünen işgal heveslisi devlet, “dış” müdahale doğrultusunda birçok ülkeye bu kadar asker gönderiyordu. Dolayısıyla bu son derece bilinçli atılmış bir adımdı.
Devlet
Günlerce sıcak yemek içecek su, barınak yoktu, DEVLET yoktu. Halkın arasına gelemediler, konuşmalarını kapalı yerlerde yaptılar. Zaten yıllardır öfke biriktirmiş kitlelerin tepkisinden korktular. Bir faiz-soygun ve savaş bütçesi olan 2023 bütçesinden örtülü ödeneğe 188 milyon TL ayrılırken deprem bölgeleri için 100 milyar TL uygun bulunmuştu! 23 yılda deprem vergisi olarak 100 milyar toplamasına rağmen, 5 günde 3-5 çadır bile kuramayan bir talan sisteminin cisimleşmiş ifadesiydi bu devlet!
Deprem halkın dünyaya bakışını değiştirdi, gerçek sorumluları daha net görmesini sağladı. Açığa çıkan öfke, deprem sonrası yaşatılanların aslında bir ‘kader’ olmadığı bilincinin bu çarpıcı 10 gün içinde edinilmiş olduğunu yansıtıyordu. Fay kırılmış olsa da asıl kitlesel enerji sınıfsal fay hatlarının ve devlet denilen mekanizmanın ne olduğunu somut olarak görmekle başladı.
Bütün bu tablo Türk burjuva devletinin gerçekte nasıl kof olduğunu, halkın derdine merhem olmak şurada dursun ona nasıl yabancılaşıp düşmanlaştığının, buna karşın burjuvazinin ihtiyaçları söz konusu olduğunda nasıl tıkır tıkır işlediğini göstermektedir. Devlet dediğimiz mekanizma tam da budur işte! İşçi ve emekçiye düşman, halka yabancılaşmış ezici bir güç, bir sınıfın baskı aygıtı!
Dayanışma
Gönüllüler ordusu her yerden kopup geldi. Kürtler, Aleviler, partiler, dernekler, inşaat işçileri, madenciler, öğrenciler, kadınlar, başka ülkelerden, yakından uzaktan… Tıpkı zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan işçi sınıfı gibi kendi öz güçlerinden başka bir şeyi olmayanlar, kardeşlerinin yarasına merhem olmaya koştular. Aynı kardeşlik ruhu uluslararası destek ve dayanışma cephesinde de kendini gösterdi. Faşist Türk devletinin her fırsatta “bir gece ansızın gelebiliriz” diye tehdit ettiği Yunanistan, Ermenistan yardıma ilk koşanlardı. Dünyanın bir ucundaki Meksika’sından diğer ucundaki Hindistan’a kadar dört bir yandan koşup geldi kurtarma ekipleri.
Örgütlenme
Yardım seferberliği kendi içinde örgütlü fakat politik güçlerin bütünü açısından merkezi bir örgütlenmeden henüz uzaktır. Zaten açığa çıkmış olan bu öfkeyi nasıl örgütleyeceğiz? Bu halk öfkesini somut bir forma nasıl kavuşturacağız? Kritik soru budur. Bu formun çatısını ve hareketin içeriğini olduğu kadar sürekliliğini de sağlayacak talepler bütünlüğünü hangi yakıcı öncüllerden kalkarak nasıl formüle edeceğiz? Kabarmış bu toplumsal öfkenin burjuva muhalefete tahvil edilmemesi için neler yapmalıyız?..
Adına ister “Dayanışma Komiteleri”, “Halk Komiteleri” ya da “Mahalle Meclisleri” diyelim… bunlar bir an önce koordine edip bütünleştirmemiz, işleyişe sokmamız gereken örgütlenmeler olmalıdır. Bu komiteler aynı zamanda öz savunma yapılanmaları olarak anti-faşist savunma ağlarıyla birlikte düşünülmelidir. Fiili, meşru mücadele hattını militan bir içerikte örmek zorundayız. Daha şimdiden işkencelere, gözaltılara, tutuklamalara başladılar. Bundan sonra da bize gül uzatmayacaklar!
Üstelik depremin yaraları ve yol açtığı yıkım birkaç ayda giderilecek türde değil. Dolayısıyla önümüzde upuzun bir yol var ve bu yol dayanışmanın güçlendirilerek süreklileştirilmesi yanında kökleşip bizi devrim ve sosyalizm hedefimize ulaştırabilecek taşlarla döşelidir.
Siz hesap vereceksiniz, biz ayağa kaldıracağız
Depremin açığa çıkardığı öfke temelinde inşasına girişilecek kalıcı bir halk örgütlenmesinin ortak hedef ve taleplerinin başında kuşkusuz ‘Bütün sorumlular hesap versin’ talebi gelmelidir. Bu faşist rejimden bir talep değildir. Kitlelerin kendi öz örgütlenmeleri doğrultusunda hesap sorma bilincinin yeşermesi/yeşertilmesidir. Burjuvazi ve devleti üzerinde özel bir baskı uygulayacak kitle tepkisinin harekete geçirilmesidir.
* İnşaat tekellerinin elindeki 2 milyon boş konut karşılıksız olarak depremzedelerin kullanımına açılmalıdır.
* Deprem bölgesinde işten atmalar yasaklanmalı, işçiler en az 6 ay ücretli izinli sayılmalıdır.
* Deprem bölgesinde yaşayanların bütün kredi borçları silinmeli, hepsine bir yıllık vergi muafiyeti tanınmalıdır.
* Deprem bahanesiyle ilan edilen OHAL kaldırılmalı, üniversiteler hemen açılmalıdır.
Deprem mağdurları, işsiz, evsiz-barksız, parasız, aşsız kalan milyonlarca insan, kadınlar çocuklar, LGBTİ bireyler ‘günah keçisi’ haline getirilerek “yağmacı” diye hedef gösterilen mülteciler boğuştukları sorunlara dair çözüm bekliyor.
“Tek yol devrim” bayrağını yükselten BMG bu tarihsel kırılmadan çıkışın komuta kademesinde yer almalıdır.
(*) Desenler Ruben Oppenheimer ve Oğuz Demir’e aittir.
Kaynak: Birleşik Mücadele