Stêrk TV’nin sorularını yanıtlayan Karayılan’ın Kürtçe söyleşisini ANF Türkçeye çevirerek yayınladı. Söyleşiyi öneminden dolayı olduğu gibi yayınlıyoruz.
15 Ağustos Atılımını Diriliş Bayramı olarak adlandırıyorsunuz. Bu atılım nasıl bir diriliş devrimine dönüştü?
Öncelikle 15 Ağustos Diriliş Bayramı’nın 36. yıl dönümünü tüm halkımıza, bölge halklarına, tüm yoldaşlara ve çalışanları kutluyorum. 37. 15 Ağustos yılında herkese başarılar diliyorum. Kürt halkının tarihinde ve var olma mücadelesinde 15 Ağustos Atılımının önemli bir yeri vardır. 15 Ağustos, yeni bir başlangıcı ifade etmektedir. Kürt halkının varlığı ve özgürlük mücadelesinde tarihi bir atılımdır. Bu atılımı böyle anlamlı hale getiren ve en büyük emek sahibi olan Önder Apo ve kahraman şehitlerimizdir. Bu vesileyle bütün Kürdistan Özgürlük Gerillaları adına Önder Apo’nun Diriliş Bayramı’nı kutluyor, bağlılık duygularımızı belirtiyor, selam ve saygılarımı sunuyorum. Tüm Kürdistan Devrim Şehitleri’ni değerli komutan Agit (Mahsum Korkmaz) yoldaş şahsında anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Onlara verdiğimiz sözü tekrar ediyoruz; silahları yerde kalmayacak, mücadeleleri başarıya ulaşacak.
Aynı zamanda bugünler, Mam Zeki Şengalî ve Atakan Mahir yoldaşların da şahadet yıl dönümüdür. Onların şahsında da son dönem şehitlerimizi saygıyla anıyor, onlara verdiğimiz sözü bir kez daha yineliyoruz.
‘’Sessiz kalmak mümkün değildi’’
15 Ağustos Atılımını, halkımız ‘Diriliş Bayramı’ olarak karşılıyor. Gerçekten de böyledir. Halkımızın tarihine bakıldığında, Kürdistan üzerindeki sömürgeciliğin, katliam ve asimilasyonun çok fazla derinleştirdiği görülecektir. Artık öyle bir noktaya gelmişti ki, halkımızın varlığı ile yokluğu tartışma konusu olmuştu. Halk olarak varlığı bir uçurumun eşiğindeydi. Öylesi bir dönemde Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de iktidarı ele geçiren 12 Eylül 1980 faşist rejimi de Kürtlere karşı olan soykırım politikalarının sonuç alması için bir atılım geliştirdi. Buna karşı öncelikle Amed’deki zindanda Mazlum Doğan yoldaşın öncülüğünde bilinen tarihi direniş geliştirildi. Halkımızı katleden zulüm politikalarına karşı insanın sessiz kalması mümkün olamazdı. Kürdistan’da insanlık ayaklar altına alınmıştı.
‘’Bir çıkış gerekliydi’’
İşte buna karşı bir çıkış gerekliydi. Bu çıkış aynı zamanda bir insanlık ve yurtseverlik göreviydi. Önder Apo, bu atılımı bir insanlık görevi olarak değerlendirdi ve bu temelde yürütülen hazırlık mücadelesinde büyük emek verdi. O zaman Kürdistan halkında kırılma ve umutsuzluk vardı. İnançsızlık gelişmişti. Düşmandan korkma söz konusuydu. Bu temelde teslimiyet gelişiyordu. Ancak buna karşı ciddi bir mücadele gerekliydi. Çünkü toplum açısından bahsettiğimiz bu etkilerin hepsi aynı zamanda Kürt siyaseti için de söz konusuydu. Hatta bizim içimizde bile etkisi vardı. Bunun için Önder Apo ideolojik, siyasi ve tarihi bir mücadele geliştirdi. Bu gelişmede zindanlardaki direnişin yanı sıra Agit yoldaşın öncülüğünü yaptığı direnişçi militan duruşun da Önderliğe destek olması temelinde bu atılımın hazırlığının yapılması ve uygulanması durumu söz konusudur. Hiç kimsenin bu direniş kıvılcımının başarılı olacağına inanmamasına rağmen, özellikle ilk 6 yıl içerisinde gerillanın geliştirdiği pratik, yani Agitlerin, Bedranların, Erdalların öncülüğünü yaptığı 15 Ağustos ruhu temelinde yürütülen mücadele, bütün topluma ‘aslında direnilebileceğini’ göstermiştir. Toplum da bu direnişin tasfiye olmadığını gördü. Çünkü bakıyorsun; küçük bir gruptur ama düşmanı boşa çıkarıyor ve gittikçe büyüyor.
‘’Zihniyet devrimi yaşandı’’
Tabi bu kolay olmadı. Çok büyük bir emek ve fedakarlıklar temelinde gelişen bu destansı direnişin sonucunda gerilla yönteminin gerçekten kurtuluşa götürebileceği kanaati oluştu. Başta Botan’da, sonrasında ise bütün Kürdistan’da bu biçimde yavaş yavaş bir zihniyet değişimi oldu. Öncesinde halk içerisinde var olan korku, artık yerini cesarete bıraktı. Umutsuzluk umut oldu; inançsızlık inanç oldu. Bu biçimde toplumda bir zihniyet değişimi yaşandı. Halkımız bu değişimi, yavaş yavaş yaşadı. İşte Diriliş Devrimi budur. Yani ölmek üzere olan topluma ruh geldi; inanç kazandı ve bu şekilde bir zihinsel devrim oldu. Aynı zamanda siyasi, toplumsal ve kültürel bir devrim halini aldı. Yani toplumda oluşan bu değişimlerle bir yenilik de yaratıldı.
‘’Toplumda mücadeleye katıldı’’
Yine Kürt kadınının tarih içerisinde gizlenmiş olan gücü ortaya çıktı. Kadın da bu atılımla kendini gösterdi. Havva (Hanım Yaverkaya), Rûken (Çiçek Selcan), Leyla (Sultan Yavuzların) ve Bêrîvanların (Binevş Agal) şahsında bu gösterildi. Yani hem kadın hem de erkek, toplumda yeni bir kişilik oluştu ve bu, toplumda temel bir değişim yarattı. Devrim bu biçimde gerçekleşti ve buna Diriliş Devrimi denildi. Çünkü o eskiden korkan ve umutsuz olan toplum, artık kendi geleceği için fedakarlıklar yapan ve mücadele yürüten bir toplum halini aldı. Yani toplum da artık bu mücadeleye katıldı. İşte Ahmet Rapoların, Bedran Gundikremoların ve daha nice yiğit insanın katılımları yaşandı. O dönemde gelişen bu katılımlar temelinde toplumun gerillaya olan inancı gelişti ve sonrasında gerilla ise gelişen bu inançla temel bir değişimi yarattı ve bu bir Diriliş Devrimi halini aldı.
‘’Türk sömürgeciliği hep ömür biçti’’
Türk devleti, 15 Ağustos Atılımı gerçekleştiğinde, 72 saat içinde mücadelenizi bitireceklerini belirtmişti. Aradan tam 36 yıl geçti. Bugünkü rejim de mücadelenize ömür biçiyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Şimdi Türk sömürgeciliği, Kürdistan’daki serhildanları bastırabilmek için öncelikle Kürdistan’ı inkâr etti. Kürtlükle ilgili her şeyi yasakladı. Hatta, Ağrı Dağı’nda betondan bir mezar yaparak üzerine, “hayali Kürdistan burada meftundur” yazdı. Bunlarla artık bitirdiğini yansıtmaya çalışıyordu. Tabii atılım gerçekleştiği zaman da kendine güvenerek erken bitireceğini düşünüyordu. Hatta belirttiğiniz gibi, Kenan Evren saat verdi; 72 saat içinde mücadelemizi bitireceklerini duyurdu. Şimdikiler ise ay veriyor. O içişleri bakanı 2016 sonbaharında, “2017 Nisan ayında kimse PKK’nin adını bile ağzına almayacak” dedi. Yani mücadelemizi bitireceklerini söylüyordu. Hep böyle söylediler. Bu, Türkiye’de bir psikolojik savaş yöntemidir. Halbuki şimdiye kadar birçok sefer bize dönük hamleler geliştirdiler. Her yeni bir silah ellerine geçtiğinde, her NATO, vb. bir dış güçten kimi imkanlar yarattıkları zaman, kazanacaklarını düşündüler. Bu birçok kez yaşanmıştır.
‘’Gerilla ilk 9 yılında kazandı’’
Onların yaklaşımı bu olmakla beraber, gerilla ise daha ilk 9 yılında, yani ’93 yılına kadar aslında bu savaşı kazandı. Çünkü Türkiye sömürgeciliğinin stratejisi yenildi. Yani bu gerilla mücadelesi Kürt halkını yeniden diriltti ve Kürt sorununu masaya taşıdı. Zaten bunun için o dönemde Önderliğimiz ateşkes ilan etti, yeni bir diyalog ve siyasi çözüm sürecini başlattı. Artık sorun açığa çıktı ama onlar bunu kabul etmeyip sonrasında saldırdı. Tabii yine kazanamadılar. Yani bu biçimde ele aldıkları çok dönem olmuştur. Mesela Önderliğin esaretini de kendileri açısından bir zafer olarak gördüler ama sonrasında yine kazanamadılar.
‘’Türk ordusu 2012’de yenildi’’
Esas olarak Türkiye ordusu 2012’de gerilla karşısında tamamıyla yenildi. Şimdi bize karşı savaşan güçleri, o eski normal ordu değildir. Şimdi, AKP’nin oluşturduğu paramiliter güçler, teknik ve istihbarat ile bize karşı savaşmaya çalışıyor. Şu an geliştirdiği saldırılarda da bu ellerindeki silahlı insansız hava araçlarına çok güvendiler, “artık bitti; PKK’yi yok ediyoruz” dediler. Bunun yeni konseptleri üzerinden de 5 yıldan fazla bir zaman geçti ama gerilla bir kez daha yenilmezliğini tüm dünyaya gösterdi. Bunun en bariz örneği Heftanin’dir. Yine Kürdistan’ın her yerinde eylemler olmaktadır.
‘’Gerilla hakikat üzerinde yürüyor’’
Gerilla yenilmez bir güçtür. Niye? Çünkü gerilla bir hakikat üzerinden yürüyor. Kaynağı, doğru ideoloji ve doğru düşüncedir. Yolu, doğru yoldur. Halkın yanındadır ve haklıdır. Sömürgecilik bu hakikati görmek istemediği gibi, halkı da Hareketle birlikte yok etmek istiyor. Bunun için “ha bitiriyoruz, ha bitiriyoruz” diyorlar. Böyle diyorlar ama bunlar bitiremezler. Çünkü hem kendisini sürekli yenileyen ve her çağa ve döneme cevap olabilen Apocu felsefe vardır hem de gerillanın beslendiği kaynağa olan inancı, onun bitmesine müsaade etmiyor. Yani gerilla asla yenilmez. Halkımız da bunu bilmeli. Gerilla bugün yenilmezliğini bir kez daha ispatlamıştır. Düşman, gerillanın ve Kürdistan’ın bu gerçekliğine hep sırtını dönüyor ve sürekli bir biçimde farklı yol ve yöntemlerle bu gerçekliğin üzerini örtmek, onu gizlemek istiyor. Bugün Türkiye sömürgeciliğinin yetkilileri Türkiye toplumuna gerçekleri söylemiyorlar. Gizliyorlar. Her gün onlardan o kadar kişi ölüyor, hiç söylemiyorlar bile. Geliyorlar, “biz bilmem ne kadar sonuç almışız, bilmem kaç kişiyi öldürmüşüz” diyorlar. Ancak gerçeklik böyle değildir. Artık Kürdistan gerçekliğinin üzeri örtülemez. Gerilla, yenilmez bir güçtür. Bunu bugüne kadar gösterdiği gibi, bundan sonra da daha fazla gösterecektir. Çünkü gerillanın üzerinde hareket ettiği gerçeklik, büyük bir hakikattir. Kürdistan toplumunun hakikatidir. Bu hakikat temelinde derinleşen herkes inançlıdır ve fedai bir ruhla hareket etmektedir. Bu gerçekliği kavrayan sürekli bir akış halinde olduğu gibi, bu temelde gerilla da sürekli bir biçimde kendisini yenilemekte ve büyütmektedir. Bunun için de gerilla yenilmez bir güçtür.
‘’Pirbula çatışması örneği’’
Heftanin’deki direnişin 15 Ağustos’un çizgisini temsil ettiği belirtiliyor. En son orada Türk ordusu 22 kayıp verdi. Bu kadar yoğun teknik altında gerillanın sergilediği bu yüksek askeri performansı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürdistan Özgürlük Gerillası, 15 Ağustos ruhunu temsil etmeye çalışan bir çizgidedir. Şüphesiz bir çağdaşlaşma yaşamıştır. Zaten en önemlisi 15 Ağustos ruhunu temsil etmek ve bununla beraber yöntemde de içinde bulunulan koşulların gerekliliği temelinde bir değişimi sağlamaktır. Bugün gerilla da böyle bir çaba içerisindedir. Doğrudur; Heftanin’de bugün çok dikkat çeken bir savaş yürümektedir ve bu savaşın çok önemli sonuçları vardır. Belki burada hepsi genişçe izah edilemez fakat sizin de belirttiğiniz 8 Ağustos’ta yaşanan çatışma bir örnek olarak gösterilebilir: Mevcut durumda Heftanin’de düşman arazinin zirvelerinde konumlanmıştır. Bahsi geçen tarihte düşman aşağıya inerek Pîrbula köyünde bir operasyon yapmak istiyor. Orada gerillanın pususuna düştüler ve sonrasında gerilla onların etrafını sararak kuşatmaya aldı. 7-8 silahlı keşif uçağı, yine Kobra helikopterler ve ardından uçaklar yoğun müdahale etmesine rağmen, ancak akşama kadar zorla kendilerini gerillanın pençesinden kurtardılar. Yani orada bütün tekniklerini kullanmalarına rağmen sonuçta tüm çantalarını ve malzemelerini orada bırakarak kaçtılar. Yedikleri bu ağır darbe sonucunda 22 ölü verdiler ama kendi basınlarında kayıplarını 1, bizimkini ise 5 olarak açıkladılar. Gerçekte ise bizim bir kaybımız yaşanmıştır. Warşin arkadaşımız şehit düşmüştür. Bu vesileyle Warşin yoldaş şahsında bütün kahraman Heftanin şehitlerimizi bir kez daha anıyorum. Yine bundan birkaç gün önce Doğa Zilan arkadaşın da şehit düştüğü ilan edildi. Doğa Zîlan arkadaş, HPG Hava Savunma Güçleri’nin bir üyesiydi. Bu güçlerimizin ilk şehididir. Fedai bir arkadaştı. Bir hava eyleminde görevini yerine getirdikten sonra darbe yedi ve şehit düştü. Hava güçleri vardır ve imkanlarına göre artık gerilla sadece karadan değil havadan da düşmana darbe vurabiliyor. Bu temelde gerillanın savaşı daha da zengin bir karakter kazanacaktır. Doğa arkadaşın şehadetinde bu gerçeklik açığa çıkmıştır. Bu yoldaşların şahsında Heftanin’de şehit düşen kahramanlarımızı bir kez daha anıyorum. Onlar dönemin fedaisi ve bizim öncülerimizdir. Orada gösterdikleri pratik, birçok dersle doludur. Önemli olan bu derslerden doğru bir şekilde sonuç çıkarmamızdır.
Tekrardan sorunuza dönecek olursam; tabii ki düşman bir operasyon yapmak istedi ama aslında gerilla onlara devrimci bir operasyon yaptı. Gerillanın bu operasyonunda birtakım gerçeklikler açığa çıkmıştır. Öncelikle “silahlı keşif uçağı her şeyi yapabilir; teknikle her şey halledilebilir” felsefesini yerle bir etmiştir. Düşman bu tekniğin çok fazla propagandasını yapıyor, sanki her yerde kazanacakmış gibi gösteriyor ama Heftanin bunun öyle olmadığını göstermiştir. Yani düşmanın her ne tekniği olursa olsun, eğer sen de buna karşı insanın yaratıcılığını daha fazla öne çıkarırsan, ona incelik ve derinlik kazandırırsan, etkili yöntemler geliştirirsen ve doğru taktik tarzda hâkim kılarsan, tekniği boşa çıkarabilir, düşmana darbe vurabilirsin.
Tüm ağırlığını Heftanin’e vermiş
Şimdi düşman bütün ağırlığını Heftanin’e vermiş durumda. Gerillanın başarısı halk arasında ve basın camiasında yayılıyor; düşman da bunları görüyor. Bu yüzden bütün tekniğini, bütün istihbaratını ve bütün güçlerini oraya vermiş durumda. Bununla orada sonuç almayı ve gerillayı oradan çıkarmayı istiyor ama yapamıyor. İşte Pîrbula’ya girmek istedi ama bu sefer de çıkamadı. Tabii ben burada gerillayı çok abartmak ve düşmanı da zayıf göstermek istemiyorum ama savaşın gerçeği budur ve 8 Ağustos günü yaşanan savaş da bu gerçekliği çok daha iyi göstermiştir. Dönemin gerektirdiği doğru yol ve yöntemler uygulanırsa ve çağın teknolojisine karşı insan iradesi iyi değerlendirilirse düşmana karşı savaşılabilir ve kazanılabilir. Bu bir kez daha gösterilmiştir.
‘’Türk ordusu ’da planını değiştirebilir’’
Şüphesiz düşman da karşıt bazı şeyler yapmak istiyor. Bugün Pîrbula hattına yönelik büyük bombardımanlar yapıldı. Tabii biliyorsunuz, orada büyük kayıplar verdikleri için Hulusi Akar da çeşitli generaller ve üst düzey komuta ile oraya gitti. Güçlerine moral vermek istediler. Belki planlarını da değiştirebilirler. Tekniğe dayalı saldırıları daha da arttırmaları mümkündür. Kendince daha seçme olan güçlerini daha fazla devreye koyabilirler. Kısacası biz, Heftanin’de savaşın daha da ısınmasını bekliyoruz.
‘’Gerilla’nın eksiklikleri var’’
Heftanin gerillası, çağın gerillasını temsil etmektedir. Tabii ki bu mücadelenin sonuçları olacaktır ama şimdi ben Heftanin’deki arkadaşlarımızın dört dörtlük olduğunu söyleyemem. Hayır. Yani arkadaşlar kısmi bir biçimde dönemin gerilla çizgisini uyguluyor. Eksikleri de vardır ve şu an bu eksiklikler üzerinde durulmaktadır. Biz, arkadaşların o eksiklikleri de aşmaları halinde, hiç kimsenin onlar karşısında duramayacağına inanıyoruz. Bu böyledir. Yani araziyi daha iyi kullanma, doğru hareket tarzı ve daha fazla yaratıcılık, Heftanin gerillasını da yenilmez bir gerilla yapacaktır ve başarıya götürecektir. Bu konuda arkadaşların çabası vardır fakat her şeyden önce tabii ki orada 15 Ağustos’un fedai ruhu yaşam bulmaktadır. Bu ruh, kahraman şehitlerimizin şahsında temsilini bulmaktadır.
Düşman savaşla sonuca gitmek istiyor’’
Tabii biz kendimizi bununla kandırmamalıyız. Düşman da elbette yeni bazı hamleler yapacaktır. Çok kayıplar veriyor ama onlar da tabii ki öyle birden kırılmak istemiyorlar. Zaten böyle bir gerçeklik içinde bulunmalarına rağmen bütün dünyayı tehdit ediyorlar. İşte daha bugün Yunanistan’a karşı bir çıkışları oldu. Türkiye’de bugün iktidarda olan hükümet, faşist-diktatör bir rejim kurmuştur ve bu rejimi savaşla ayakta tutmak istemektedir. Yani bize karşı savaşla sonuca gitmek istiyor ancak bu savaşta istediği sonucu elde edemeyince bu sefer de dışarıya karşı savaşıyor. Yani sürekli bir kriz siyaseti yürütüyor. Yunanistan’la krizi yükseltmiş, Mısır’la yükseltmiş, bizimle yükseltmiş ve bu biçimde Türk toplumunda şovenizm zihniyetini gürleştirerek faşist rejimi iktidarda tutmak istiyor. Bunu temel gıdası olarak görüyor. Yani eğer yaşamak istiyorsan o zaman savaşmalısın! Bakın ekonomisi yıkılmış, siyasi kriz vardır, askeri kriz vardır, sistem her alanda bir kriz içerisindedir ama bunlar yalnızca savaş, diyorlar. Türk toplumunu kandırmak istiyorlar. Mesela Erdoğan şimdi, “uçuyoruz” diyor. Halk tamamen aç ama o “uçuyoruz” diyor. Yani bu biçimde gerçekleri tersine çevirerek sonuca gitmek istiyorlar ama Heftanin’de gerilla onların gerçeğini açığa çıkarttı. Onlar artık her yerde istedikleri her şeyi yapamayacaklar; yenilecekler ve kırılacaklar.
‘’İnebildikleri tepelerde suya muhtaçlar’’
Şu anda TC ordusunda Heftanin Sendromu yaşandığı yönünde kimi haberler yayınlandı. Askerlerin moral bozukluğu yaşadığı ve savaştan geri dönmek istediği yönünde bilgiler geliyor. Bu durumu nasıl görmek gerekiyor?
Doğrudur. Biz de belirttiğiniz bu şeyleri duyduk. Düşmanda, nasıl ki geçmişte Nusaybin Sendromu yaşanmışsa şimdi de bir Heftanin Sendromu başlamış durumda. Kimileri parmağını, kimileri kolunu kırıyor. Yani bir korku ve kaygı vardır. Komutanları onlara sürekli bir biçimde, “bugün yarın bu işi halledeceğiz” diyor. İşte oldu iki ay, her gün savaş yaşanıyor ve her gün ölüyorlar. Yine savaşa gelmiş olan askerlerin ve kontraların temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar. Bu durum şöyle gelişmektedir: Şimdi onlar tepelerin zirvelerindedir ama bu zirvelerde su kaynakları yoktur. Su, aşağıdadır ama onlar aşağıya su almaya gidemiyorlar. Bunun için suyun onlara Kuzey’den helikopterlerle gelmesi gerekiyor. Helikopterler ise zaman zaman gerilla tarafından vurulduğu için hep gelemiyor. Kısacası, büyük bir risk alıp, sanki bir eyleme geliyormuş gibi geliyor. Mesela az önce bahsettiğimiz savaş esnasında da 2 kobra helikopterleri darbe yedi. Tabii birçok helikopterleri şimdiye kadar darbe aldı ama merminin isabet ettiği helikopterlerini hemen indirerek düşmesini engelliyorlar. Dolayısıyla tedbir aldıkları için belki helikopterler düşmüyor ama darbe yiyor, yine içerisinde ölenler oluyor. Kısacası bunlar helikopterler ile su getiremedikleri için her bir kişiye günlük 1,5 litre su veriyorlarmış. Tabi havalar sıcak olduğu için bu su onlara yetmiyor. Yine yemekleri yetmiyor. Şimdi birçok yerde bu türden sorunlar yaşıyorlar. Yani her gün onlara operasyon için ‘araziye çıkın’ talimatı veriliyor ama gerilla yoğun vurduğu için arazide hakimiyet sağlayamadıklarından dolayı bir türlü suya ulaşamıyorlar. Mevcut durumda bu çerçevede bir kriz içerisindedirler ve içlerinde istifa edenler olduğu gibi, asker ile korucular arasında da çelişkiler yaşandığı belirtiliyor.
‘’Düşmanı küçük görmemek gerekiyor’’
Tabii gelen bu haberler karşısında rehavete kapılmamak ve yine düşmanı küçük görmemek gerekiyor. Biz şu an savaştayız. Unutmayalım ki, Çinlilerin de dediği gibi, ‘su uyur düşman uyumaz.’ Dolayısıyla ne hesap yapılıyorsa da düşman faktörü her zaman bu hesapların dahilinde olmalıdır. Bu bir savaştır. Şüphesiz düşmanın zayıflıkları vardır ama onların zayıflıkları üzerine değil, güçlü yanları üzerinde plan yapılmalıdır. Yani onların güçlü yanlarının da olduğunu hesap etmeli, buna göre planımızı yapmalı ve hareket etmeliyiz. Bu şekilde gerçekten darbe vurabiliriz. Bu konuda kendimizi de hiç kimseyi de kandırmamalıyız. Biz açık gerçeklerle yüz yüzeyiz. Dolayısıyla düşmanı dört dörtlük görmeli, doğru tahlil yapmalı, bu tahlil temelinde taktik yöntemler geliştirmeli ve bu temelde sonuç almalıyız. Eğer biz yalnızca onların zayıflıklarını esas alırsak, planlarımız boşluğa da düşebilir. Bunun için biz buna dikkat ediyoruz ama doğrudur; düşman perişan bir haldedir. Bir tıkanmayı yaşıyor. İşte şimdi Hulusi Akar gelmiş. Herhalde gücü değiştirmek istiyor. Kendisi görmek istemiş. Geldi ve gördü. Tabii bazı değişiklikler yapabilirler. Gerilla da buna göre yeni bazı hazırlıklar yapacaktır. Dolayısıyla gerillanın düşmanın her türden saldırısına karşı hazırlıklı olması gerekir. Bunun için biz buna bir ciddiyet çerçevesinde yaklaşıyoruz. Kısacası biz bu çerçevede yaklaşarak sonuca gitmek istiyoruz. Bu konuda kısa vadeli değil, uzun vadeli yaklaşıyoruz. Sadece taktik değil, stratejik bir biçimde ele alıyoruz. Bu biçimde yaklaşılırsa, sonuç olarak bu savaşı biz kazanacağız ve sonuç alacağız. İnancımız bu yönlüdür.
‘’İhanet çizgisi kullanılıyor’’
İşgalci TC devletinin bu kirli savaşı korucu ve kontraların öncülüğünde yürütmek istediği, Heftanin’de bu tür kesimler yoluyla savaşmayı esas aldığı doğru mu?
Atalarımızın bir sözü var. Derler ki, “ağacın kurdu kendinden olmazsa, o ağaç yıkılmazmış.” Herhalde bu atasözünü en iyi bilenlerden birisi de Türk devletidir. Tarihimizde de böyledir; bütün Kürt ayaklanmalarını, Kürtlerin eliyle yenmiştir. Yani Kürtleri kullanmış. Her zaman Kürdistan’da bir direniş çizgisi varken, bir de teslimiyet ve ihanet çizgisi olmuştur. Maalesef Kürt halkı bugüne kadar halen esir olarak kalmışsa bunun temel nedeni budur. Şimdi bunun için düşman bugün de Kürtleri kullanıyor. Bunlara korucu diyorlar. Tabii ki bütün korucular değil; korucuların içerisinden seçiyor, kendisini satmış, kontra olmuş, yani para için halkına ve geleceğine karşı bile savaşabilecek olanları gerillaya karşı savaşa koyuyor. Duyuyoruz; Heftanin’de harekete geçecekleri zaman onları öne yerleştiriyor. Yani bu Kürtler ne zamana kadar Türk askerinin önünde detektör olarak dolaşmaya devam edecekler! Çünkü bunlar Kürtleri tıpkı o mayın detektörleri gibi önüne katarak geliyorlar. Tabii bu, Kürtlerin bir yarasıdır. Bakıyoruz sadece Kuzey’de değil, mesela Güney’de de bunu örgütlemek istiyor. ‘Köylerinizi koruyun, bu işte para var’, vb. adı altında bunu yapıyorlar. Parayı nereden getirecekler? Parayı Türkler verecek. Yani Kürt’ü Kürt’e karşı kullanma siyasetini yürütüyorlar.
‘’Kürt, Kürt’ü öldürmemelidir’’
Bizim şunu görmemiz gerekiyor: Biz 21. yüzyılda yaşıyoruz. Artık yeter! Ne zamana kadar böyle devam edecek. Kürt, Kürt’ü öldürmemelidir. Biz hiçbir yerde silahımızı hiçbir Kürt’e doğrultmak istemiyoruz. Korucularla savaşmak istemiyoruz ama korucular da gerillanın üzerine gelmemeli. Hadi diyelim köylerinin etrafında nöbet tutuyorlar. Tamam ama Heftanin’de ne arıyorlar? Düşman Heftanin’e niye gelmiş? Kürtlerin kökünü kazımak için. İşte basında bile çıktı; hatta Güney basını bile yayınladı, Heftanin’i ele geçirirlerse sıra Metina’ya gelecekti. Onlara göre Heftanin’i üç gün içinde halledeceklerdi ve sonra sıra Metina, ardından başka yerlere gelecekti ve tampon bir bölge oluşturacaklardı. Biz bunların daha önce, Güney’de tampon bir bölge oluşturarak işgal etmek istediğini belirtmiştik ama şimdi Heftanin’de tıkanmış durumdalar.
‘’Peşmergeyi yanımızda görmek istiyoruz’’
Bu, ulusal bir direniştir. Bütün Kürtler içindir. Her şeyden önce Güney Kürdistan içindir. Güney Kürdistan halkımızın bu gerçekliği görmesi gerekir. Güneyli kurumlar, mesela parlamento eğer projeler geliştirmek ve kararlar almak istiyorlarsa öncelikle bu gerçekliği göz önünde bulundurmalıdır. Bugün orada Kürt halkının çıkarları korunuyor. Misak-ı Milli sınırlarına ulaşmak isteyen bu vahşi sömürgeciliğin karşısında bugün biz fedai bir yöntemle duruyoruz. Beklentimiz halkımızın da gelip bu mücadeleye katılmasıdır. Pêşmergeler de gelip katılmalıdırlar. Biz pêşmergeleri yanımızda görmek isteriz. Gençler gelip katılmalılar. Eğer gelmiyorlarsa da hiç olmazsa yenilmemesi için destek olmalılar. Bu kadar teknolojiye karşı direnen fedailerin karşısında her şeyden önce vicdan gerekiyor. Bir yanda bu vahşi devletin elinde o kadar top, tank ve uçak var; diğer yanda da bizim elimizde yalnızca silahlarımız var. Biz böyle savaşıyoruz. Bu savaşın bütün Kürt halkı için olduğu, hatta yalnızca Kürt halkı için de değil, aynı zamanda bölge halkları için olduğu bilinmelidir.
Eğer biz bu düşmanı burada yenemezsek, onlar Araplara da diğer bölge halklarına da saldıracaklar. Kısacası bu savaş öyle bir savaştır ki, vahşi ve faşist düşmana karşı tüm bölge halkları adına yürütülmektedir. Bu savaş, Kürt halkının ve halkların iradeleşme savaşıdır. Bunu görmemiz gerekiyor. Kimse buna karşıtlık yapmamalıdır. İşte birilerini örgütle, para pul vaat ederek, ‘köyleri savunuyoruz’ adı altında gerillanın üzerine gönder. Türk devletinin de başta “yalnızca köylerinizi savunacaksınız” dediği biliniyor. Bakın, şimdi ta Bingöl’den getiriyor, Heftanin’de savaşa sokuyor. Yani yavaş yavaş kayıyor ve kimse bu konuda kandırılmamalıdır.
‘’Para için halkınıza ihanet etmeyin’’
Daha önceden yaptığımız ve arkadaşlarımızın da yaptığı çağrıyı tekrarlıyoruz: İster Kuzey’den olsun, isterse de Güney’den, hiç kimse Türk sömürgeciliğinin plan ve oyunlarına kanmamalı, para için kimse halkına ihanet etmemeli, düşmanın silahını eline almamalıdır. Hiç kimse, kutsal bir savaş yürüten bu gerillanın karşısında yer almamalıdır. Bunun için bütün Kuzeyli korucuları, bu operasyonlara katılmamaya çağırıyoruz. Tabii ki hiçbir operasyona katılmamalıdırlar ama Güney ve Rojava’daki operasyonlara katiyen katılmamalıdırlar. Bu bir ihanettir; böyle olmaz. Eğer katılırlarsa da Heftanin’de bir kadın arkadaşımızın dediği gibi; “kim karşımıza çıkarsa vururuz.” Elbette vuracaklar. Gerilla o arazide karşısına kim çıkarsa vurur. Biz, korucu çevrelerin ve söz sahibi olan kişilerin, Türk devletinin Kürt’ü Kürt’ün eliyle öldürme siyasetinin önünde duracaklarına ve düşmanın bu vahşi siyasetini boşa çıkaracaklarına inanıyoruz. Aynı şeyi Güney için de söylüyorum. Herkes bilmeli ki, bu savaş, Güney Kürdistan’ın kazanımlarını koruma savaşıdır. Düşman bizi sıraya koymuş; her seferinde bir yeri hedefleyerek gelmek istiyor ama biz bu düşmanı yeneceğiz. Onlar Güney topraklarında yenilecekler. Gerillanın bu konudaki kararlılığı Heftanin’de açığa çıkmıştır.
‘’Osyan halkına özel çağrı’’
Bu konuda özel olarak bir şeye daha değinmek istiyorum: Bundan bir süre önce Botan Saha Komutanlığı bir açıklama yaptı. Osyan köyünden bazı kişilerin gerillanın yerini tespit etmek için özel olarak uğraştığı, yani ajan olarak hareket edenlerin olduğu belirtiliyordu ve Osyan halkımızı buna karşı duyarlı olmaya ve bu tür pratikler içerisinde olanlara karşı tutum sahibi olmaya çağırıyordu. Ben de Botan Saha Komutanlığı’nın bu çağrısını tekrarlıyorum. Gerçekten çok önemlidir. Özellikle de Osyan halkımız bunu iyi biliyor. Eski zamanlarda hatalar oldu; biz de acemiydik, bizler de yanlış yaptık, halkımız da bazı yanlışlara düştü. Bu, bizim tarafımızdan iyi anlaşılmıştır. İnanıyorum ki, Osyan halkımız tarafından da bu anlaşılmıştır ve bunun farkındadırlar. Düşmanın oyunlarına gelmemeliyiz. Düşman bir kez daha bizi orada birbirimize düşürmek istiyor. Yani Osyan halkımızı koruculuk adı altında bizim önümüze atmak istiyor. Tabii kendisi de arkadan izleyecek! Şimdi planı budur. Bu konuda bizim Osyan halkımıza güvenimiz vardır. Bu konuda kuşkumuz yoktur ama aralarında bazı kendini satanlar vardır. Onlara karşı uyanık olmalıdırlar. Eğer yapabiliyorlarsa onları durdurmalıdırlar. Onları bu uğursuz işten çıkarmalı ya da onları tecrit etmelidirler. Yani tutum sahibi olmalıdırlar. Gerillaya karşı hareket etmemelidirler. Gerillanın kanını dökmek için çaba içerisine girmemelidirler. Düşman oyun oynamak istiyor. Öyle bir hale getirmek istiyorlar ki, işte sonra arkadaşlar da bir kişiyi vursunlar, ardından da bir karşıtlık olsun ve onlar da izlesinler! Bu konuda başta aile öncüleri olmak üzere herkes kendi akrabaları içerisinde buna karşı duyarlı olmalı. Çünkü düşman türlü türlü yöntemler uyguluyor. Yani gençleri, vb. kesimleri kandırıp kullanmak istiyor. Bunlara karşı duyarlı olunmalı. Osyan halkımızdan beklentimiz budur.
Tabii bütün koruculara da bir çağrımız var: Gerillanın öldürülmesine katılmayın! Kürtlerin kanının dökülmesine katılmayın! Biz Kürtlerle değil, bu düşmanla savaşmak istiyoruz. Kimse bizimle düşman arasına girmemeli. Herkese olan çağrımız da budur.
TC devleti özellikle Güney Kürdistan’da sivil insanları vurarak gerilla gibi göstermeye çalışıyor. Kunê Masî ve Bamernê’de yaşanan saldırıları biliyorsunuz. Bu saldırılar için ne dersiniz?
Türk devleti, Hareketimize ve halkımıza karşı çok planlı hareket ediyor. Şimdi, “Güney’deki bütün sivilleri hedef haline getiriyor” desen, hayır, böyle değildir. Zaman zaman bilinçli bir şekilde hedefliyor. Korku yaratmak, nihai amacına ulaşabilmek için. Aynı taktiği Kuzey’de, hatta Efrîn’de ve Serêkaniyê’de de yürüttü. Yani toplumu bir bütünen hedeflemiyor fakat zaman zaman halkı korkutmak ve her istediğini yaptırabilmek için vuruyor. Mesela göç ettirmek, yine PKK’ye karşı tepki oluşması için bunları yapıyor. Tabii farklı amaçları olabilir ama burada kesin olan bunların yanlışlıkla olmadığıdır. Bilinçlice vuruyor. Şêladizê’deki insanlarımızı da bilinçli vurdu, Kunê Masî’deki insanlarımızı da bilinçli vurdu. Özellikle bu son dönemde Soran bölgesi üzerinde çok duruyor. Bunu, kitlelerde korku yaratmak için bilinçlice yapıyor.
Bahsettiğiniz Bamernê olayına değinecek olursam; öncelikle hem Dilovan Şahin Omer, hem de aslında bir pêşmerge olan Abdullah Ehmed’in ailelerine başsağlığı diliyorum. Onlar vahşi düşmanın eliyle şehit edilmiştir. Onlar bizim şehidimizdirler. Biz onları kendi şehidimiz olarak görüyoruz. Bu uğurda şehit düşmüşlerdir. Ancak maalesef Güney basını ve Güney siyaseti bu insanlara sahip çıkmamıştır. Bu kişiler sınır hattında, dağlık bölgede, Heftanin’de veyahut da Zap’ta şehit düşmedi. Bu insanlar Bamernê’de arabayla yolda giderken hedef olmuşlardır. Peki niye hedef oldular? Bence bilinçli seçildiler. Belki de bu kişileri tanıyorlardı. Duyduğumuza göre yurtsever insanlardır. Yurtseverlikleri nedeniyle onları hedeflediler ki korku ve tereddüt yayılsın. Örneğin; Bamernê sınır değildir. Peki niye vurdular? Ne için? Ve bunun hesabını kim sordu? Bildiğimiz kadarıyla kimse sormadı. Biz kendi açımızdan sorduk. Bu insanlarımızın intikamını almak için Heftanin’de özellikle eylem yapıldı. Yani bu saldırıları düşman bilinçli yapıyor. Halkımız bilmeli; bu tür saldırıları mesaj vermek için yapıyorlar. Hatta Güney siyasetine de mesaj vermek istiyorlar. Yani bilinçli yapıyorlar. Onlarda insanın yüzünü bile tanıyacak teknik imkanlar vardır. Tanıyabilir; aracın içerisinde kim olduğunu tespit edebilecek ve tanıyabilecek imkanları vardır. Peki niye vurdular? Arkadaşlarımıza da sorduk; yanlarında bizden kimse yoktur. Yani yolda giden insanlar hedef haline gelmişlerdir.
Bu şehitlerimiz Kürdistan Özgürlük Mücadelesinde yaşatılacaktır ve kanları yerde kalmayacaktır. Halkımız da bilmeli ki; karşımızdaki düşmanın böyle kanlı planları vardır. Zaman zaman bu biçimde sivillere dönük açık saldırılar yapıyor. Kimse bunların üzerini örtmemeli. Bazıları üzerini örtüyor. O PKK’yi vuruyor diyenlere soruyorum: Bamernê’de o arabalarda hiçbir PKK’li var mıydı? Orada herhangi bir PKK üssü var mı? Peki o zaman ne için hedef oldular? Dolayısıyla hakikati herkes görmeli ve biz halkımızın da bu gerçeği gördüğüne ve gerekli tutumu alacağına inanıyoruz.
CPT, 2019 İmralı raporunu açıkladı. Tecride karşı mücadele bağlamında bu raporu nasıl anlamak gerekiyor?
Her şeyden önce şuna değinmek gerekir; Önder Apo, Türkiye’nin yakaladığı bir esir değildir. Uluslararası güçler tarafından Türkiye’ye teslim edilen bir esirdir. Yani bir komployla esir alınmıştır. İmralı sistemi de Avrupa ve ABD’nin ortaklığıyla yapılmıştır. Yani İmralı’da mevcut olan tecritte aslında bu güçlerin de sorumluluğu vardır. Tabii ki CPT’nin de sorumluluğu vardır. Göründüğü kadarıyla, aslında CPT bu güçler tarafından kontrol etmek için görevlendirilmiş ama geçen süreç içerisinde ciddi bir kontrol yapmamış. Zaman zaman tespitler yapmıştır. Şimdi de bazı tespitler yapmıştır. Tabii geçen yıl gitmiş, bu yıl yayınlamış. Kuşkusuz CPT’nin de orada yaşananlardan sorumluluğu vardır.
Raporda belirtilenler aslında tam anlamıyla bir tespit değildir; adeta bazı şeyleri korkuyla dile getirmişler ama bu belirttikleri şeyler de önemli şeylerdir. Yani CPT’nin söylediği bu şeyleri yıllardır bizler dile getiriyoruz. Nedir? İmralı’da tecrit vardır ve bu tecrit bir işkencedir. Orada hukuksuzluk vardır; orada adaletsizlik vardır, orada ahlaksızlık vardır. Orada yaşanan şeylerin, Türkiye de dahil olmak üzere hiçbir ülkenin yasasında yer yoktur. Türkiye’nin yasalarına göre bile zindanda tutuklu olan bir kişinin bazı hakları vardır. Aile görüşü, avukatlarıyla görüşme, telefon hakkı vardır ama bunların hangisi bugün İmralı’da uygulanıyor! Bununla birlikte bütün evrensel kurumlar tarafından tecridin bir işkence olduğu tespit edilmesi gerçekliği vardır. Bir psikolojik işkencedir.
Kısacası bugün İmralı’da bir işkence yürütülüyor ve CPT de bunu en sonunda tespit etti. Öncesinde de bunun gibi bazı şeyleri söylemişlerdi ama takipçisi olmuyorlar. Ağırlıklarını koymuyorlar. Aslında devletleri de izlemeleri gerekiyor. Uluslararası Komplo’ya dahil olan tüm devletlerin bugün orada yaşananlarda sorumlulukları vardır. Biz onların insani sorumluluklarına sahip çıkmalarını istiyoruz. Orada insanlık dışı şeyler yapılıyor; orada insanlık ayaklar altına alınıyor, orada hukuk çiğneniyor. İşte CPT’nin bu tespitine göre de bu husus, üzerinde ivedilikle durulması gereken bir husustur. Bunun için tabii ki mücadele gereklidir.
Kısacası, eksikleri de olsa Türk devletinin orada hukuku ve insan haklarını çiğnediği ve bir işkence sistemini yürüttüğü CPT raporunda dile getirilmiştir. Bütün insan hakları örgütleri ve ilgili kuruluşlar bu konuda mücadeleyi daha da yükseltebilirler. Yine gerek yurt içinde gerekse de yurt dışında olsun, yurtsever halkımızın eli CPT’nin bu açıklaması çerçevesinde daha da güçlenmiştir; daha fazla mücadele etmesi gerekiyor. Hepimiz İmralı’daki işkence sistemine karşı mücadeleyi güçlendirmeliyiz. Tabii ki siyasi yanları da vardır. Mesela zaman zaman Kürt siyasetçileri, tecrit kalkarsa Türkiye’de durumun değişeceğini belirtiyorlar ya; bu zaten doğru bir tespittir. Tecrit siyaseti, dışarıya faşizm olarak yansıyor. İmralı’da uygulanan tecrit bugün tüm Türkiye zindanlarında hâkim hale gelmiştir. Yani tecrit faşizmdir; tecrit insan haklarının çiğnenmesidir, tecrit işkencedir ve buna karşı mücadeleyi daha fazla yükseltmeliyiz. CPT’nin bu açıklaması da bunun zeminini daha olgun hale getirmiştir. Dolayısıyla bundan sonra yurt içinde de uluslararası alanda da mücadele daha da yükseltilebilir, çok daha fazla güçlendirilebilir ve bu biçimde tecride karşı durulabilir.
37. 15 Ağustos yılı vesilesiyle son bir mesajınız var mı?
Kürdistan Özgürlük Mücadelesi, 15 Ağustos Atılımı’nın 36. yıl dönümünde çok önemli bir dönemden geçmektedir. Bu önemli dönemde Kürdistan’da yaşanan savaş, halkımızın ve bölge halklarının geleceğini belirleyecektir. Bu savaş, tarihi bir savaştır. Kürt halkını, Türk halkını ve bütün bölge halklarını bu AKP-MHP faşizminin pençesinden kurtarmak için mücadelemiz daha da yükselecektir. Herkes bunu bilmelidir. Bu temelde bütün yurtsever ve demokratik kesimlerden isteğimiz 37. yılda bu mücadeleye daha fazla katılmaları ve destek sunmalarıdır.
Bütün Kürdistan gençliğine çağrımız şudur: 37. yılı direnişin yükseldiği bir yıl yapmak için ve bu yürüyüşü artık Kürt halkının ve Önder Apo’nun özgürlüğü yürüyüşü haline getirmek için bütün Kürt gençlerini katılmaya çağırıyoruz. Gerillaya katılmalıdırlar, mücadeleye katılmalıdırlar. Bu yılı gerçekten büyük bir mücadele yılı haline getirmenin imkanları vardır. İşte düşman bir kriz halindedir ve mücadele yürütmenin zemini şu an her dönemden daha elverişlidir. Biz bu mücadeleyi daha üst bir aşamaya ve başarıya götürebiliriz. Bu inançla bir kez daha tüm halkımızın Diriliş Bayramı’nı kutluyorum ve 37. yıl mücadelesinde herkese başarılar diliyorum.