Bizimle iletişime geçin

Söyleşi

Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’nın 50. ölümsüzlük yılı | Muzaffer Oruçoğlu: Kaypakkaya’yı Özgün Kılan, Kendini Devamlı Kuran ve Yıkan Komünist İnsanın Düsturudur!

Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’nın 50. ölümsüzlük yılına ilişkin hazırladığımız söyleşi dizisini sizlerle paylaşıyoruz…

Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’nın 50. ölümsüzlük yılına ilişkin söyleşi dizisi gerçekleştiriyoruz.

Kaypakkaya’nın 68 kuşağı içerisindeki özgün yanı, 68 kuşağı ve özelde Kaypakkaya’nın tarihsel mirası, Cumhuriyetin ikinci yüzyıl tartışmaları ve Kemalizm’in günümüzdeki durumu, Kaypakkaya’nın ve 68’in günceldeki önemi gibi sorulara cevap aradığımız söyleşi dizimizin üçüncü konuğu Muzaffer Oruçoğlu.

Muzaffer Oruçoğlu ile gerçekleştirdiğimiz söyleşi şöyle;

İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. O’nun yaşamına şahitlik ettiniz. Bugün izleniminizde nasıl bir Kaypakkaya var?

M. Oruçoğlu: Mevcut ülke ve dünya şartları, Kaypakkaya’nın yaşamı ve düşüncesi ile dün olduğu gibi bugün de canlı olduğunu gösteriyor. Bu canlılık, tehlikeli bir cüretten, emeğin anlam yaratan yetisini ve vicdanını varlık sahasına yayma, onu hakikate dönüştürme cüretinden güç alıyor. Bu bakımdan geçmişte değil şimdide olan bir Kaypakkaya izlenimine sahibim.

Kaypakkaya’yı 68 kuşağı içerisinde özgün kılan neydi?

M. Oruçoğlu: Kaypakkaya’yı 68 kuşağı içerisinde özgün kılan, her şeyden önce yeni insan, yeni toplum anlayışıydı. Yeni insan onun gözünde, işçi sınıfı ve yoksul köylülükle, yaşamın asıl yaratıcılarıyla kaynaşan, onları bilinçlendiren, yepyeni bir yaşam kültürüyle donatan komünist insandır. Komünist yaşam tarzına sahip olan komünist insan ona göre insanileşmenin en üst düzeyidir. Yürüyüşü, mülk dünyasına, onun devletlerine ve yarattığı mülk duygusuna karşı olan bu insan, sürekli bilgi ile donanan, bilgiyi güce dönüştüren, mülksüz ve vatansız bir insandır.

Yeni yaşam, İktidarın uzun bir mücadele sürecinde parça parça alınmasıyla birlikte, parça parça kurulacaktır. Bu bakımdan o, yeni yaşamın kurulmasını, merkezi iktidarın alınmasından sonraki sürece ertelemez. Her komünist, nerede olursa olsun işe, kendisini kuşatan çok yönlü gerçekliğin değiştirilmesi aşkıyla başlar. Bu hem yeni insanın kendisini hem de çevresini değiştirme işidir. Merkezi iktidar zapt edilsin veya edilmesin, yeni insanın bir var olma tarzıdır bu. Ezilen dünyanın mecbur insanıdır o. Ayağını bastığı, havasını soluduğu gerçekliği tanımaya mecburdur. Gerçekliği canlı ve değişken kılan, anlamlı ve kaliteli kılan çok yönlü zenginliğin muharrik güçlerini, çelişkilerini tespit etmek, kavramak mecburiyetindedir. Asıl ve can alıcı olanı, kavrandığı zaman güce dönüşecek ve değişimi hızlandıracak olanı diğerlerinden ayırmak durumundadır. Yeni insanın vazgeçilmez düsturu ve duruşudur bu.

Yaşam cevheriyle donanma ve yaşama yüklenme düsturudur. Kaypakkaya’yı özgün kılan bir düsturdur. Yaşamın bizzat içinde, ileri ile gerinin, galibiyet ile mağlubiyetin birbirine dönüştüğü baş döndürücü yaşam çelişkilerinin içinde, kendini durmaksızın kuran ve yıkan komünist insanın düsturudur. Kaypakkaya’yı özgün kılan şeylerin başında gelir bu.

Cumhuriyetin ikinci yüzyılına gireceğimiz bu günlerde “Demokratik Cumhuriyet” güzellemeleri ve “ulusalcı-cumhuriyetçi” medeniyet paradigmaları ve resmî ideoloji konularını Kaypakkaya’nın fikirleri üzerinden nasıl değerlendirebiliriz.

M. Oruçoğlu: Kaypakkaya, yazılarını kaleme aldığı 1973 yılına kadar olan Cumhuriyeti, yarı-sömürge, yarı- feodal bir ülkeye hâkim olan komprador burjuvazi ve toprak ağalarının faşist ve yarı-faşist iktidarlarının hüküm sürdüğü bir cumhuriyet olarak değerlendirdi. Bu doğru muydu? Bence doğruydu. Kaypakkaya’dan sonra bu Cumhuriyetin söz konusu niteliğinde tayin edici bir değişim oldu mu? Bence olmadı. Süreç, faşist ve yarı-faşist niteliğini, tayin edici olmayan belli değişimlerle birlikte sürdürdü. Söz konusu bu değişimleri, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da süren devrimci demokratik hareketler, 68, 78, Gezi ve özellikle de Kürt direnişi yarattı. Bugünkü süreç, yarı-faşist bir diktatörlük sürecidir. Bu sürecin hâkim sınıfların şu veya bu kanadının gerçekleştireceği reformlarla demokratik bir cumhuriyete dönüşeceğine ben inanmıyorum.

Diktatörlüğün pekiştirilmesi çabaları, çatışma öğelerinin kızışmasıyla birlikte sürüp gidiyor. Demokratik cumhuriyeti kuracak olan güçler, devrimci demokratik halk güçleridir. Bu güçlerin bugünkü durumda çok güçlü bir varlık göstermedikleri de açıktır. Bu uzun bir konu. Bunu geçelim.

21 yıllık AKP iktidarı dönemindeki Ilımlı İslam ve yeni Osmanlıcılık fikri dolayısıyla Kemalizm yeniden “bir kurtuluş reçetesi” olarak halkın gündemine sokulmuş durumda. Kemalizm’in günümüzde ki durumunu Kaypakkaya’nın tespitleri doğrultusunda değerlendirir misiniz?

M. Oruçoğlu: Kemalizm her dönem bir kurtuluş reçetesi olarak görüldü. Bunda tabi, ülkenin emperyalist işgalden kurtarılması ve saltanatla hilafetin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun yani Öğretim Birliği Yasası’nın kabul edilmesi, kadınlara seçme seçilme haklarının tanınması ve bunlar gibi modernleşmeye hizmet eden reformların etkisi oldu. Hiç kimse ve hiçbir hareket, Kemalist hareketin komprador sınıf niteliği üzerinde durmadı. İşgali kaldıran ama yarı sömürge ve yarı feodal yapıyı koruyan bu hareketin modernist faşist niteliğini tartışmaya yanaşmadı. Grev ve sendika kurma hakkı yok edilmiş, burjuva muhalefet dahil tüm muhalefet susturulmuş, varlığı inkâr edilen Kürt halkı tenkile tabi tutulmuş, Türkçülük, Hitler ırkçılığını çağrıştırırcasına yüceltilmiş olmasına rağmen, cumhuriyetin faşist niteliği berrak bir şekilde görünmesine rağmen hiç kimse ve hiçbir hareket bu vahim durumu ciddi bir şekilde tahlil etmeye yanaşmadı. Gele gele bu duruma geldik.

Şu an Kemalizm’in en çok itibar gördüğü ve kurtuluş reçetesi olarak gösterildiği bir dönemi yaşıyoruz. Dönemlere göre vitrinini düzenleyen, kendisine çekidüzen veren Kemalist hareketin partisi CHP şu an devrimci demokratik hareketlerin çoğunluğu tarafından destekleniyor. Bu çok şaşırtıcı bir durum değildir. TKP dahil, orta ve küçük mülk sahiplerinin siyasal hareketleri Cumhuriyet tarihi boyunca aynı destek siyasetini sürdürdüler. Bu, Türkiye’ye özgü bir durum da değildir, dünya sınıf mücadeleleri tarihi bu tip örneklerle doludur. Mülk sahibi sınıfların birbirlerini desteklemeleri şaşıracak bir durum değildir normal bir durumdur. Her hâkim sınıf siyasi hareketinin asli görevlerinden biri, işçi sınıfından en üst sınıflara katar bütün sınıf ve kategorileri peşine takmaktır zaten.

 Günümüzün Kemalizm’i, kendini büyük bir gayretle ülke ve dünya şartlarına uyarlamaya çalışıyor. Bunu yaparken, halkın muhafazakâr büyük çoğunluğunun değerlerine sarılıyor. Geçmişte cebelleştiği Terakkiperver- Demokrat Parti-Adalet Partisi- Anavatan Partisi hattına yakın bir hat izliyor. Şu an mücadele ettiği baş muhasımının milliyetçi söylemlerine, değerlerine, sahip çıkıyor. İslami yükselişin yarattığı iklimin etkisiyle dilini yeşillendiriyor. Sınır ötesi saldırı ve işgallere destek veriyor. Ülkedeki beş milyon mülteciyi kapı dışarı edeceğini söylüyor. Kürt ve Alevi sorununun çözümü konusunda dikkate değer bir şey söylemiyor. Hal böyle olunca, halkın gözünde, temel sorunlara yaklaşım noktasında birbirine benzeyen iki ana parti beliriyor. En iri, en azılı, en karanlık olan milliyetçi İslamcı kanat, kitlelerin gözünde kendi değerlerine sahip ve sahici bir güç gibi görünüyor. Onun karşısındaki Kemalist kanat ise kendini halkın en geri kesimine uyarlamaya çalışıyor. Bunun için eski değerlerinin bir bölümünü askıya alıyor. Değişim vaat ediyor ama bunu milliyetçi, İslami değerlerle süslüyor. İslamcı ve milliyetçi partilerin bir bölümünü ittifak şemsiyesinin altında toplamaya çalışıyor. Tüm bu yaptıklarıyla da halkın gözünde baş muhasımına benzeme gayreti içinde olan bir güç gibi görünüyor. Dinin ve milliyetçiliğin yükselişine destek veren bu ana muhalif kanadı da devrimci ve demokratik güçler yeterince teşhir etmiyor, bu bir yana, ona destek veriyor. Onun bir kurtuluş umudu olarak gösterilişine karşı etkin, eleştirel bir duruş sergilemiyor. Bu bir sorun. Ciddi bir sorun.

Dünya ve Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketinin içinde bulunduğu durumu göz önüne alırsak 68 kuşağı ve özelde İbrahim Kaypakkaya bize hala neyi öğütlüyor?

 M. Oruçoğlu: Dünyayı iki şey tehdit ediyor. Bunlardan birincisi sürekli yükselen silahlanma ile dünya savaşı tehlikesi, ikincisi ise iklim krizidir. Bunlar birbirlerini ateşleyen ve dünyayı felakete doğru sürükleyen iki tehlikedir. İklim krizi, kitlesel açlıkları, göçleri ve bölgesel savaşları tetikleme özelliğine sahiptir ve geleceğin devrimlerine kaynaklık edecek öğelerden biri gibi görünüyor. Durum, komünist güçlerin, insanı ve doğayı yıkan, yerküreyi bir bütün olarak kışlalaştıran güçlere karşı, hayatın tüm alanlarında hazırlanmalarını telkin ediyor. Bu hazırlığın doğasını sadece dünya ezilenlerinin yaratıcılığı tayin etmiyor; bu esas olmakla birlikte ezenlerin tepeden tırnağa silahlı olması, iktidara barışçıl geçiş imkanını tanımaması da tayin ediyor. Şu ana kadarki tarih, İsa yönteminin sonuç vermediğini, çarmıhla noktalandığını, yeryüzünü tevekkül ve kefaret kültürüne mahkûm ettiğini gösteriyor; Spartaküs yönteminin de çarmıhla noktalandığını ama yeryüzüne kırılmış bir zincir ve özgürlük çağrısı olarak döndüğünü gösteriyor. Bu çağrı, hem 68’in ve onun siyasal olarak gelişmiş, en ileri noktasını temsil eden Kaypakkaya’nın hem de günümüzün çağrısıdır. Mülk dünyası var oldukça, bu çağrı tüm canlılığı ile, durmaksızın yenilenen özü ve biçimiyle var olacaktır. İşin özü budur bence. Dünyaya fazla girmek istemiyorum. Girince bakışlarım ve izlediğim hat çatallaşıyor.

Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?

M. Oruçoğlu: Can sağlığı ve tüm yaşam alanlarında canlılık, enginlik, derinlik ve iyimserlik temennisi…



Aralık 2024
PSÇPCCP
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
3031 

Daha Fazla Söyleşi Haberler