Maddi gerçek ile bilinç/teori ile pratik arasında mutlak bir bağ vardır. Objektif gerçek, siyasi kaygı ve yorumdan azade olarak ‘‘şey‘‘lerin bilince yansımasının çıplak halidir. Nesnel gerçekler tarif edilerek bilinç tarafından kavramsallaştırılırlar. Bu anlamda her kavram veya argüman nesnel gerçekte karşılık bulur. Nesnel gerçekte karşılığı olmayan tek kavram yoktur. Ancak özünde sınıflar karşısında kayıtsız olan objektif gerçeğe karşın formülasyon, kavram ya da argümanlar bir üst-yapı unsuru olarak sınıf kültürü, siyaseti, bakış açısı ve karakterini yansıtır ve taşırlar. Her sınıf kendi dünya görüşüne uygun olarak kavramsallaşmalara gider veya bu kavramlara anlamlar yükler, sınıf çıkarlarına göre ele alıp biçimlendirirler.
Demokrasi, özgürlük, adalet, hak-hukuk gibi evrensel argümanlar da sınıfların dünya görüşü ve çıkar endeksli yaklaşımlarına tabi kalırlar. Her sınıfın kendine has demokrasi, özgürlük, hukuk ve adalet anlayışı vardır. Ki, bu argümanlar özünde sınıf karakterleriyle anlam kazanırlar. Sınıflardan bağımsız bir demokrasi tarifi, bir adalet ve hukuk anlayışından söz edilemez. Sınıflar üstü demokrasi, hukuk ve adalet yoktur. Bunların her biri mutlak biçimde bir sınıf damgası taşır. Burjuvazinin kendi demokrasi anlayışı, kendi hukuk ve adaleti vardır, proletaryanın kendi demokrasi anlayışı, hukuku ve adaleti vardır. Sınıflar üstü demokrasi, hukuk, adalet iddiası ya da savunusu özünde burjuva bir tez olup, safsatadan ibarettir. Bunda net ve berrak fikre sahip olmak şarttır. Sınıflar arası fark ve sınıfsal değerler sulandırılıp ortadan kaldırılamazlar.
Burjuva manipülasyon, çarpıtma ve demagoji sahtekarlığının etkin ve geçerli olduğu alanlardan biri, sınıf farklılıklarının silikleştirilmesi, devrimci sınıf bilincinin muğlaklaştırılması, değerlerinin altının boşaltılarak yozlaştırılması ve birer silah olan argümanların çürütülerek elinden alınması alanıdır. Burjuvazinin, siyasi tasfiye hedefiyle yürüttüğü ideolojik kültürel tasfiye saldırısı bu alanda yürütülür ve son derece sinsi biçimde planlanarak uygulanır. Bu saldırıda burjuvazi kendi ideologlarını kullanmaya özel önem verir. Bu sinsi saldırı devrimci sınıf cephesine sızarak buralarda da karşılık bulur. Dolayısıyla, kavram ve argümanlar, değer ve aidiyetler, ideoloji ve kültürel alanlarda yürütülen tasfiyeci saldırı ciddi bir tehdit olarak devrimci sınıf hareketinin karşısına dikilir. O halde devrimci sınıf hareketinin sınıfsal farklılıkları silikleştiren tasfiyeci saldırılara karşı uyanık olup titizlikle kendi sınıf değerlerini koruması, argüman ve kavramlardaki sulandırmalara karşı sınıf bilinciyle direnç göstermesi şarttır.
Burjuvazi açıktan karşı koyamadığı evrensel ya da ortak toplumsal değer ve kültür haline gelen argüman veya kavramları vb. vs. sahiplenme sahtekarlığıyla onları yozlaştırmaya, sınıf niteliklerini silikleştirip yok ederek burjuva zemine çekmeye çalışır. Yetiştirilmiş uzmanlarını, toplum bilimci, demagog ve ideologlarını basın-yayın ve tüm medya üzerinden harekete geçirerek ideolojik-kültürel kuşatmayla toplum bilincini bulandırıp tehlikeli bir tasfiye süreci geliştirir. Ne yazık ki, sınıf bilinci keskin olmayan birçok kesim de devrimci sınıf cephesinden bu burjuva koroya katılmakta gecikmez. İdeolojik kültürel tasfiyecilik burada gerçek manada ciddi bir tehdide dönüşmüş olur.
Uzlaşmaz sınıf düşmanlığında sınıflar arasında barış son tahlilde sınıf işbirlikçiliğidir
Kavram ve argümanlar üzerinden yürütülen ve etkili olan en belirgin ve yaygın ideolojik-kültürel erozyon saldırısının somutlandığı örnekleri sıralamak sorunun anlaşılması için faydalı olacaktır. Ki, bu somut örnekler demokratik ve devrimci sınıf hareketi cephesinde yaşanan büyük karmaşa ve bulanıklığı yalın biçimde göstererek kanıtlamaktadır.
Burjuvazi, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü tüm anlam ve içeriğinden arındırarak, Dünya Kadınlar Günü olarak burjuva zemine çekip yozlaştırmayı amaçlamaktadır. Bu günün yüzlerce kadın emekçinin canı pahasına ağır bedel ve mücadelesine dayandığını unutturmak istiyor. Ne yazık ki, burjuvazinin bu saldırısı devrimci sınıf hareketinde de karşılık bulabilmektedir. Sağa-sola çekmeye gerek yok; burjuvazi hangi sebeple emekçi kavramını çıkararak 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün sınıf niteliğini ve devrimci manasını yok edip burjuvalaştırıyorsa, bizler de aynı biçimde tersi gerekçe ve kaygıyla emekçi kavramını ısrarla korumalı, devrimci içeriğine uygun olarak 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak savunmada sağlam durmalı, sınıf tavrıyla yaklaşmalıyız. ‘‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü‘‘ yerine, ‘‘Dünya Kadınlar Günü‘‘ şeklinde kullanılan argüman masum değil, burjuvazinin ideolojik-kültürel tasfiye saldırısının sinsi bir parçasıdır.
Aynı burjuvazi, işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ı, tarihsel anlam ve devrimci içeriğinden arındırarak ve işçi-emekçilerin dökülmüş kanlarıyla kızıllaşıp anlam kazanan, dolayısıyla sınıflar mücadelesinde tıpkı 8 Mart gibi bir mevzi ve kazanım olarak değer taşıyıp mücadelede silaha dönüşen özünü çarpıtarak, onu bahar bayramı gibi gülünç ve ama sinsi saldırılarla anlamsızlaştırmaya çalışıyor. Burjuvazinin tasfiyeci saldırısının kavramlar ve argümanlar ya da tarihsel günler olarak sınıflar mücadelesinde silaha dönüşmüş anlamlı tarihler üzerinden yürüttüğü, işçi sınıfının Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü olan 1 Mayıs’ı şahsında da somutlamaktadır. 1 Mayıs’ı, işçi sınıfının Birlik, Dayanışma ve Mücadele günü olmaktan uzaklaştırılması doğrudan sınıfsal bir tutumdur ve bizler de bu sınıf saldırısına karşı sınıf tavrıyla yanıt vermek durumundayız. Kavramlar üzerinde oynamanın masum olmadığını bir kez daha tekrarlamak yerinde olur.
Barış propagandası yapılır ama kiminle nasıl bir barış sorusu esasta boşlukta bırakılır. Savaşa karşı çıkılır ama hangi savaşlara karşı çıkıldığı genellikle sahipsiz bırakılır. Bunlarda, cılız tavrı es geçersek, sınıf tavrı söz konusu değildir. Gerici savaşlara karşıyız, devrimci savaşlardan yanayız diyen sesler yok denecek kadar cılızdır. Burjuvaziyle yapılacak bir sınıf barışına karşıyız, taktiksel barış propagandasından yanayız ama barış siyasetine/barışın siyaset haline getirilmesine karşıyız, uzlaşmaz sınıf düşmanlığında sınıflar arasında barış son tahlilde sınıf işbirlikçiliğidir diyen pek az kesimler bulunmaktadır.
Devlet-millet-bayrak milliyetçi çığırtkanlığıyla, burjuva devlet halkın devleti olarak lanse ediliyor, diğer ulus ve azınlıklar yok sayılarak Türk milliyetçiliği dayatılıyor, burjuva egemen sınıfların bayrağı ise tüm halkın bayrağı olarak yutturulmaya çalışılıyor. Devletin kimin devleti olduğu, bu baskı örgütünün hangi sınıfları baskı altında tuttuğu ve hangi sınıfların çıkarlarını koruduğu ya da bu çıkarlar uğruna hangi sınıflara baskı uyguladığıyla, anayasasıyla, yargısıyla, siyasi erkiyle, hapishane ve bürokrasisiyle hangi sınıflara hizmet ettiği ve hangi sınıfları ezip sömürdüğü gerçekliğiyle alenen ortadadır.
Buna karşın, burjuvazi manipülasyon ve demagojiyle kendi baskı ve egemenlik aracı olan sınıf devletlerini tüm toplumun, halkın, milletin devleti olduğunu propaganda etmektedirler. Oysa devlet, emperyalist güçlerin tahsildarı bir avuç egemen burjuvazinin devletidir. Buna karşın burjuvazi o kadar etkili bir bilinç empoze ediyor ki, geniş toplumsal kesimlerde ‘‘benim devletim‘‘ sahiplenmesine yol açarak gerici-faşist devletle bütünleşmeye ve ona karşı mücadeleye karşı pozisyon almaktadır. Devletin sınıf niteliğinin deşifre edilerek kitlelere doğru bilincin taşınması gerekliyken, devlet kavramının sınıf karakterinden bağımsız olmayacağı, dolayısıyla burjuva sınıfın damgasını taşıdığı propagandayla teşhir edilmek durumundadır. Bu devlet bizim devletimiz değil, emperyalizmin kuklası olan bir avuç burjuvazinin devletidir diyen, komünist ve devrimciler dışında bunu alenen söyleme cesareti gösteren yoktur. Elbette ki, geniş toplumsal kitleler burjuva manipülasyon ve demagojik propaganda altında devletin kendi devletleri olduğu bilincine sahip olurlar. Milliyetçilik burada hortlar, bayrak sevdası bu zeminde kökleşir.
İnsanlık toplumunun tüm tarihi boyunca yükselen değerlerin başında adalet, özgürlük, demokrasi gibi argümanlar gelir. Bunların basit birer kavram olmayıp, içeriği sınıfsal nitelikle dolu başlı başına birer argüman olduğu tasavvur edilirse, bu argümanlar üzerindeki oynama, deformasyon, silikleştirme ve sınıf içeriğinden uzaklaştırma özündeki burjuva ideoloji kültürel tasfiyeci saldırılar da daha net anlaşılmış olur. Ve bu argümanlarla oynamanın nelere yol açacağı; bu sulandırmanın demokrasi, adalet-hukuk ve özgürlük mücadelesini anlamsızlaştıran birer saldırı olduğu şeklindeki arka planı daha çıplak görülmüş olur.
Demokrasi ve özgürlük sınıf niteliğinden bağımsız değildir
Bilinçli olarak ve ısrarla, bu argümanların sınıfsal niteliği vurgulanmak, sınıf ideolojisi, kültürü, siyaseti ve değerleri olduğunun altı çizilmek durumundadır. Her sınıfın kendi adalet ve hukuk sistemini oluşturduğu ve buna mutlak biçimde ihtiyaç duyduğu, egemenlik ve tahakkümünü, sömürü ve saltanatını sürdürmek ve gerici çıkarlarını korumak için kendi hukukunu oluşturup tesis ettiği bilinmek durumundadır. Burjuvaziye ait hukuk ve adaletin proletarya ve emekçi kitlelere ait bir hukuk ve adalet olmadığı, olamayacağı kesinlikle tespit edilmek durumundadır. Demokrasinin, özgürlüğün de hakeza sınıf niteliğinden bağımsız olmayıp, doğrudan sınıfsal ürünler olduğu, egemen sınıfların damgasını taşıdığı kesin biçimde teslim edilmek durumundadır. Burjuva mülkiyet sistemi, burjuva adaletin, hukukun temelidir. Demokrasi ve özgürlük biçimleri de aynı temelden beslenir ve kendi özgürlükleri, yani sömürü ve baskı özgürlüğü olarak biçimlenir. Burjuva demokrasinin, burjuvazi için baskı ve sömürü özgürlüğü, emekçi kitleler için baskı ve sömürü anlamına geldiği inkar edilemez gerçektir. Fakat burjuvazi asla dürüst olmaz ve açık davranmaz. Kendi devlet, demokrasi ve hukukunu burjuva sınıfa ait olduğunu, burjuvazinin talan ve egemenliğini koruduğunu kabul etmez, bilakis devletin tüm toplumun-halkın-milletin devleti olduğunu, hukuk karşısında her toplumsal ferdin eşit olduğunu, tüm toplumun özgür olduğunu büyük bir riyakarlıkla söyler, propaganda ederek topluma empoze eder.
Kuşkusuz ki, örgütlü devrimci sınıf hareketinin tavrı bu konularda nettir. Devrim mücadelesi ve kalkışması bu gerçeği açıklar. Ancak demokratik ve devrimci hareket cephesi her zaman bu yalınlıkta bulunmaz. Sınıf bilinci keskin olmayan, sınıf tavrı cılız olan ve özellikle de burjuva ideolojik-kültürel tasfiyeci saldırıların tesirinde kalan belli kesimler, sınıf niteliği ve gerçekliğine yaklaşmadan belirsiz veya sınıflar üstü bir demokrasiden, özgürlükten, hukuk ve adaletten söz ederler. Kahredici güce sahip olan demokrasi, özgürlük, hukuk ve adalet gibi argümanlara, bunların düşmanı olan burjuvazi bile sahtekarca da olsa sahiplenir. Ama sulandırıp burjuvalaştırmak için sahiplenir. Aynı yelpazede, reformist, düzen içi legalist, pasifist kesimler de katılarak, burjuva demokrasisini, burjuva hukuk ve adalet anlayışını savunup propaganda ederler. Devrimci sınıflar cephesinden burjuvaziye yardıma koşan bu kesimler, demokrasiyi, hukuk ve adaleti sınıflar üstü şeyler olarak propaganda ederler. Oysa, burjuva demokrasinin, burjuvazi için demokrasi ve özgürlük, emekçi halklar için ise baskı, zulüm ve sömürü olduğu karartılamaz gerçektir.
Ortak talep ve söylem olarak demokrasi, adalet, hukuk dillendirilmektedir. Aynı talep ve söylemi muhalefette olan burjuva düzen partileri, yani faşist partiler de dillendirmektedirler. Örneğin, CHP’nin hak-hukuk-adalet sloganı, CHP’nin hangi sınıflar hukuku ve adaletini savunduğu sorgulanmadan devrimci sınıflar cephesindeki kimi güçlerce ortak bir slogan olarak benimsenip kullanılabilmektedir. Dolayısıyla, proleter adalet ve hukuk anlayışına vurgu yapılıp sınıf niteliği belirlenmeden arkasından sürüklenen hak-hukuk-adalet sloganı, burjuva hak-hukuk-adalet için mücadele zeminine oturmaktan kurtulmaz. Burjuvaziyle aramıza kalın sınırlar çekmek durumundayız ki, bu sınırı çekerken kavramlarınızda, argüman ve sloganlarımızda ve tüm değerlerimizde da çekmek zorundayız. Aksi halde burjuva ideolojik tasfiye saldırıları karşısında direnemez, renk değiştirmekten kurtulamayız.
Oysa uğruna mücadele edilecek ve bedel ödenecek olan sadece ve sadece sosyalist ve devrimci demokrasidir. Son tahlilde demokrasiyi ortadan kaldıran komünist sistemdir. Proleter adalettir uğruna savaşılması gereken. İşçi sınıfı ve emekçi halk kitlelerin özgürlüğüdür uğruna dövüşülmesi gereken. Devrimci sınıfların özgürlüğü, demokrasisi, adalet ve hukukudur kazanmamız gererken.
Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesinde yayımlanmıştır