27/10/2018 tarihinde İstanbul’da selefi sultan Tayyip’in çağrısıyla toplanan Suriye zirvesi sonlandı. Zirveye Türkiye’nin yanı sıra Rusya, Almanya ve Fransa devlet yöneticilerinin katılımıyla olması fakat ABD ve İran gibi devletlerin olmaması kendi içinde bazı çelişkilere ve çıkmazlara işaret ederken, bu ülkelerin zirvede olmamaları diğer ülkelerin neye karşılık zirvede yer aldıkları sorusunu akla getirmektedir. ABD ve İran’ın zirvede olmamalarının akla ilk getirdiği şeyin, katılmayan ülkelerin katılımcılara karşı nasıl bir girişim ve “oyun bozan” tutum alacaklarıdır. Örneğin zirvede olmayan ABD bu zirveye karşı hangi karşı ataklara girişecektir. Dengeleri karalarını nasıl ve hangi yönde etkileyecektir. Diğer yandan bölgesel bir güç olarak Hamas, Hizbullah ve diğer bazı yerel İslami hareketler üzerinde etkili olduğu bilinen İran’dan nasıl bir karşı girişim olacağı merak konusudur. Burada ki esas sorun İran’ın yer almadığı veya daha doğrusu yer olmasına izin vermeyenlere karşı İran’ın karşı hamleleriyle İstanbul zirvesinde alınan kararların işleyişini ne kadar engelleyeceğidir. İşin tuhaf bir yanı Soçi, Astana kararlarında aktif olan ve en son İran’da yapılan toplantının doğrudan ev sahipliği yapan İran’ın İstanbul zirvesinden dışlanmasının bir karşılığı olacağı kesindir. Bu karşılığın ne olacağını önümüzdeki dönemde göreceğiz.
Bir başka garip durum ise, İstanbul’da yapılan Suriye zirvesinde Suriye adına kimsenin yer almamış olmasıdır. Rusya var, Almanya var, Fransa var ve fakat Suriye adına kimse yok. Suriye’nin kaderini belirleyecek, geleceğini çizecek ve nasıl bir yönetimin oluşacağı üzerine tartışmaların yürütüldüğü ve kararların alındığı bir zirvede karar alınacak ülkenin temsilcileri olmasın. O ülkenin geleceğine baş ülke yönetimleri karar verecek? Açıktır ki hem uluslararası emperyalist güçler hem de yerel despotik faşist devletler iradesini çiğnedikleri ülkelerin halklarının geleceğine karar vermeye devam edeceklerdir. “Suriye’de nasıl bir yönetim olacağına biz değil, Suriye halkı verecektir. Onu biz burada tayin etmemiz doğru olmaz” diyen İstanbul zirvecileri yalan söylemektedir. Zira Suriye’de Esad rejiminin yıkılmasını en azgın söylemlerle dile getiren selefi sultan Tayyip değil midir? Mevcut Suriye yönetim bürokrasisine çok fazla dokunmadan Esad’ı yolcu etmek isteyen Almanya ve Fransa’nın diplerdeki arzusu bu değil midir? Konuya henüz çok ikna olamayan, nispeten kafası karışık Rus yönetimi “acaba Esad’a zarar getirmeden kendisini görevden alsak çıkarlarımız açısından sonuç getirir” diye aklından geçirmiyor mu? Bütün bunlar zirvede tartışma konusu yapıldığı halde “burada buna biz karar vermemiz doğru olmaz” denilmesi tam bir emperyalist yalan ve faşist-despotik devletlerin sahtekarlığıdır. Yapılan, Suriye halkının ve bölge ezilen ulusların ve halkların kaderini kendilerinin çizmelerine hakaret ve küfretmektir. Bunun böyle olduğu bir başka çarpıcı örnek ise Kürtlerdir. Selefi sultan Tayyip ve Türk devletinin hemen tüm klikleri terörizmle mücadele adı altında Orta Doğu’da milyonlarca Kürt insanın kendi devletlerini kurmalarına karşı zalimane saldırılarda bulunmaktadır. Güney Kürdistan federe devletinin bağımsızlık referandumuna karşı tehditleri akıllardadır. Şimdi batı Kürdistan oluşumuna karşı hakeza silahlı tecavüzlere girişmektedir. Vakti zamanında cihatçı faşistleri Rojava’ya saldırtması ve “düştü düşecek” açıklamaları unutulmuş değildir. Öyle görülüyor ki batı Kürdistan’a karşı yeni ve kapsamlı bir saldırı planları içindedir. Böylesi saldırıya Rusların, Alman ve Fransız emperyalist yönetimlerin tavırlarının yumuşak olduğu ve ciddi bir ses çıkarmayacakları gözükmektedir. Bunlar neyin karşılığında olmaktadır? ABD bu durumda Rojava’da işgal ve ilhakçı Türk ordusuna nereye kadar müsade edecektir? Bu noktada en önemli konu şudur ki Kürtlerin geleceğine takoz koymakla kalmamakta 40 milyonluk bir ulus adına ve nasıl yaşacaklarına karar verilmeye çalışmaktadırlar. Tıpkı Suriye konusunda olduğu gibi. Emperyalist ve gerici tüm güçlerin çıkarları için buluşmayacakları şey yoktur. Keza çıkarları için satmayacakları bir varlık yoktur. Almak ve satmak, sevmek veya nefret etmek gibi şeyler tümüyle çıkarlarına ve ihtiyaçlarına göre değişmektedir.
Şimdi zirvede olanlara ve çelişkilere ve muhtemel sonuçlar üzerinde durmak istiyoruz. Ortaklaşmış gibi gözüken, belli ortak sonuçlara ulaşılmış gibi anlatılanlara dikkatlice bakıldığında gerçekliğin hiç böyle olmadığı anlaşılıyor. İDLİP konusunda belli ki herkes memnun ve ortaklaştılar. Yeni bir mülteci dalgasını ne Almanya ve Fransa istememektedir. Bu nedenle bu konuda Türk devlet politikasına yakın durmaktadır. Ve Rusya zaten İDLİP konusundaki planını posta koyarak Türk devletine kabul ettirmiştir. Ama onun ötesinde İstanbul zirvesinde hangi konularda ortaklaştıkları sorulacak olsa esasa ilişkin bir anlaşmaya varılmamış ama daha çok niyet beyan edilmiştir denilebilir. Niyetlerin ötesine bakıldığında ise Türkiye Esad’ı devirmekten yana iken Rusya Esad’ı gönderme yanlısı değil. Esad, Rusya’nın sağlam bir müttefikidir. Fransa ve Almanya ise Irak-Saddam tecrübesine bakarak Suriye devlet bürokrasisini dağıtmadan Esad’ı görevden indirme yanlısı gözükmektedirler. Dolayısıyla bu nokta zirveci güçlerin birinci ve esas ayrışma ve çatışma noktalarına işaret eder. Putin’in basın açıklamasında “Suriye’de durumun normalleşmesi için dört ülke birlikte çalışmaya devam edeceğiz” demesi bu ayrışma ve çatışmanın çözümü yoluna göndermede bulunsa da bu iş hayli zor çözüme gideceğe benziyor ki önümüzdeki dönemde bu konu yeni zıtlaşmaya yol açacağı ve hatta ortak girişimin de sonu olabilir. Özellikle de Türk yönetimi ile Ruslar arasında. Çünkü Merkel’in “farklı yaklaşımlarımız olsa da ortak bildirgeye imza koyduk. Bir yandan terör bir yandan da kendi halkına karşı bir savaş yürütüyor Esad. Bu zemin kapsamında bir çözüm bulmalıyız. Kimyasal silahların kullanılması konusunda çok hassas olduğumuz bilinmelidir” sözü durumu yeterince açıklamaktadır.
Kürdistan sahası güçlü bir Kürt direnişine çevrilecektir
Suriye’de Anayasa Komitesi Oluşumu ve seçimlerin yapılması planı sürecinde çatışmanın gideceği boyut daha net görülmüş olacaktır. Belki de bu noktalara varılmadan bile iş çıkmaza girecektir. Bir soru üzerine ” muhalefeti dikkate alıyoruz ancak resmi hükümete saygı duyulmalıdır. Anayasa Komitesi resmi hükümet, muhalifler ve STK temsilcilerinden oluşturuldu. İran ile de müzakere edilecektir. İran olmadan bir çözüm olmaz. Çeşitli provakasyonlara karşı Rusya Suriye hükümetine destek hakkını saklı tutar” diyen Putin’in sözleri ayrılık noktalarını anlatmaktadır. Daha zirvenin kapanış konuşmasında bile aba altında sopaların gösterildiği suratsızların suratlarının asık olduğunu görüyoruz.
Şimdi tüm bu gelişmeler ışığında Kürtlerin durumu ne olacaktır. Türk militarizmi açıktan bir Rojava saldırı planı içinde olduğuna ve bunu ilan ettiğine göre ilgili devletlerin tutumu ne olacaktır? Durum öyle gözüküyor ki başlarda yapılacak Türk askeri saldırısına hemen bütün güçler açık ve net bir tavır almayacakları gibi gözüküyor. Böyle olması Türk devletinin rahat olduğu anlamı çıkarılamaz. Birincisi emperyalist ve diğer yerel despotik devlerin çıkarları sonuna kadar bir saldırıya rıza göstermek istemezler. İkincisi ve asıl nokta ise Kürtler başlar da belli mevziler kaybetseler de Kürdistan sahasını güçlü bir Kürt direnişine çevireceklerdir. Tecrübe, politik deneyim, bölge coğrafyasını ve bölgede cirit atan tüm gerici kuvvetlerin ilişkilerini ve çelişkilerini iyi bilen Kürt hareketi bu ilişki ve çelişkilerden yararlanarak direnişi derinleştireceğini düşünebiliriz. Bu tutum (Kürt direnişi) gerici kuvvetler içinde var olan çıkar çatışmalarını daha fazla derinleşmeye götürür. Hiç bir emperyalist güç Kürtleri dikkate almadan saha da istediği manevrayı yeterince yapamayacaktır. Yeter ki Kürt hareketi içinde olduğu zaaflarını aşsın. Yeter ki Kürtlerin arzularını ısrarla yerine getirme azmi içinde olarak politik-taktik hatalara düşmesin. Böyle olması durumununda Kürtlerin geçici kaybı orta vadede yerini yeni ve daha kapsamlı kazanımlara götürecektir. Ne yazık ki ve acıdır ki Kürt hareketinin en büyük zaaflarından biri ulusal birlik yaratamamış olmalarıdır. Böyle olduğu içindir ki gerici güçler içinde biri diğerine bir diğeri ise başka gerici olan diğeriyle var olmaya çabalamaktadır. Güney Kürdistan bağımsızlık referandumu sırasında bu ağır hatayı gördük. Kerkük bu nedenle ne duruma getirildiği ortada değil mi? Şayet bu hatalar kısa zamanda aşılırsa en azında parçalı da olsa değişik bölgelerde özerk bir Kürdistan Kürtler için bilinmez bir tarihin değil yakın zamanın bir gerçeği olacağını var saymak için bütün şartları vardır. Böylesi bir gidişat İstanbul zirvesine ev sahipliği yapan işgalci-ilhakçı Türk devlet temsilcilerinin “sahada olduğumuz için masada da olduk” şövenist böbürlenmesine hakkettiği darbeleri vurabilir. Hatta uzatmalı bir savaş içinde işgalini-hiç değilse Kürdistan’ın bazı bölgelerinde- kırabilir. Ve kendisini dünya egemeni emperyalistlere kendilerinin kolay lokma olmadığını daha da ciddi kabul ettirebilir. Zaten “ortaklaştık, ortak çare içindeyiz” dedikleri anda bile leş yiyen emperyalist mahlukatlar birbirlerine düşüyorlar.
Şimdi komünistlerin devrimcilerin özgür, bağımsız. demokratik ve sosyalist bir Kürdistan şiarını merkezine alarak bulundukları her sahada bu şiar ışığında savaşmalıdır. Özgür Kürdistan, sadece mazlum Kürtler ulusunun değil ezilen tüm halkların prangalarından azad olmalarını getirecektir.