Emperyalizmin özü yayılmacılıktır. Emperyalizm, tarihte ortaya çıkmış çok eski bir olgudur. Bu yanıyla, tarihsel süreç içerisinde, her bir toplumsal formasyonda farklı niteliğe bürünmüştür. Roma, Osmanlı, SSCB, (Rus sosyal emperyalizmi) İngiltere, ABD gibi devlet ve imparatorluklar; farklı toplumsal formasyonlarda sömürgeciliğin önemli örneklerini sunarlar. Sömürgeciliğin özünde yayılmacılık olduğunu ifade etmiştik. Sömürgeci güç, sömürge politikasını çeşitli biçimlerde gerçekleştirebilir. Bu yanıyla sömürgeciliğin gerçekleşme biçimleri oldukça farklıdır.
Ekonomik, siyasal, askeri ve kültürel biçimlerin bazen hepsi aynı anda gözlemlenebilirken; bazen tek bir biçim üzerinden de gerçekleşebilir. Sömürgecilik ve sömürü kavramları, çoğu zaman yanlış anlaşılır. Sömürü, kapitalist sınıfın kendi halkına uyguladığı sömürü durumudur. Sömürgecilik ise egemen yabancı bir devletin, başka halklar üzerinde tahakküm ve sömürü durumunu gerçekleştirme halidir. Bu yanıyla sömürgecilik, sömürüyü kapsar ama tersi olanaklı değildir. Köleci emperyalizm, askeri-feodal emperyalizm, serbest piyasa kapitalizmi dönemi emperyalizmi, tekelci kapitalizm dönemindeki emperyalizm ve sosyal emperyalizm; tarihsel süreç içerinde görülen emperyalizm biçimleridir. Özünde yayılmacılık olsa bile, bir toplumsal formasyondaki sömürgecilik ile diğer toplumsal formasyondaki sömürgecilik arasında önemli farklılıklar vardır. Bu toplumsal formasyonlar arasındaki radikal farklılıkları göz ardı etmek, siyasal olarak hatalı çıkarımlar yapmaya sebebiyet verir.
Tarihsel süreç boyunca sömürgecilik politikaları incelendiğinde, şöyle bir olguyla karşılaşırız: Sömürgeciler, çeşitli dolayımlarla siyasetlerini rasyonelleştirirler. Osmanlı İmparatorluğu sömürgeciliği, cihat ve fetih ideolojisine dayalıydı. Bu bağlamda İslam’ı yayma argümanı, sömürgeciliği rasyonelleştirme noktasında bir dolayım olarak kullanılmıştır. Günümüzde sömürgecilik siyaseti, başka halklara “medeniyet, demokrasi ve insan hakları” götürme dolayımı üzerinden rasyonelleştirilir.
Bu noktada sömürgeciliğin kendisini gizleme ve rasyonelleştirme argümanları, süreç içerisinde değişiklik gösterse bile, sömürgeci siyaset özünde devam ettirilir. Sömürgeci güç, egemenlik kurduğu yaşam alanlarına kendi siyasetini taşır. Toplumsal sistem içerisinde insanların tek bir var oluş biçimi ya da kimliği yoktur. Bu yanıyla sistemin tahakküm ve sömürü ilişkisi çok yönlüdür. Ezilen ulusa mensup bir birey sosyal ve kamusal yaşama katılırken, milli kimliğiyle sürece dahil olmak ister. Egemen ulus kimliği üzerinden yükselen sömürgeci yapı, bu durumun gerçekleşmesini zor aygıtlarıyla engeller.
Ezilen ulusa mensup bir birey, kamusal yaşama ancak ezen ulusun kimliğiyle katılabilir. Türkiye’deki sistem noktasında örnek vermek gerekirse; Kürt, Ermeni, Pontus milliyetine mensup bir birey, sisteme ve onun kurumsal yapılarına ancak bir Türk olarak dahil olabilir. Mahkemelerde savunma hakkını anadilinde değil, egemen ulusun diliyle kullanabilir. Kamu kuruluşları ve resmi hukuk kuralları, sömürgeci gücün siyasetine uygun olarak düzenlenir. Öyle ki sömürgeci gücün mahkeme kararlarının meşruluğu, egemen ulus üzerinden kurulur.
Örneğin; Türkiye Cumhuriyeti’nde katıldığınız herhangi bir mahkemede kararlar, Türk Milleti adına verilir. Okullarda eğitimini sürdürmek isteyen öğrenciler, egemen ulusun kimliğini resmi olarak kabul etmeksizin eğitim kurumlarına dahil olamazlar. Hatta Türkiye’de ezilen ulusa mensup öğrenciler, “varlığını Türk varlığına armağan” etmeye maruz bırakılırlar. Ezilen ulus ve milliyetlere mensup bireyler, sosyal yaşamdan dışlanırlar.
Egemen ulusun ezilen kategorileri; ekonomik, siyasal ve manevi bakımdan çeşitli ayrıcalıklara sahiptirler. Ezilen uluslara mensup işçi ve emekçiler, güvencesiz ve kötü işlerde çalışırlar. Ezen ulusun işçilerinde “ara ustabaşılar” oranı daha yüksektir. Bu yanıyla egemen ulus işçilerinin daha büyük bir kesimi “işçi aristokrasisi”ne dahil olur. Ezen ulusun ayrıcalıklı toplumsal kesimleri, politik yaşamda da bir dizi haklara sahiptirler.
Düşünsel ya da ruhsal olarak ezen ulusun ezilen toplumsal kesimlerin, ezilen ulus ve milliyetlere mensup bireylerden, nefret etmeleri öğretilmiştir. Ezilen ulus ve milliyetlere mensup bireyler nefret ve ötekileştirme siyasetine maruz bırakılırlar. Egemen ulus mensubu işçi, kadın, LGBTİ+ ve tüm ezilen kategoriler de sömürgeci siyasetin yaşamda üretimine katkı sağlarlar. Egemen ulusa mensup kadın, LGBTİ+, işçi gibi ezilen toplumsal kategoriler, nefret ve ötekileştirme siyasetinin aktif, dinamik gücünü oluştururlar. Bu yanıyla sömürgeci egemen gücün politikalarının, suç ortakları haline gelirler. Sömürgecilik ve cinsiyetçilik, iç içe geçmiş bir olgudur: Sömürgeci güç, işgal ettiği ülkede sömürgeci siyasete uygun olarak, milli kimliğe saldırıları çoğu zaman kadın kimliği üzerinden gerçekleştirir.
Türkiye-Kuzey Kürdistan’da; sömürgeci kolluk güçlerinin, milli zulüm politikalarının taciz ve tecavüz üzerinden cinsiyetçi saldırılara dönüştürülmesi bir olgudur. Sömürgeciliğin istila ve fethetme mantığı, cinsiyetçi anlayışta kadının bedenini ve ruhunu istila etme biçiminde tezahür ediyor.
Sömürgeci güç; üzerinde egemenlik kurduğu ulusu ekonomik, siyasal, askeri ve kültürel olarak ilhak edebilir. Türk sömürgeciliği, Libya gibi deneyimleri dışında, egemenlik durumunu gerçekleştirdiği ezilen ulus ve milliyetlerin kimliğini, dilini ve kültürünü de çoğu zaman inkar eder. Sömürgeci siyaset; tekçilik, inkar ve imha siyasetini içerir ama bu durum bütün sömürgeci güçlerin siyasetinde görülmeyebilir. Her sömürgeci güç farklı bir siyaset biçimi izleyebilir. Tekçilik, inkar ve imha Türk sömürgecilerinin uyguladığı sömürgeci siyasetin argümanlarıdır.
Bu durum sadece fiziki bir biçimde gerçekleşmeyebilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet olma durumu, sömürgecilik siyaseti üzerinden gerçekleşti. Bu yanıyla Türkiye’de sistem, ezilen ulus ve milliyetlerin inkarı üzerinden yükseldi. Ermeniler, Kürtler, Lazlar, Pontuslar vb. ulus ve milliyetler; sömürgeci siyasetin çeşitli yönleriyle yüz yüze kaldılar. İnkar, imha, ilhak ve zorla kültürleme anlayışı; Türkiye’deki sistemin üzerinde yükseldiği ana dayanaktır. Emperyalizm ya da sömürgecilik, genellikle kapitalizme özgü bir olgu olarak kavranır. Bu bağlamda emperyalizm, sadece büyük egemen devletlere özgü bir durum olarak algılanır. Bu bakış açısına göre ABD, AB, Rusya, Çin gibi büyük güçler sadece siyasetin failleri olarak görülür ve bu yanıyla emperyalizmin hiyerarşik yapısı anlaşılmaz.
Türkiye Devrimci Hareketi’nin büyük bir çoğunluğu, bu yanlış bakış açısı üzerinden “antiemperyalizm” anlayışını şekillendirir. Bu anlayışa uygun olarak, Türkiye’nin yarı bağımlılık durumundan yanlış çıkarımlar yaparak, Türk egemen sınıflarının siyasetini destekler duruma düşerler. Antiemperyalist mücadele, ezilen sömürge uluslar için geçerli bir siyasal yaklaşımdır. Bunun dışındaki mücadele, emperyalist ve yarı sömürge ülkelerde antikapitalisttir. Bu yanıyla Türkiye’nin aynı zamanda egemen bir güç olduğunu anlayamayan kaba evrimci bakış açısı, Türk sömürgeciliğiyle mücadele etmek yerine; büyük emperyalist güçlere karşı Türkiye’de antiemperyalist mücadele verme yanlışına düşerek, kendi egemen sınıflarının savunucuları haline gelirler.
Sömürü ve tahakküm ilişkisini parçalamak isteyen devrimci bir güç toplumsal formasyonda sistemle iç içe geçen bütün sömürü ve tahakküm ilişkilerine radikal bir biçimde yönelmek durumundadır. Komünal bir yaşam, bütün sömürü ve tahakküm biçimleriyle mücadele etmekle olanaklı olabilir. Sömürü ve tahakküm ilişkisini parçalamak, toplumsal formasyonda sistemle iç içe geçen bütün sömürü ve tahakküm ilişkilerine yönelen bir siyasal anlayışla mümkün olabilir. Artı değer sömürüsüne karşı mücadele; cinsiyetçiliğe, normatif yapılara, sömürgeciliğe ve insan merkezciliğe yönelmedikçe komünal bir alternatif yaşam mümkün olamaz.
Bu makale Sosyalist Öğrenci Hareketi Web sitesinden alınmıştır.