Bizimle iletişime geçin

Editörün Seçtikleri

Kaosu Derinleştiren İsrail’in Saldırganlığı ve Filistin İşgali!

Günümüzün Hitleri unvanını alan Netenyahu ve hükümeti ise, uzun bir aradan sonra elde ettiği büyük emperyalist destekle, bugüne kadar yapamadığını yaparak bölge devletleri ve direniş güçlerini bütünüyle ortadan kaldırmak, bölge halklarına boyun eğdirmek ve “vaat edilmiş toprakları’’ elde etme yolunda doludizgin at sürmektedir.

Orta Doğu kazanının altındaki ateş, ikinci emperyalist savaş sonrasında (1948) BM kararıyla kurulan İsrail devletinden bu yana hiç sönmedi/söndürülmedi. Bölgenin enerji kaynaklarına sahip olmak için bu ateş gerek bölge gerici devletleri ve gerekse emperyalist haydutlar tarafından kimi zaman işgale karşı direnen devrimci örgütlerin varlığı, kimi zamanda direnişe önderlik eden örgütlerin mezhepleri gerekçe gösterilerek kâh harlandı kâh kontrol altında tutularak sükûnete bırakıldı. Elli yılı aşkın süredir devam eden bu savaş hali Hamas’ın 7 Ekim saldırısıyla yeniden harlandı.

İsrail Siyonizm’i öteden beri arzuladığı 1981’deki Şabra-Şatilla vahşet katliamını aratmayacak yeni bir soykırım vahşetine bahaneyi elde etmiş oldu. Başını ABD’in çektiği emperyalist güçlerin desteğini de arkasına almanın rahatlığıyla bu vahşetini tüm bölgeye yayma niyetinde. Direniş Ekseni olarak tanımlanan Yemen’deki Ensarullah’ı, Suriye’deki Haşt-i Şabiileri, Lübnan’daki Hizbullah’ı ve bunların ana destekçisi olarak gördüğü İran’ı vurarak savaş cephesini genişletiyor. Ancak bu örgütler şuan için İran’ın talimatları doğrultusunda savaşın bütün bölgeye yayılmasına gerekçe olmayacak düzeyde savaşa dâhil olmaya dikkat ediyorlar. Fakat İsrail, Hizbullah’a yönelik çağrı cihazı ve telsiz sistemi üzerinden yaptığı siber saldırılarla savaşa yeni bir boyut kattı. Lübnan’a yönelik hava saldırılarını yoğunlaştırmaya başladı ve kara harekâtı hazırlıklarına tüm hızıyla devam ediyor. Ki, bu Lübnan’ı işgal hazırlığını İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi askerlerine yaptığı konuşmasında açıkça ilan etti. Zaten İsrail devleti bu niyetini hiçbir zaman gizlemedi. Kimi zaman uluslararası ve bölgesel dengelerden dolayı bu niyetini açıkça dillendirmedi. Savaşın İsrail’in arzuladığı gibi bölgeselleşmesi şu an için İran ve İsrail’in destekçisi emperyalistlerin işine gelmiyor. İran’ın işine gelmiyor çünkü 79’dan bu yana uygulanan uluslararası ekonomik yaptırımlar sonucu iyiden iyiye zayıflayan ekonomik gücü böylesi büyük bir savaşa girmesine ve sürdürmesine müsaade etmiyor.

İsrail saldırıları ve emperyalist tekellerin duruma bakışı

ABD ve arkasında hizalanan emperyalistlerin işine gelmiyor çünkü birincisi, kirli çıkarları doğrultusunda uşağı durumuna gelen bölge gerici molla devletlerinde şu veya bu düzeyde savaşa dâhil olmalarını getirecek ve bu da bu devletlerle olan ilişkilerini ve çıkarlarını tehlikeye düşürecek olması riskini doğuracaktır. 7 Ekim’e kadar İsrail’le Abraham Anlaşmaları çerçevesinde normalleşmenin başını çekenlerden Suudi Kral’ının “Filistin devleti kurulana kadar İsrail’le yakınlaşmayacağız’’ açıklaması, kendi topraklarında konumlanan Hizbullah’tan rahatsız olan ve çıkmasını isteyen Lübnan’ın telsizler üzerinden yapılan saldır sonrası yaptığı “Hizbullah kendisini savunma hakkına sahiptir ve bu konuda özgürdür” açıklaması, Lübnan’da yaşayan Şii mezhebinin ileri gelen önderlerinden Ayetullah Ali Sistani’nin Lübnan halkına ve devletine, İsrail’e karşı seferberlik çağrısı yapması bu riskin hiçte yabana atılır olmadığının göstergesidir ve muhatapları da bunu anladılar.

İkincisi, Rusya ve Çin’in böyle bir savaşa seyirci kalmayacaklarını ve bunların dâhil olduğu savaşın sonunun nereye varacağını çok iyi biliyorlar. Birinci ve ikinci emperyalist savaşta olduğu gibi emperyalistlerin direkt karşı karşıya gelmeleri ve 3. emperyalist savaş fitilinin ateşleneceği kaygısını taşıyor olmalarıdır. Daha öncede Putin ve Dışişleri Bakanı Lavrov birkaç kez gerektiğinde nükleer silahları kullanma olasılığından bahsetmişlerdi. Putin yeni bir çıkış yaparak, nükleer silahların kullanılması kurallarının esnetilmesinden/genişlemesinden söz etmeye başladı. Bu Rusya’nın büyük bir savaştan kaçınmayacağının ilanı ve ABD ve ortağı diğer emperyalistlere yönelik “ayağınızı denk alın’’ uyarısı ve meydan okumasıdır.

Batılı emperyalist güçlerse böylesine büyük bir savaşa henüz hazır değiller. Özellikle Avrupalı emperyalistler arasında Ukrayna-Rusya, Filistin-İsrail arasındaki savaşlarda kendi aralarındaki çatlakları giderebilmiş değiller. Bu nedenle mümkün olduğu oranda savaşın Filistin soykırımıyla ve İran’ın kontrolündeki vekil güçlerin darbelenerek zayıflatılmasıyla sınırlı kalması için Netanyahu ve başında olduğu hükümeti, ikiyüzlüce de olsa, dizginlemeye çalışıyorlar. Ancak Netanyahu ve iktidarı kendi bildiklerini okuyarak hem bölgesel ve hem de küresel olarak zaten var olan kaosu giderek derinleştirmektedir.

Elbette ki, emperyalist kapitalist sermaye kaos ve savaştan beslenir. Buradan palazlanarak güçlenir. Dolayısıyla emperyalist sermayeden bahsediyorsak, diğer bir anlamda bölgesel savaşlardan da büyük emperyalist savaşlardan da bahsediyoruz demektir. Emperyalistler yönetebildikleri ve hazır oldukları savaşa girerler. Yönetemedikleri, kazanmak için hazır ve emin olmadıkları bir savaşa girmezler. Bu bağlamda İsrail’in savaşı bölgeye yayılarak daha büyük bir savaşın kışkırtıcılığını yapmasını dizginlemeye çalışıyorlar.

Günümüzün Hitleri unvanını alan Netenyahu ve hükümeti ise, uzun bir aradan sonra elde ettiği büyük emperyalist destekle, bugüne kadar yapamadığını yaparak bölge devletleri ve direniş güçlerini bütünüyle ortadan kaldırmak, bölge halklarına boyun eğdirmek ve “vaat edilmiş toprakları’’ elde etme yolunda doludizgin at sürmektedir.

Bir terör devleti olarak İsrail, bütün uluslararası savaş kurallarını hiçe sayarak hastane, okul, sivil yaşam alanları, toplama kampları, mahalle ve pazar alanlarına yönelik havadan ve karadan yaptığı saldırılarıyla, önlerine çıkan her canlıyı katleden işgal ve soykırım savaşını, siber saldırılarıyla istihbarat gücünü ve savaş tekniğiyle hedef gözetmeden sivil kitleleri de katletmekten kaçınmadığını/kaçınmayacağını ortaya koydu.

Bugüne kadar bilim-kurgu filmlerinde gördüğümüz siber saldırıya ilk kez tanık oluyoruz. Siber saldırı, hedefi belli olsa da etki alanı belirsiz olan bir savaş tarzıdır. Siber saldırıların hedefindeki kişiler ve kurumlar belli olmasına karşın, saldırı anında kişilerin bulunduğu ortamlarda ve kurumlarda bulunanların kimler olduğu belirsizdir ve onlarda bu saldırılara maruz kalırlar. Bu anlamıyla saldırılardan etkilenenler, hedefler dışındaki kitleler olurlar. Bu tam bir terör eylemidir ve gerçekleştiren de teröristtir. Bunun ötesinde başka bir şey değildir. İsrail bütün bunları farkında ve bilincinde olarak saldırılarını gerçekleştirmektedir. Amacı hastahaneleri, okulları, mahalle ve pazar alanlarını, göce zorladığı;  göç yolundayken kara ve hava saldırılarıyla on binlerce insanı neden katlettiyse, siber saldırıyla güttüğü amaç da aynıdır. Bölge insanını korkutarak, yıldırarak direncini kırmak ve yerinden yurdundan ederek bölgeyi insansızlaştırmak. Kurulduğu tarihten bu yana yapageldiği gibi, boşalan bölgeleri işgal etmek. Oralara özellikle şeriatçı Siyonistleri yerleştirerek sınırlarını genişletmektir.

Direniş cephesinin ve İran’ın bu son saldırılara ne şekilde ve hangi boyutta cevap vereceği savaşın seyrini belirleyecektir

Bu insanlık düşmanı saldırılar karşısında, başını ABD’in çektiği emperyalist blok tüm yasaklara ve polis saldırılarına rağmen kendi iç kamuoylarında yükselen ve yükselecek olan tepkileri yatıştırmak kabilinde ikiyüzlüce ateşkes görüşmeleri açıklamalar yapmaktan öteye gitmiyorlar.

Bu bir yanıyla kendi iç kamuoylarını oyalamak bir yanıyla da bölge devletleri ve halklarındaki umudu ve iyimserliği kullanarak büyüyen öfkelerini kendilerine bağlama amacı taşısa da, artık bu tür girişimler eskisi gibi etkili olmuyor. Çünkü yıllar yılıdır aynı terennümleri dinleyen halkların ne bu terennümlere inancı kaldı, ne de bu umut bağlayacak halleri. Umutları direniş örgütlerine ve her ne kadar defalarca arkalarında hançerlenmiş olsalar da bölge devletlerine bağlamış durumdalar.

Bölge devletlerinin her biri kendi çıkarları doğrultusunda nüfus alanlarını genişletmek için mezhepsel ayrılıklarını kullanarak birbirlerinin kuyusunu kazmanın derdinde. Filistin meselesi bunlar için Müslüman kamuoyunun gözünü boyadıkları araçtan başka bir şey değil. Yukarıda aktardığımız açıklamalarını ya da ilerleyen günlerde yapacakları olası üst perdeden açıklamalarını da bu çerçevede ele almak gerekmektedir. Nihayetinde 7 Ekim’e kadar ABD planı olan Abraham Anlaşmalarının başını çeken Suud, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Lübnan Krallığı ve Mısır’dı. Şimdi de Mısır, ABD ile birlikte ateşkes girişimleri ve planlarıyla, Direniş Hareketinin teslim olmasının peşinde. Suriye zaten önce DAİŞ ve sonrasındaki Türk devletinin beslemesi olan şeriatçı vahşet sürüsüyle on yılı aşkın süredir yürüttüğü savaştan bitap düşmüş durumda.

Burada Türkiye için ayrı bir başlık açmak gerekiyor. Şöyle ki; ikiyüzlülüğüyle uluslararası alanda da nam salmış olan Erdoğan, son BM konuşmasında yine esip gürledi. Sanki İsrail’e savaş uçakları yakıtını, silah ve savaş araçları yapımında kullanılan demir ve çeliği gönderen kendisi değilmiş gibi, İsrail destekçilerine desteğinizi kesin çağrısı yaptı. Düne kadar İsrail’e açıktan yaptığı bu ihracatı kitlelerden gelen tepkileri yatıştırmak için kestiğini açıklamıştı, fakat sonradan ortaya çıktı ki, aslında hiçte kesilmemiş ve gizli-kapaklı yolları kullanma sahtekârlığıyla aynı savaş malzemelerini göndermeye devam ediyor. Filistinli direniş güçleri arasında ayrım yapıp kendisiyle aynı mezhepten ve çizgide olan Hamas dışındaki direniş güçlerini dışlayan, Filistin direnişini sahiplenmiyor ve desteklemiyor demektir. Bunun derdi Filistin halkı ve İsrail’in soykırımı değil, kendisi gibi olanı koruma ve kollamadır. Ve bunun üzerinden kitleleri ve özellikle de kendi taban kitlesi olan muhafazakâr kitleleri manipüle etmektir. İsrail karşıtlığı üzerinden “one minute” gösterisinde olduğu gibi hem ülkede ve hem de Müslüman âleminde prim yapmaktır. Başkaca bir amacı da niyeti de yoktur.

Biz komünistler için genel ilke; 7 Ekim sonrası çeşitli vesilelerle birkaç kez ifade etmemize karşın bir kez daha vurgulamak gerekirse, işgal ve soykırım karşısında direnen ve savaşan kişi ve örgütlerin niteliği ve kimliği değil, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesidir. Dolayısıyla, direnen güçlerin genel amaçlarını ve niteliklerini asla ve asla desteklemesek, karşı devrimci görsek bile, işgal ve soykırım karşısındaki haklı savaşlarını ayrım yapmadan destekleriz. İsrail’in işgali ve uyguladığı soykırım karşısındaki direnişleri haklı ve demokratiktir. Desteklediğimiz ve desteklenmesi gereken yanda burasıdır.

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Editörün Seçtikleri Haberler