Yeni Osmanlıcılık hayalinin tıpkı “eski” Osmanlı İmparatorluğu gibi çöküş dönemine belirgin biçimde girdiği tüm emarelerin desteğiyle ortadadır. Bu, siyasi açıdan son yerel seçimlerin AKP/MHP koalisyon iktidarı ve ittifak bloğu tarafından kaybedilmesi, dolayısıyla CHP’nin birinci parti durumuna yükselerek AKP’nin ikinci parti durumuna düşmesinde anlam kazanır. Büyük şehir belediyelerinin önemli bölümünde kaybedilen yerel seçimler iktidar için salt bir seçim ve siyasi yenilgi anlamına gelmiyordu. Esasta rant kaynaklarının daralıp kısılması ve bunun ürünü olarak “yoksullaştırıp yoksulluğu satın alma” ahlaksızlığıyla yürütülen politikanın iflasa sürüklenmesinde, yani iktidarın övgü vesilesi de yaparak kullandığı “sosyal yardım” safsatasıyla adeta sadaka dağıtarak kendisine bağladığı kitle tabanını yitirmesinde karşılık bulmaktadır…
Bu süreç belirginleşmiş iktidar çözülüşünün hız kazandığı ilk etabı ifade edebilir. Ki, Peker’in itiraf ve deşifrasyonları da sarsılan boksöre atılan etkili yumruklar misali, iktidarın rantçı-talancı ve kirli-karanlık yüzünün siyasi teşhiri bakımından belli bir işlev görüyordu/gördü. Aynı zamanda Peker gerçeği iktidarın çeteci karanlık niteliğini de karartılamaz biçimde gözler önüne seriyordu…
Erdoğan AKP/MHP iktidarı açısından yaşanan yerel seçimler kırılmasından sonra, dış ülkelerle ilişkiler bağlamında bazı kırılma noktaları daha gündeme geldi; bunlardan ikisi önem kazanır. Özellikle, Rusya’nın uçağının düşürülmesi vakası, iktidarın Rusya’ya yaltaklanarak adeta kölesi gibi davranmayı zorunlu hale getirdi ki, bu ilişki sürecinin iyice derinleşmesine zemin yarattı. Rusya ile ilişkiler S-400’lerin alınmasıyla yeni bir vakaya tanık olurken, şimdilerde ise Rusya’nın yetkili bakanının açıklamasıyla, iktidarın BRICS üyeliğine başvurduğunu öğrenmiş olduk…
İkincisi ise, “Halk Bankası davası ve banka müdürü ile ABD’nin İran’a yaptırımını delen kaçak altın ticareti bağlamında Reza Sarraf’ın tutuklanarak yargılandığı davalardır ki, bu davalarda Reza Sarraf ve Halk Bankası müdürünün iktidar aleyhine ciddi itiraflarda bulunduğu söylenmekte ya da anlaşılmaktadır. Bundandır ki, ABD, Erdoğan’ın Rusya karşısındaki yumuşak karnına rağmen ve Rusya’dan tamamen kopamamasına rağmen, Erdoğan’ın iplerini elinde tutmaktadır. İlgili itiraflar doğrudan Erdoğan ve ailesini ilgilendirdiği için, ABD bunları etkili bir şantaj aracı olarak kullanıp onu kontrol etmekte, göbek bağını elinde tutmaktadır…
En son Birleşmiş Milletler 79. Genel Kurulu toplantısı için New York’ta, 4 gün geçirdikten sonra, istediğini alamadan dönüş yolunda “kuyruğu dik” tutmaya çalışan Erdoğan, özünde uluslararası sahada yaşadığı sıkışmışlığın duvarına çarptı. Erdoğan’ın ülkeye hemen dönüşünün ardından, Türkiye’nin ABD’de patlayan rüşvet iddiaları, karşılıklı kirli pazarlıkların tıkanma noktasını ortaya koymaktadır. New York Belediye Başkanı Eric Adams’a yönelik rüşvet iddialarında, Türkiyeli diplomat, iş insanları, THY yöneticileri, TÜRGEV vakfı ve Erdoğan’ın ahbap-akraba-siyasal ortaklarının adı geçmesi, bu siyasal denklemlerde yaşanan çatışmaların bura üzerinden ifadesidir.
İktidarın dış politikası Rusya ve ABD tarafından yönlendirilip belirlenmektedir
Bölgesel gelişmelerde stratejisine alan ve ekonomik krize kaynak bulma hedefiyle gidilen ABD’de, Biden ile dahi görüşemeyen Erdoğan, rotayı ekonomik kaynak için uluslararası dev şirketlerin limanına kırdı. Ucuz emek, sınırsız teşvik ve yapısal düzenlemelerle ülke kaynaklarını uluslararası emperyalist sermayenin iştahına sunan Erdoğan, daha dün “dış güçler” diye caka attığı, sermaye tekelleriyle, finansçı-rantçı sermaye gruplarıyla ilişkilenmeye çalıştı. Yani elinde para olan herkese, finansal kaynak bulma amacıyla avucunu açtı. “Dünyaya ayar veren lider” balonu patlamış, yaşadığı iç ve dış siyasal-iktisadi krize kaynak yaratma peşindeydi Erdoğan. Ekonomiye nefes aldırmak için bazı başlıklar altında verdiği vaatlere, görüşme trafiğinde karşılık alamayan Erdoğan, “BRİCS” ile kurulan ilişkiler üzerinden aba altında sopa göstermeye çalışsa da bu balonda beklediği etkiyi göstermedi.
Dünya ekonomisinden daha fazla pay almak isteyen Erdoğan, BRİCS’i kullansa da NATO ve AB ile yaşadığı gerilim, dış politikadaki sınırı belirlemektedir. Çünkü ABD ve AB, Erdoğan’a iki seçenek sunmaktadır. “Ya bizim hedefimizdeki Çin’in ve Rusya’nın Truva atı olacaksın ya da attığın bu adımların siyasal-ekonomik gerilim hatlarında ezileceksin”. Emperyalist uluslararası yatırım payından yüzde 1,5 pay almayı hedefleyen Erdoğan, bu beklentisini ancak ki “iyi niyet” beyanı olarak ortaya koyabildi.
Emperyalist-kapitalist sistem ekonomik olarak krize doğru yol alıyor. 2025 yılı büyüme hızında 2,9 küçülme öngörülüyor. Bundan en çok “TC” gibi iktisadi niteliğe sahip ekonomiler etkilenecektir. Ki OECD raporu “TC” ekonomisinin büyüme tahminini, negatif olarak revize etti. Erdoğan sermaye tekellerinden medet umsa da olumsuz alametler reel olarak iktidarın uykularını kaçırmaktadır. Emperyalist savaşın yayılma trendi, Ortadoğu’da tırmanan savaş, ABD-Rusya-Çin arasında tırmanan gerilim, jeopolitik çatışma ve çelişkiler yumağında, Erdoğan iktisadi ve siyasal olarak yörüngesini kaybetmiş “lider” olarak geri döndü. “Reis” ne kadar parlarsa parlasın, ABD’den eli boş dönüldü. İktidar açısından süreç emperyalistlere verilecek yeni tavizlere gebe. Buda ezilen ve sömürülenlere dair yeni bir sömürü ve talanı resm ediyor.
Rusya’dan S-400 füzelerinin alınması NATO üyeliğine aykırı bir gelişme olarak değerlendirilip bir çelişki ve uzlaşmazlık noktasını oluştursa da iktidar bu füzeleri kaputunu açmamak üzere hangara kilitleyerek ödediği paraları suya atmakla bir çözüm bularak meseleyi esasta sorun olmaktan çıkarmayı başardı denebilir. Fakat düşürdüğü Rus uçağından sonra koşarak önünde el-pençe durduğu Putin karşısında, Rusya’nın misillemesini ve hışmını engellemek için verdiği ödün ve yaptığı anlaşmalar, BRICS üyeliğinden de anlaşıldığı gibi kolayca koparılamaz derinlikte bir ilişkinin sağlandığını göstermektedir. Rusya’ya bağlılık meselesi bu zemin esasında gelişip İktidarın boynunda ağır bir yük olarak asılı durmaktadır. Öte taraftan, ABD ile köklü bağımlılık ilişkileri ha dendiğinde koparılıp atılacak nitelikte olmamakla birlikte, Halk Bankası müdürü ve Reza Sarraf’ın itibarlarıyla oluşturulmuş dosyalar ve son patlayan rüşvet gerçekliği, Erdoğan aleyhine güçlü şantaj unsuru olarak onu ABD’nin kölesi olarak kalmayı koşullamaktadır…
Bütün bunların yanında, belki daha da temel olan ve hatta yukarıdaki “gebe kalama” haline vesile olan şey ise, iktidarın Yeni Osmanlıcılık/Pan İslamizm rüyasının da bir ürünü olan, aynı zamanda kendisini pahalıya pazarlama politikasında somutlanan ve bölgede Rusya ile ABD arasındaki dengelerin oluşmasında tutuğu yeri analiz ederek ikili politika gütmesidir. Rusya’ya karşı ABD’yi, ABD’ye karşı Rusya’yı kullanma kurnazlığıyla bir ona yanaşma bir diğerine yanaşma biçimindeki ikili siyaset iktidarı yukarıdaki özgün bağımlılıklara, kölece ittiat etme zorunluluğuna taşımıştır. “Çarşıya pirince giderken, evdeki bulgurdan da olma” esprisi, iktidarın bölgede kapışan emperyalist güçler arasında gel gitler sergileyen ve ikisine de göz kırpan ikili politika hesaplarının eseri olarak cereyan etmiştir…
Gelinen aşamada, Rusya ve ABD emperyalistlerine aynı anda ışık yakarak ikisine de yanaşan ve bundan çıkar devşirmeyi amaç edinen tutarsız ikili politika kaypaklığı, iktidarın başına işler açmış, başını “belaya” sokan acemi ve amatör oyuncu durumuna getirmiştir. Ne ABD ve ne de Rusya iktidarı elinden bırakmak istemiyor. Erdoğan AKP/MHP iktidarı da ikisine bağımlı, ikisine muhtaç ve gebe durumdadır. Dolayısıyla iktidarın dış politikası, esasta Rusya ve ABD tarafından yönlendirilip belirlenmektedir. İktidar iki tarafa da anlaşmalar temelinde olmak üzere, ödünler verip bağımlılığını sürdürmektedir; buna zorunludur da. Özellikle BRICS üyeliği ciddi sorun ve süreçlerin yaşanmasına açık bir gelişmedir. “Daimî dost ve daimî düşman yok, çıkarlar var” şeklindeki burjuva pragmatizmiyle yürütülen dış politikanın daha iyi sonuçlar yaratması elbette beklenemez. Çıkarlar temelinde sağa sola savrulup bir onun bir ötekinin kölesi olmaktan ileri bir sonuç yaratmaz.
İkiyüzlü dış politikalar ve gerçekler
Dış politikadaki ikiyüzlü politikanın bir diğer ayağı da İslam dünyasının takdirini alarak çıkar devşirme ve rol alarak nüfuz edinme politikası ekseninde göstermelik olarak İsrail’e karşı görülen siyasettir. Ki, İsrail karşıtlığı olarak pazarlanan bu politikanın ne denli ikiyüzlüce olduğu, Siyonist İsrail devletinin Filistin’e dönük gerçekleştirdiği soykırımcı katliam politikalarının en barbarca sürdürüldüğü saldırlar döneminde, evet tam da bu dönemde İsrail Siyonizm’iyle sürdürülen ticaretin devam etmesi gerçeğinde, yani aynı dönemde İsrail Siyonizm’ine verilen desteklerle deşifre oldu. İktidarın sözde sergilediği ve kabadayılık taslayarak yansıttığı İsrail karşıtlığı sahtekârlığına rağmen, Filistin’e yapılan katliamcı saldırılar esnasında İsrail Siyonist devletiyle ticari ilişkiler temelinde sürdürülen ve fiilen Filistin karşısında İsrail’e verilen destek/yardım anlamına gelen ilişkilerle iktidarın ikiyüzlülüğü ve Erdoğan’ın “one munit” sahtekârlığı gözler önüne serilmiş oldu. Deşifre olan gerçek yüzünü saklamak ve manipülasyon yaparak durumu kurtarmak için, “bir gece ansızın gelebiliriz” teranesiyle İsrail’e gireceğini söylemekten geri durmadı Erdoğan… Ne ki, Erdoğan ve iktidar her defasında suçüstü yakalanarak, İslami dünya ve Müslüman tabanı karşısında inandırıcılığını yitirdi… Dolayısıyla iktidarın kan kaybı yaşayarak çöküş merdivenlerinden inme sürecinde, dış politikada sergilenen ikiyüzlülükler ve bunların deşifre olarak kitleler tarafında görülmesi de rol oynamaktadır…
Burjuva pragmatizmi güdümünde yürütülen dış politikadaki tutarsızlığın ve “kalıcı dost-düşman yok, çıkarlar var” anlayışının yol açtığı sonuçlardan bir diğeri de Esat ve Suriye karşısında sergilenen ikiyüzlü tutarsız politikadır. “Kardeşim” dediği Esat ile aile dostluğu ve ailece tatiller yapma ilişkisinden, ABD’nin kuklası ve tetikçisi olarak “Arap Baharı” safsatasının Suriye ayağında rol üstlenen Erdoğan-AKP iktidarı “katil Eset” durumuna ve Suriye’nin iç işlerine karışarak oradaki iç savaşı her bakımdan körükleyerek finanse etme, hatta askeri-militarist güçleriyle bizzat Esat iktidarına karşı savaşma, Esat muhaliflerini destekleyerek iktidara getirme çabalarına kadar geldi. Ve bugün Erdoğan ve iktidarın sergilediği yeni bir zikzag ile daha karşı karşıyayız ki, Erdoğan; Eset demekten vazgeçerek, “Esat’la görüşmeye hazırız” demeçleri vererek, Esat’la görüşmek için adeta yalvar yakar olma durumuna gelmiştir. Kapalı kapılar arkasında sürdürülen görüşmelerde ne verdiği belli olmayan anlaşmalarla Esat ve Suriye ile ilişkiler esasta onarılmış ve yakın zamanda belli sonuçlarıyla görülmeye açık duruma gelmiştir… Ama Esat şartsız-koşulsuz bir görüşmeden öte, pazarlıklarını daha oluşturulamamış masaya koymuş durumdadır. İstihbari kaynakların açık ettiği bazı bilgilere göre, Esat, Erdoğan’a, işgal ettiği bölgelerden çekilme şartını dillendirmiştir. Erdoğan bu konuda nasıl bir yol haritası belirleyecek, emperyalist güçlerin bu konuda çizdiği yol haritasına hangi tavizlerle dâhil olacak ve bu kaos ortamında kendi bölgesel çıkarlarını hangi politika ile sürdürecek, sürecin vereceği cevaptır. Ama şurası açıktır. “Barış eli” ya da “silahların gücüyle”, gerici güçler arasındaki ilişki çatışmalarla ilerlemektedir.
Yunanistan ile gerilimli ilişkiler yapılan görüşme ve ziyaretlerle kâh yumuşamakta, kâh karşılıklı açıklamalarla kaba düşmanlıklar körüklenmektedir. “Ansızın gelebiliriz” demekten imtina etmeyen Erdoğan, kapalı görüşmelerde “süt dökmüş kediye” dönerek ödünler vermekten kaçamamaktadır. “Mavi vatan” hikâyesiyle saldırgan dil ve politika geliştiren Erdoğan ve iktidar, gelinen aşamada iddialarının esasından geri adım atmış durumdadır… Kısacası, dış politikanın bazı ayaklarında, esas olarak ırkçı Türk milliyetçiliğinin köpürtülerek iktidar için basamak edilmesi güdüsüyle kullanılmaktadır ki, bu da tutarsızlıkları ve ikiyüzlülükleri kaçınılmaz kılıyor. Bu konuda Erdoğan ve iktidarı tanıyıp anlamayan kalmamıştır. Güvenilir olmayı çoktan yitiren Erdoğan, iktidarıyla birlikte sahtekâr, ikiyüzlü, rantçı, talancı, çeteci, hukuksuz, baskıcı ve faşist olarak en geniş kitle yelpazesinde kabul edilmektedir ki, çöküşün alt-yapısı buralardan döşenerek yükselmektedir…
Karnı Erdoğan’ın manipülasyon ve demagojik safsatalarına yeterince doyan kitleler artık bu ikiyüzlü sahtekâr politikalara itibar etmemektedir. Geniş halk kitleleri iktidarın bütün gasp-talan ve yağma faturalarını pahalılıkla ödeyerek açlık ve gelecek kaygısına itilmiştir. Dahası, rant, talan, yandaş ve çeteci yağmalamalarla birlikte, saltanatçı savurganlıklarla, ağır vergi ve yasal haraçlarla, tarım ve üretimin karşı karşıya bırakıldığı, çiftçilerin üretemez duruma getirdiği girdilerdeki pahalılıklarla vb. vs. yoksullaştırılan geniş halk kitleleri, gerçek bir yoksulluk ve açlığın girdabına sürüklenmiştir. Gerçek açlıkla yüz yüze olan kitlelerin demagojik safsatalarla daha fazla kandırılması, milliyetçi zehirle yedeklenmesi artık geçerliliğini yitirmiştir…
Bu durumu fark eden Erdoğan-AKP/MHP iktidarı, yapay gündemler yaratarak üzerindeki baskı ve gelişen toplumsal tepkiyi öteleyerek hafifletme, kitleleri gerçek sorunlarından uzaklaştırma amacıyla siyasi gündemler ortaya atmaya sarılmaktadır. CHP’nin de ortak olduğu “normalleşme” zırvası bunlardan biri olduğu gibi, yeni Anayasa tartışması doğrudan bu amaca hizmet etmekte veya bu amaçla gündemleştirilmektedir. Anayasasını tanımayan bir iktidar bloğunun yeni anayasa yapma savı samimi olamaz. Yine, yenilenme ve yorulanların geriye çekilmesi gibi jargonlarla gündeme getirilen tartışma da bu oyalama ve dikkatleri başka yönlere çekerek dağıtma, yani gerçek sorunlardan uzaklaştırma taktiğinin bir biçimidir…
Burjuva “muhalefet” bloğu ile kurulan ilişkilenme dâhil, iktidar kliğindeki olası kimi burjuva aktör değişimi, bir yandan derinleşen toplumsal çelişkilerin ortaya çıkardığı muhalefeti pasifize etmek iken, diğer ayağı da yukarda açmaya çalıştığımız emperyalist güçlerle “uyumlu” bir hukuksal-siyasal irade olma amaçlıdır. Mali, yapısal “reformlar” adı altında devreye konulmaya çalışılan burjuva hukuksal düzenlemelerin esas yanı budur. Bu anlamıyla iç ve dış sahada süreç, ekonomik saldırılar ve savaş haliyle önemli gelişmelere gebedir.
Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.