Bizimle iletişime geçin

Söyleşi

Kaypakkaya’nın 50. ölümsüzlük yılı | Sınıf Teorisi: Kaypakkaya’nın Kemalizm’e Dair Sentezleri Güncelliğini Koruyor!

Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’nın 50. ölümsüzlük yılına ilişkin hazırladığımız söyleşi dizisini sizlerle paylaşıyoruz…

Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya’nın 50. ölümsüzlük yılına ilişkin söyleşi dizisi gerçekleştiriyoruz.

Kaypakkaya’nın 68 kuşağı içerisindeki özgün yanı, 68 kuşağı ve özelde Kaypakkaya’nın tarihsel mirası, Cumhuriyetin ikinci yüzyıl tartışmaları ve Kemalizm’in günümüzdeki durumu, Kaypakkaya’nın ve 68’in günceldeki önemi gibi sorulara cevap aradığımız söyleşi dizimizin altıncı konuğu Sınıf Teorisi Dergisi.

Sınıf Teorisi Dergisi kolektifi ile gerçekleştirdiğimiz söyleşi şöyle;

İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?

Sınıf Teorisi: Kaypakkaya’nın “özgünlüğü” siyasal faaliyetlere başladığı yıllara uzanır. Daha somut olarak, O’nun bilimsel doğruyu yakalama arayışında anlam kazanan tutumu, izlediği metoda dayanır. O’nun olguları inceleyen, araştıran, sorgulayan, analiz edip sentezleyen metodolojik tutumu bilimsel diyalektik tutumdur. Bilimsel diyalektik metoda oturan bu özelliğinin de O’nun cüretkâr ve eylemci-militan kişiliğinin tayin edici etkisi vardır. Kaypakkay’a statik değil, değişim ve gelişime açıktır. TİP’ten kopup Dev-Genç’e ilerlemesi, oradan TİİKP’e geçişi ve nihayetinde TKP(ML)’yi kurana kadarki tutumları, birincisi, daha gerçeğe yakın siyaset ve ideoloji, ikincisi de bu görüşleri pratiğe dökecek daha nitelikli bir örgüt arayışının ürünüdür. Ve en nihayet bütün bu sürecin ve parça parça geri ve geleneksel olandan kopuşun toptan bir sıçraması da tümüyle kendi eseri olan görüşleri ve bu görüşlere denk düşen Marksist Leninist bir parti kuruluşunu gerçekleştirmekle sonuçlanır.

O’nun 24 Nisan 72 kopuşu, sadece sistemden kopuş değil, devrimci harekete egemen olan atmosfer ve genel eğilimden farklılaşarak gösterdiği tavrı itibarıyla da özgündür. Resmi paradigmalara bayrak açması kadar, dönemin otorite ve önderlerine karşı bilimsel normlarla geliştirdiği köklü eleştirisi, net tavrı ve nihayetinde ideolojimizin son gelişim evresine uygun rotada Komintern’i de çalımlayan ideolojik-siyasi zekasıyla elbette özgündür. Genç yaşına karşın, uluslararası çizgi ve saflaşmalarda doğru tutum alması ve kısa sürede sağladığı büyük gelişme pratiği O’nun tipik özelliklerindendir…

En önemlisi de O’nun birçok temel meseledeki tahlil ve saptamalarının 50 yıl sonra sosyal pratik tarafından destekleniyor olması veya 50 yıl sonra yaşanan gelişmelerle doğrulanıyor olmasındandır; bu bağlamda bilimsel öngörüsüyle dikkat çekici ve özgün bir portredir. O, dokunulmaz olanlara meydan okuyarak dokunma kudreti göstermiş, öğretilmiş resmi görüş paradigmalarına ve bunların etkilerini yük olarak taşıyan devrimci hareket ve önderlerinin yanlışlarına bayrak kaldırmıştır. Ve işte O’nu temelde özgün ve çizgide üstün kılan da bütün bu yetenek ve çıkışlarını koşullayan teorik temel angajmanı olan ideolojik hattıdır; “BPKD’nin ürünüyüz” vurgusunda saklı olan Maoist kavrayışıdır. O’nu komünist çizgi ve niteliğe taşıyan temel bundan başkası değildi. TİP ile yetinmeyen ya da TİP’i yeterli görmeyen, FKF ve Dev-Genç’i yeterli görmeyen, TİİKP’i yeterli görmeyen ve bütün bu süreçlerin içinde yer almakla birlikte, bunları yeterli görmeyerek aşan, aşarak komünist çizgiyle buluşan kopuşsal gelişimi ideoloji, yani Maoizm kavrayışının eseridir…

Eskimiş, şablon, modası geçmiş, devrimci bir kaynak, eylem kılavuzu, yaslanmamız gereken deneyim tartışmaları içerisinde 68 kuşağını özelde de İbrahim Kaypakkaya’yı değerlendirir misiniz?

Sınıf Teorisi: Sorunuz şöyle başlıyor; “Eskimiş, şablon, modası geçmiş, devrimci bir kaynak, eylem kılavuzu, yaslanmamız gereken deneyim” …

İlk üç tanımlamayı klişe ezberler olarak kaba, haksız, peşin hükümlü ve belki de niyetten bağımsız olarak yapılmış, dayanak değerlerin altını boşaltma ama kesinlikle algı yaratmaya dönük yüzeysel suçlama ya da karalayıcı değerlendirmeler olarak telakki ediyoruz. Fevkalade yanlış buluyoruz. İlk üç yaftadan sonraki üç yaklaşımı doğru tarih bilinci ve devrimci değerlere bağlı bilimsel yaklaşımlar olarak değerlendiriyoruz. Yani, devrimci kaynak, eylem kılavuzu ve yaslanmamız gereken deneyim biçimindeki değerlendirilmeler esasta doğrudur; bu görüşlere katılmamak için bir sebep yoktur…

68 kuşağı, dolayısıyla 71 devrimci çıkışı büyük bir tarihi mirastır. Devrimci kopuş ve yükseliştir. Bıraktığı ya da yarattığı derin izler günümüz devrimci hareketine dolaysız kaynak olup besleyici gıda olmaya devam etmektedir. Kaypakkaya ise bu süreçte parlayan bir meşale olarak tam manasında çığır açıcı tarihsel bir rol oynamıştır.

Şayet sınıf çelişkileri ve sınıf devrimleri, bu bağlamda devrimci mücadele ve savaş modası geçmiş, eski, işe yaramaz boş argümanlardan ibaret bir maceraydı, bütün bunlar dönemin gençlik heyecanıyla girişilen serüvencilikti demeyeceksek ve denemeyecekse, o halde ne 68 kuşağına ve ne de onun önderlerine ve özelde de Kaypakkaya’ya modası geçmiş, eski ve şabloncu diyemeyiz. Diyenler, konjonktürel gerici propaganda ve neo-liberal ideolojinin güdümüne girerek bohemliğe boğulan burjuvalar olabilirler. Sınıflar ve sınıf mücadeleleri her bakımdan geçerli, aktüel ve toplumlar tarihini ilerleten dinamo olmaya devam etmektedir. Bunlar eskimediyse ve bunların modası geçmediyse, bu zeminde yükselen 68 kuşağının devrimci gerçeği de eskiyip geride kalan bir moda olarak mütalaa edilemezler. Kaypakkaya şahsında ise bu çok daha keskin ve kesin bir durumdur ki, O’nu görüşleri bugün tüm çıplaklığıyla doğrulanmakta, fikirlerinin bilimsel niteliği “gül dikeni” gibi göze batmaktadır…

Şablonculuk en yaygın eleştiri ya da önyargı olarak öne çıkmaktadır. Kaypakkaya yoldaşa Çin devrimini kopyalama zemininde şablonculuk eleştirisi getirilmektedir. Rusya’daki sosyalist devrim belirli toplumsal şartlar zemininde somutluk kazanarak biçimlendi. Çin’de ise, devrim Çin’e has şartlara göre biçimlendi. Yani toplumsal şartlar iki devrim tipi ya da niteliğini açığa çıkardı esasta. Bunları takip eden devrimler süreci de bu iki devrim biçimine uygun olarak şekillenip gerçekleşti. Pak tabi ki, Kaypakkaya da bu devrim tiplerinden birini, yani ülkemiz koşullarına denk düşen Çin Demokratik Halk Devrimi’ni benimsedi. Ve tamamen haklıydı, bilimsel zemine oturuyordu devrim tasavvuru. Gerek Kaypakkaya olsun gerekse de diğer devrimci önderler olsun, hepsi mevcut devrim modellerini inceleyerek ülke koşullarına uygun gördüğü devrim biçimini öngörüyorlardı. Bunda bir yanlış yoktur. İzledikleri ve öğrendikleri devrimleri kendi koşullarında gerçekleştirmekten ve onları takip etmelerinden daha doğal ve mantıklı ne olabilir ki.

 Öğrendikleri ve kılavuz aldıkları devrimleri/devrim biçimlerini takip etmeleri tamamen doğru ve anlaşılırdı. Öğrendikleri şeyi takip etmeleri şablonculuk sayılacaksa, şabloncu olmayan bir devrim ve devrimci önder tarif edilemez. Üstelik, Kaypakkaya öğretilmiş gerçeğe ve egemen fikre karşı keskin eleştiri ve tutumlarıyla bilinir ki, O’na atfedilen kopuşlar bu zeminde anlam bulur. Kaypakkaya yoldaşın, bölge araştırma-incelemeleriyle somut koşulları tahlil eden özelliği, inceleme ve araştırmaya dayalı diyalektik metodu kullanarak devrimci harekete sirayet etmiş “Kemalist ideoloji” ve Kemalist hareket kutsayıcılığı şartlarında onun sınıf karakteri ve faşist niteliğini tahlil etme yeteneği, aynı biçimde bir tabu olan Kürt ulusal sorunu konusundaki analiz ve tespitleri vb. düşünüldüğünde O’nun şabloncu olduğunu ileri sürmek kaba bir zorlama olur. Bu genel hattı ve niteliğine karşın, bazı cılız örneklerle O’nu şabloncu olarak yaftalamak bilinçli bir manipülasyon ve algı operasyonu değilse, büyük bir yanılgıdır. Haksız ve sorumsuzcadır; safsatadan ibarettir…

Komünistler sıfır hatalı/hatasız ve mutlak doğrulardan ibaret doğa üstü varlıklar değildir. Kaypakkaya da hatasız değildir. Ancak tali durumdaki hataların, hatta genel çizgisi karşısında son derece cılız kalan hatalarının basamak yapılarak şablonculukla yaftalanması bir zorlamadır.

Kaypakkaya’yı kavramada hatalara düşüp yanlış çizgiler izleyen bir kesim, benimsedikleri hatalı yaklaşımlarını anlaşılır gösterme çabasıyla bu zorlamalara girerken; devrimci feri tükenmiş olup düzen içinde bağdaş kuran bir kesim tövbekar ise, sönmüş ruh dünyalarını rahatlatmak ve tükenmişliklerini teorize etmek için, “onlar eskide kalmış modası geçmiş gençlik maceralarıydı” biçimindeki zırvalarla bilumum neo-liberal burjuva ideoloji ve burjuva düzen kutsayıcılığına kadar gericileşip şirazeyi kaybetmiş durumdadırlar…

Cumhuriyetin ikinci yüzyılına gireceğimiz bu günlerde “Demokratik Cumhuriyet” güzellemeleri ve “ulusalcı-cumhuriyetçi” medeniyet paradigmaları ve resmî ideoloji konularını Kaypakkaya’nın fikirleri üzerinden nasıl değerlendirebiliriz?

Sınıf Teorisi: Bu soruya, Kaypakkaya’nın aldığı tarihsel tutumla başlamak, konuyu daha anlaşılır kılacaktır. MLM, belirli bir coğrafya konjonktüründe özgülleşme ile pratik-politik varlık kazanır. Türkiye-Kuzey Kürdistan açısından, MLM’nin teorik-politik-pratik varlık kazanmasının belirleyeni, genel toplumsal koşullara, proleter sınıf bakış açısı ile alınan tutumdur. Komünist çizgi bu kapsamda nitelik kazanır. Kaypakkaya yoldaş, aydınlanmacı, ulusal-cumhuriyetçi, kalkınmacı çizgilere aldığı komünist tutum paralelinde Kemalizm’in sınıf düşmanı niteliğini ortaya koymuş ve resmi ideoloji ve tarih anlayışına cepheden bayrak açmıştır. Öncelikle bu tarihsel gerçeği ikirciksiz kabul etmek gerekir.

Tarihsel materyalizm ve diyalektik felsefenin yerine ikame ettirilen idealist ampirizm, aydınlanmacılık, pozitivist yapısalcılık, tarihsel süreç boyunca burjuva iktidarların “cumhuriyetçi-ulusalcı” paradigmalarını “ilerici” olarak ilan etmişti. Sosyalizmin, kapitalist gelişmenin doğrudan sonucudur tezi üzerinden proleter devrimleri ve devrimin önderlik kurmayı komünist partilerini ret eden II. Enternasyonalin çizgisi, felsefi olarak buradan besleniyordu. Lenin bu tarihsel çarpıklığa Ekim Devrimi’nin yolunda açtığı kuramsal teorik-ideolojik-politik neşterle, proletaryanın biliminde yeni ufuk oldu. Ama bu fikirler, farklı biçim ve tonlarda, komünist hareket saflarında ya da toplumsal gelişmeler sürecinde varlığını korudu. Uluslararası alanda varlığını sürdüren bu anti-MLM çizgi, coğrafyamız sathında da etkisini sürdürmüştür. Uluslararası komünist hareketin de Kemalist hareket değerlendirmesindeki hatalı tutumunun önünü açtığı “burjuva cumhuriyetçi medeniyet” paradigmasının ideolojik-politik etkisi, Kaypakkaya yoldaşın komünist tutumuna kadar sürmüştür. Anti-MLM çizginin doğrudan sonuçları olan bu yanılgılar neydi?

Jön Türk, İttihatçı ve Kemalistlerin sınıfsal niteliği doğru ortaya konulmuyor ve yıkıcı-katliamcı icraatları “devrimci”, “ilerici” olarak sahipleniyordu. Uluslararası komünist hareketten Türkiye’ye uzanan, devrim ve sosyalizm adına savunulan birikmiş çarpıklıkların teorik-ideolojik boyutudur bu. Bunların başta geleni, resmi Kemalist ideolojisiydi. Bu ideolojinin yörüngesinden kurtulamayan, sol-sosyalist hareket, bu resmi ideolojinin cumhuriyet paradigmasını bir ilericilik, bir milli kurtuluşçuluk, bir anti-emperyalizm olarak bellemiş ve dolayısıyla sınıf çizgisi çarpıtılarak, miras olarak dayanak yapılmıştır. Bu çerçeveden çıkamayan sol, Anadolu’daki halk isyanlarına, o güne kadarki halkın mirasına sırtını dönmüş, burjuva devlet, burjuva ordu yörüngesini, devrimin dinamik gücü olarak kabul etmiştir.

Bu çarpık tarih bilincinden ötürü, Kürt Ulusal Sorununa yaklaşım, ezilen Kürt ulusunun milli hareketine karşı “bölücü” safsatası ile karşı çıkılmıştı. Ve ondan önce, Ermeni, Dersim vb. soykırımları da bu çerçevede kutsanmış, bu gibi hareketler cumhuriyete karşı feodalizmin refleksi olarak değerlendirilmiştir. Hatta eskilere uzanan tarih anlayışında, devletçilik bir medeniyet paradigması olarak algılanmış, ezilenlerin Selçuklulardan başlayarak Cumhuriyet dönemine kadar isyanları, ilerici tarihin mirasından çıkarılmıştır. Tam da bura da bu tarih anlayışına, resmi ideolojiyle terbiye edilen devletçi çizgilere karşı, dayanağını tarihin devrimci mirasından alan ve ufkunu da, komünist topluma dek sarkıtan berrak bir bilincin yaydığı aydınlık patlaması gerçekleşti: karanlıkta kalmış her şeyi bütün gerçekliğiyle ortaya çıkaran bu ışığın adı da İ. Kaypakkaya idi. Ve Kaypakkaya, tarihte sözde mahkûm edilen bütün devrimci mirası bir bütünlük içinde sentezleyerek deyim yerindeyse ezilenlerin bilincini de iki ayakları üzerinde ayağa dikiyordu.

Kırımdan geçirilen milliyetlerin, ezilen ulus ve inançların, sömürülen, baskı-şiddet cenderesinde kölelik dayatılan sınıf ve halkların bayrağı yükseliyordu. İşte Kaypakkaya ve 72 Nisan çizgisi, böyle bir doğruluştur.

Kuşkusuz Kaypakkaya’yı bu nitel doğruluşa götüren, BPKD ile yeni bir nitel aşamada temsil edilen proleter bilimimizin zemini üzerinden yükselişidir. Sınıflar mücadelesi tarihinde, Marksizm’in, Lenin’den Mao’ya uzanan felsefi, ekonomi- politik ve sınıflar mücadelesi kesitinde niteliksel ilerleyişi, BPKD eseri Maoizm aşaması ile yankı uyandırmış, uluslararası saflaşmada, Maoizm, bilimimizin nitel bir aşaması olarak yeni bir kanal açmıştır. İşte Kaypakkaya’nın tüm anti-MLM çizgilere cepheden meydan okuyuşu, tarihsel ilerlemelere göre bilimsel paradigmalarını oluşturan bilimimizin üçüncü nitel aşaması olan Moaizm kavrayışıdır.

Sorunun güncel karşılığına gelecek olursak. Burjuva egemen klikler arasındaki çatışmalar, burjuva sistemin yaşadığı rejim krizi, AKP-MHP iktidar bloğunun faşist iktidar niteliği vb. gibi süreçlerden sonra, özellikle muhalif burjuva klik, “ulusalcı-demokratik cumhuriyet” paradigmasından uzaklaşıldı anlayışı üzerinden, Kemalist ideolojinin “Cumhuriyet” ilkeleri üzerinden kendisini topluma “alternatif” olarak sunmaktadır.

Burjuva egemenlerin (özellikle burjuva muhalefetin), “yeni” akortlarla eski bir senfoniyi gündemleştirmeleri, sadece burjuva siyaset sahasında karşılık bulmamış, “sol”, “sosyalizm” iddiasında olan bazı anlayışlar dahil, Kürt Ulusal Hareketinde de önemli karşılık bulmuştur. Bu anlayışların en kısa tarifi, burjuva ideolojik karargahlara dümen kırmaktır. Bu gibi anlayışların ön belirleyen kökleri, Kaypakkaya yoldaşın mahkûm ettiği tarihsel köklerdir. Ama gelişen toplumsal süreçlerle, bu anti MLM teorik-ideolojik tezler, sınıflar mücadelesini ret eden, proletaryayı tarihe gömen ve dolayısıyla proletaryanın iktidarını tarihin nostaljisi haline getiren, kısa yoldan kapitalist “modernite” ile uyum içinde “radikal demokrasi” çizgisinde konumlanan post-modernizmle “yenilenerek” sosyalizme karşı bir saldırı merkezi olmuştur.

Varoluşçu, kalkınmacı, port-pozitivist, post-modernist, anarşist, otonomcu, demokratik-kültürel özyönetimci, liberal burjuva vb. gibi, antagonist sınıf çelişkilerinin cereyan ettiği tüm toplumsal sorunlara “çözüm” adresi olarak yenilenen bu burjuva çizgiler, son tahlilde kapitalist medeniyet süreciyle birleşen ve etkisi altına aldığı küçük burjuva devrimciliğini kapitalizmle barıştıran çizgilerdir. Karmaşık kesimlerin fikir harmanlamasından Marksizm-Leninizm-Maozim’e saldıran bu akımların fikir babaları, “kapitalizme alternatif” iddiasındaki burjuva kafalılardır. Kapitalizmin ekonomik politiğini yadsıyarak sadece iktidar derekesine indirgeyen ve “iyi huylu” burjuvalarla “Demokratik Modernite” çizgisini kuramsallaştıran Fernand Braudel, anarşist, post-yapısalcı Foucault, Deleuze, emperyalist-kapitalist sistem sınırları içinde “özyönetimci” Negri ve Hardt, özel mülkiyet dünyası sınırları içinde “komün” topluluklar tezini ortaya atan Murray Boockhin gibi ideologlar, bu anti-MLM çizgilerin fikir babaları olarak öne çıkmaktadır.

Özel mülkiyet dünyasının niteliği, emperyalist-kapitalist aşama ile özel mülkiyetin devlet dahil tüm üst yapısal kurumlarda yarattığı özgün biçimler, üretim ilişkileri, sınıf-sınıflar çatışması, ezilen halklar, uluslar-azınlıklar ve inanç grupları ve bu toplumsal kesimler üzerinden var olan baskı ve sömürünün, özel mülkiyet dünyasının bu günkü halkası olan kapitalist-burjuva sistemle olan direk bağı görülmeden 1990 yılların başında popüler kavram olarak ifade edilen “postmodern çağ” zırvasının ardından yapılan bu yorumlar ve siyasal tercihler, iddia edildiği gibi kapitalizmin sınırlarını aşan bir ideolojik-teorik-siyasal çizgiler değil, aksine kapitalist-burjuva sistemin sınırlarına esir olan çizgiler ve anlayışlardır.

Esasta bugün, burjuva projelere “sol-sosyalist” cenahtan birleşen anlayışlar, bu çizgilerin kuşatmasına esir olan küçük burjuva-reformist çizgilerdir. Ama etki bununla sınırlı değil, bir tarihsel dönemin devrimci dinamikleri ve önderleri de bugün bu “kasırgaya” kapılmış durumdalar. Toplumsal realiteyi antagonist sınıf çelişkileri ekseninde ele alma yerine, sınıflar mücadelesini ret eden anlayışlara mahkum olmaları ve ezilenlerin kurtuluşunun yegane yolu olan sosyalizm yerine burjuva cumhuriyetçi paradigmaları ikame ettirmeleri, bu sınıf uzlaşmacı-revizyonist tasfiyeci çizgilerin günceli yakalama projeleri olmuştur.

Proletarya ve ezilen halkların kurtuluş mücadelesi, teorik kuramsallaşmada diyalektik materyalist yöntemle ulaşılan sentezlerin ortaya çıkardığı devrimci yol ve yöntemlerle icra edilir. Komünist evrensel ilkelerin parça coğrafyasındaki karşılığı bu bilimsel metotla olanaklıdır. Proletaryanın bilimi, ideolojik ve teorik olarak burjuvazi ile uzlaşarak değil, her tarihsel koşula uygun geliştirdiği stratejik savaş araçları ve bu savaş araçlarını güçlendiren taktik kapsayıcılıkla burjuvaziyi yıkarak, devrimci dönüşümü gerçekleştirir. Proleter devrimin rotası keskindir. Ve proletaryanın devrimci çözüm projeleri nettir. Taktik siyaset gereği bazı ara durakların olması, bu ara duraklarda güçler dengesine göre bazı reformlar için mücadele edilmesi, proletaryanın iktidar mücadelesinde bir büküntü değil, siyasal mücadelenin doğası gereğidir.

Kaypakkaya burjuva ideolojiye bulaşık tüm anlayışlardan, resmi ideoloji ve tarih anlayışından köklü koparak, bilimimizin kılavuzluğunda proletarya ve ezilenlerin kurtuluş yolunu tayin etmiştir. O’nun komünist çizgi temsiliyeti buradan kaynak bulmaktadır. Politik iktidar çizgisindeki netlik, proletarya iktidarı altında komünizme yürüme perspektifi, Kaypakkaya’nın tüm burjuva paradigmalara karşı meydan okuyuşunun eseridir. Bugün güncel gelişmelerle bu komünist çizginin, tüm devrimci güçler açısından doğru kavranması son derece önemlidir.

21 yıllık AKP iktidarı dönemindeki Ilımlı İslam ve yeni Osmanlıcılık fikri dolayısıyla Kemalizm yeniden “bir kurtuluş reçetesi” olarak halkın gündemine sokulmuş durumda. Kemalizm’in günümüzde ki durumunu Kaypakkaya’nın tespitleri doğrultusunda değerlendirir misiniz?

Sınıf Teorisi: “TC” devletinin kuruluş ideolojisinin mimarı olan M. Kemal devleti inşasını feodalizmin çözülmeye başladığı imparatorlukların çözülerek, ulus devletlerin oluştuğu bir evrede gerçekleştirmiştir. “TC” devleti Türk-İslam sentezli yeni bir paradigmayla saltanatı kaldırmış, yerine faşist tek parti diktatörlüğünü koymuştur. Kuruluşundan sonra, Türk kimliğinin dışında kalan farklı inanç ve milliyetlere yönelik topyekûn saldırı harekâtı başlatan Kemalist diktatörlük başta Kürt katliamları olmak üzere birçok katliamın altına imza atmıştır. İşçi sınıfı başta olmak üzere, yoksul köylüleri her fırsatta ezmiş ve karşı devrimci saldırılarla bastırmıştır.

Kemalist faşist diktatörlüğün pratik sahadaki konumlanışı, Türk ticaret burjuvazisinin, toprak ağalarının, tefecilerin, az miktardaki sanayi burjuvazisinin, bunların üst kesiminin siyasal temsilcisi olmaktan ileri gelmekteydi. Resmi tarihin ve resmî ideolojinin gölgesinde sıyrılmayı başaramayan irili, ufaklı birçok parlamanterist ve reformist parti istikrarlı bir şekilde gerçeğe sırt dönerek Kemalizm’in ilerici ve devrimci bir yanının bulunduğunu ifade etti. Fakat gerçeğin ve eylemim dili başka bir şeyi ısrarla gözler önüne seriyordu. Kemalist faşist diktatörlük hem amaçları hem de sınıf pozisyonu itibariyle karşı devrimci, Türk-İslam orjinli siyasal bir diktatörlüktür. 100’ncü yılına girecek olan “TC” devleti karşı devrimci sınıf pozisyonun yanı sıra kendi içinde güç savaşımlarına, kanlı klik çatışmalarının da sahası olmuştur.

Bu klik savaşımlarının açık bir şekilde yürütülme dönemeci olan 1946 yılı bu açıdan farklı muhalif kliklerin kendini örgütleme zeminini yaratmıştır. Çok partili seçim sürecine geçiş, bir demokrasiye geçiş süreci değil, CHP içerisinde bulunan farklı bir kliğin CHP dışına çıkarak yürütmüş olduğu iktidar mücadelesidir. Yani çok partili sistem diğer bir açıdan, klikler arasında çarpışmanın açık yürütülmesinin önünde ki engellerin kaldırılmasıdır. Kaypakkaya yoldaş o tarihsel kesiti şöyle açıklamaktadır; “1950 sonrasının özelliği, parlamentosuz bir diktatörlükten parlamenter bir diktatörlüğe geçilmesi değil, komprador büyük burjuva ve toprak ağası sınıflarının bütün kliklerinin siyasi örgütlenme imkanına kavuşmuş olmasıdır.” Bu kliklerden birinin temsilcisi CHP iken, diğerinin ise DP olmuştur. DP ağaların ve büyük toprak sahiplerinin ve yanı sırada feodalizmin ve sultanlığın ideolojik dayanakları olan din adamları eski ulema sınıfı artıklarının temsilcisi olarak konumlanmıştır. Yani DP, “TC” içerisinde iktidar savaşımı veren bir klik olarak sahada yer edinmiştir.

Bugün açısından Cumhur ve Millet ittifakı arasında boy veren iktidar savaşımı bu tarihsel arka plandan yalıtık ele alınamaz. Bu her iki siyasi bloğun tarihsel hasımlığı ve iktidar olma noktasında ki gerilim ve çatışmaları yeni olmamakla birlikte uzun erimli bir tarihsel süreci kapsamaktadır. Yanı sıra özelde 12 Eylül sonrası açığa çıkan irili ufaklı birçok çok burjuva siyasal parti bu gerilimlerin bir sonucu olarak açığa çıkmıştır. Özel bir irdeleme konusu olan bu kesitlere çeşitli belgelerimizde yer verdiğimizden dolayı daha fazla ayrıntıya girmiyoruz. Özetle anlaşılması gereken olgunun “TC”nin tek partili sistemden çok partili sisteme geçişiyle birlikte boy veren klik savaşımlarının iki kutup arasındaki çatışmaya zemin hazırladığıdır.

2000 yılına gelindiğinde kendilerinin yenilikçi olarak tarif eden AKP’nin Millî Görüş geleneğinin yani politik İslamcı DP’nin geleneksel kodlarına yaslandığı ve Kemalistlerle bu zeminde bir hesaplaşma içerisine girme yöneliminin olduğu gerçekliğidir. Vesayet sistemi karşıtlığı, 12 Eylül ile hesaplaşma ve kimi zaman Dersim Soykırımı vesilesiyle İsmet İnönü ve M. Kemal’e yönelmesi bir demokrasi tutkusunun yansıması değil, kendilerine yönelik geliştirilen tarihsel tutumun bir sonucudur. Yani tarihsel süreçler içerisinde kendilerine yönelik darbelerin, muhtıraların, siyaset yasaklarının ve iktidardan pay kapamamanın tepkiselliğidir. Bu açıdan AKP politik İslamcı kliğin temsilcisi olarak sahada yer edinmiştir. Politik İslamcı AKP’nin Kemalizm’e dair tutumu, bugünün bir sorunu olmaktan ziyade evveliyatında açığa çıkan gerilim ve çatışmaların tarafı olması, ideolojik ve politik olarak oraya yaslanmasıdır. Ergenekon, Balyoz, ordu içerisinde ki tasfiyeler vd. gelişmelerin hepsi bu gerçekliğe dayanmaktadır. AKP iktidarı iş başına geldiği andan itibaren ikili bir görev önüne koymuştur. Devletin bütün bürokratik mekanizmalarını ele geçirmek, iktidarlarının selameti açısından önlemler almak görevlerin bir ayağını oluşturmaktadır.

Diğer görev ise kendi sermaye gruplarını palazlandırmak ve yanı sırada politik İslam’a dayalı kültürel, eğitimsel ve ideolojik hegemonyayı sağlama tutumlarıdır. Bu açıdan AKP hem Kemalizm’in bürokratik mekanizmalarındaki etkisini kırmayı ve gücünü tesis etmeyi amaçlarken, beri yandan Kemalizm’in mistikleştirilen ideolojik hegemonyasını kırmayı amaçlamıştır. Bu Kemalizm karşıtı duruşun arkasında ki olgunun tarihsel arka planını Kaypakkaya yoldaşın; ” … Toprak ağalarının bir kesimi Kemalist iktidara ortakken, bu iktidarda söz ve nüfus sahibi iken, diğer bir kesimi Kemalist iktidarın karşısındadır. (…) Daha sonraları bunlar DP’yi ve AP’yi destekleyecek.” çözümlemesi şuna işaret etmektedir. Kemalizm’in saltanatı kaldırması ve akabinde bu aygıtları farklı biçimlerde kurduğu devlete tabi kılması, onlara oluşturulan sofrada pay vermemesi bu karşıtlığın sebeplerinden sadece birisidir. Güncel olarak, tarikat ve cemaatlerin palazlandırılması, MUSİAD’ın palazlandırılması, yeni Osmanlıcılık biçimde inşa edilemeye çalışılan sulta sisteminin arkasında bu tarihsel gerilimler vardır. Dolayısıyla burjuva klikler arasında boy veren bugünkü derin çelişki iktidar odaklıdır. Tarihte olmadığı gibi bugünde bir demokrasi savaşı asla değildir.

AKP iktidarının tasfiyeci konseptini zor aygıtlarını topyekûn devreye koyarak, başkanlık sistemi ekseninde devletin yeniden yapılandırılması sürecini başlattığı zaman aralığı olan 2015 yılı derin gerilim hatlarını en üst düzeye çıkarmıştır. Devrimci, komünist ve Kürt ulusal hareketine dönük başlatılan bu konsept büyük katliamlar ve tutuklama terörüyle sürdürüldü. Devletin yapılandırılması, burjuva kliklere yönelikte önlemlerin alınmasını şart kıldı. Bu açıdan AKP esasta Kür Ulusal Hareketi ve devrimci, komünist güçleri darbeleyip amaçlarına engel olacak kuvvetleri tasfiye etmeye çalışırken yanı sırada gerici kliklerden biri olan CHP’nin de sahasına müdahale etti. Bu saldırılarla eş güdümlü açığa çıkan devlet krizi, ekonomik ve siyasal kriz engellenemedi. Kriz derinleştikçe, toplumsal muhalefetin kazanımları ortadan kaldırıldı ve parlamento eksenli yürüyen kapalı faşizm açık faşizme dönüştürüldü. Açık faşizmin yaratmış olduğu, siyasi, ekonomik ve kültürel kriz kutuplaşmayı ve derin bir isyan dalgasının kabarmasını tetikledi. Kuşatma içerisinde kuşatma devreye girdi. Kadınlara, LGBTİ’lere, Alevilere, Kürtlere, komünistlere topyekûn saldırganlık boyutlandı.

Ekonomik kriz toplumun bütün kesimlerini derin buhranlara sürükleyerek, açlık ve yoksulluk derinleşti. Azınlığın üretim araçları üzerinde ki hakimiyetinin sonucu olarak açığa kriz toplumu canlı ölüler haline getirerek saflaşmayı boyutlandırdı. Ve birçok gelişme, uygulanan politika muazzam derecede AKP karşıtlığının büyümesine olanak sağladı. AKP karşıtlığının büyümesi elbette iyi bir gelişme iken, bu karşıtlığın Kemalizm’e dolaylı ya da direkt akması son derece negatif bir gelişme olarak karşımızda durmaktadır. Millet İttifakı bu gelişmelerin toplamında CHP’nin başını çektiği egemen kliklerden birinin damgasını taşımaktadır. Kemalist resmî ideolojinin hakimiyetinin bu klikte esas rol oynadığına işaret etmemiz gerekmektedir. CHP bu açıdan klikler savaşımında ki yenilgisini zafere çevirmek isterken, yanı sıra, Kemalist ideolojinin, siyasal ve kültürel tesirini tekrardan hakim hale getirmek istemektedir. Amaç Güçlendirilmiş Parlamenter sistemle, burjuva restorasyonu sağlayıp politik İslam’ı devre dışı bırakmaktır. Tüm argümanlar bu siyasal ihtiyaca cevap olmak adına biçim ve nitelik kazanmaktadır. Kemalizm’e dönük kavrayışın, tarihten bu yana yanılgılarla dolu gerçekliği de göz önüne alındığında, büyük oranda tekrardan sempatiyle karşılandığını, kaybedilen itibarın bu atmosferde tekrardan kazanıldığını söylemek abartı olmayacaktır. Bu açıdan karşı devrimci bir paradigma olan Kemalizm’in bütün çıplaklığıyla sınıf düşmanlığı ifade edilmelidir.

Kemalizm’e dönük tarihsel yanılgı, güncel bir yanılgı olarak hala karşımızda durmaktadır. Tereddüde mahal vermeden ifade edelim ki Kemalizm Faşizmdir. Kuruluşu itibariyle faşist bir diktatörlük olan Kemalizm, siyasal hegemonyasını 1970’lere kadar sürdürmüş hâkim bir fikriyattır. 1970 sonrası açığa çıkan köklü kopuşlar, Kemalizm’in yaratmış olduğu bariyeri aşamamıştı. Sadece komünist önder Kaypakkaya bu bariyeri yıkmayı başardı. Devletin resmi ideolojisi olan Kemalizm o güne kadar hiç karşılaşmadığı bir darbeyle büyük bir yara aldı. O darbeyi vuran kopuşun mimarlarından olan fakat kopuşu genelleştirerek her alana yayan Kaypakkaya oldu. Tarihsel zırvalara, tek yanlı tarih okumasına, kifayetsiz Kemalizm hayranlığına, devlete ve onun kültürel, siyasal ve ideolojik kolonlarına savaş açtı. Bu savaşın muazzam darbelerinden birini de Kemalizm’e indirdi. Otoritelere, resmi tarihe, resmi ideolojiye darbe ancak ve ancak Kemalizm’in üzerine örtülü peçenin sökülüp atılmasıyla mümkündü. Bu açıdan Kaypakkaya yoldaş, tarihin ezberlerine ve reçetelerine ustaca meydan okuyan bir komünisttir. Ve yine Kaypakkaya’nın manifesto niteliğinde ki sentezleri hala güncelliğini korumaktadır. Özelde Kemalizm’e dair tespitleri bunların başında gelmektedir.

TİİKP program taslağının eleştirisi zemininde açığa çıkarılan sentezler, Kemalizm’in hangi sınıfın ideolojisi olduğunu açık şekilde beyan etti. Müslüman olmayan halklara uygulanan faşist politikalar, Kürtlere yönelik geliştirilen katliamların sebepleri, Alevilere dönük kapsamlı saldırılar, yoksul köylülere ve işçilere yönelik hak gaspları ve saldırganlıkların arkasında yatan sebep Kemalist faşist diktatörlüğün niteliğiyle alakalıydı. Türk- İslam sentezli faşist diktatörlük bu açıdan halk düşmanı karşı devrimci bir yapılanmaydı. Dönemin otoriteleri tarafından tarif edildiği gibi, ne tarihin ilerici bir unsuru nede anti emperyalist bir odak, nede devrimci bir aydınlanmaydı. O en baştan itibaren dağılmaya yüz tutan bir imparatorluğun, sahneden çekileceğini ön görerek hareket eden ve Türk- İslam sentezli ulus devletin mimarlığını üstlenen bir askeri bürokrat aygıttı.

Kaypakkaya yoldaş Kemalizm’e ilişkin, özet olarak şu belirlemeleri yapmaktaydı; “Kemalist Devrim, Türk ticaret burjuvazisinin, toprak ağalarının, tefecilerin, az miktardaki sanayi burjuvazisinin, bunların üst kesiminin bir devrimidir. (…) Devrimin önderleri, daha anti emperyalist savaş yıllarında iken İtilaf emperyalizmi ile el altında iş birliğine girmişlerdir. (…) Kemalist hareket, özünde ‘işçi ve köylülere, bir toprak devrimi imkanına karşı’ gelmiştir. (…) Bu idare sözde bağımsız gerçekte siyasi bakımdan emperyalizme yarı bağımlı bir idaredir. Kemalist diktatörlük, sözde demokratik gerçekte askeri faşist diktatörlüktür ….” Kemalizm’in niteliğine ilişkin bu özet vurgular, Kemalizm’in hangi sınıfın temsilcisi olduğunu yanıtlamaktadır. Dikkat çekilen bu noktalar tarihin karanlık yönünün açığa çıkarılmasında tarihsel bir anlama sahiptir. Yarım asır önce ortaya koyulan tespitler, bu açından günceldir. Teorik ve siyasal aynı zamanda pratik olarak teyit edilen şey Kemalizm’in sermaye ve emperyalizmin siyasal temsilcisi olduğudur. Kaypakkaya, Kemalizm’in üzerinde yükselmiş olduğu basamakların her birine ilişkin kapsamlı analizi TİİKP program taslağı eleştirisinde net bir şekilde ortaya koymuştur. Bugünkü güncel gelişmeler değerlendirilirken, geçerliğini koruyan bu sentezin ayak izlerine basarak yürümek hakikatleri açıklama noktasında son derece önemlidir. Bu ayak izlerine basanlar Millet İttifakı’nın, CHP’nin, devletin ve devletin bürokratik aygıtlarının niteliğini anlayabilirler. Bunu anlayanlar politik İslamcı AKP’ye de faşist Kemalist bloğa da sınıf düşmanı olarak yaklaşır. Düşmanını bilenler, düşmana düşmanca yaklaşır.

Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?

Sınıf Teorisi: 68 kuşağı, 1966 Çin BPKD ve Fransa’da patlak veren 68 Gençlik Hareketi gibi, dünya ölçeğinde yankı bulan ideolojik-siyasi gelişmelerin büyük etkisi ve parçamız somutunda dönemin revizyonist TKP ve TİP geleneklerinin hakim olduğu siyasi hareketin etkileri olmak üzere iki faktörlü dinamiğe oturur, iki etkiyi barındırır. Ülkede yaşanan işçi-köylü mücadeleleri somut siyasi koşulları biçimlendirirken, dönemin devrimci sınıf hareketini temsil eden örgütlü güçler/siyasi partiler bu koşullara kayıtsız olmayıp ideolojik-siyasi perspektifleriyle rol oynuyordu. Öğrenci gençlik içindeki devrimci dinamikler de bu siyasi parti ve güçler içinde kümeleniyordu. Öğrenci gençliğin ilk hareket dönemi bu zeminde biçimleniyordu. Dünyada yaşanan gelişmeler öğrenci gençlik içinde güçlü bir anti-emperyalist eğilim yaratıyordu. Uluslararası komünist hareket içindeki tartışma ve saflaşmalar ülkeye de yansıyarak tesir gösteriyordu. 66 BPKD ve Fransa 68 Gençlik Hareketi bu tesiri doğrudan yaratan etmenler olarak öne çıkıyordu. Ülkedeki öğrenci gençlik hareketi bu süreçlerin devrimci yansımalarını taşıyarak farklı ideolojik-siyasi kalıplara giriyordu. Kısacası bu iki etki ideolojik-siyasi saflaşma ve ayrılıklar temelinde gelişerek sonuçta 68 kuşağının iki nitelikte biçimlenmesini koşulluyordu…

68 kuşağının, Deniz-Mahir-İbo şahsındaki devrimin parlayan yıldızları, devrimci hareketin yüz akları olarak bu süreçte yükselip öne çıkan önderler oldular. Perinçek, TKP ve TİP’in başındaki “eski tüfek” önderler ise, reformist-revizyonist çizgiyi sürdüren aynı dönemin ikinci damarı olan tasfiyeci hattı oluşturuyorlardı…

Mahir ve Deniz 71 Devrimci çıkışının önderleri olmakla birlikte, uluslararası Komünist hareket içindeki saflaşmada Sovyetik çizginin etkisini barındıran Kastro ve Guavera eksenli perspektifi benimsediler. Kaypakkaya ise, Çin eksenli Maoist çizgiyi benimsedi. Böylece 71 Devrimci Çıkışının önderleri arasında derin çizgi farklılıkları açığa çıktı. Deniz ve Mahir benzer kulvarda yer alıp devrimci çizgiyi temsil ederken, Kaypakkaya komünist çizgiyi temsil etti…

Kaypakkaya komünist çizgi perspektifiyle, Mahir ve Deniz de devrimci çizgi perspektifiyle döneme damgasını vuran 68 Gençlik Hareketinin önderleri olarak tarihe geçtiler. Devrimci çıkışları ve kararlı mücadeleleriyle büyük bir miras yaratıp bıraktılar. Onlar sadece 68 kuşağının önderleri değil, devrimci perspektif ve çizgileriyle günümüz devrimci hareketinin de önderleri durumundadırlar. Günümüzün komünist ve devrimci hareketi onların temsil ettiği çizgileri takip etmekte, yaratıkları zemininde varlık göstermektedir. Bu anlamda, onların günümüz devrimci ve komünist hareketine öğütlediği şey, bugün bu hareketin izlediği ve yapmak istediği şeydir denebilir. Komünist ve devrimci hareketin izlediği aktüel çizgi ve yönelim onların ideolojik-siyasi-örgütsel çizgilerinin devamı ve geliştirilmesidir…

Onların ortaya koyduğu teorik-pratik hat ve devrim perspektifiyle yürüttükleri silahlı savaşım bizlere devrettikleri devrimci mücadele mirasıdır. Onlar, içinde yer aldıkları dönemin siyasi parti ve örgütlerinden koparak silahlı mücadele temeline dayanan devrimci çıkışı yarattılar. Geri bağlardan kurtularak, hatalı çizgileri devrimci zeminde mahkum edip ileri adımlar attılar. Bu bakımdan, onların perspektif ve yönelimi aynı zamanda bir gelişme ve ilerleme perspektifi pratiğidir de…

O halde, onların bizlere öğütlediklerini şöyle özetlemek mümkün. Onların pratik öğüdü olarak; Sınıf ve sınıf çelişkileri devrimcilerin ve devrimin varlık gerekçesidir. Bu devrimde, bağımsız, demokratik, sosyalist bir toplum yaratma mücadelesi somut görevdir. Bu görevin gerçekleştirilmesi bir devrim sorunudur. Devrim temel görev ve devrimci mücadelenin ana hedefidir. Bu zeminde, silahlı düşmana (faşizme) karşı silahlı mücadele ve devrimci savaş evrensel devrim ilkesi olarak bizde de geçerli olan ilkedir. Devrimci silahlı savaş yürütülmeden devrim geliştirilip başarılamaz. Kısacası, devrim, silahlı zor temeline oturmak zorundadır. Tam da buna uygun olarak onlar, dönemin reformist-revizyonist bilumum sağ tasfiyeci çizgilerine karşı devrimci savaş çizgisine başvurdular. Devrimci eylem, devrimin önündeki engellerin ve somut engellerin kaldırılarak örgütlenme ve mücadelenin geliştirilmesinde başvurulması ve benimsenmesi gereken zorunlu, doğru bir yöntemdir…

Kuşkusuz ki, onlar, dönemin egemen olan hatalı çizgilere karşı ideolojik mücadeleler yürütüp devrimci çizgi temelinde ileri kopuşlar sağlama pratikleriyle de katıksız bir ilerleme-gelişme perspektifini temsil ederek bizlere armağan ettiler. Dolayısıyla bizlere öğütlediklerinden es geçilemez olan bir şey de değişim ve gelişim çizgisinin takip ederek sürdürülmesidir…

Ve onlar, emperyalizme karşı mücadele bayrağı olarak pratikleşirlerken, aynı zamanda faşizme, kapitalizm ve feodalizme karşı mücadele pratikleriyle de yol gösteriyorlardı. İşçi direnişleri, köylü isyanları, öğrenci hareketleri ve genel siyasi faaliyetlerin hemen her alanında, farklı mücadele ve örgütlenme biçimleriyle de zengin bir perspektif sunuyorlardı.

Daha özgün ve bir o kadar da önemli olarak, billur biçimde taşıyarak pratikleştirdikleri devrimci dayanışma ve dostluk kültürünü de bizlere oldukça değerli bir hazine olarak bıraktılar. Bu, onların büyük-belirgin bir özelliği ve bizlere öğütledikleri temel bir değerdir. Ve onlar, fedakârlık, kararlılık, tutarlılık, devrimci kahramanlık, davaya-devrime-halka ve sınıfa bağlılık gibi bir dizi değeri de kendi pratiklerinde yaşatarak bizlere bıraktılar. Hiç şüphesiz ki, bütün bunlar bugün hala geçerli olup bizlere öğüt edilmiş değerler olarak unutmadan diri tutmamız gereken bir bellek olmaya devam ediyor, büyük bir anlam taşıyor…

Özcesi; bugün komünist hareket de dahil, devrimci hareketin içinde bulunduğu zafiyetlerin hepsine genel bir yanıt niteliğindedir. 68 kuşağının militan mücadelesi ya da devrimci mücadele tavrında somutlanan militan çizgisi, 68 devrimci kuşağı ve onun gözde önderleri tarafından pratikleştirilen devrimci doğrultu, günün devrimci hareketi tarafından benimsemesi gereken ruh ve doğrultu olmaya devam ediyor…

Bu sürecin seçkin önderlerinden Kaypakkaya yoldaş ve komünist nitelikteki 72 çizgisi ise, bütün bunlarla birlikte, daha yakıcı öğütler içererek günümüz sorunlarına köklü cevaplar getiren bir değer taşımaktadır. Bu üstünlüklerin başında ideoloji sorununda ortaya koyduğu ileri düzey gelmektedir ki, bu, komünist niteliği tayin ederek belirleyen temel bir ayraç durumundadır. Bu, devrimin nihai amaç doğrultusunda biçimlenmesini tarif ederken, gündemdeki devrim aşamasına saplanıp kalması ya da devrimin geliştirilerek komünist toplum perspektifiyle sürdürülmesi sorusuna yanıt veren temel bir yanıt oluşturur. Devrimin önderliği, önder ve temel gücü, devrimin dostları ve düşmanları, devrimin çözeceği başlıca çelişkiler, baş ve temel çelişkiler, devrimin dayanacağı zor ilkesi, devrimin izleyeceği yol, dayanacağı temel örgütlenme ilkesi, mücadele ve örgütlenme biçimleri, devrimin başvuracağı temel taktik/taktik siyaset ve araçları, ideolojik mücadele/iki çizgi mücadelesi, demokrasi anlayışı gibi tüm temel meselelerde, ya da bu meselelerin ele alınmasında somut koşulların somut tahliline bağlı olarak bilimsel bir yönelimin benimsenmesi gerektiğini salık verendir Kaypakkaya yoldaşın çizgisi.

 Öğütlediği güncel-taktik ve stratejik yaklaşımları günümüz için geçerli olup bilimsel tarazda ele alınması ve geliştirilmesi gerekenlerdir. Tekçi-ırkçı faşist paradigmalara dayanan Türk hakim sınıfları devletinin gerici karakterinin anlaşılması bugün hala elzem olan temel meselelerdendir. Ulusal sorun kapsamında Kürt ulusal sorunu ve azınlıklar sorununa getirdiği komünist yaklaşım, günümüzde hala anlaşılması gereken ve tüm yakıcılığını sürdüren temel ihtiyaçtır.

Sınıf Teorisi: Son olarak şunu eklemek isteriz; yanıtlarımızın bazıları röportaj formatını zorladı. Bundan dolayı anlayışınıza sığınıyoruz. Fakat soruların muhtevası oldukça geniş bir yanıt gerektiriyor ve bu zaviyeden bakıldığında verdiğimiz yanıtların yetersiz olduğunu bile söyleyebiliriz…

Şunu da eklemek isteriz. Kaypakkaya çizgisi ile Mahir-Deniz çizgileri arasındaki nitel farka dikkat çekip Kaypakkaya çizgisi lehine daha güçlü vurgular yaparak bunun altını çizerken tarafgir duygularla hareket etmediğimizi, bilakis meseleye doğru-yanlış sorunu bağlamında yaklaştığımızı ve objektif gerçekler karşısında taşıdığımız sorumluluk gereği bu farka dikkat çektiğimizi belirtmek isteriz. Mahir ve Deniz’in büyük devrimci önderler olduğu bizlerin lütfu değil, objektif gerçektir. Onları küçümseme, devrimci önem ve önderliklerini sıradanlaştırma gibi bir tutumumuz asla olamaz. Devrimci önderleri birbiriyle yarıştırma, birini her şey, diğerlerini hiçbir şey olarak görme tavrımız ve bilicimiz de söz konusu olamaz. Lakin bütün bunlar, onların devrimci önderler olma gerçeğinden bağımsız olarak, ideolojik-siyasi çizgilerini eleştirmeme ya da hata ve eksikliklerini ifade etmeme anlamına da gelmez, gelmemelidir. Sorun ideolojik-siyasi çizgi sorunudur ve bunda Kaypakkaya yoldaş Mahir ve Deniz’den daha ileri yer tutmaktadır. Bunun altını çizmek Mahir ve Deniz’i küçümsemek anlamına asla ve asla gelmez. Onlar birer birer karanlığı yırtan meşalelerdi. Kaypakkaya yoldaş ise bu karanlığı yaran Komünist çizgi bayrağıyla devrimimizde çığır açan bir özellik taşıyordu…

Mahir, Deniz ve Kaypakkaya’yı saygıyla anıyor, mücadele anıları önünde saygıyla eğilerek selamlıyoruz.



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Söyleşi Haberler