Kaypakkaya’nın 68 kuşağı içerisindeki özgün yanı, 68 kuşağı ve özelde Kaypakkaya’nın tarihsel mirası, Cumhuriyetin ikinci yüzyıl tartışmaları ve Kemalizm’in günümüzdeki durumu, Kaypakkaya’nın ve 68’in günceldeki önemi gibi sorulara cevap aradığımız söyleşi dizimizin yedinci konuğu Kerem Yıldırım.
Kerem Yıldırım ile gerçekleştirdiğimiz söyleşi şöyle;
İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?
Kerem Yıldırım: İlk önce 68’i tasvir edelim. 68 hem dünya hem de ülke konjonktürü açısından nasıl bir ortamda şekillendi, bunun Kaypakkaya üzerindeki etkisi neydi? Kaypakkaya’yı yaratan temel dinamiklerden biri de 68 zemini üzerinde şekillenmesidir, hatta 68’in de düzenle ilişkili nitelikleriyle hesaplaşmasıdır. Kaypakkaya’yı özel kılan, 71 devrimci kopuşunun, en radikal hesaplaşmasını yapan politik çevrenin başında bulunmasıdır. Vietnam Kurtuluş Savaşı, 1966’da Çin’de başlayan Büyük Proleter Kültür Devrimi, Çekoslovakya’nın işgali, Sovyetler Birliği’ndeki aksi gelişmeler, Küba Devrimi… Bunların tamamı, aslında Türkiye 68’ni oluşturan temel motivasyonlardır.
Türkiye 68’ni oluşturan temel motivasyonlardan biri de, Türkiye’deki geleneksel solun, aslında belli bir düzeyde düzen ile ilişkilerini koparamadan 68’e kadar gelmesiydi. Sanırım İbrahim Kaypakkaya’yı buradan tarif etmek gerekiyor. İbrahim Kaypakkaya, aynı zamanda kapitalist düzen ile bütün ilişkilerini bir hesaplaşmaya sokma mücadelesi içerisinde, hem tarihsel TKP’nin hesaplaşamadığı hem de TKP ardıllarının, Mihri Belli ve çevresinin hesaplaşmadığı konularla hesaplaşmıştır. Örneğin Kaypakkaya, 68 kuşağı üzerinde hem bir abi hem de çok etkili olan Mihri Belli’den de bir kopuşu temsil ediyor. Çünkü, Yön çevresi, Doğan Avcıoğlu çevresi, “askeri zümreye” devrimcilik atfederken, Kaypakkaya bu siyasal hattan da radikal bir kopuşu temsil eder.
İbrahim Kaypakkaya, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni Türkiye’de en iyi kavramış ve bunu pratik mücadelesiyle de tutarlı haline getirmiş bir isimdir. İbrahim Kaypakkaya’nın bütün yazıları, bütün tutumları onun eylem çizgisiyle ilişkilidir. Eylem çizgisiyle teorik kavrayışı arasında muazzam bir bütünlük vardır. O’nun PDA ile hesaplaşması, sadece PDA ile hesaplaşma değildir, aynı zamanda geleneksel solun 27 Mayıs ve Kemalizm olumlamasını reddeden bir hesaplaşmadır. Bugünden baktığımız zaman İbrahim Kaypakkaya’nın bazı ifadelerini ve tahlillerini belki abartılı bulabiliriz ama İbrahim Kaypakkaya, emekçi halka güvenme düsturunu temel edinmişti. Yani sermaye kliklerine dayanarak proleter devrimci bir siyasal hattın oluşamayacağını gördü. İbrahim Kaypakkaya’nın bu tutumu hem Mihri Belli’den hem PDA’dan hem de tarihsel TKP’nin hatalarından kopuşu temsil eder. Daha da çarpıcı olan, aslında adını koymadan İbrahim Kaypakkaya Komintern’e karşı bir mücadele hattı kurmuştu.
Mao Zedung, Komintern’e karşı devrim yapmıştır. Komintern’i dinleseydi Guomindang’ın içinde çalışmak zorunda kalacak ve sonrada tasfiye edilmek zorunda kalacaktı belki de. Mao’yu Hunan’a götüren, o raporu yazdıran, Kızıl Ordu’yu ona kurdurtan irade neydi? Mao’yu Hunan’a götüren ve Komintern’e karşı tutum almasına neden olan şey, Komintern’in daha çok Rus Partisi odaklı perspektif geliştirmesi ve halk cephesi politikasıyla da kendine bağlı komünist partileri, deyim yerindeyse harcamasıydı. Mao bunu gördü ve buna karşı bir isyan geliştirdi. İbrahim Kaypakkaya Mao’yu referans almıştır.
İbrahim Kaypakkaya hem Şefik Hüsnü TKP’sinin hem sonrasında ardılları olan Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli gibi isimlerin değerlendirmesini yaparken, aslında temel bir sorunu eleştiriyor; emekçi halka dayanarak burjuvaziye karşı hamle yapmak iradesinden yoksunlar. Kaypakkaya, TKP’ye Kemalizm’i olumlaması üzerinden ağır ithamlarda bulunuyor. Kaypakkaya, ‘kendi kuvvetine dayanarak mücadele etmek esastır, müttefiklere dayanmak değil’ diyor. Kaypakkaya’nın perspektifi, burjuva kliğe karşı muhalif burjuva kliklere yedeklenen sosyalist siyaseti mahkum etme üzerine oturuyor.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılına gireceğimiz bu günlerde “Demokratik Cumhuriyet” güzellemeleri ve “ulusalcı-cumhuriyetçi” medeniyet paradigmaları ve resmî ideoloji konularını Kaypakkaya’nın fikirleri üzerinden nasıl değerlendirebiliriz?
Kerem Yıldırım: Kaypakkaya ulusal sorun ve cumhuriyet paradigması meselesinde en özgün ve radikal fikirleri ifade etmiş ve bunu eylemsel olarak da değerlendirmiş bir komünist önderdir. Kaypakkaya’nın Kürecik Raporu, özellikle Doğu Anadolu Bölge Komitesi’ndeki faaliyetleri onda muazzam bir ideolojik sıçrama yaratmıştır. 1969’daki Kaypakkaya’yla 1970’teki Kaypakkaya arasında muazzam bir fark vardır. Kaypakkaya’yı radikalleştiren ve onu emekçi halka dayalı bir devrimci örgütlenmeye seferber eden birkaç başlık vardır. Bunlar Doğu Anadolu Bölgesi faaliyeti, 15-16 Haziran eylemleri ve Proleter Kültür Devrimi’dir. Kaypakkaya, Türk milliyetçiliğini mahkum eder. Solun hem Şeyh Said isyanında hem Dersim katliamında dönemin TKP’sinin Komintern’in de direktifiyle Kemalizm’e yedeklenmesi ve orada halkın karşısında aslında mevzilenmesini muazzam bir şekilde mahkum eder. Bunu hem teorik hem de pratik olarak yapar. Aynı zamanda Kaypakkaya, ulusal sorunda ayrılma hakkını çok net bir şekilde ortaya koyar ve ayrılma hakkını şöyle netleştirir: ‘”Bu mesele ezilen ulusun karar vereceği bir şeydir. Bu hak her zaman saklıdır. Ve Türkiye’de milli sorun sadece Kürt ulusal sorunun da değildir. Milli mesele bütün azınlıkların üzerinde kurulmuş bir faşist diktatörlük sorunudur.”
Kaypakkaya, aynı zamanda Kürt milliyetçiliğine de bir mesaj verir. Kürt ulusunun özgürleşme, ulusal özgürleşme talebine evet ama Kürt egemenlerine karşı Kürt emekçilerinin mücadelesinde ‘biz Kürt emekçileriyle birlikteyiz’ der. Bu tamamen Leninist bir tutumdur. Türkiye’de Lenin’in Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı ilkesini İbrahim Kaypakkaya’dan önce onlarca komünist hatmetmiş ve değerlendirmiştir ama bu meseleyi gerçekten pratik politik olarak, komünist bir ilkeyle savunmak İbrahim Kaypakkaya’ya nasip olmuştur diyelim.
İbrahim Kaypakkaya’nın ulusal sorun çözümlemesi Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında da geçerlidir. Kürt Özgürlük Hareketi, İbrahim Kaypakkaya’nın değerlendirdiği dönem açısından çok farklı bir mevzide biliyorsunuz. Özellikle 1980 sonrası daha gelişkin bir hareketle karşı karşıyayız ama o dönemin siyasal taleplerini değerlendirdiğimizde, İbrahim Kaypakkaya’nın yaşadığı dönemden çok da öteye geçmiş durumda değildir. Maalesef ulusal demokratik gelişme açısından farklı bir durum oluşmadı.
Türkiye’nin sistematik olarak sağa savrulduğu bir dönemden geçiyoruz. İbrahim Kaypakkaya 15-16 Haziran’ı gördü; Ege’nin, Akdeniz’in köylerinde toprak işgallerini gördü. Gençlik mücadelelerini yaşadı. Ancak hem dünya konjonktüründe hem Türkiye konjonktüründe maalesef biz kırk yıldır süren bir gerileme dönemindeyiz. Bu uzun bir dönemdir. Yani kırk yıllık bir gerileme döneminden söz ediyoruz. 2000 yılında politik solun cezaevlerinde ezilmesi bunu daha da perçinledi. Şunu da söylemekte bence hiçbir sakınca yok, emekçi halkımız yeni yüzyıla da Türkiye komünistlerinin siyasal ağırlığı olmadan giriyor. Burada çok umutlu konuşamıyoruz maalesef… Mutlaka kendini yeni yüzyılda iddialı gören sol çizgiler vardır ama bu sol, düzen ile ilişkilerini toptan hesaplaşmaya dönüştürmüş, düzenin herhangi bir kliğine yaslanmadan emekçi sınıflara, kent yoksullarına, işçi sınıfını dayanarak örgütlenmiş bir komünist iradenin müdahale edeceği bir sol değildir. Seçime indirgenen ya da bugünkü muhalefette yedeklenen çizgilerin saçmalıklarını izliyoruz.
Sanırım bugün İbrahim Kaypakkaya’yı güncellesek, İbrahim Kaypakkaya İstanbul’un ve Anadolu’nun yoksul halkının örgütlenmesine, emekçi halkın devletle olan bütün çelişmelerinin örgütlü bir düzeye dönüştürülmesine kafayı yorardı. Bütünüyle sandığa gömülmüş, bütün siyasal hesaplarını burjuva parlamentosu üzerinden yapan, bir nebze de burjuva parlamentosunu meşrulaştıran siyasal çizgiyle arasına mesafe koyardı. Emekçi halkın devletle, hâkim sınıflarla çelişki yaşadığı her türlü krizden yeni bir mücadele hattı kurmayı denerdi. O, zaten devrimin de dengeli gelişen bir şey olduğunu düşünmedi. İbrahim Kaypakkaya, her şeyin önüne emekçi halkın mücadelesini koydu, emekçi halka dayanmadan hiçbir şeyin başarılı olamayacağını polemik yazılarında ‘Emekçi halkla komünist partinin karşı karşıya geldiği yerlerde de biz emekçi halkın yanında yer alıyoruz’ dedi. Bu perspektif komünizm mücadelesi açısından hem güncel hem de devrimci bir ufku temsil ediyor.
21 yıllık AKP iktidarı dönemindeki Ilımlı İslam ve yeni Osmanlıcılık fikri dolayısıyla Kemalizm yeniden “bir kurtuluş reçetesi” olarak halkın gündemine sokulmuş durumda. Kemalizm’in günümüzde ki durumunu Kaypakkaya’nın tespitleri doğrultusunda değerlendirir misiniz?
Kerem Yıldırım: İbrahim Kaypakkaya aslında Kemalizm’in en güçlü olduğu dönemde yaşadı. 1923-1946 arası dönem hem Kürt ulusuna hem komünistlere ciddi bir terör dönemidir. 1946’da TKP bir yasal parti girişiminde bulunuyor. Ama partiyi altı ayda boğuyorlar. Sonrasından malumunuz 51 tevkifatı…
27 Mayıs müdahalesi, 12 Mart… Kaypakkaya’nın düşüncesi ve eylemi bu gelişmeler içinde gelişti.
Kaypakkaya 12 Eylül rejimini görmedi. Kaypakka’dan sonra işçi sınıfı örgütlerinin dağıtıldığı, komünistlerin ezildiği, Türkiye’de ilericiliğe dair her şeyin tarumar edildiği bir kırk yıllık süreç yaşandı. İslamcılığın devlet içerisinde azgınca büyüdüğü ve hiç olmadığı ölçüde mafyalaşmanın, tarikatların muazzam palazlandığını bir dönem yaşandı. Mesela İbrahim Kaypakkaya yaşadığı dönemde, tarikatların toplum üzerindeki ağırlığı ya da devletteki varlığı yani neredeyse yoktu diyebileceğimiz kadar azdı. MHP gibi bir faşist çetenin bütün devlet aygıtının merkezinde konumlandığı bir dönemi görmedi. Kaypakkaya’da hakim sınıfların tümüne karşı mücadele esastır ama bir de tali çelişki vardır. Bir de baş çelişki vardır. Bugün ise esas tehdit İslamcı faşist burjuva klikten geliyor. Mehmet Ağarlar’dan tutun, bugün Süleyman Soylulara kadar uzanan muazzam bir çizginin devamı var. Türkiye’de gerçekten hem İslamcı hem de Türk milliyetçisi çevreler hiç olmadığı kadar, dünle hiç kıyaslanmayacak kadar güçlüdür.
Bana kalırsa Kemalizmler var, tek bir Kemalizm yok. Ama tabi, Kemalizm genel olarak, Türk devletinin geleneksel ideolojik kodudur ama siyasal tonları vardır. Türk milliyetçiliği hem emekçi sınıflara hem de Kürt halkına ve diğer azınlıklara karşı baskı metoduyla güncelliğini koruyor. Bunun karşısında göz ardı edilemeyecek bir Kürt Özgürlük Hareketi gerçeği var. Bugün binlerce kadrosu cezaevinde olan ve sürekli devletin sopasıyla karşı karşıya kalan ama ona rağmen ciddi bir toplumsal meşruiyet yaratmış bir hareket… Bugün hem emekçiler hem de Kürt halkı açısından değerlendirecek olursak, bütün araçlarıyla devlet sopası İslamcı faşistlerin elindedir. Yarın olası bir iktidar değişikliğinde durum değişebilir. Yeni burjuva iktidarı da Türk burjuva devletinin geleneksel kodlarıyla birleşecektir. Ancak yine de İslamcı faşist diktatörlükten kurtulursak geçici bir dönem nefes alınabilir.
Çünkü şu an hareket kabiliyetinin olabildiğince sınırlı olduğu bir dönemden geçiyoruz. Özel bir siyasal süreç yaşıyoruz. Belki bugün siyasal özgürlükler açısından 1930-1960 arası dönemle kıyaslayabilir. Türk sermaye devleti, spesifik olarak İslamcı faşizm halk üzerinde psikolojik ve fiziksel üstünlüğe sahiptir. Bu açıdan güncel ve yakıcı sorun İslamcı faşist diktatörlüktür. Yeni Kemalizmler de iktidar niteliği açısından komprador burjuvazinin temsilciliğine adaydır. Bugün İslamcı faşist diktatörlük esas olarak mafya, tarikatlar ve ırkçılık üzerinden İstanbul’un yoksul mahallelerinde, Anadolu’nun yoksul kasabalarında bir egemenlik ilişkisi kurmuş değil mi? Komünist siyaset bu gerici hegemonyayı dağıtabildiği sürece; emekçi halkı, dinci ve milliyetçi fikirlerden kurtarmak için mücadele zemini yaratabildiği sürece gerçek bir politik odak hâline gelebilecektir. Aksi durumda, genel propagandist söylemlerle ya da seçim çağrıları ile bu işin değişeceğini düşünmüyorum. Reformist çizginin varabileceği yer yine CHP’nin soluna yerleşmek ya da mebus pazarlığı yapmak gibi düzen içi siyasetlere sıkışmaktır.
Nerede mücadele ediyorsanız biraz da ona göre şekilleniyorsunuz. Emekçi halkın ve kent yoksullarının odağında inşa edilen mücadele hattı sizi devrimci kılar. Yani hakim sınıfların baskı araçlarıyla kavga etmek sizi devrimci yapar. İbrahim Kaypakkaya’nın da en güncel devrimci mirası budur. O’nun bu mirasını dört maddede özetleyebiliriz: Emekçi halka güvenmek, emekçi halk içerisinde mevzilenmek, emekçi halkla bütünleşmiş mücadele araçları geliştirmek ve burjuva fraksiyonlarının peşine takılmamak.
Son olarak sizlerin eklemek istediği şeyler var mı?
Kerem Yıldırım: İbrahim Kaypakkaya’nın 68’i de aşmış genç bir önder olduğunu düşünüyorum. Devlet hâlâ 1 Mayıslarda, Kaypakkaya’nın resimlerinin olduğu flamaları alana bile alana almıyor. Bu özel “muamelenin” bir sebebi var. Çünkü İbrahim Kaypakkaya devlet ve egemen sınıflarla uzlaşmama, efendilerle nihai bir hesaplaşma çizgisini temsil ediyor. Bunun için egemenlerin İbrahim Kaypakkaya korkusu kalıcıdır. Biz de onun bu iradesini savunmaya devam edeceğiz.