Bir siyasi hareket, programını yenileyebilmesi veya güncelleyebilmesi için o hareketin kendi iç demokrasisini uygulaması ve tartışmayı doyuma ulaştırması gerekir. Ve politik tartışma süreci mümkün olduğu ölçüde doyuma ulaşır ve hareket içinde çoğunluk oluru alınırsa söz konusu karar doğrultusunda ileriye doğru adım atmanın ve dahası ve en önemlisi de sağlıklı bir ilerlemenin önü açılmış olur. Bu genel bir kuraldır. Komünist hareket içinde demokratik işleyişteki mantık budur.
Bu kısa vurguyu yapmaktaki amaç, elbette genel geçer doğru işleyişi veya tüzük kurallarını açıklamak ya da demokratik normları tartışmak değildir. Dolayısıyla bu genel kuralı açıklamamızın nedeni, ele almak istediğimiz konunun anlaşılmasına bir ön bilgi olması bakımından genel bir not olarak düştüğümüzün anlaşılması gerekir. Ki, komünist hareketin bu konuda eksik kaldığı dönemler olsa da esasta bu konuda iyi bir noktada durduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz.
Asıl ele alacağımız noktaya gelmeden önce kısaca değinecek olursak komünist hareket, 1. Kongresiyle başlayan ve daha sonra 3.Kongresiyle kabul ettiği bilimsel kararlar ışığında, önder Kaypakkaya tarafından geliştirilen programın özünü alarak ve bu özü ısrarla koruyarak ve o dönemin ileri sürülen programı, değişen dünya ve ülke şartlarını da dikkate alıp güncellemesiyle yaşanan tıkanıklığın önünü açmış oldu. 1. Kongrenin açtığı devrimci kanaldan ilerleyerek atılması gereken doğru ve yerinde adımları atmış ve bunu devrimci-demokratik kamuoyuna genişçe paylaşmıştı. O dönem, içinde bulunduğu bir dizi olumsuz şartlara rağmen atılan bu devrimci adım, sürecin seyri içinde gayet bilimsel, yerinde ve ihtiyaç duyulan adımlar olduğu bizzat hayatın canlı pratiğinin tanıklığında ispatlanmış oldu. O dönem bu ilerleyişi ve güncellemeyi yanlış bulan bazı arkadaşlarımız komünist hareketi terk etmişlerdi. Ancak o günden bugüne geçen yaklaşık on yıllık zaman diliminde herhangi bir örgütsel varlık gösteremeyen bu arkadaşlar, 3. kongremizin aldığı kararları Komünist Önder Kaypakkaya’nın ortaya koyduğu bilimsel çizgiden olumsuz manada bir kopuş olarak değerlendirmişlerdi. Ancak daha sonraları bu arkadaşlar vazgeçilmez buldukları sosyo-ekonomik yapı değerlendirmesini ve sosyo-ekonomik yapı üzerinden yükselen diğer bazı konularda değişikliğe gitmeyi kendileri de gerekli görmüşler ve böylelikle komünistler revizyonizme düşmekle eleştirdikleri konularda kendileri de değişmeye mecbur kalmışlardır. Bu önemli bir husustur. Bu nokta işlenmesi gereken iyi bir ders konusu olsa da bunu bu makalede tartışmayacağız fakat şu kısa vurguyu yapmakta fayda var. Gerçeklere sırtını dönenlerin zaman akışı içinde bu gerçeklere teslim olmak zorunda kaldıklarının harika bir örneğidir.
Hareketimizin kongrelerinde ileri doğru geliştirilen programı “revizyonizm” olarak değerlendiren bu arkadaşlar, bugün Maoist komünistlere yakın değerlendirmeler yapmış olmalarıyla akıllara şu önemli soru getirmektedir. MLM olmanın kriteri nedir? Kim hangi kriterlere göre komünist veya revizyonisttir? Bu gibi değerlendirmelerin tartışılması bilgiyi bilince çevirmek bakımından önemlidir. Zira, Maoist Partinin yeni sosyo-ekonomik yapı tahlili ve onun üzerinden yükselen devrim programına ucuz bir revizyonizm damgası vuran arkadaşlarımız, Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısını kapitalist değerlendirirken yeni çizgilerini revizyonist olarak mı değerlendiriyorlar acaba? Dediğimiz gibi bu önemli bir husustur ve bu önemli husus bir kez daha göstermiştir ki doğrularda ısrar etmek kazandırır ve hayatın gerçekleri kaçınılmaz olarak yanlışları açığa çıkarır ve sahiplerini de kendisini kabul ettirir.
Tarihi tecrübeler göstermiştir ki, dünyanın ve ülkenin içine evirildiği yeni şartların ortaya çıkardığı sosyal, kültürel ve ekonomik durum ve bu değişime paralel yeni dönemde ortaya çıkan yeni kitle hareketlerinin tahlil etmek ve sonuçlar çıkarmak devrimci bir görevdir. Bunun yanı sıra, azami programın konusu olan nasıl bir sosyalizm, nasıl bir devlet ve insana bakış sorunu, parti, devlet-toplum ilişkisi ile kapitalizmden komünizme geçişte nasıl iktidar kurmak istediğimiz -geçmiş tecrübeler ışığında- bilimsel temelde ele alarak programı yenilemek elzemdir. Ki, komünist hareketimiz kongrelerinde bu konuda ileri adımlar atmayı başarmıştır. Çokça dile getirilen bir gerçektir. Yenilenmiş bir programı hayata geçirecek olan çaplı kadrolara sahip olmak da yine bir o kadar önem arz etmektedir. İleriye doğru atılan adımların bilimsel olması, canlı hayat içinde karşılığı olması tek başına yeterli değildir. Politik, ideolojik, felsefi konularda yetkin, örgütsel deney ve tecrübe ve öngörüyle donanmış ve uygulamak üzere kabul edilen programın içeriğini sıkı kavramış yeterli kadro yoksa işte o programın pratikte temsil edilmesi zordur ve o program zaman içinde anlamını giderek kaybeder. Hatta uygulanmadığı için söz konusu bilimsel kararlar dejenere bile olur.
Faşist kuşatma altında devrimci çalışma ve iki yanlış eğilim
Komünist hareket, hayatın gerçeklerine uygun olan yeni bilimsel kararları uygulama sürecinde pratikte ileriye doğru küçümsenmeyecek adımlar attı. Hem sübjektif hem de objektif açıdan aleyhinde olan birçok olumsuzluğa rağmen pratik sahada ilerlemeler kaydetti. İçinde bulunduğu çeşitli zorluklar nedeniyle elbette bazı sahalarda eksik kaldı ve hatta hatalar yaptı. Tüm bu noktaları geçerken genel bir vurgu yapmak dışında geniş bir analizini yapacak değiliz.
Şimdi varılan aşamada geriye doğru olup bitenlere göz attığımızda şu iki önemli nokta gayet net olarak ortaya çıkmıştır. Hareketin ileriye doğru gelişmesiyle beraber, saflarında olumsuz bir tepki ve ayak sürtmeler yaşanmıştır. Yani, birincisi, yukarda belirttiğimiz gibi doğru ve bilimsel kararlara itiraz ederek kopanlar, ikincisi ise Maoist hareketle yürümelerine rağmen kavrayış yetersizliğinden ötürü sağlam bir duruş içinde olmayan ve programı temsil edemeyen faaliyetçilerimiz olmuştur. Maoist hareketle birlikte yürüyen ama sallantılı vaziyet içinde olan bu yoldaşlarımız söz konusu kararların bilimsel içeriklerini ve önemini kavrayamadıkları için, doğal olarak uygulama sahasında oldukça gevşek tutumlar içinde olmuşlardır. Bu yoldaşlar her ne kadar kararlara doğrudan ve cesaretle itiraz etmemiş ve Maoist öncüyle birlikte yürüyor olsalar da bu yoldaşlarımız, aramızdan kopup gidenler tarafından partimize karşı estirilen geri ve hatta eleştiri süslemesi altında yapılan gerici-karşı devrimci saldırıların mahiyetini anlamadıkları için boyun eğen bir tutum içinde olmuşlardır. Bu yoldaşlar akıntıya karşı göğüs gerememişlerdir. Uzlaşmacı tutum içinde olmuşlardır. Zira, alınan kararların bilimsel içeriklerini kavrayamamaktan ötürü bunlardan öncüyü savunmaları ve yapılan saldırıları göğüsleme mecali olmaz.
Bunun nedeni, elbette kişilerin iyi veya kötü niyetinden çok (düşman saldırılarının aracı olanlar da var ve onlara ayrıca değineceğiz) ideolojik ve politik konulardaki yüzeysellik ve hayatın berrak akışının yarattığı yeni dönemi kavrayamamalarından ileri geldiğini vurgulayalım. Bu yoldaşlar bir taraftan bazı yönleriyle eski çizgi seviyesinde kalmanın artık bir partinin gelişmesi için yeterli gelmediğini algısal düzeyde de olsa anlamış -en azından eski seviyede ilerleme olmayacağını pratikte görmeleri- ama diğer taraftan ise tıkanıklığı aşmak için geliştirilen çizginin doğruluğu ve bilimsel olduğunu akla uygun düzeye çıkaramamışlardır (kavrayamamışlardır). Yani, tereddüt içinde kalmalarıyla, berrak bir kavrayışa ulaşamamalarıyla yeniyi net ve gönül rahatlığıyla savunamamışlardır.
Kavranmamış bir çizgiyi cesaretle savunmak ve başı dik yürümek mümkün değildir. Özellikle yukarda anlatmaya çalıştıklarımızın yanı sıra, uzun yıllara dayalı yanlış çalışma alışkanlıkları, ezber söylemler, slogancılığı ve her yılın belli zamanlarında anma merasimlerini aşmayan faaliyetler ve bu faaliyetleri bile çok dar ele almalar vs. bu yoldaşlarımızın en büyük çıkmazlarıydı. Komünist hareket kendi tarihi süreci içinde çeşitli dönemler bunalımlar, yenilgiler, parçalanmalar ve bu nedenle çok önemli gerilemeler yaşamış da olsa, bu hareket çok büyük mücadelelere, direnişlere ve de kazanımlara imza atmıştır. Üstelik bu onurlu mücadele tarihinde ileriye doğru askeri, örgütsel, politik gelişmeler kaydetmiştir.
Değişen dünyayı ve ülkeyi tüm sahalardan gözlemlemek, tahlil etmek ve politikalar üretmek yerine, var olan çizginin üzerine yatmak ve onu asla değişmez görmek ve üzerine nutuklar atmak içinde bulunulan sıkıntıların ve dertlerin temel nedenlerinden bir tanesidir. Komünist Önder Kaypakkaya yoldaşın bizzat kendisinin yükseklere kaldırdığı kızıl bayrağı “lekelerinden arındırma” çağrısını bile anlamayıp bu çağrıya sırt dönerek ilerlemeye çalışmak mümkün değildir. Ki, bu yanlış tutum esas olarak Kaypakkaya’nın bilimsel metodolojisine açıkça sırt dönmektir. Yakın tarihimizde komünist öncü bu gibi zorlukların en katmerlisi yaşamıştı. Komünist öncü en kıymetli merkezi kadrolarının önemli bir bölümünü yanlış hareket nedeniyle kaybetmişti. Bu kayıp sadece sayısal kayıptan ibaret değildi. Yitirdiği kadrolarla birlikte uzun yıllar içinde biriktirdiği tecrübe ve deneyimler de önemli ölçüde kaybedilmişti. Ancak çizginin dayandığı bilimsel tarihsel miras ve fırtınalı mücadelenin seyri içinde halk içinde derinlere işleyen sağlam kök sayesinde yeniden ayağa dikilerek dosta düşmana kendisini tekrar tekrar ispat etmiş ve sınıf mücadelesine müdahale etmede bir milim olsun tereddütte düşmemiştir.
Şimdi gelinen aşamada daha iyi bir noktaya doğru ilerlediğini söylemek kesinlikle yanlış değildir. Her sahada elde ettiği küçük mevziler ve bu küçük mevzilerin halk içinde yarattığı büyük yankılara dayanarak ileriye doğru geliştiğine tanık oluyoruz. Cüretli bir toparlanma gayretiyle kararlı bir hat içinde gelişmektedir. Daha çaplı sıçramalar yaratmak hiç de imkânsız değildir. Yukardan aşağıya, aşağıdan yukarıya doğru diyalektik işleyiş ve devrimci teori-pratik içinde yeni genç kadrolar yetiştirmek ve daha geniş kitleyle buluşmak gayet mümkündür. Ki, akılda tutulması gereken en önemli şey, geniş kitle çalışması içinde özel parti örgütlemesini geliştirmenin mantık ve çizgisi budur. Parti saflarına kazandığımız yeni genç kadroların parti okullarında, çok yönlü eğitmek, çeşitli özel toplantılar, konferanslar yoluyla kadroların politik seviyelerini ve kalitesini artırmak ciddi bir görev olarak duruyor. Ne ki, sınıf mücadelesinde beklenen çapta önderlik etmek, militan, öngörüleri güçlü, politik-ideolojik seviyesi yüksek kadrolarla mümkündür.
Temelleri komünist önder İbrahim Kaypakkaya tarafından ortaya konulan bu bilimsel çizgi ve bu çizgiyi değişen koşullar ışığında güncelleme ve 50. yıllık hareketin biriktirdiği büyük deney ve tecrübeler ışığında derinleştirme biz takipçilerinin görevidir. Kuruluşundan bugüne kadar ve hala devam etmekte olan, yüz binlerce kitleye ulaşmış olan bu hareket şunun farkındadır. Bu kitlenin kahır ekseriyeti hala hareketin çevresinde olmakla birlikte, ne yazık ki esası dağınık ve atıl durumdadır. Bunun birçok nedeni var ve bunlardan bir tanesi hareketin parçalı olmasıdır. Bunun içindir ki komünist öncü bu noktaya özel önem vermekte olduğu genel kitlemizin malumudur. Lakin, şimdi toparlanma ve atılıma geçmeyi hızlandırdığı bu süreçte, komünistlerin birliği gibi soruna daha doyurucu, daha sorumlu, daha yaratıcı bir pratikle cevap olması kitlemizin doğal bir beklentisidir. Bu sadece öncünün değil, tüm devrimci halk kitlelerinin de beklentisidir. Halkın vicdanında oturmayan ve yer bulmayan hiçbir pratik çalışma asla beklenen olumlu sonuçları vermez. Parti çevresinde yer alan dağınık durumda olan kitlelerde komünistlerin birliği konusu arzulanan bir husustur. Ayrıca, sınıf mücadelesinde güçlü rol oynaması gereken komünist öncülük böyle bir birlik ile ete kemiğe bürünür. Devrimin üç stratejik silahından biridir komünistlerin birliği konusu. Zaten komünistlerin yaptığı budur ve şimdiki durumda çok daha fazlasını yapmaya çalışmaktadır.
Şimdi komünist hareketimiz için her bakımdan genişleyip büyümenin ve sınıf mücadelesinde istenilen düzeyde rol oynayabilmesinin objektif şartları güçlü şekilde vardır. Bu olumlu şartlar ve hareketin faaliyetleri neticesinde değişik bölgelerde komünist hareket çevresine birikmiş küçümsenecek sayıda bir kitle bulunuyor. Elbette komünist harekete yönelmiş kitleler durup dururken veya kendiliğinden gelmiş değildir. Büyük alt-üst oluş içinde, devlet güçlerinin değişik biçimlerdeki müdahalesine ve operasyonlarına karşı iradi bir müdahale ile şartlar dönüştürülmüş ve kesintisiz çalışmalarla bugüne gelinmiştir. Halk ciddiye almadığı hiçbir gruba yönelmez. Halk kitlelerinin yöneldiği parti veya gruplar, genelde o parti veya grupların umut veren pratikleri sayesinde olur. Somut siyasi ve ekonomik kazanımlara imza atmış ve sıkı bir kitle çalışmasında yer almış ve halka güven veren bir yapı, aydınları ve geniş çevreleri etkileyerek onları çeker ve örgütler. Aynı hedefe yönelmiş, değişik sahalarda ve bu sahaların kendine has şartlarına ve gerçekliğine uygun çalışma üslubuyla, yani; açık-gizli, silahlı-silahsız, ekonomik, siyasi, örgütsel sahalarda aktif çalışan bir komünist partinin halka güven vermemesi için bir sebep yoktur.
Diyebiliriz ki tarihinde birçok kereler olduğu gibi bugün artık komünist öncü belli düzeylerde yukarda açıklamaya çalıştığımız çalışma hattına girmiştir. Bu önemli bir husustur. Yeni dönem ve yeni şartlar altında ve yeni dönemin ruhuna uygun olarak şekillenmek ve genişleyip büyümek için tüm enerjimizi kullanmamız şarttır. Mücadelenin tüm alanlarında, ülke içinde veya dışında olsun tüm sahalarda her bir yoldaş, komünist önder Kaypakkaya ve o yoldaşlarının kendi dönemlerinde yaptıkları ve bize ısrarla önerdikleri planlı, programlı aktif, yaratıcı ve yorulmak bilmez bir çaba içinde olmamız çok önemlidir. Komünist devrimcilerin özelliği imkansızı başarmak için azimle çalışmak olmalıdır. Hayatın gerçek yasalarına dayanmak ama o yasalara dayanarak var olan çember içinde debelenmek değil, sömürü ve zulüm dünyasından ibaret olan kapitalist sistemi sürekli devrimler dizisiyle değiştirmeye çalışmak hedefimiz olmalıdır. Ve asla göz ardı edilmemesi gereken bir hatırlatma yapalım: Tüm bu çeşitli ve zengin çalışmalar halka önderlik etmek içindir. Bundaki asıl hedef ise siyasal iktidarı devrimci zorla ele geçirmek ve komünist toplum doğrultusunda toplumu mütemadiyen değiştirmektir.
Şimdi tüm bunları söylerken düz bir yol üzerinde yürümediğimiz açıktır. Karşı-devrimin amansız kuşatması altındayız ve faşist saldırılar, operasyonlar altında kan-can pahasına bir kavga yürütüyoruz. Düşman sınıfların ve onların bugünkü yürütme organı (hükümet) durumundaki AKP önderliğindeki MHP ve diğer küçük ortaklardan oluşan faşist bir iktidarın her türlü hile ve saldırganlıklarıyla çatışıyoruz. Komünistlere, devrimcilere ve muhalif gördüğü herkese karşı sadece fiziki değil, psikolojik ve çok yönlü ve oldukça planlı saldırılar yürütülüyor. Asker ve polisin fiziki saldırılarının yanı sıra bir de istihbarat ağlarının psikolojik salvoları devam ediyor. Devreye koydukları istihbarat ağları özellikle komünist öncüye karşı manipülasyonlar ve olmadık yalanlar üretip öncü saflarımızda karışıklık çıkarmanın özel çabası içinde bulunuyorlar. Bu noktayı tüm yoldaşlarımızın ve taraftarlarımızın özellikle dikkate almalarını istiyoruz. Kadrolarımıza dair yakın zaman önce yapılan saldırıları akılda çıkarmayalım. Kuruluş tarihimizde yer alan bazı yoldaşlarımıza ilişkin olsun veya mevcut durumda emek veren yoldaşlara ilişkin olsun amansız saldırılar ve teşhirler yapmaktalar. Eksik, hata ve yetersizliklerimiz üzerine fırtınalar çıkarmanın gayretleri hiç durmadı ve durmayacak gibi görünmüyor. Bu durum tamamen iki düşman sınıf arasında şiddetle cereyan eden mücadelenin olağan bir parçasıdır. Fakat, olağan olması demek, bu saldırıları hafife alalım demek değildir. Tam tersine bu saldırılar, ideolojik, politik, örgütsel ve diğer tüm sahalarda yerinde ve zamanında cevaplanmalıdır. Başta hareketimizin merkezi organları olmak üzere, tüm yoldaşlarımız en iyi ve en etkili şekilde kenetlenip karşı-devrimin saldırılarını cevaplamalıdırlar.
Düşmanın, saflarımızda karışıklık ve güvensizlik yayma çabasına özel bir önem verdiğini biliyoruz. Düşman, komünist hareketimizin toparlanmasını, ilerlemesini, güçlenmesini asla istemez ve kuruluşundan bu yana komünist hareketin adından nefret etmektedir. Bu nedenle hareketin gelişme olasılığına dahi tahammül etmemektedir. Hareketin doğal olarak mücadele içinde yapmış olduğu eksiklikler ve hataları kendisince sonuna kadar kullanmak istediğinin çok iyi farkındayız. Zira, düşman bizi sadece tutuklayarak, öldürerek sonuç alamayacağını önceki tecrübeleriyle çok iyi bilmektedir. Tüm bu tutuklama ve katletmeler devam edeceğini biliyoruz bu kesin, ancak düşman, kendisince komünist hareketin yumuşak karnı olarak değerlendirdiği hata, eksik ve hatta varsa zaaf gibi açıklarından yararlanmaya çalışmak için alçakça yalanlar üreterek komünist hareketi parçalayıp dağıtmaya yöneldiği aşikardır. Düşmanın istihbarat ağlarını en etkili vaziyette kullandığı hummalı bir çalışma ile karşı karşıya olduğumuzu asla aklımızda çıkarmayalım.
Peki düşman hangi taktikler izlenmektedir
Devlet, karşı-devrimci çalışmalarını daha çok da “MLM’ye sadık kalmak, devrime ve Kaypakkaya çizgisine bağlı olmak” gibi perdelemeler altında yürütüyor. Komünist saflarda karşılığı olan yüksek ve temiz değerler üzerinden gelerek hareketi parçalamaya özel önem vermektedir. Tarihimizde çoktan özeleştirileri verilmiş olan birçok konudaki eksik veya hataları kaşımak ve yeni yalanlarla süsleyip pazara sürmek düşman istihbaratının bitmez tükenmez çabasıdır. Ve ne yazı ki saflarımızda küçük de olsa, bu türden yalan ve çarpıtmalara pirim verenler oluyor. Özellikle şu veya bu nedenle saflarımızdan kopmuş olanlar bu türden saldırıların altında yatan nedenleri dikkate almadan ve bu kirli söylemler kimler tarafından, ne amaçla kullanıldığının düşünme gereği bile duymadan karşı-devrim karargahlarının kirli yalanlarını servis etmeyi marifet bilmekteler. “Kaypakakaya yoldaşın ölümü sonrasında partiye kayyum atanmıştır” diyen kafayı bir düşünelim. Peki bu “kayyum atanmıştır” sözü ne anlama geliyor? Bu söz birincisi, önder Kaypakkaya yoldaşın yakınında olup da önder yoldaşın katledilmesinden sonra partide en ön saflarda bulunan yoldaşların tümüne ajandır yaftası takmaktır. İkincisi, Kaypakkaya yoldaş sonrasında bu onurlu mücadelede yitirdiğimiz yüzlerce yoldaşımız, yani; parti genel sekreterlerimiz, seçkin komutanlarımız ve tüm savaşçılarımızın yanı sıra ve hatta bu onurlu mücadelede tutsak düşürülen binlerce yoldaşlarımızın tümünün ajan ve işbirlikçi ya da en azından şüpheli konuma düşürme sonucu çıkar.
Peki yoldaşlar onurlu tarihimize kara çalan bu sözün kaynağı neresi olabilir sizce? Çünkü bu sözün sahibini dinleyecek ve kendisine inanacak olursak şayet, Maoist partiye inanmak ve güvenmek için hiçbir nedenimiz kalmaz! Zira, Kaypakkaya sonrasında “kayyum atanan” bir parti nitelik olarak artık karşı-devrimci ve ajanların yönettiği bir partidir ve böyle bir partiye nasıl güven duyabiliriz? Bir an için iyi niyetimizi kullanarak bu sözü kullanan zatın, partinin sınıf mücadelesinde oynaması gereken rolü oynayamadığı için, iyi niyetiyle ve acı duyarak bu lafı ettiğini kabul edelim. Peki bu kişinin yaptığı ve ortaya atığı lafın ne anlama geldiğini kavramadan, olduğu gibi komünist saflara servis etmesi neyi gösterir?
Birincisi, politik uyanıklığın nasıl köreldiğini ve ikincisi, bu kişinin nasıl da karşı devrimci istihbaratın kulvarına düştüğünü ve bu kişi veya kişilerin komünist mücadeleye karşı nasılda pervasızca kullanıldığının açık göstergesi değil midir? Bu gibi ipe sapa gelmez karşı devrimci saldırılara çanak tutanlara sessiz kalmak büyük bir suçtur. En kaba yalanlar bile şekere bulamış zehirli elmalar misali saflarımıza yedirilmeye çalışılıyor. İşte en büyük tehlike de budur zaten. Karşı devrimin çürütmek için kullandığı sahte argümanlara sessiz kalmak kabul edilemez. Keza, yakın zaman önce, adı sanı belli olan bir zat da dijital medya üzerinden çok uzun yıllar önce şehir gerillalarımız tarafından cezalandırılan bir unsurla ilgili ve üstelik duydukları üzerinden -kendisine kimler servis ettiyse bu bilgiyi- “yoldaşınızı infaz ettiniz, parkasını aldınız, gerçeğinizle yüzleşin ve hala yüzünüz varsa tabi” mealinde şeyler yazabilmektedir! Ve bu kara propaganda yazının altında yapılan yorumlara ve yorumların sahiplerine özel olarak dikkat çekmek isteriz.
Anlatmaya ve dikkat çekmeye çalıştığımız şey, karşı devrimin istihbarat ağlarının faaliyetine çanak tutanlar ve aynı zamanda Kaypakkaya hareketine “candan bağlı” gibi görünen ehli-vakıf avukatlar, “derin politik şahsiyetler” ve daha nice “yüksek” unvan sahibi olan karanlıklar prenslerinin her bir yoldaş tarafından iyice bilinmeleridir. Evet tam da dikkat çektiklerimiz bunlar ve daha başkalarıdır. Daha en başlarda, yani öncünün kuruluşundan itibaren hareketimizin uğradığı saldırıların aynısını düşmanın bugün de bunu ısrar sürdürmesi dikkat çekicidir. Ki, bu saldırılar aslında komünistler için onurdur. Tuhaf olan şey, düşman olmayıp da gelişmeye ayak uyduramayıp hareketin dışına çıkanların bu saldırılara katılmaları, ikincisi ise Kaypakkaya hareketi yanlısı görünen “peçeli” istihbarat elemanlarının ağlarına takılarak onların hizmetinde hareket etmiş olmalarıdır. Öte yandan bu kadar çıplak bir gerçek olmasına rağmen bazı yoldaşlarımızın bu gibi saldırılar karşısında edilgen kalmalarıdır. Bu kabul edilemez. Sadece bu iki küçük örnek bile çok büyük sonuçlar çıkarmamız için bize büyük bir veri sunmaktadır.
Nedir bu veriler?
Birincisi, kuruluş köklerine dayanarak (ki, bu kökler genel olarak Paris Komünü, Sovyet devrimi, Çin Devrimi ile Büyük Proleter Kültür Devrim tarihini kapsar) bugüne uyarlanmış ve geliştirilmiş bilimsel program sayesinde, pratik içinde elde edilen mevzilerle yeni sürece doğru yeni bir çıkış arefesinde olması elbette sınıf düşmanlarımızın dikkatinden kaçmayacaktır. İkincisi, ileriye doğru atılmış her adım, kendi doğal süreci içinde yeni tecrübeler edinmekle kalmaz, örgütlenme ve gelişme hamlesi içinde hareketi yeni alanlara taşır ve daha geniş kitlelerle birleşmeye doğru iter. Gelişmek, derinleşmek ancak bu sayede ve böylelikle sağlanır. Dünyayı komünizm doğrultusunda değiştirme uğraş ve çabaların çeşitli araçlarla ve zengin mücadele metotlarıyla mümkün olduğu bilinmektedir. Şimdi bu yönelime ve rotaya doğru yol almakta olan bir komünist hareket ki, bu, Kaypakkaya yoldaşın temellerini atığı hareket ise, sınıf düşmanlarımızın buna sessiz kalması beklemeyeceğini her yoldaş bilmek durumundadır. İşte tam da bu nedenle hareketi yalan, sahte ve uydurma gerekçelerle etkisiz bırakmanın ya da en azından hareketimizin enerjisini bu yönde tüketme uğraşısı içinde olacaktır. Geçmişte ve bugün çokça yaptığı budur. Özellikle vurgulayalım ki, sınıf düşmanlarımız bugün dünden kat be kat tecrübelidir. Hareketin önderleri başta olmak üzere, kadrolarını tutuklamak, katletmenin çabasını asla durdurmaz. Ama henüz pratik sahada kendi sistemini yıkacak tehdit düzeyinde değilse, bir yandan tutuklamaya, zaman zaman katletmeye çalışırken, öte yandan hareketin önderlerini ve kadrolarını gözden düşürme ve gözden düşürme taktiğine de özel yer verir. Güvenilir hiçbir kişi ve kurum bırakmamaya çalışır. Harekete sızdırılmış veya çevresinde ve taraftar görünümü altında bu yıkıcı unsurlar üzerinden çalışmalara yönelir. Çoğu kere bütün bunları eleştiri adı altında yapar. Oysa komünist hareket, eleştiri ile eleştiri adı altında yürütülen karalamalar arasındaki nitelik farkı iyi bilir. Komünist hareket eleştiri, özeleştiriyi kendisinin varlık sebebi olarak kavrar ve saflarında eleştiriye ve özeleştiriye cömertçe yer verir. Fakat düşman, pisikolojik savaş adını verdiği saldırılarını özellikle “militan duruşu koruma, tarihimizin değerlerini sahiplenme” şemsiyesi altında yapar. Hareketin değerlerini sahiplenip, savunur görünür. Zira, düşman iyi bilir ki taraftarlar arasında bu türden şeylerin karşılığı olur.
Kabul edelim ki, Maoist hareketin çevresinde, küçük sayıda da olsa bunlara pirim verenler bulunur. Yukarda verdiğimiz iki örnek durumu biraz da olsa anlatır. Biliyoruz, kitlemizin ezici çoğunluğu bu türden karşı-devrimci manipülasyonlar sebebiyle komünist hareketten kopmaz ancak, gelişkin teknolojik imkanları kullanan ve bunda gayet usta olan karanlıklar prenslerince servis edilen yıkıcı ve sahte bilgiler neticesinde yoldaşların moral değerlerinde bozulma veya en azından saflarda şüphe yaratıp enerjilerini çarçur etmeye çalışır. Bu gerçekliği yok sayamayız. Özellikle sosyalizmden geriye dönüş sonrasında komünizm görüntülü sosyal emperyalist blokun çökmesiyle komünizme bağlılık oldukça zayıfladı. Post modernizmin ortalığa saldığı zehir zemberek burjuva ideolojik saldırlar, parti ve devrimci kitleler arasında çok önemli etkiler bırakmıştır. Bahsini ettiğimiz ve karşı-devrimle iç içe hareket eden unsurların dışında kalan ve bu kötülüklerden etkilenen dürüst ve iyi niyetli taraftarlarımıza ve genel kitlemize doğru önderlik yapıldığında, bunları devrimci bir rotaya yönlendirmenin şartları fazlasıyla var ve zaten hareketimiz etkin biçimde bu çalışmaya yoğunlaşmış durumdadır.
Sonuç olarak
Bilmeliyiz ki son otuz yıllık zaman dilimi içinde burjuva ideolojik saldırıların devrimci saflarda yarattığı tahribatın bir sonucu olarak, doğru olarak kabul gören birçok konu esasen yanlış kavranmış veya kavratılmış ve böylelikle komünist çalışmaya ağır zararlar verilmiştir. Bu gerçek geniş kitleler içinde geniş ölçüde hala devam etmektedir. Dolayısıyla burjuva ideolojik saldırıların bertaraf edilmesi komünistlerin önünde ciddi bir görev olarak durmaktadır. İşte saflarımızı etkileyen bu saldırılar neticesinde iyi niyetli ve dürüst taraftar ve faaliyetçilerimizin bu saldırılardan etkilenerek yanlış eğilimlere girmeleri, bunların şahsi kusurundan öte, bilinç kırılmasının sonucudur. Ezilen ve baskı altında tutulan toplulukların tüm demokratik hak ve taleplerini komünist bir perspektifle çözmek yerine, burjuva çerçeveyi aşamayan ve özel mülkiyetçi sahanın dışına çıkamayan, milliyetçi, bölgeci, inanç eksenli bir yaklaşımla ele almaları aslında bir bakıma sisteme teslim etmektir. Komünist çalışma bu yönüyle zaafa uğratılmaktadır. Bu gayet yalın, objektif bir durumdur ve biz bu ideolojik çökertmeye karşı, sağlıklı, etkili ve argümanları güçlü ideolojik ve politik bir mücadele ile karşı koyup tehlikeyi en aza indirmemiz mümkündür.
Hareketimizin mevcut olumlu çalışmaları düşmanın dikkatlerini üstüne çekmesi bu nedenle anlaşılır bir durumdur. Hareketimizin her sahada girmiş olduğu bu doğru yönelime kimilerinin ayak uyduramadıklarını ve hoşnut kalmadıklarını veya tereddütle karşıladıklarını görüyoruz. İdeolojik ve tarihsel referans kodlarımızdan ilham almak ve o bilimsel köklerden çıkıp bugünkü ilerlemeyi anlamak her yoldaş için kolay olmayabilir. Bunun bilincinde olarak, doğru yönelimimizde ve devrimci rotamızda ısrarlı ve tavizsiz yürümek ve yanı sıra bu doğru yürüyüşü teorik ve ideolojik çalışmalarla beslemek hareketin esas desturudur. Hareketimizin çoktan kanıtlanan bu bilimsel tespitlerine ve çok yönlü pratiğine ayak uyduramayan ve bu nedenle atıl kalan ya da kopup gitmiş ama dürüst ve devrim isteyen yoldaşlarımızı tekrar kazanmanın yolu hedefimize ısrarlı ve kararlıca kilitlenmektir. Ancak bu kararlılık sayesinde onları komünist hareket saflarına yeniden kazanacağımızı gönül rahatlığıyla söylüyoruz. Kaldı ki bu ısrarlı, kararlı ve tavizsiz tutum ve yürüyüş sayesinde, sadece aramızda kopup giden küçük grupları değil, hayal edemeyeceğimiz kadar geniş kitlelerle buluşup bu kitleleri saflarımızda bulacağımızdan emin olabiliriz. Böyle bir ısrarlı mücadele, hareket saflarına hem yeni genç devrimci kadrolar katacak ve hem de halkın ileri kesimlerini getirecektir. Dahası, özellikle Kaypakkaya hareketine ilgi duyan ve atıl duran geniş kesimler içinde bir eğilim olarak hep var olan komünistlerin birliğini gerçekleştirmeyi hızlandıracak ve bu arzuya cevap olacaktır.
Yazımızı, 49. ölümsüzlük yılında andığımız komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın kıymetli bir sözüyle sonuçlandıralım:
“Kitleler kendilerine önderlik edecek, güven verecek, kararlı, enerjik, akıllı bir komünist önderliğe muhtaçtır”
Bu makale ilk olarak Halkın Günlüğü gazetesinde yayınlanmıştır.