Proletarya Partisi, ideolojik, politik, örgütsel bütünü ve organik devamı olduğu TKP(ML), komünist önder Kaypakkaya tarafından 24 Nisan 1972’ de kuruldu. Komünist niteliği ile Türkiye-Kuzey Kürdistan devrim hareketi tarihine çığır açan bu çıkış, komünist yürüyüşte devrimci diyalektik ile ilerlemenin rehberi olarak, ezilen ve sömürülenlerin politik iktidarı zapt etme manifestosu ile komünist çizgide nitel bir çığırdır. Komünist Önder Kaypakkaya’nın komünist nitelik ve önder misyonu ile ezilen ve sömürülenlerin mücadele kurmayı olarak tarih sahnesinde yerini alan proletarya partisi, 50. yılında, 50 yıllık tecrübe ve birikimi ile gelecek toplum tasavvurumuza önderlik etmeye devam ediyor. Bu, Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimi açısından tarihsel bir momenttir. Enternasyonal proletaryanın Türkiye-Kuzey Kürdistan müfrezesi olarak kuruluşunu ilan eden proletarya partisi, Kaypakkaya çizgisinde billurlaşmış komünist niteliği ile, devrimimizin sorunlarını bilimsel metotla ortaya koymuş, MLM ideolojik-politik zemine ayaklarını sağlam basarak, devrimci tarihsel birikimlerin sentezi ışığında, devrimci savaşın sorunlarına neşter vurmuştur.
Komünist Önder Kaypakkaya tarafından, devrimci tarihsel birikim ve geleneğin ebelik ettiği koşullar üzerinden, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünü olarak tarih sahnesine çıkan 72 Manifestosu, 50 yıllık mücadele ısrarı ve kavgamızda ölümsüzleşenlerimizin cüreti ile, devrim-sosyalizm ve yüce komünizm yürüyüşümüze kurmaylık yapmakta, devrim sahasında yaşanan tüm gelişmeleri, tarihsel sürekliliği içinde ulaştığı sentezler ışığında oluşturduğu paradigmalarla, ezilen ve sömürülenlerin kurtuluş umudunu büyütmektedir. Bugün sınıf mücadelesinin mevzilerinde, ağır bedeller ve büyük fedakarlıklarla, geleceği kazanma ısrarı sürdürülüyorsa, bu güç, kurucu önder Kaypakkaya’nin, siyasal, ideolojik, örgütsel olarak, 72 Manifestosu’nda kuruluş harcı yaptığı komünist çizgiden ileri gelmektedir. Sınıf mücadelesinin keskin dönemeçlerinde alınan yenilgiler ve ağır darbelere karşın, yeniden ve yeniden doğrularak, proletarya ve ezilen halkların kurtuluş davasını, her tür gericilik ve onun somut faşist iktidar biçimlerine karşı köklü meydan okuyuşla tavizsizce sürdüren bu çizgi, Kaypakkaya güzergahı ve O’nun Türkiye-Kuzey Kürdistan devrim tarihinde açtığı komünist nitelikten ileri gelmektedir.
Dünyayı sadece yorumlama değil aynı zamanda değiştirmeyi ilke alan Marksist felsefe, bu değiştirme eylemini, köklü toplumsal alt üst oluş bağlamında, devrim olarak ortaya koyar. Devrim denen o büyük eylemi gerçekleştirmek, geleceği temsil eden sınıf ve halk katmanlarının dinamik rolünün, MLM ideolojik-siyasal çizgide birleşmesi ile olanaklıdır. Yani Marksizm’in dünyayı değiştirme felsefesi, ezilen yığınların özgürleşme eylemine önderlik etme ve yaratacağı dünya perspektifinde politik içerik kazanır. İşte komünist partileri bu tarihsel ihtiyacın ürünü olarak tarih sahnesinde yerlerini almışlardır. İdeolojik-siyasal-felsefi olarak MLM ilkelerle donanımlı komünist partisi, sömürülen sınıf ve ezilen halkların kurtuluşu için, proleter devrimin ve proletaryanın iktidarı koşullarında, komünist topluma yürüyüşte tayin edicidir. Kaypakkaya bu stratejik rolle, proletarya ve emekçi halkların kurtuluş çizgisini Türkiye-Kuzey Kürdistan sahasında, politik-pratik bir eksene oturtmuş, 24 Nisan 1972 Manifestosu ile, coğrafyamızda hüküm süren karanlığa kararlılıkla meydan okumuştur. Bu meydan okuyuş, ne sadece tarihsel bir koşulun sentezlerine hapsedilebilinir, ne de işkence hanelerdeki komünist direngenlikle sınırlandırılabilinir. Bütün bunlar komünist bir çizginin tarihsel ve güncele yön veren sonuçlarıdır. Marksizm-Leninizm-Maoizm’in, sömürülenler ve ezilenlerin özgürleşme eyleminde, coğrafyamızda pratik-politik bir varlık olarak inşa edilmesi konusunda bir moment aranacaksa, bu moment KAYPAKKAYA ve O’nun fikirlerinin tayin ettiği 72 Nisan güzergahıdır.
Marksist-Leninist-Maoist bilimsel çizgide Kaypakkaya çıkışı ve 72 Nisan Manifestosu!
Yukarda da ifade ettiğimiz gibi, Marksist felsefe, diğer felsefi akımlar ve pozitif bilimlerden, toplumsal koşulların köklü analizi ekseninde, insanlığın özgürleşme eyleminin kılavuzu olmasıyla ayrılır. Bu sıradan bir ayrım çizgisi değil, teorik-politik-pratik sahada devrim ve devrimcilik ilişkisiyle direk bağlantılıdır. MLM ile teorik-politik-pratik sahada diyalektik ilişki ve bütünlüğü doğru kurup kurmamak, komünist olup olma arasındaki ayrım çizgisidir. Ki doğru kurulan bu diyalektik ilişki bütünselliği, MLM politik iktidar çizgisi ve politik iktidar altında devrimin nasıl sürdürüleceği ile anlam kazanır. Bu keskin bir çizgi ayrışımıdır. Yani bu bağlamda, MLM politik devrim çizgisi ile Marksizm’den etkilenmiş küçük burjuva politik devrim ve devrimcilik arasında çizgisel farklar vardır. Bu fark görülmeden, belirli ortak politik özellikler üzerinden 71 devrimci çıkışını aynılaştırmak, tarihi ve tarihsel koşulları anlamamak demektir.
Burjuva ve türevi gerici iktidarlara karşı, ezilen ve sömürülenlerin mücadelesinde, sınıf çatışmasının doğası gereği devrimci şiddet, bir devrimcilik çizgisidir. Komünistler bu bağlamda, stratejik olarak devrimci şiddeti ele alışta ve örgütlemede farklı olsalar da iktidarın devrimci zor ile alınacağı konusunda diğer devrimci güçlerle ortak düzlemdedirler. Ama bu düzlem komünist çizginin tayin edilmesinde tek ve yeterli bir kriter değildir. Toplumsal çelişkilerin sentezinde ve toplumsal çelişkilerin çözümünde belirlenen yöntem, ideolojik bakış açısı ve siyasal çizgi tayin edicidir ve komünist çizgi tüm genel-özel sorunlarda proletaryanın biliminden hareket eder. Yani, tarihsel süreç ile birlikte mücadele sahası olan toplumsal koşullara alınan politik tutum, toplumsal koşulların analizi ile ulaşılan sentezler, gelecek toplum tasavvuru vb gibi direk mücadelenin sürdürüldüğü tarihsel koşullarda alınan ideolojik-politik tutumla, komünist çizgiye sahip olup olmama netleşir. Tarihsel anlamda halkların devrimci mirasıyla kurulan devrimci bağ, resmî ideoloji ve tarih anlayışından köklü kopuş, kapitalist cumhuriyetçi uygarlık çizgisine cepheden meydan okuyuş, Kaypakkaya ve O’nun eseri olan 72 Manifestosu’nun yükselme zemini, “herkesin gözü önünde göndere çekilen” kızıl bayrağı olmuştur. Diyalektik-tarihsel materyalist yöntemle, hakikatin analizi ve sentezi üzerinden, Türkiye-Kuzey Kürdistan sahasında yükselen bu kızıl sancak, 1971 devrimci çıkışındaki nitelikten ileri, komünist anlam kazanır.
1971 devrimci kopuşu ve Kaypakkaya’nın açtığı komünist çığır sürecine kadar, coğrafyamızda Mustafa Suphi TKP’si ve Ermeni ulusuna mensup Paramaz ve yoldaşlarının kısa süreli pratiği dışında, örgütlü-sistemli bir devrimci miras bulmak zordur. Bu devrimci tarihsel süreç dışında, Suphi sonrası TKP’ye damgasını vuran revizyonist-reformist-parlamanterist tasfiyeci çizgi, coğrafyamız üzerine bir karabasan gibi çökmüş, ezilenlerin ve sömürülenlerin mücadelesini felce uğratmıştır. Çünkü TKP, Mustafa Suphi dönemi sonrasında izlediği teorik-ideolojik-politik ve pratik tutumla, devrimci bir konumlanış içinde olmamış, bu tarihsel süreç boyunca, sistemli tasfiyeci-reformist-revizyonist politikaların uygulayıcısı olmuştur. 1930’lu yıllarda, III. Enternasyonal’in izlediği bazı politikalara paralel olarak, söylem bazında bazı devrimci iddialar ortaya atsa da bu politik söylemlerin toplumsal pratik karşılığını örgütleyecek bir siyaset izlenmemiştir. Yine bu tarihsel dönemlerde, Hikmet Kıvılcımlı’nın kendi ideolojik çizgisine uygun bazı teorik tezleri ortaya atması, pratik-politik-ideolojik yolunu arayan devrimci muhalefet cenahında bazı tartışmalar yaratsa da bu süreç komünist devrimci mücadele açısından politik-pratik bir sonuç yaratamamış, 71 devrimci çıkışına kadar söylemden öteye geçememiştir. Özellikle TKP’ye rağmen, II. Emperyalist Paylaşım Savaşı yıllarıyla, coğrafyamızda devrimci arayışlarını sürdüren kimi pratikler olsa da bu süreçte devrimci bir çizginin oluşmasında, köklü kopuşun yaratıldığı bir tarih olmamıştır.
Kuşkusuz ilgili tarihsel kesitlerdeki TKP’nin pratik -politik -ideolojik çizgisini ele alırken, bunu TKP’nin çizgisinin yanında, yanılmaz otorite olarak kabul ettiği III. Enternasyonal’in hatalarından kopamamanın da büyük payı vardır. Mustafa Suphi’lerinde bu hatalı yaklaşım üzerine Kemalistlere duyduğu “güven”, Karadeniz’de hunharca katledilmesi ile sonuçlanmıştır. Yani, Kemalizm’e “milli kurtuluş mücadelesi” önderliği olarak atfedilen ilericilik rolü, sadece dönem bağlamında önemli olumsuz sonuçlar yaratmakla sınırlı kalmamış, bu kambur 71 devrimci silahlı kopuşunda da birçok devrimci tarafından taşınmıştır. Yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için, III. Enternasyonal konusunda tüm tarihsel süreci toptancı bir bakış açısı ile aynı değerlendirmek hem yanılgı olur hem de tarihsel bir haksızlık olur. III. Enternasyonal, burjuva karargahına dönüşmüş II. Enternasyonal’den kopuşu olan tarihsel süreç, yani Lenin dönemi, 1930 yıllarında Stalin önderliğinde sağ çizgiye karşı verilen mücadele kesiti, II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na karşı alınan enternasyonal tutum ve emperyalist işgallere karşı verilen devrimci mücadele vb. gibi tarihsel kesitler esasta olumludur. Ama III. Enternasyonal, bunun dışında, uluslararası komünist hareket ve tek tek ülke devrimleri konusunda, azımsanmayacak hatalı yaklaşımların sebebi olmuştur. Toptancı bir yaklaşımla kökten reddetmek ne kadar yanlışsa, yanılmaz otorite olarak kabul etmekte bir o kadar hatalı bir yaklaşımdır.
Tam da bu tarihsel kesitlerde Mao, diyalektik materyalist yöntemle, Marksizm-Leninizm’in yeni nitel aşaması olmanın köşe taşlarını döşemektedir. Komintern’in hazır reçetesi sonucu, Çin’de 1927 de yenilgiye uğrayan ayaklanmanın ardından, Mao, II. Enternasyonal’e rağmen komünist bir hamle geliştirmiş ve Çin pratiğine uyarlanan ML görüşlerle, Çin Devrimi’ni muzaffer kılmıştır. Büyük Proleter Kültür Devrimi ile yeni bir nitel aşamayı ifade eden Mao’nun bu çıkışı, sadece Çin pratiğindeki başarılarla sınırlı kalmamış, evrensel katkıları ile Marksizm-Leninizm bilimimizi, 3. nitel aşama olan Maoizm seviyesine taşımıştır. Uluslararası sahayı etkisine alan bu devrimci hamlenin, ideolojik-felsefi-pratik-politik hattı kavranmadan, devrimin önündeki gerici dağları alt etmek ve ülke sahasında komünist birer merkez olmak olanaklı değildir. Kaypakkaya’nın, 72 Manifestosu ile açtığı tarihsel çığır, her şeyden önce bilimimizin üçüncü nitel aşaması olan Maoizm zemini üzerinden yükselmesi ile önemlidir.
Tarihsel ilerlemelerle, ideolojik-siyasal-felsefi olarak, tarihsel sürekliliği içinde devrim sahasındaki gelişmelere yeni paradigmalarla müdahale eden bu komünist sancak, Kaypakkaya’nin üzerinde yükseldiği miras olmuştur. Devraldığı bu komünist mirastan dolayıdır ki, kapitalist ilerlemeci cumhuriyet paradigmalarına, batı merkezli tutumlara, aydınlanmacı çizgilere, sol ve sosyalizm adına biat edenlerin tersine, O, MLM bayrağı ile cepheden meydan okumuştur. Bu meydan okuyuşla faşist Kemalist diktatörlüğün ipliğini pazara çıkarmıştır. Resmi tarih anlayışı ve resmî ideoloji ile terbiye edilmeye çalışılan tüm soykırım ve katliamların (Ermeni-Rum-Kürt soykırım ve katliamları gibi) kanlı yüzünü deşifre etmiş, faşizmin tekleştirme operasyonları olarak tarihin ilerici rolünde mahkûm etmiştir. İdeolojik-politik olarak, devrimci tarihsel birikimler üzerinden yükselerek, Suphi’ler sonrası siyasi felcin doktrini olan her türlü burjuva anlayışları alt etmiş Kaypakkaya çizgisi, Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimini tarihsel kökleriyle buluşturma ve buradan geleceği kazanma güzergahı ile, sadece tarihsel bir müdahale değil, güncel devrim perspektifimizdir.
71 silahlı devrim kopuşu ve kopuşun kopuşu olarak Kaypakkaya!
71 silahlı devrim kopuşu, Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci tarihinde çok önemli bir kesittir. Ve bu kopuşun üzerinden yükseldiği tarihsel süreçle birlikte kavramak durumundayız. 71 silahlı devrimci kopuşun tarihsel ön belirleyeni, özellikle 1960 yıllarında TİP içinde, MDD (Milli Demokratik Devrim) ve SD (Sosyalist Devrim) ayrışması üzerinden süren tartışmalar, alınan pratik politik tutumlardır. H. Kıvılcımlı ve M. Belli gibi anlayışların etkisinde olan MDD çizgisi, SD’nin parlamentarist çizgisi karşısında, dönem olarak aydınlanan gençlik hareketleriyle kurduğu ilişkilerle ayrılmaktadır. MDD’nin çıkarmış olduğu “Türk Solu” dergisi, gençlik hareketinde yaşanan ayrışmalar ve tutum farklarından kaynaklı “Al Aydınlık” (Aydınlık Sosyalist Dergi) ve “Ak Aydınlık” (Proleter Devrimci Aydınlık) ayrışması doğmuştur. Ama her iki kesimde, sırtında var olan kamburdan kurtulamamıştır. M. Belli ve H. Kıvılcımlı’nın, orducu, Kemalist, ordu içinde “sol” bir darbe ile beklenen “devrim hayali, her iki kesimin referans noktasıdır. Bu süreçte PDA içinde olan Komünist Önder Kaypakkaya bu ayrışımı şöyle ifade ediyordu. “M. Belli saflarında yeni bir çelişme ortaya çıkmıştı. Bir yanda gençliğin kendiliğinden gelme mücadelesini temsil eden ve bu anlamda aktivizmi savunan küçük burjuva önderleri, öbür yanda da her türlü aktif mücadeleyi reddeden pasifist burjuva unsurlar vardır”
Gençliğin ağırlaşan faşist baskılara karşı verdiği mücadele, ağır bedeller ve “TC” iktidarının katliamlarına karşın gelişirken, 15-16 Haziran büyük işçi direnişi, köylük alanlarda yoksul köylülerin geliştirdiği toprak işgali ve eylemler karşısında, politik-teorik lafazanlık yapmakla yetinen PDA’nın ve ASD’nin durumu, komünist- devrimci bir kopuşun zorunlu olduğunu tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyordu.
Özellikle 15-16 Haziran işçi direnişi, bu ayrışımda bir turnusol rolü oynamıştır. M. Belli’nin “sıkıyönetim tarafsız kalmalıdır” manşeti, ordunun işçileri katletmede aldığı rolle, hükümsüz ve anlamsız kalmıştır. Bu tarihsel direniş, her kesimin sınıfsal niteliğini ortaya koyma açısından önemli sonuçlar yaratmaktadır. Mahir Çayan bu gelişmeler akabinde, ASD’den ayrılarak, THKP-C’yi kuran süreci başlatmıştır. Ve bu gelişmeler Deniz Gezmiş’in, THKO’yu kurmanın siyasal-pratik zemini olmuştur. Faşist iktidarın ordusu mu; ezilen ve sömürülen kitleler mi? Silahlı devrimci savaş mı; pasif “devrimci” lafazanlık mı?… Haziran İşçi direnişinin somut olarak ortaya çıkardığı bu sorulara, Mahir ve Deniz radikal devrimci çıkışla cevap verseler de Kaypakkaya’nın ulaştığı senteze ulaşamadıkları tarihsel bir hakikattir. “Hareketimiz BPKD’nin ürünüdür” saptamasıyla, uluslararası kamplaşmada komünist çizgiyi temsil eden Kaypakkaya, 15-16 Haziran işçi direnişinden çıkardığı somut derslerle, Türkiye-Kuzey Kürdistan devriminin stratejik yolunu tayin etmiştir.
15-16 Haziran işçi ayaklanmasına, “TC” ordusunun direk müdahalesi, ordudan “sol” darbe ile devrim bekleyen anlayışlara, somut olarak büyük bir darbe vurmuş ve ordu karşıtı silahlı devrimci mücadelenin saflarını güçlendirmiştir. Mahir ve Deniz’in, THKP-C ve THKO’yu kurarak bu devrimci kanalda yürümeleri tabi ki, silahlı devrimci savaş açısından önemlidir. Ama, tasfiyeci-revizyonist süreçten kopuş sadece bununla sınırlı değildir. Daha köklü ideolojik ve siyasal hesaplaşmanın yapılması gerekiyordu. Mahir ve Deniz, Türkiye devrimci mücadelesinin, iki ana kanalını oluşturarak, silahlı devrimci süreci örgütleseler de, Kemalizm, Ulusal sorun, Uluslararası komünist hareketin durumu, aydınlanmacı-pozitivist Marksizm’in etkileri vb. başlıkların yanında, içten burjuva güruhlar tarafından fethedilen SBKP ile Mao önderliğindeki ÇKP arasında yaşanan ayrışmada (Özellikle 1956 SBKP’nin XX. Kongresi ve 1963 ÇKP ile SBKP arasındaki polemikler), geçmişin hatalı yanlarından kurtulamamış, doğru tutum almayarak bu kamburu taşımaya devam etmişlerdir.
İşte Kaypakkaya ve O’nunla özdeşleşen 72 Nisan bayrağıyla vurulan neşter, bu ideolojik-politik çıkmazlardır, ama sadece bununla sınırlı değildir; aynı zamanda komünist çizgiye göre, tarihin ve devrimin tayin edici ilkelerinin bayrağıdır. Mesele açık ve nettir. 72 Nisan çizgisi, Türkiye-Kuzey Kürdistan devriminin sırtında kambur olarak duran problemli yanlara, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin zemini üzerinden yükselerek MLM biliminin gücüyle, tarihsel ve güncel ezberlere, resmi tarih ve ideolojiye bulaşık tüm anlayışlara, cepheden meydan okuyuştur
Neydi bu problemli yanlar?
Uluslararası komünist hareketten Türkiye’ye uzanan, devrim ve sosyalizm adına savunulan birikmiş çarpıklıklardır. Bunların başta geleni, resmi Kemalist ideolojisiydi. Bu ideolojinin yörüngesinden kurtulamayan, sol-sosyalist hareket, bu resmî ideolojinin cumhuriyet paradigmasını bir ilericilik, bir milli kurtuluşçuluk, bir anti-emperyalizm olarak bellemiş ve dolayısıyla sınıf çizgisi çarpıtılarak, miras olarak dayanak yapılmıştır. Tarihsel materyalizm ve diyalektik felsefenin yerine ikame ettirilen, idealist-ampirizm, aydınlanmacılık, tarihsel süreç boyu bir yığın burjuva-feodal gerici iktidarların icraatlarını “devrimci” ilan etmişti. Sosyalizm, kapitalist gelişmenin doğrudan sonucudur tezi üzerinden, proleter devrim ve komünist partilerini reddeden II. Enternasyonal’in fikirleri, farklı biçim ve tonlarda komünist hareketi kemirmeye devam ediyordu. Jön Türkler- ittihatçılar ve Kemalistlerin sınıfsal niteliği doğru tanımlanmıyor, eski anlayışın yükleri taşınıyordu.
Bu çerçeveden çıkamayan sol, Anadolu’daki halk isyanlarına, o güne kadarki halkın mirasına sırtını dönmüş, burjuva devlet, burjuva ordu yörüngesini, devrimin dinamik gücü olarak kabul etmiştir. Bu çarpık tarih bilincinden ötürü, Kürt Ulusal Sorunu’na yaklaşım, ezilen Kürt ulusunun milli hareketine karşı “bölücü” safsatası ile karşı çıkılmıştı. Bundan önce, Ermeni, Dersim vb. soykırımları da bu çerçevede kutsanmış, bu gibi hareketler cumhuriyete karşı barbarlık refleksi olarak değerlendirilmiştir. Hatta eskilere uzanan tarih anlayışında, devletçilik bir medeniyet paradigması olarak algılanmış, ezilenlerin Selçuklulardan başlayarak cumhuriyet dönemine kadar isyanları, ilerici tarihin mirasından çıkarılmıştır. Tam da burada bu tarih anlayışına, resmî ideolojiyle terbiye edilen devletçi çizgilere karşı, rengini tarihin devrimci mirasından alan, komünist ideolojiyi berrak dalgalandıran bir bayrak açılıyordu. Bu bayrak KAYPAKKAYA’nın bayrağıdır.
Bu bayrakla; tarihte sözde mahkûm edilen bütün devrimci miras yeniden ayağa doğruluyordu. Kırımdan geçirilen milliyetlerin, ezilen ulus ve inançların, sömürülen, baskı-şiddet cenderesinde kölelik dayatılan sınıf ve halkların bayrağı yükseliyordu. İşte Kaypakkaya ve Maoist Parti, böyle bir doğruluştur…
Bu doğruluş, diyalektik-tarihsel materyalist metotla uluslararası ve coğrafyamızda var olan resmi “sosyalist külliyete ilk neşteri vurarak, 50 yıllık bir deneyim ve tecrübeyi yarattı. Ölümsüzlerimizin kararlılık-cesaret-ısrar abidesi yaptığı 50 yıllık mücadele pratiği, bu boyutu ile onur kaynağımız iken, 50 yıllık mücadele pratiğimize karşın sınıf mücadelesinde istenilen rolümüzü yeterince yerine getiremememiz, bir sorgulama, bir özeleştiri konusudur. Komünistler kendi hatalarına ve yetmezliklerine karşı açıktır, dürüsttür. Yengiler ve yenilgilerle dolu bu tarihin köklü analizi ve hatalardan kopup doğru ile yürüme perspektifi, her tarihsel kesitte kılavuzumuzdur. 72 Manifestosu, dönemin siyasal sentezlerine sığdırılan, dar sığ bir yaklaşım değil, komünist ideolojide cepheden bir duruş, tarihsel diyalektik metotla tüm toplumsal gerçekleri keşfetme ve değiştirme gücüdür. Kuruluş mayamız olan bu nitelik, bugünü ve yarını kazanmada rehberimizdir.
Toplumlar ve doğa tarihi sürekli gelişim ve değişim halindedir. Tarihin tekerrürden ibaret olduğu, burjuva bir safsatadır. Bu gerici idealist safsatanın karşısında, diyalektik ve tarihi materyalizm, toplumlar tarihinin sınıflar mücadelesinden ibaret olduğunu açıklayarak, tarihsel ve toplumsal ilerlemenin kaçınılmazlığını tüm değişim ve ilerleme süreciyle birlikte toplumlar tarihinin ilerlemesiyle de kesin biçimde kanıtlamaktadır. Tarihsel ideolojik köklerimiz üzerinden yükselerek, devrim sahasında tüm tarihsel gelişmeleri, tarihsel sürekliliği ile ilerletip devrimci mücadelede yeni paradigmalar oluşturmak diyalektiğin özüdür.
72 Manifestosu, diyalektik ve tarihsel materyalist bir yöntem ve ezilenlerin kurtuluşu için siyasal iktidarı, devrimci savaşla ele geçirme kurmaylığıdır. Parti, ordu, cephe stratejik araçlardır. Devrimin özneleri, ezilen yığınlardır. Devrimci-komünist savaş stratejisi, devrimin herhangi bir anını temel alarak, planlar yapmak ve devrimin hedeflerini gerçekleştirmek içindir. Stratejik devrim araçlarının altında, bin bir türlü taktik araçlar kullanıldığı gibi, devrimci savaş da aynı zengin taktiklerle sürdürülür. Belirleyici ve tayin edici olan, komünizme kadar sürecek olan bu mücadelede araçların ve taktiklerin bu amaca uyumluluğudur ve bu seçimi yapmakta da güvenilir tek irade komünist partidir.
72 Çizgisi ve Kaypakkaya’yı, tarihsel dönemin teorik sentezlerine hapsetmek, her tarihsel koşulu bu sonuçlar üzerinden açıklamaya çalışmak, biçimciliktir; statükoculuk, dogmatizm ve idealizmdir. Tayin edici olan ilke ve amaçlar zemininde belirlenen komünist çizgidir. Komünist ideolojik köklere bağlı kalınarak, teorik-siyasal-stratejik eksende sürece uygun doğru politikalar belirlemek, diyalektik-tarihsel materyalist metotla sentezlere ulaşmak, Kaypakkaya çizgisinin özüdür. Tam da bu kesitte, TKP (ML)’nin organik bileşeni ve devamı olan MKP, diyalektik-tarihsel gelişimin nitel ilerletilmesidir. 72 Manifestosu’nun komünist çizgisinin devamı olarak, devrimin tüm ihtiyaçlarına, stratejik olarak cevap olma çağrısıdır.
Bugün görev, bu çağrıya, sınıf mücadelemizin her alanında cevap olmaktır. 50. yılın anlamı, derinliği, komünist çizgisi, pratik-politik olarak böyle anlam kazanacaktır. Kaypakkaya’nın 72 Manifestosu ile “herkesin gözleri önünde göndere çektiği kızıl bayrak” devrim denen yüce davanın bayrağıdır.
Şan olsun 50 yılında 72 Manifestosu’na ve onun kuramcısı Kaypakkaya’ya.
Bu makale ilk olarak Halkın Günlüğü gazetesinde yayınlanmıştır