Bizimle iletişime geçin

Kültür-Sanat

Zafer Yılmaz Yazdı: Muzaffer Oruçoğlu ve Sanatının Dili

Muzaffer Oruçoğlu’nun tablolarında, dünyanın ezilenleri, dışlanmışları yer alır genellikle. Bunlar, kadınlar, madenciler, köylüler, büyücüler, deliler, hamallar, şamanlar ve kendi halinde yaşayan aykırı bilgelerdir daha çok.

“Sanat ne kadar uzun tanrım, hayat ne kadar kısa…”

Goethe

Muzaffer Oruçoğlu’nun ‘yaradılış’ fikriyatıyla yıldızının hiç barışık olmadığını onu takip edenler iyi bilirler. Eğer böyle bir itikada sahip olsaydı, çeşitli sanat disiplinleri arasında koşuşturmakla geçirdiği zamanın kifayetsizliğini tıpkı Goethe gibi o da içli bir serzenişle dile getirirdi herhalde.

Ömrünün neredeyse elli yılını siyasal kimliğinin yanı sıra şiire, romana, denemeye, öyküye, resme, heykele hasretmiş, bu alanda ürünler vermiş ve zaman kavramıyla hep sorun yaşamış bir sanat ve kültür insanıdır Oruçoğlu.

Romanlarını, denemelerini, tablolarını bilenler, onun, sanatta temel olan, yeni ve kişisel bir şey söylemektir. Büyük sanatçı bununla belli olur, diyen Tolstoy’u haklı çıkaran pratiğine de tanıklık etmiş olur.

Sanatsal ürünlerine, özellikle de resimlerine, denemelerine ve romanlarına zamanla özgün bir biçim vermeyi başarmıştır Oruçoğlu. Bu yüzdendir ki, yazın türlerinde olduğu gibi, form-renk, ışık ve metafor izlekleriyle, resim sanatında da ‘kendine özgü’ bir yol bulabilmiştir.

Muzaffer Oruçoğlu’nun tablolarında, dünyanın ezilenleri, dışlanmışları yer alır genellikle. Bunlar, kadınlar, madenciler, köylüler, büyücüler, deliler, hamallar, şamanlar ve kendi halinde yaşayan aykırı bilgelerdir daha çok. Her birinin yanı başında genellikle bir ‘totem’ de vardır sanki. Michelangelo, da Vinci, Boucher ya da Rubens tablolarının bilinçaltımızda yarattığı o ‘kusursuz insan’ ve ‘muhteşem güzellik’ imgesi görülmez bu tablolarda. Hayat, ezilenler, dışlananlar, dünya nimetlerinden yoksun bırakılmış olanlar için bin bir zorlukla dolu değil midir zaten?

İşte, Muzaffer Oruçoğlu bu kesimlerin hikayelerini abartı ve ironiyle harmanlayıp soyutlayarak, başka türlü bir estetik kaygı ve özgün formlarla yeniden sunar bize. Sözcüklerin yerine renklerin ve ışığın kullanıldığı görsel bir dildir bu esasında. İlk anda yarattığı algının aksine, incelikli bir şölen sunar bu tablolar. Renklerin, ışığın izleklerine takılır gözlerimiz ve figürlerin çağrışımlarında herkes kendince bir meal ya da bir mana bulmakta zorlanmaz.

Bu yüzden olsa gerek, onun yazılı metinleriyle, daha çok da denemeleriyle resimleri arasında hep bir paralellik kurmuşumdur ben. Deneme yazınında bir söz ve ironi ustasıdır Oruçoğlu. Okura meramını keyifle anlatır. Buyurganlık da ‘bak, sana ne öğreteceğim’ didaktizmi de ona uzaktır. Dilin kullanımında ve metnin kurgusunda özensizliğe tenezzül etmez. Okuru kendiliğinden düşünmeye, meraka ve sorgulamaya sevk eden bir tarzı vardır. Ahlak anlayışımıza, günlük davranışlarımıza, yaşam alışkanlıklarımıza, en önemlisi de zamanın ruhuna sinmiş; bireyler-toplumlar tarafından kolayca benimsenmiş ‘kutsal’ ve ‘sonsuz’ değerler silsilesini usturuplu bir dille ti’ye almakta hiç tereddüt etmez. Verili zamanla ve onun insanı sınırlayan değerler silsilesiyle hınzır bir edayla kavgaya tutuşur. Üstelik, doğru bulmadığı şeyleri kabaca aşağılama, hor görme tavrına pirim vermeden yapar bunu.

İlk okuduğumuzda, metne dinamizm katan ironilerin, metaforların ruhumuzda bir tedirginlik ve yadırgama yarattığını, savunma refleksiyle kaşlarımızın bir anda çatıldığını fark ederiz. Ama devamında, ironinin zarif gücü çatılmış kaşlarımızı olması gereken yere indirir ve bizi rahatlatır; yüzümüze bir tebessüm kondurur. Bizi işkillendiren, saran ve kendine çeken paragraflar arasında merakla dolanıp dururuz sonrasında. Bu duygu, elimizdeki metni tekrar tekrar okumaya davet eder bizi.

Özgürlük, vazgeçilmez bir tutku olarak boy verir bu metinlerde. Oruçoğlu’nun denemelerinin bir çırpıda okunup geçilecek türden metinler olmadığını tam da bu nedenlerle itiraf etmek durumunda kalırız.

Tabloları da böyledir onun. İlk bakışta, özellikle temalarda, formlarda bir tekdüzelik varmış gibi görünse de, yanıltıcı bir algıdır bu.

Katıldığım birkaç sergide dikkatimi çeken bir şey olmuştu. Ziyaretçiler, tıpkı denemelerini okuyan insanların yaptığı gibi, tablolarını da tekrardan görme ihtiyacı duyuyorlardı.

Yazın yaşamında olduğu gibi, resimde de hem tekniğini hem de tarzını zamanla yenileyip ilerletmiştir Oruçoğlu. Kuşkusuz bu hali sürdürmesi çok daha kıymetli eserler üretmesine vesile olacaktır. Daha çok tema, daha çok ‘görme biçimi’ onun bahçesini zenginleştirecektir zamanla.

Ve o, muhtemelen, Sanat ne kadar uzun tanrım, hayat ne kadar kısa… diye yakınacaktır hep.

12. 02. 2014



Ekim 2024
PSÇPCCP
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
28293031 

Daha Fazla Kültür-Sanat Haberler