Sosyal medya, insanların düşüncelerini, deneyimlerini ve bilgilerini sanal ortamda paylaşmalarına, diğer kullanıcılarla etkileşime girmelerine olanak tanıyan, web tabanlı platformlar ve uygulamalardır. Bu dijital alanlar, kullanıcıların metin, resim, video ve diğer multimedya içerikleri yüklemelerine, yorum yapmalarına ve bu içerikleri hızla yaymalarına imkân sağlar. Sosyal medya, bireylerin kendilerini ifade etme biçimlerini genişletirken, aynı zamanda topluluklar oluşturma, bilgi edinme ve sosyal değişim süreçlerine katılma yollarını da dönüştürmüştür. Bu platformlar, sadece kişisel kullanım için değil, ticari, eğitsel ve politik amaçlar için de giderek daha fazla kullanılmaktadır.
Dijitalleşen dünyada sosyal medya, bireylerin sesini duyurma ve toplumsal meselelere dair tepkilerini ifade etme aracı olarak diğer tüm iletişim araçlarının yerini neredeyse almış durumda. Öyle ki artık her tür fikir, eleştiri ve destek bir sosyal medya gönderisiyle anında milyonlarca insana ulaşabiliyor.
Bugün istisnaları saymazsak eğer her birimiz birer sosyal medya kullanıcısıyız. Öyle ki kurumsal yazılarımız, gösterdiğimiz refleks niteliğindeki açıklamalarımız dahi sosyal medya üzerinden kitlelere ulaştırılmakta. Ekolojik yıkımlardan insan hakları ihlallerine, ekonomik adaletsizliklerden emperyalist savaş karşıtlığına kadar pek çok konuda gerek kurumsal anlamda gerekse birer sosyal medya kullanıcısı olarak bireysel anlamda “tepkimizi” dile getiriyoruz, “like” veya “retweet” ile destek sunuyoruz. Bu etkileşimlerin, bir toplum bilinci yaratmada ve vuku bulan olayların en geniş kesimlere ulaşmasındaki rolü yadsınamaz, bu bir gerçekliktir.
Sanalın olanın gerçeklikle ilişkisi
Söylediklerimize karşın tarih bize göstermiştir ki; teorinin pratiğe dökülmediği, fikirlerin kitlelerin eylemiyle birleşmediği hiçbir hareket, gerçek anlamda bir değişim yaratamaz. Sosyal medya tek başına kullanıldığında, farkındalık yaratmanın ötesine geçemeyen bir illüzyon yaratır; kitleleri harekete geçirmek yerine, tepkileri dijital alanda hapsetmeye hizmet eder. Bunu en iyi şekilde aşağıda vereceğimiz iki örnek arasındaki farklılıkta görebiliriz. 2020 yılında, George Floyd’un bir polis tarafından katledilmesi sonucu başlayan protestolar, sosyal medya sayesinde dünya çapında büyük bir tepki dalgası yaratmış ve #BlackLivesMatter hareketi küresel ölçekte yeniden canlanmıştı. Sosyal medya aracılığıyla yayılan görüntüler ve paylaşımlar, kitlesel protestoları tetiklemiş ve pek çok ülkede sokaklara taşan eylemlere dönüşmüştü; yani sanalla ulaşan ileti sokakta insanı insanla buluşturarak tepki ve eleştiriyi gerçek bir yaptırım gücüne dönüştü.
Farklı bir formatta olsa da diğer örnek de son Türkiye- Kuzey Kürdistan Genel Seçimler öncesi Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekili olan Barış Atay’ın “Babala TV” isimli bir YouTube programında işçi emekçi kesim üzerinde yarattığı etki oldu. Öylesine ki bu programın yarattığı etkiyle TİP’i tanıyan ve ona yönelenlerin sanal ortamdaki üyeliklerle (Sanal üyelikler diyoruz çünkü insanın insana dokunmadığı, sadece sanal alemde oluşan atmosfer sonucu yapılan üyeliklerdi) TİP, bir anda üye sayısını ikiye katladı. Ancak TİP’in bu üyelerle doğrudan bir ilişkiye sahip olmadan, ama bu etkiyi bir güç olarak algılaması ve “güç zehirlenmesi”ne tekabül eden kibirli bir yaklaşımla seçimde devrimci demokratik ittifaklara yanaşmaması hem bu üyeliklerin kaybına hem de o güne kadar yarattığı gücünü bölünmeyle heba etti.
Bu örneğin söylediği gerçek de şudur. Faaliyeti, siyaseti ve etkinliği kitlelerle organik ilişkiye dönüşmemiş hiçbir siyasal parti tarihi fırsatların kazanımlarını elde tutamaz ve koruyamaz: kendisini bile… Konumuz bağlamında bu iki örnekten çıkarılacak ders, dijital alanda yaratılan sinerjinin reel dünyaya yansıtılmasının bir sonucu olan #BlackLivesMatter hareketi sokaklarda, meydanlarda dönüştürücü ve yaptırımcı bir etki gösterirken, 2023 Genel Seçimleri dönemi boyunca bir YouTube programının olumlu etkisiyle gerçekleşen sanal üyeliklere dayanarak ittifak bileşenlerine kendini dayatan TİP’ e balon etkisi olarak dönmesidir.
Sosyal medya çok şeydir fakat her şey değildir!
Unutulmamalıdır ki sanal mecralar sadece bizler için değil, egemenler için de yalnızca bir iletişim aracı olmamakla beraber, aynı zamanda hegemonyalarını sürdürmek ve derinleştirmek için bir cephe haline gelmiştir. Sosyal medya, halkın öfkesini soğutmak, enerjisini sönümlendirmek ve onları pasif birer izleyiciye dönüştürmek için egemen güçler tarafından ustaca kullanılmaktadır. Bu platformlar, bir yandan milyonlara ulaşmayı mümkün kılarken, diğer yandan da tepkileri dijital alana hapsetmek suretiyle etkisiz hale getirmektedir. Sosyal medya, dile getirilen tepkiler doğru bir perspektifle ele alınmadığı müddetçe egemenler açışından gerçek bir tehdit oluşturmaz aksine, kitlelerin öfkesini bu platformlarda akıtması egemenlerin tam da bu platformları kitlelere açarken umdukları şeyin gerçekleşmesi olarak yaşanır.
Burjuvazi tüm taktiksel üstünlüklerine karşın tarihsel deneyimlerden yaptıkları çıkarımlarla manipülasyonun tek başına yeterli olmayacağını da bildiğinden, bir yandan kitleleri tepkilerini sosyal medyada göstermeye iterken diğer yandan da buralarda kendisi için oluşabilecek tehditlere karşı idari önlemler almaktadır.
Bu önlemler bir yanda tutuklama, internet yavaşlatma-bant daraltma, erişim engelleme gibi idari yaptırımlarla kendini gösterirken diğer yandan da oluşturdukları trol ordularıyla sosyal medyada gündem belirlemekte, kitleleri bu suni gündemlerle meşgul etmekte. Ancak bu trol ordularının gündemleri sadece tepkileri yönetme, içini boşaltma, absorbe etme amacı değil son zamanlarda özellikle de sosyal medyanın kitleler tarafından aktif kullanımıyla, komünist hareketi tasfiye etme, yarattığı “güvensizlik” havasıyla kitleleri komünist hareketten uzaklaştırma çabasında da yoğunlaşmaktadır.
Günümüz uluslararası komünist hareketin karşı karşıya olduğu tasfiye gerçekliği her birimizin malumudur. Bu tasfiye saldırısının bir cephesi de bizzat planlı ve sistemli bir şekilde sosyal medya üzerinden açılmıştır. Komünist hareketler ve kadroları tamamen kontra yöntemlerle ‘’ifşa’’ veyahut ‘’sırların açıklanması’’ adı altında gerçekliği olmayan tamamen yalan üzerine kurulmuş kurgularla teşhir edilmekte, itibarsızlaştırılmaktadır. Elbette bir tartışmaya mahal vermemek adına şu parantezi açmak gerekir ki; geçmişte örgütlü saflarda bulunmuş, kimi nedenlerle bugün kopmuş olan ‘’iyi niyetle’’ bu gibi akımların peşine takılanları kastetmiyoruz. Ancak ne niyetle olursa olsun, onların da bu pratikle hizmet ettiği yer karşı devrimdir. Genel bir doğru ve daha çok doğal bir yasadır: Her sorun yaşandığı yerde çözülür Çelişkileri kendimize sıçrama yapmanın koşulunu ancak küçük burjuva aceleciliğine düşmeden, eleştirilerimizin hemen karşılık bulmasını beklemeden, ‘’birlik-eleştiri-birlik’’ formülü ile gerçekleştirebiliriz. Bu da ancak devrimci pratik süreç içerisinde mümkündür.
Burjuvazinin bu tür kontra yöntemlerle komünist hareketleri hedef almasının amacı, yalnızca devrimci kadroları itibarsızlaştırmak değil; aynı zamanda, halkın örgütlenme arayışını kırmak, devrimci hareketin toplumdaki meşruiyetini ve güvenini zedelemektir. Devrimci mücadeleyi zayıflatmak ve halkın örgütlenme iradesini kırmak için yürütülen bu “kontra” operasyonlar, egemenlerin iktidarını tehdit edecek her türlü toplumsal uyanışı ve bilinçlenmeyi baltalama stratejisinin bir parçasıdır.
Ancak tarih, bu tür kirli yöntemlerin halkın direnişini ve haklı mücadelesini bastırmaya yetmediğini sayısız kez göstermiştir. Devrimciler ve komünistler stratejik üstünlüklerine dayanarak doğru taktiksel konumlanışla, doğru taktik politikalarla bu kuşatılmışlığı da aşar. Egemenlerin sanal dünyada kurduğu bu manipülasyon ve baskı sistemini bozmanın, onların kurduğu trol ağını geçersiz kılmanın yolu, reel dünyada örgütlü mücadeleden geçer.
Özetle, sosyal medya çok şeydir; bilgiye ulaşmak, dayanışmayı büyütmek, toplumsal farkındalığı artırmak için önemli bir araçtır. Fakat her şey değildir. Egemenler, sosyal medyada yükselen sesleri sindirmek, manipüle etmek, zayıflatmak için her türlü kirli yöntemi kullanırken; gerçek bir toplumsal dönüşüm, gerçek bir devrimci mücadele, sanal ortamda gerçekleşmez, ancak gerçek değişim ve dönüşüme etkide bulunur. Bu nedenle, devrimci hareketin dijitalde biriken sinerjiyi fiziksel dünyada kitlesel bir harekete dönüştürmesi, sosyal medya tepkilerini sokaklara, iş yerlerine, üniversitelere, meydanlara taşıması zorunludur. Sanal dünya ile reel dünya arasında diyalektik bağı kurmak bugünün elzem görevlerindendir.
Bu anlamda devrimci gençliğe büyük bir görev düşüyor. Geçmişin direniş ruhunu taşıyan ve geleceğin özgür toplumunu kuracak olan gençler, bugün egemenlerin manipülasyonlarını, baskılarını ve sansürlerini aşacak kararlılığa, enerjiye ve cesarete sahipler. Ancak burada kritik bir farkındalık gerekiyor ve tekrar etmekte fayda var: Sosyal medyada gösterilen tepkiler, eğer gerçek dünyada bir harekete dönüşmezse, yalnızca anlık bir öfke boşalması sağlar ve derinlemesine bir toplumsal değişim yaratamaz. Egemenler, gençliğin öfkesini dijital alanda hapsetmeye çalışarak onları pasifize ediyor; bu öfkeyi sanal bir illüzyonun içine sıkıştırarak gerçek direniş potansiyelini etkisiz hale getirmeye çabalıyor. Oysa devrimci mücadele, sosyal medyada dile getirilen tepkilerin alanlara taşınmasıyla güç kazanır. Gençliğin dinamizmi, bu tepkileri ekranda bırakmayarak gerçek bir hareketin, fiili bir direnişin parçası haline getirecek kadar güçlüdür.
Gençlik sosyal medya ilişkisi: Kim kimden besleniyor!
Kapitalist sistem, gençliğin devrimci potansiyelini kırmak için sosyal medya aracılığıyla tüketim kültürü, bireyselleşme ve kısa yoldan zengin olma hayali gibi unsurlar üzerinden sistematik bir çürüme yaratıyor. Bugün gençler, sosyal medya aracılığıyla kendilerine dayatılan sahte başarı ölçütlerine ulaşma çabası içinde enerjilerini tüketiyor ve toplumsal meselelerden giderek uzaklaşıyor. Bu durum, onların sosyal ve psikolojik travmalar yaşamasına, kendilerini değersiz ve yetersiz hissetmelerine neden oluyor. Gençler, dijital dünyada sürekli “mükemmel” yaşamlar ve hayali ‘’başarı’’ hikayeleriyle karşı karşıya kaldığında, kendi gerçekliğiyle bu sahte idealler arasında sıkışıp kalıyor. Ancak gerçek kurtuluş, gençliğin bu çürümüşlüğü aşarak, örgütlü mücadeleye katılmasıyla mümkündür.
Bugün gençler, teknolojiyle en haşır neşir olan toplumsal kesim olarak sosyal medya araçlarını kullanma konusunda büyük bir ustalığa sahiptirler. Bu potansiyel, devrimci bir perspektifle kullanıldığında, sosyal medyanın sadece bir etkileşim aracı olmanın ötesine geçerek bir örgütlenme ve ideolojik mücadele aracına dönüşmesi sağlanabilir. İncel hareketi gibi, son günlerde iki kadının feci şekilde katledilmesiyle duyduğumuz, örnekler dahi; sosyal medyanın kitleleri hızla bir araya getirme ve bir hareket yaratma potansiyelini gözler önüne seriyor. Halen daha bu noktadaki eksikliklerimiz az değil. Devrimci gençler bir an evvel bu dijital araçları kendi mücadeleleri için seferber etmeli; sosyal medyayı devrimci propaganda, örgütlenme ve kitlesel seferberlik için bir araç olarak kullanmalıdır.
Sosyal medyayı, egemenlerin manipülasyonunu boşa çıkaracak bir platforma dönüştürmek gençliğin elindedir. Sosyal medya aracılığıyla karşı devrimci propagandaya karşı devrimci bir karşılık vermesi, ideolojik savaşı bu mecralarda kazanması hayati önemdedir. Karşı devrimci propagandaya karşı, devrimci söylemin ve örgütlü mücadelenin dijital platformlarda yükseltilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, sosyal medya yalnızca bir tepki alanı değil, devrimci bir eğitim, bilinçlenme ve örgütlenme platformuna dönüştürülmelidir. Gençlik, sosyal medyada yalnızca eleştiri yapmakla kalmamalı; aynı zamanda örgütlenmenin dijital araçlarını yaratmalı ve bunları devrimci mücadelenin hizmetine sunmalıdır. Elbette bu kararlılık araçların amaca uygun şekilde yenilenmesini de beraberinde getirmektedir.
Kapitalist sistem, bireyleri derinlemesine düşünmekten uzaklaştırarak yüzeysel bilgiyle yetinen birer robot haline getiriyor. Toplum, kısa süreli dikkat aralıklarıyla, hızlı tüketim kültürüne bağımlı hale gelmiş durumda. Uzun yazılar artık rağbet görmüyor; kitleler artık zamanının çoğunu 30-40 saniyelik “reels”, “shorts” videolarına ayırmakta. Bu durum sistemin, sorgulamayan, yüzeysel bilgiyle tatmin olan ve yalnızca anlık tepkilerle hareket eden bireyler yaratma amacının en net verileri olarak okunmalıdır. Dolayısıyla sosyal medyada üretilecek içerikler de bu gerçekliği hesap ederek üretilmelidir. Ancak bu, kapitalizmin dayattığı insan profilini kabul etmek anlamına gelmemektedir. Devrimci gençlik, bu yüzeyselliğe karşı ideolojik bir karşı duruş sergileyerek, sosyal medyayı yalnızca anlık tepkiler değil, kalıcı bilinçlenme araçları yaratmak için kullanmalıdır. Örneğin, kısa videolarla dikkat çekerken, izleyiciyi daha derin analizlere ve toplumsal eyleme yönlendiren bir strateji izlenmelidir.
Bugün coğrafyamız açlık, yoksulluk, kadın cinayetleri, doğa katliamları, yozlaşma vb. açısından adeta kan ağlamaktadır. Devrimci gençlik, bu sorunları kısa, etkili içeriklerle görünür kılarken aynı zamanda çaresiz olduğunu düşünen kitlelere sosyalist bir bilinç götürerek burjuvazinin geleneksel medyayı tek elden yönetmesine karşılık sosyal medyayı bir devrimci yayın merkezi haline getirebilir. 30-40 saniyelik videolarla, 3-5 satırlık kısa açıklamalarla, dikkat çekici görsellerle dahi, halkın öfkesini örgütlü militan bir direnişe dönüştürmek mümkündür. Yeter ki tarihsel haklılığımızdan aldığımız güç ile söz ve eylemin birlikteliğini sağlayabilelim…
Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.