İnanmak, mantıksal ölçülere göre, ikna olmaya dayanan bir sonuç ya da bilimsel temelde ikna olma halinin bir ürünüdür. Bilimsel normlara bağlı gelişen ikna sürecinin ürünü olarak tezahür eden inanma durumu veya bilimsel inanç düzeyi kesinlikle güçlü bir silahtır. Bilimsel ölçülerde teori-pratik birliğine oturan inanma süreci gerçekleşmeden ne irade ve ısrar gösterilebilir ne kararlılık ve istikrar sergilenebilir ne de devrimci mücadele sürdürülebilir. İnanılmayan bir şeyin yapılması ya da gerçekleştirilmesi genellikle zor ve hatta imkansızdır. Bilimin tayin edici rolü ya da teorinin pratiğe kılavuzluk yapma esprisi, bilimsel inancın önemine işaret eden gerçeklerdir.
Ne var ki, inanma gerçekliği her zaman bilimsel normları takip etmez. İdealizme bağlı olarak bilim dışı yaşanan inanma veya inanç gerçekliği göz ardı edilemez kadar ciddi ve yaygındır. Bilimi takip etmeyen, onu özümseyip kavramayan her zeminde bu inanma ve inanç tarzı ya da idealizm zuhur eder. Bilimin ampirik kavranışı, sınırlı özümsenmesi, dar ve sığ yorumlanması ya da bilimin paravan olarak kullanılması gibi birçok durum da idealizmin türevlerini taşır; bilim adına bilimin karşısına düşer. Bu durumdaki inanma gerçekliği ‘’kör-kuru inanç’’ olarak sırıtır. Bilimsel temelde kavranmadığı halde, biçimsel-göstermelik ve gösterişçi temelde yaşanan inanma biçimi sıklıkla rastlanan bir tavır-tutum olarak karşımıza çıkar. Bilimsel ve somut gerçekler tarafından desteklenmeyen, sınıf mücadeleleri pratiğinde kanıtlanmayan, bilimsel teoriye dayanıp burada karşılık bulmayan, salt söz ve söyleme indirgenip ezber ve klişeler lafazanlığıyla tekrarlanan inanma tarzı/biçimi, ne kadar kararlı olursa olsun kuru iddiacılığı geçmez; özünde kof ve çürüktür.
Mücadelede son derece kararlı olan ya da öyle gözüken ama bu kararlılığı bilimsel teori ve gerçeklerle birleştirmeyen devrimcilerin, devrimci gerçekler ve devrimin örgütlenerek geliştirilmesi karşısında tökezlemeleri kaçınılmazdır; tökezlediklerine tanıklık yapmayan yoktur. Bugün devrimci harekette yaşanan gerilik ya da esasta devam eden gerileme durumu ve bu zeminde tespit edilerek kabul edilen sorunlar gerçeği ve bu sorunlar bağlamında yaşanıp yürütülen tartışmalar realitesi, hemen her bileşeniyle devrimci hareketin yaşadığı tökezlemeleri, içinde bulunduğu durumu açıklar ki, yaşanan mevcut durum bu tökezleme halinin ürünüdür. Bunu inkar etmek ya da saklamak faydasızdır. Gerçeğin değiştirilmesi ancak ve ancak onun görülmesiyle-gerçekliğin tespit edilmesiyle mümkündür. Tek yanlı öznelcilik ya da gerçeklikten korkarak onu çarpıtıp farklı sunan yaklaşımlar başarısızlığı başından büyütendir. Ne yazık ki, dogmatizmden beslenen bu subjektivizm ya da gözlerini bilerek gerçekliğe kapatan bu anlayışlar devrimci harekette mevcuttur.
Stratejik Konumlanış Gerçeğe Uygun Sağlanmak Durumundadır!
Kaba ezber ve klişelere yaslanan propagandalarla yetinip strateji-ilke-ideoloji kalıplarında durarak, siyaseti ve gerçekliği yadsıyanlar var ki, bunlar kararlı devrimcilik-komünistlik iddialarıyla uçmakta ama bilimsel diyalektiği reddederek gülünç duruma düşmektedirler. Gerçek başka şeyler söylerken, bunlar ‘’Şıpka geçidinde işler yolunda’’ demektedirler. Devrimci motivasyon adına yapmış olsalar bile, yaptıklarıyla gerçeği saklayıp negatif gerçeği büyütmekten başka şeye hizmet etmezler. Stratejik konumlanış ve motivasyon da son tahlilde gerçeğe uygun sağlanmalıdır. İnatçı olan gerçeğin saklanması veya çarpıtılması, stratejik unsur olan devrimci duruş ve motivasyonu da sağlamaya yetmez.
Devrimci siyaset ve tavır günü kotarmaya saplanan değil, uzun vadeli-stratejik başarılara endeksli olandır. Ne k, kimileri kendisini kandıran ve gerçeği manipüle eden yaklaşım tarzında ısrar etmektedir. Durumun fevkalade olduğunu, kendilerinin muktedir olduklarını, keskin bir mücadele pratiği içinde olduklarını söylemekte, daha acısı buna inanmaktadırlar. Bunlara göre durum muntazam da olsa, devrimin ve mücadelenin gelişme seviyesi ile tek-tek parti-örgütlerin içinde bulunduğu mevcut durum, durumun bunların söylendiği kadar mükemmel olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla, durumu mükemmel olarak ya da sorunsuz biçimde iyi tarif edenler, eğer kendilerini kandırmıyor ise, büyük bir sübjektivizm içindedirler.
Nesnel gerçeği görmeme büyük bir siyaset kusuru iken, görmesine rağmen kendisini kandıran tavır ise, anlayış sakatlığından ileri gelen hastalıklı haldir. Bu türlerin hali ironiktir. Kendilerini kandırmayı başarmaları ise, hayranlık duyulacak kadar büyük bir yetenektir(!?) Lakin aldanmanın ve aldatmanın en büyüğü ve en tehlikelisi, kör inanç ve kaygılarla kendini kandırmayı başarmış olmaktır. Zira, bunlardaki inanma durumu bilimsel zeminde yaşanan bir iknanın ürünü değil, dar örgütçü kaygının esiri olarak kendini abartmaya dayanan bir inanma biçimidir. ‘’En komünist biziz’’ şeklindeki kendini ispatlama ihtiyacı bunlara komut eden güdüdür…
Kuru iddia ve kör inanca yaslanan tutum ya da anlayış, bilimsel dayanaktan yoksun olan bu gerçekliğine uygun olarak ezberci dogmatizme saplanmakta, siyasetle stratejinin bağını kuramayarak diyalektik bilimini alabora etmektedir. Mücadeleyle siyasetin, siyasetle örgütlenmenin, örgütlenmeyle araç ve yöntemlerin bağını kuramamakta, sadece ideolojinin ve stratejinin penceresinden bakarak mekanik statikliğe düşmektedir. İdeolojik-siyasi perspektifle belirlenen stratejinin hayata geçirilmesi bağlamında, mücadele ve örgütlenmenin geliştirilmesi için yaşamsal önem taşıyan siyasetin yetkin olarak kullanılması ve bu zeminde ilkesel olarak reddedilemez olup başvurulması kaçınılmaz olan araç ve yöntemlerin kullanılmasına burun bükerek üst perdeden laflar etmektedirler. Uygun araç ve yöntemlerin devreye sokulmadan, ha dendiğinde kitlelerin örgütlenip mücadeleye katılabileceklerine inanmaktadırlar. İnanmaktadırlar çünkü, mücadele ve örgütlenmenin geliştirilmesi için gerekli olan araç ve yöntemlerin kullanılmasını kah tasfiyecilik kah legalizm kah reformizm vb. vs. olarak damgalayıp eleştirmekte, ötelemektedirler. Aynı biçimde, devrimci mücadele ve örgütlenme bağlamında devrim cephesinin/devrimci hareketin geliştirilmesi için gereksinim olan devrimci ittifak ve birliklere de burun kıvırıp üstten bakmaktadırlar. Bunun temeli, devlet ve demokrasi anlayışlarındaki sığlık sakatlığına dayanmakla birlikte, katı ideolojici-ilkeci darlığın siyaset, araç ve yöntem meselesinde yaşadığı kabızlığa da dayanmaktadır. Tabi daralıp tecrit olmanın tahammülsüzlüğüyle biçimlenen sekter çizgiyle birleşen ben merkezci kibir de yadsınamaz bir etkendir bu tutumlarında.
Proleter Devrimcilik İddiası, Devrimci Sınıf Güçleri ve Geniş Halk Kitlelerini Devrimin Zorunlu Bileşen Güçleri ve Öznesi Olarak Görür
İddialı olmak iyi ama iddiacı olmak kötüdür. İddialı olmadan devrimcilik yapılamaz, devrimci mücadele omuzlanamaz. Proleter devrimciler, devrimci mücadelenin geliştirilmesi, devrimin başarılması ve devrimin ilerletilerek nihai amaca taşınması yürüyüşünde kesinlikle iddialı olmak durumundadır ve iddialıdırlar! Bu iddiaya sahip olmadan mücadeleyi örgütleyemez, devrimi gerçekleştiremezler. Fakat, ‘’imkansızı isteyen’’ proleter devrimciler aynı zamanda gerçekçi de olmak zorundadır. Bunu yapmadan da mücadeleyi geliştiremez, devrime yürüyemezler. Bu iddiada bulunmak bilimsel teori-pratik zemininde billurlaşan nesnel gerçekler bağlamında öyle ya da böyle haktır. Ancak bu, devrimin nasıl, kiminle ve hangi güçlerle gerçekleştirileceğini tasavvur etmeyi yadsımaz. Proleter devrimcilik iddiası, devrimin proleter devrimcilerle sınırlı bir bileşenle gerçekleştirileceği görüşüne oturmaz. Bilakis, devrimci sınıf güçleri ve geniş halk kitlelerini devrimin zorunlu bileşen güçleri ve öznesi olarak mütalaa eder. Devrimci sınıf güçleri veya devrimci halk kitlelerini yadsıyarak bir devrim tasavvur edilemez. Eserin sahibi olan işçi sınıfı ve geniş halk kitleleri devrimin temel kuvveti olarak proleter devrimci önderlik altında devrimde değişmez bir rol oynayacaksa, proleter devrimciler, bu geniş sınıf kesimlerini temsil eden halk sınıf güçlerinin siyasi yapılarını devrimin müttefikleri, bileşenleri ve güçleri olarak değerlendirmek, dikkate almak, ilişkilenmek ve kazanmak veya birleşmek durumundadır. Bunlarsız bir devrim, halka rağmen bir devrim olur ki, bu devrimin başarısı da geleceği de olamaz. Geleceğin iktidarı, devleti, demokrasisi bu kavrayış ve bilinçle şekillenmek, hareket etmek, devrimci sınıf güçleriyle birleşmek durumundadır. Aksi halde kurulması olası da olsa, bu iktidarların yıkılması kaçınılmazdır. Yaşanan tecrübelerin açığa çıkardığı gerçeklerden biri budur.
O halde, ‘’ben en komünistim, diğer her kes oportünist, revizyonist, yasalcı, legalisttir’’ vb. vs. şeklindeki sekter, ben merkezci, dar subjektif siyaset ve anlayışlarla hareket etmek kapalı-kapıcılığı aşmayan anlayış olarak başarısızlığa mahkumdur. Dahası bu anlayış devrimci birlikler anlayışından uzak ve bu birlikleri sabote eden anlayış olarak da güdük kalmaya ve marjinalleşmeye mahkumdur. Sağlam bir birlik anlayışı olmayanların, devrim iddiası da olamaz. Proleter devrimcilik iddiası, diğer devrimci güçleri inkar etmek anlamına gelmeyeceği gibi, tam tersine o güçlerle birleşme kaygısıyla anlam taşır. Devrimi dar örgütle özdeştiren ya da devrimi dar örgüt olarak algılayan anlayışlar, devrimin zorunlu seyri olan devrimci yığınları birleştirmesi değil, dar örgütlerini geliştirmeyi tasa ederler. Örgütlerini koruyup motive edebilirler ama devrimi gerçekleştirmeye erişemezler. Devrim salt bir örgüt sorunu değil, bu örgütün sınıf ve halk kitlelerine önderlik yapma yeteneğine kavuşturulması sorunudur. En kötüsü de proleter devrimcilik iddiasını, diğer devrimci örgüt ve güçleri şu veya bu yaftayla damgalayarak yerme ve devrimci güçleri devrimden muaf görerek kendisinden de iten meziyete indirgeme aymazlığıdır. Proleter devrimcilik iddiasıyla bunun yapılması, küçük-burjuva devrimciliğinin sekter çizgisinden ve küçük-burjuva darlığından ileri bir anlam taşımaz.
Şüphesiz ki, acımasız eleştiri ve durumun tatmin edici olmadığına dönük değerlendirmelerimiz komünist ve devrimci güçlerin fedakar mücadelesini inkar etmez-etmeyi gerektirmez. Az güçlerle yürütülen sınırlı mücadelenin ağır şartlar altında zorluklara rağmen ve tamamen fedakarca yürütüldüğü, bedellerin ödendiği doğrudur. Fakat bunlarla avuntu bulan yetinmeci yaklaşımda olamayız. Dahası, daralarak marjinalleşme alarmı veren örgütsel durumlara karşın, sorun yokmuş gibi ‘’biz iyiyiz, durum mükemmeldir, bizden başka da komünist yoktur’’ havasıyla da hareket edemeyiz. Ne ki, bu havayı fazlasıyla ciğerlerine çekmiş olanlar var ki, kendi dışındaki komünist ve devrimci dinamikleri yok sayarak adeta dünyanın kendi eksenlerinde döndüğünü varsaymaktadırlar. İşçi sınıfı, çevre ve ekoloji hareketleri, kadın mücadeleleri komünist güçlerin dışında yükselip ilerlerken ilgili bazı komünistler kendileriyle ilgilenmekten başka bir uğraşa gerek duymamaktadırlar.
Komünistliğin Evrensel Niteliği Evrensel Olarak Sahiplenilmesini Mümkün Kılar
Komünist olmak iyi fakat gelişen sınıf hareketiyle birleşemeyen, onu yönetip ona rota veremeyen bir komünist hareketin ne gibi bir işi ve uğraşı var ki diye sormak yeridir. Zira, herkes legalist, yasalcı, reformist ve bunlarla ortak mücadele birliklerine girmek boş ve anlamsız bir iştir. Yürütülen somut çalışmalar da ha keza aynı zeminde oyun oynamaktır, devrimci ve Komünist olmayan meşgalelerdir bunlar için… Ama komünistlerin reformlar uğruna mücadele edecekleri gerçeği nereye sığdırılacak? Politik mücadele nasıl örgütlenecek, demokratik mücadele nasıl ele alınıp geliştirilecek ve bunun devrimci mücadele ile bağı yok mudur? Her şeyi küçümseyerek öteleyen bu anlayışın, komünist mücadele ve anlayış bir yana, devrimci mücadele ve anlayışa mesafeli olduğu aşikardır. Ki, devrimci güçler arasında şiddet tavrının benimsenmesi de bu anlayış ve çizginin ürünü olarak bir rastlantı değildir.
Diyalektik her şeyin birbiriyle bağıntı içinde olduğunu, bağımsız ve kendiliğinden hiçbir şeyin olmadığını öğütler. Siyasetle ekonominin sıkı bağına işaret eder ve siyaseti ekonominin yoğunlaşmış hali olarak tarif eder. Bunun gibi, siyasetle sanatın, siyasetle sporun alakasını delillendirerek ortaya koyar ve hatta siyaset yapmama iddiasının da bizzat siyaset olduğunu ileri sürerek siyasetle diğer şeylerin bağlantısını inceler ve ispatlar. Bu durumda, insanlar arası ilişkiyi de ifade eden toplumsal yaşamda sınıf çelişkisinden veya sınıflardan bağımsız hiçbir şeyin olmadığı açıktır. Fakat dar örgütçü anlayışın, her şeyi dar örgüt ekseninde ele alıp, bu bağıntıyı yadsıyan eğilimle kendisini merkeze koyan kibir ve dar görüşlülükle, diğer devrimci güç ve devrim için gereksinim olan gelişme dinamiklerini, araç ve yöntemlerini küçümseyen eğilimler taşıdığı görülmektedir.
Her şeyin bağlantılı olduğu diyalektik gerçeğe aykırı olarak, devrimci güçlerle bağ ve birlikleri adeta reddetmekte ya da küçümseyerek gereksiz görmekte-görülmektedir. Devrimci hareketin şu veya bu sebeple de olsa, devrimci mücadele birlikleri ekseninde girmiş olduğu veya yakalamış olduğu ortak mücadele zeminindeki olumlu durum horlanarak küçümsenmekte ve bunun dışında kalma tavrı tercih edilmektedir. Bu geri ve hatalı anlayışın gerekçesi de komünistlik ölçüleriyle açıklanmaktadır ki, komünistlerin bu gibi birliklere tenezzül edemeyeceği görüşü zımnen de olsa savunulmaktadır. Devrimi, komünistler gerçekleştirecek, dolayısıyla komünist olmayan güçlerle ortak mücadele birlikleri de gereksizdir bunlara göre. Bunlara göre, kendilerine has olan komünistlik ve komünist örgütleri, toplum ve diyalektik dışı bir olgu ve her şeyin üstünde eşi-benzeri olmayan tek mertebedir. Oysa, komünistlik tek adrese ipotek edilebilen ve mülk edilerek men edilebilen bir binaya benzemez! O, onu kılavuz alan ve almak isteyen herkese yanıt veren bir bilimdir. Onun evrensel niteliği evrensel olarak sahiplenilmesini mümkün kılar. Başka coğrafyalarda komünistlerin olması ne kadar kaçınılmaz ve gerçekse, bizim coğrafyamızda da başka Komünistlerin olması ve başka komünistlerin ortaya çıkması tamamen mümkün ve yadsınamaz bir gerçektir. Ne sınıf ne sınıf siyaseti ve ne de bilim ipotek edilebilecek ya da tapu edilecek bir mülkiyet değildir.