‘’Batı kültüründen iyi olanı alacak, kötü olanı atacağız’’ sözü tamamen doğru olup anlamlıydı… Yaşadıkları tarihsel süreç ve ekonomik-sosyal-siyasal gelişmelere bağlı olarak dünyanın değişik toplumları farklı toplumsal sistemler edinip farklı gelişme düzeyi gösterdiler. Ki buna uygun olarak farklı kültür, bilgi, tecrübe ve değerlere sahip oldular. Geri kalmış ya da bırakılmış Doğu’nun, kapitalizmle erken tanışıp gelişmiş olan Batı’nın (Batı toplumlarının) ileri kültürünü alması pek tabi ki gerekli ve anlaşılırdı. Lakin Batı’nın ileri toplumu her bakımdan ileri bir kültürü, geri kalmış Doğu’nun geri toplumları da her bakımdan geri kültürü temsil etmiyordu. İleri ve geri toplumlar kendine has biçimlenirken, her iki toplumda da ileri kültür olduğu gibi, geri kültür de mevcuttu. Burjuva toplumlar feodal topluma göre ileriydi fakat bu burjuva toplumun ileri bir toplum olduğu ya da tüm kültürüyle ileri olduğu anlamına gelmiyordu. Bilakis, burjuva toplum, üretim ilişkileri ve üretim araçlarının gelişmişlik seviyesiyle feodal toplum karşısında ileri bir toplum da olsa, sınıf niteliği ve siyasi bakımdan gerici bir sistemdi.
Feodal toluma karşın, burjuva-kapitalist toplum daha özgür bir toplumdu. Bu özgürlük göreliydi elbet. İşçilerin kendisini hangi patrona sömürteceği konusunda özgürlüğü vardı, bunun ötesinde gerçek manada bir özgürlük yoktu. Aksine işçiyi fabrika veya makineye bağlayarak ücretli özgür köle olarak makinenin parçası haline getiriyordu. Sömürü ve buna koşut olarak baskı daha farklı şartlarda olmak kaydıyla iyice perçinleniyordu burjuva-kapitalist toplumda. Özgürlük insanın kölelik yaşamından sonra onun ezeli bir özlemi ve uğraş edindiği hedefiydi.
Kapitalist toplumun feodal ve öncesi toplumlara göre daha özgür bir sistem olması, insanı ona yöneltti. Nitekim burjuvazi feodalizmi tasfiye ederken işçi sınıfı onun yanında yer aldı. Özgürlük belirleyici bir unsur olarak insan eylemi ve günün gelişmesine bir özlem olarak yön veriyordu. Buna uygun olarak burjuva toplum çağın avantajıyla insan yaşamına derinden nüfuz etti. Onun kültür ve değer yargıları toplumlara yerleşti. Ta ki, işçi sınıfı kendiliğinden sınıf olmaktan çıkıp kendisi için sınıf olma bilincine varıp bunun pratiğine girinceye kadar bu durum böyle devam etti…
Sınıfların karşılıklı etkilenmesi ve işçi sınıfı saflarında burjuva kültürün kuvvetli bir etki göstermesi bu zeminde gelişti. Dahası, burjuva toplumun önceki toplumlara göre daha özgür olmasının avantajıyla birlikte, burjuvazinin tarihsel gelişim aşamasında bu bayrağı taşıması ve elbette özgürlüğü ikiyüzlüce slogan edinip kullanması özgürlük argümanını manipüle eden bir etmen olarak rol oynadı. Kuşkusuz ki, burjuvazinin özgürlük anlayışı, özel mülkiyet ve sömürü hakkına dayalı kendisi için özgürlük, geniş halk yığınları için baskı ve sömürüden başka bir şey değildir. Ne ki, bunun deşifre edilmesi uzun bir mücadele sorunu olmakla birlikte, burjuva çarpıtma ve demagojinin devrimci sınıfları etkilediği de inkâr edilemez.
Bugün hala burjuvazi sahtekarca özgürlük argümanını kullanmakta, riyakarca bunun lafzına sarılmaktadır. Emperyalist dünya barbarlığının gerici savaş ve işgal-ilhak saldırganlıklarının geçer akçesi hala ‘’özgürlük, barış, demokrasi götürmektir.’’ Mesele siyaset meselesi olup, siyasetin alt-yapının yanında belirleyici olma özelliği günümüz toplumları ve gelişmelerinde daha çıplak biçimde görülmekte ya da yaşanmaktadır. Burjuvazinin demagoji ve manipülasyonlar aracılığıyla gerçek özgürlüğü yozlaştırdıkları ve devrimci kültüre kendi kültürlerini bulaştırarak onu sulandırdıkları görülen bir gerçektir.
Burjuva kültür gibi, burjuva özgürlük anlayışı da bugün devrimci sınıf kültürü ve özgürlük anlayışına bulaşmakta, bulaştırılmakta ve maalesef onun üzerinde ya da içinde etki gösterebilmektedir. Bu bakımdan devrimci kültürle burjuva kültür arasındaki köklü ayrımı nitel olarak ortaya iyi koymak kadar, özgürlük anlayışını da doğru zemine oturtmak elzemdir. Elbette ki, sınırlar arası ideolojik-politik-kültürel etkileşimi tamamen ortadan kaldırmak sınıflı toplumlar gerçekliğine bağlı olarak mümkün değildir. Ancak bunu asgariye çekmek, kontrol altına almak ve bilinçli yaklaşımlarla zararsız hale getirmek mümkündür. Bu, devrimci kültür, bilinç ve anlayışın yetkin kavranışıyla başarılabilir bir eylemdir. Devrimci kültür ne kadar derinleştirilip oturtulursa burjuva kültür o kadar kovulmuş, etkisizleştirilmiş olur. Bu kolay olmadığı gibi, uzun ve bilinçli bir mücadeleyi de gerekli kılmaktadır. Aynı biçimde özgürlük anlayışının da itinayla korunup propaganda edilmesi ve burjuva özgürlük anlayışından yalıtılması gerekmektedir. Bu meseleler son tahlilde bir sınıf kültürü, anlayışı, bilinci olarak bir sınıf ideolojisine isabet ederler. Bundandır ki, hiçbir kavram, argüman ve kültür boşa alınıp önemsizleştirilemez, önemsiz görülemez.
Özgürlük anlayışı manipülasyona, çarpıtma ve yorumlanarak sulandırılmaya en müsait olan bir momenttir. Özgürlük adına yanlış-hatalı ve hatta burjuva yoz kültüre ait alışkanlıkların devrimci sınıf saflarında bir biçimiyle sahiplenildiği ne yazık ki bir gerçektir. ‘’Ben özgürüm’’, ‘’özgürlük var’’ ve hatta ‘’gönüllülük esastır’’ şeklindeki kaba materyalist mantık ve mekanik anlayışlarla, burjuvazi veya onun kültürüne ait olan alışkanlıklar alınarak sürdürülmektedir. Yani özgürlük adına gerçek özgürlüğü baltalayan yaşam tarzı, alışkanlıklar ve dolayısıyla yoz bir kültürden sakınılmamaktadır. Burjuva yoz kültürü geliştiren nitelikte hata yapma hakkı yoktur, devrimciler için hiç yoktur.
Aslında bu konuda yaşanan deformasyon oldukça derindir. Öyle ki, ‘’alkol kullanımı doğru değil’’ demek adeta bir cesaret meselesi haline gelmiştir. Ve doğrudan baskıcılıkla damgalanıp özgürlüğün sınırlanması olarak savunmaya geçilir. Oysa, alkol bir ihtiyaç olmamakla birlikte, onun, onun bağımlılık düzeyinde kullanılması ise tamamen bir yozlaşma sorunudur. Devrimcilerin halk kitleleri gibi sade yaşaması, tutumlu olması, savruk olmaması, lükse kaçmaması, olanakları çar-çur etmemesi, kitleler karşısında nitelikleriyle örnek olması gibi anlayış ve ilkeler düşünüldüğünde bile, alkolün kullanılması benimsenemez, kabul edilemez, aşırı kullanılması ise asla hoş karşılanamaz.
Alkol, çare olmadığı gibi, çaresizliğin ürünü olup onu derinleştirendir. Çaresiz ve aciz kalanların baş vurduğu boş bir tesellidir. Mücadele direnci olmayanların yöneldiği yıkıcı bir teselli ve şartlara boyun büken bir teslimiyet halidir. Alkol kullanımı bazen de başka görünme ya da kendinden başkası olma özentisiyle belirmektedir. İlgi toplamak, sıra dışı olmak, içine attıklarını dışarıya vurma arzusunun bir yansımasıdır da. Yani alkol tarafından teslim alınmadıkça yapmaya cesaret edemediklerini, onun yardımıyla yapmaya cesaret bulma arayışıdır. Her halükarda tercih edilen, saygın ve sağlam bir portre yoktur alkol kullanımı altında… Dinin uyuşturucu olduğunu propaganda edenlerin uyuşmanın bir türü olan alkole sığınması kadar acı bir durum yoktur. Bu eleştirinin muhatapları da devrimciler ya da devrimci faaliyet yürütenlerdir.
Geniş toplumsal kesimler abartıya varacak oranda yoğun bir alkol tüketimi gerçekleştirmektedir. Bu onları kısa süreli aldatıcı bir rahatlamaya götürmekte, rahatlatmakta ancak kendi sorunlarından uzaklaştırmaktadır. Burjuvazinin isteyebileceği kişiler haline getirmektedir. Alkol kullanarak rahatlamakta veya kendilerini kaybederek edilgen hale getirip burjuvaziye karşı mücadelede uyuşturup nötr duruma getirmektedir. Tahminlerin ötesinde bir içki-alkol tüketimi yaşanmaktadır ve tabiatıyla bu duruma uygun negatif sonuçlara da yol açmaktadır. Bu bir toplum için felaketin öncesi kadar ürpertici bir durumdur. Devrimcilerin buna ortak olması ise, tam bir skandal ya da çöküş durumudur. Elbette, ‘’içki-alkol günahtır’’, ‘’aptesti bozar’’, ‘’mutlak biçimde el vurulamaz, dile sürülemez’’ vb vs katılığında bir yasakçı anlayışa sahip olamayız. Ama onun bir alışkanlık, bir yaşam tarzı, bir kültür haline getirilmesine kesinlikle karşıyız, karşı olmalıyız. İyi-faydalı olan şeyleri değil, kötü-zararlı olan şeyleri yadırgamalıyız. Bunda anlaşılmayacak bir şey yoktur.
Çarpık özgürlük anlayışının düzeltilmesi elzemdir. Zira, ‘’alkol kullanmak, özellikle aşırı ve kontrolsüz kullanmak doğru değildir’’ demek baskıcılık ve yasakçı geri zihniyet olarak damgalanmakta. Ahlaki değer ve yaşam tarzından bahsedilince, ‘’namus bekçiliği’’, ‘’ahlak zabıtalığı’’ olarak damgalanmakta vb vs… Yani yanlış doğruyu bastırmakta, bastırmaya çalışmaktadır. Neye dayanarak? ‘’Özgürlük’’ lafzına yaslanarak ve özgürlük savunusu vesilesiyle ‘’baskı-yasakçılığa’’ karşı çıkma adına… Oysa yapılan özgürlükçülük değil, özgürlüğü sabote etmektir. Doğruya karşı yanlışı büyütmektir. Maalesef bütün bunlar özgürlük argümanıyla kamufle edilip gerekçelendirilmektedir ki, bu özgürlük anlayışı burjuva özgürlük anlayışıdır. ‘’Kimse bana dokunmasın, ben istediğim gibi yaşayayım’’; işte anlayış ve pratik bu… Ama özgürlüğün zorunlulukların bilince çıkarılması olduğu adeta unutulmakta veya unutturulmaktadır.
Alkol kullanımı zararlı alışkanlıkların hepsi değil, sadece biridir. Örneğin, alkol kadar olmasa da, sigara da bu zeminde değerlendirilebilir. Abartı ve aşırılıklara kaçan sıra dışı eğlence kültürü ha keza böyledir. Ne ki, alkolün yaygın ve aşırı kullanımı daha ciddi tahribat ve tahrifatlar yaratmaktadır. Bu somut olarak izlenmekte, ne yazık ki alkol tüketimi çığ gibi gelişip büyümektedir. Bu, insanın baskı ve sömürüye karşı direnişini kıran, zayıflatan ve kaderciliğe sürükleyen gizli eğilim olarak açık bir tehlikedir. Toplumdaki kullanım yaygınlığına paralel olarak devrimciler içinde de yaygınlık kazanmaktadır. Bu nedenle alkol tüketimine özel yer vermek kaçınılmaz oldu. Ama dediğimiz gibi bütün kötülüklerin kaynağı alkol değil, daha bir dizi zararlı alışkanlık, yaşam tarzı ve kültürden bahsetmek mümkündür. Hepsi mücadeleyi gerektirir. Fakat alkol ve alkolizmin “özgürlük hakkıyla savunulması, bu anlayışa karşı devrimci tutumun da özgürleşmesini gerektirir: bu makaleyi koşullayan da budur.
Devrimci görev ve sorumluluklar karşısında aynı burjuva özgürlük anlayışıyla hareket etmek ise, bu kültürel bozulma ve deformasyonun en derin halidir. Zira derin kırılmalar küçük kırılmalardan başlar. Hiçbir şey birden bire ortaya çıkmaz, egemen olmaz. Bir gelişim seyri izler ve önlenmez ise akışına uygun sonuçlara varır… Kendimizi devrimci sorumluluklarımıza uygun disipline etmek mücadelenin gereği, devrimciliğin zorunluluğudur. Özgürlüğü bencil yaşam ve alışkanlıklarımız meşrulaştırmak için değil, ezilip sömürülen milyonlar için istemeliyiz.