Bizimle iletişime geçin

Kültür-Sanat

Muzaffer Oruçoğlu Yazdı: Lakap

“Ben şimdi sana ne diyeyim Bekir Bey,” dedi. “Sadece, muhterem babanız Sadık Bey değil, herkes bu lakap illetinden yakasını sıyırmaya çalışıyor ama sıyıramıyor. Çünkü lakaplar, nesilden nesile aktarılıyor, millete mal oluyor. Beni bile kendi adımla değil, babamın lakabıyla zikrediyorlar. Göttenbacağın oğlu diyorlar. Babama da öyle diyorlarmış.

   Babam, çalışmazdı ama ailecek bir zararını görmedik. Aksine yararını gördük.  Anam, unutkan olduğu için bazı şeyleri ona hatırlatıyordu. “Gülenber, ekmekler fazla beklemedi mi, bir bak, yakarsın.” “Gülenber tavuklara yem ver, itin yalını unutma.”

   Anam unutkan olsa iyi, en kötüsü takıntılı biriydi. Allah takıntı illetini dağıtırken anama çok cömert davranmıştı. Köyde babama, Sikisilik lakabını takmışlardı. Temelsiz bir lakap. Babam aslında herkesten daha çok uçkursuzdu. Gördüğü her güzel kadının dibinde debelenmeyi hayal eden biriydi. Geçimliydi. Kimsenin tavuğuna “kış” demezdi. Hoş bir adamdı. Kaldı ki babamın aslan gibi 12 çocuğu vardı, bu lakabı hakketmiyordu. Aslında bu lakap, bizim için o kadar mesele değildi de asıl mesele, bu lakabı bütün aileye yaymalarıydı. Sikisiliğin Gülenber, Sikisiliğin Bekir, Sikisiliğin Ayşe… Bütün kardeşlerimi, bacılarım dahil, adlarının önüne bu lakabı takmadan anamıyorlardı. Yüzümüze karşı diyemiyorlardı ama arkamızdan diyorlardı. Alçaklık mı desem, yoksa demesem mi bilmiyorum. Bir gün anam, babama bildirmeden, dedi ki, “Bekir, git konuş bu meseleyi Göttenbacağın oğluyla. Herkes haddini hududunu bilsin. Benim kocama Sikisilik diyen her kimse, alsın karısını getirsin, yatırsın altına. Beş dakka sonra, lakabın essah olup olmadığını karısı ona anlatır.”

   Gidip ne konuşayım ben. Takıntı işte. Yaradılış hatası. Anamı kırmamak için mecburen gittim. Yağmur dinmiş, hava turna gözü gibi açılmış, durulanmıştı. Muhtarın komşusunun yola bakan penceresi açıktı. Tıyneti bozuk, mesnetsiz sesler geliyordu. Meraktan değil de muhtarın orada olup olmadığını anlamak için kulağımı konuşmalara kabarttım biraz. Müzevirlerden Fesat Ömer konuşuyordu:

   “Adam boşanmasına boşandı, çergi çegāne bitti bitmesine de karanlıkta kalan bir nokta var. Kadın kimle yattı? Kimisi Kulaksızın Hasan diyor, kimisi Çomarlardan Dana Veli diyor. Bana sorarsanız…..”

   Nevrim döndü, midem bulandı. Muhtarın böylesi bir sohbette bulunmayacağı belliydi. Temiz bir insandı. Geçip gittim. Çit kapısından bahçeye girdim. Elmalar olgunlaşmıştı. Ne yiyor ne de yediriyordu, kuşların kısmetidir diyordu muhtar. Kapıyı tıklattım, girdim içeri. Yalnızdı. Karısı yatalak olduğu için yan odada gün sayıyordu ses etmeden. Oturduk. Beni severdi. Hal hatırdan sonra meseleye girdim. Sağ olsun, sakin sakin dinledi. Düşündü. Üzüldü. Üzülüp üzülmediğini de bilmiyorum ya, öyle bir havaya girdi. Umarım üzülmüştür.

   “Ben şimdi sana ne diyeyim Bekir Bey,” dedi. “Sadece, muhterem babanız Sadık Bey değil, herkes bu lakap illetinden yakasını sıyırmaya çalışıyor ama sıyıramıyor. Çünkü lakaplar, nesilden nesile aktarılıyor, millete mal oluyor. Beni bile kendi adımla değil, babamın lakabıyla zikrediyorlar. Göttenbacağın oğlu diyorlar. Babama da öyle diyorlarmış. Mehmet veya Ali Bey demeleri lazım. Köyün en saygın sülalesini Yalamanın Sülalesi kelamıyla zikrediyorlar. Hiç doğru değil. Ben şahsen hiç hazzetmiyorum.”

   Muhtarın hazzedip hazzetmediğini de bilmiyorum. Bizim köyde en iyi gizlenen, kendini hiçbir zaman ele vermeyen şey hakikattir. Onu sadece sezeriz. Sezme de bir boka yaramaz. 

   Muhtar, “bazı lakaplar da artık aleniyet kazanmış,” diye sürdürdü. “Doksan yıl evvel, senin de bildiğin bir sülalenin büyüğünü, kerhanede görmüşler. O günden bu yana bu sülaleye Yarıkçılar diyorlar. Sülaleden birine, sen kimlerdensin, diye sorduklarında, Yarıkçılardanım, diyor, artık. Lakabın çıkış hikayesini bile bilmiyor.”

   Bir şey diyemedim muhtara. Adam haklı. Bin yıllık geçmişe dayamış sırtını, öyle konuşuyor. Teşekkür ettim, çıktım. Eve geldiğimde, babamı kapının önünde oturur buldum. Mekke fincanları gibi birbirlerine benzeyen ikizlerden Çipil Ali ile Sidikli Fahri de ordaydı. 

   “Nerden geliyorsun oğlum?” dedi babam.

   “Memet amcadan,” dedim.

   “O da kim?”

   İstemeyerek, “Göttenbacağın Memet,” dedim.       

2019- Şubat



Ekim 2024
PSÇPCCP
 123456
78910111213
14151617181920
21222324252627
28293031 

Daha Fazla Kültür-Sanat Haberler