“Tarihten öğrendiğimiz tek şey, insanların ondan hiçbir şey öğrenemediğidir” diyen Hegel haksız çıksaydı beşeriyetin beynelmilel ilerleyişi adına hiç de fena olmayacaktı. Ama heyhat!
Geçen yüzyılın “muassır medeniyet”çileri en kavuşarak Sultan 1. Tayyip liderliğinde ve çoğunluk “Cumhur”un desteği, refakati ve dualarıyla devr-i saadet yolunu açtılar.
Akıl ve iman arasındaki tarihsel boğuşmanın köklü çözümüne yanaşmayan, onu hep erteleyen, ellerini sünni islamiyetin cebinden çekmeyen, laiklikten dinlerle yolunu ayırmayı değil de onu kontrol etmeyi ve gereğinde kullanmayı anlayanlar, ömürlerini o coğrafyanın Hristiyan yerlilerini haritadan silmeye, mallarına-mülklerine el koymaya, Dersimi boğazlamaya, anti komünizme adayanlar nihayet “muasır medeniyet”in devr-i terakki düzeyine ulaştılar.
Nesiller boyunca Kürtleri Türkleştirmeye, Kızılbaşları ve Ezidileri sünnileştirmeye çalışan, solu ve en masum demokratik istekleri askeri darbelerle tepeleyen kök kazıma meraklısı tekçi, asimilasyoncu suç ortağı güruh, nihayet ortak zaferini kutlayabilir.
İçeride liberal aydın taifenin, dışarıda ise Batı’nın eski ve yeni sömürgecilerinin, modern ve postmodern tüccarlarının aktif desteği, vaktiyle “müslüman demokratlar” dedikleri yeni-Osmanlıcıların gürbüzleşmesini kolaylaştırdı.
Yüzyıl önceki paylaşım savaşı galiplerinin küçülterek ismini değiştirdikleri Osmanlı yani “yeni devlet”, “ebedi/milli şef”leri ve “yeni” divan-ı Hümayun’ları ile hükümranlık altında tuttukları “Cumhur”un müslüman teba özelliğini “yeni” ve daha ikiyüzlü tarzda korudular aslında. Çünkü dinin ve devletin, sultanın ya da şefin bekasına dua eden, onlara zeval gelmesini istemeyen bir sosyo-kültürel miras, biati, dolayısıyla da yönetmeyi kolaylaştırıyordu.
“Yeni” devletin eski Osmanlı subayları, savaş suçlusu ittihatçı kadroları hem işledikleri savaş suçlarından ve gasp malı servetin hesabını vermekten kurtulmak, hem de aradaki tarihsel devamlılığı şeklen koparmak için kendilerine “15 Temmuz” benzeri “kurtuluş savaşı” mitleri, bir sıfır noktası yaratmak, şapkayı fesle, Latin alfabesini Arap alfabesiyle değiştirmek gibi zorlama reformları “devrim” diye pazarladılar. Yarıdan fazla kurguya dayalı bir resmî tarihle işlenen suçların üstü örtüldü, sonraki on yıllar boyunca işlenen cinayetlerin kılıfı hazırlandı ve daha da beteri isim değiştirmiş ittihatçı/Osmanlıcı kadronun neredeyse solcu olduklarına dair yanılsamalar üretildi.
“Kuva-i milliye” destanları ve “ortanın solu” benzeri yanılsamalarla beslenenlerin bugünkü şaşkınlıkları ibret vericidir.
Ümmetçi ve milliyetçi/ulusalcı bağnazlığın, devlet tapıncının, “islam kardeşliği”, “Türk-Kürt islam sentezi” türü yanılsamaların üreme kaynaklarını anlamakta zorluk çekenlerin durumu şaşkın ördeğin dramına benzemektedir.
Aydınlanmaya anlamını veren koyu karanlıktır. Asli anlamda Rönesanslara engizisyonların ve islamcı/milliyetçi/tekçi cinnetin karanlık anaforundan geçilerek ulaşılabilir.
Erdoğan ve tebaası Cumhur’un zaferi, zoraki kılık-kıyafet ve alfabe değişikliğini “devrim” sananları, belki gerçek bir devrimin yoluna sevk edebilir.
“İslam kardeşliği” ve “kuvai- milliye” ideolojik ekseninden çıkarak kendi adına sol olmanın, gerçek demokratik alternatifler oluşturmanın yolunu açabilir.
“Bismillah” diyerek “yeni dönem”e başlayan Sultan Han Hazretleri’nin bu eşitsiz koşullardaki zaferi, ciddi bedellerin ödeneceği bir istibdat döneminden geçilerek, kazanımları kalıcı olacak bir aydınlanma ve devrimler dönemine vesile olacaktır.
Erdoğan ve Putin’lerin, Viktor Orban ve Trump’ların çoğaldığı bir dünya, bir zaman daha gerilmeye, kararmaya devam edecektir. Her biri bulundukları coğrafyanın ve dünyanın sorunlarını daha da ağırlaştırıp çatışma noktalarını çoğaltarak, bir tarihsel kaçınılmazlık olarak kendi sonlarını da hazırlayan toplumsal tsunami dalgalarını tetikleyeceklerdir.
Erdal Emre