Tüm ülkeyi faşizme karşı cesaretlendiren özgürlük yürüyüşü bir kez daha başlıyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin kampüslerinden başlayarak ülkenin birçok sokağına ve meydanına taşan direniş gösterileri büyüyor. Faşist iktidar bu özgürlük arayışı karşısında korkuyor, sonbahar yaprakları gibi dalından tek tek dökülüyor. CHP, dökülen yaprakları toplamaya çalışsa da AKP-MHP faşist iktidarının güçlü bir devrimci fırtına da yıkılacağı görülüyor.
Başta faşist Erdoğan olmak üzere küçük ortak Bahçeli ve İçişleri Bakanı Soylu tarafından terörize edilmeye, bitirilmeye çalışılan Boğaziçi eylemleri başladığı noktayı çoktan aşan bir ivmeyle yoluna devam ediyor. Bazı TV kanallarında, gazete köşelerinde yürütülen tartışmalarda büyüyen bu mücadele dinamiği polisin orantısız saldırısına veya iktidar kanadından yapılan talihsiz açıklamalara ya da Soylu’nun talimatları ile başlayan tutuklama operasyonlarına bağlanıyor. Daha önce de Gezi Direnişi için polis bu kadar saldırmasa eylemler bu kadar büyümezdi deniyordu. Aslında bu bağlamla büyüyen mücadele dinamiğinin etkisi zayıflatılmaya, gelişen devrimci dinamizm bir anlık “galeyana” gelme durumuna kitleniyor. Yaşananlar zamansal gelişiminden, faşizme karşı yürütülen mücadelenin birikiminden kopartılmaya çalışılıyor. Hatta bu yorumların sonucunda sorumlunun faşist iktidarın değil polisler olduğuna kadar indirgenen bir anlayışın doğmasına kapı açılıyor.
Son birkaç günde yaşanan hiçbir saldırı bu anlamıyla faşist iktidarın yönetim politikasından bağımsız ele alınamaz. Başfaşist Erdoğan’ın “Siz öğrenci misiniz, yoksa siz rektörün odasını basmaya kalkışan terörist misiniz? Bu ülke teröristlerin hâkim olduğu ülke olmayacak ve asla fırsat vermeyeceğiz. Gereği neyse yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz. Bu ülke bir daha Gezi olayını yaşamayacaktır.” sözleri oldukça nettir. Bu bir sürekli saldırı yöntemidir artık, faşist yönetimin buradan geriye bir dönüşünü beklemek deveye hendek atlatmakla eş değerdir. Faşist iktidar önde başfaşist Erdoğan olmak üzere tüm ortakları ile birlikte özellikle bu yöntemi tercih ediyor. İktidarın küçük ortağı Bahçeli’nin ise “Öğrenci başka terörist başkadır. Toplumsal barış ve huzur ortamımızı iç ve dış ayakları olan bir proje kapsamında bozmak için çalışanlara ne devletimiz ne de milletimiz müsaade edecektir. Herkes aklını başına alsın. Boğaziçi’nden bir Gezi veya 6-8 Ekim olayları ya da 15 Temmuz’un bir türevi çıkamayacaktır.” diyerek tehditler savuruyor. Sokakta işkence ile gözaltına alınmak, kaçırılmak, tutuklanmak, faşist çeteler tarafından darp edilmek, yargısız infaz ile katledilmek bu iktidarın en birincil başvurduğu yöntem oluyor. Faşist İçişleri Bakanı Yardımcısı İsmail Çataklı da gündeme ilişkin yaptığı açıklamada hedef gösterdiği Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini ”marjinal grup’ ilan ederek, ‘Devletimizin gücünü sınamayın’ diye göz dağı veriyor. Yine bir polis gözaltına aldığı bir öğrenciye “Devletin polisine kaşlarını çatamazsın. Seni buraya gömerim” diyor. Bu açıklamalarla daha da iyi anlaşılacağı üzere kimsenin bu saldırıları uzaktan, görünmeyen bir yerden yönettiği falan yoktur. Doğrudan faşist iktidar tarafından en yukardan en aşağıya talimatları net bir aktarımla, bilinçli bir şekilde yönetiliyor.
AKP-MHP iktidarı faşist bir yönetimdir. Bunu iyi kavramak gerekiyor. Çünkü sokakta mücadele dinamiklerinin, mücadele yöntemlerini belirleyecek olan bu analiz etrafında toplanmaları oluyor. Bu aşamada faşist iktidarın yürüttüğü reform, anayasa, AB ile uyumluluk gibi çalışmalara asla kanmamak, bunları günü kurtarmaya yönelik, siyaseten okunan maval dışında bir anlam ve beklenti yüklememek gerekiyor.
Faşist iktidar polis, medya ve yargısıyla komplike bir şekilde yürüttüğü saldırı dalgasıyla direnişi kırmaya çalışırken CHP’de eylemsizliğe çağrı ile bunu yapıyor. K.Kılıçdaroğlu’nun Boğaziçi öğrencilerinin eylemi ile ilgili yaptığı konuşmada “Karşımızda kontrolünü kaybetmiş bir siyasi iktidar var. Gerginlikten besleniyor. Bizler aklıselim sahibi olmak zorundayız. Sağduyuyla hareket etmek zorundayız. İktidarın değirmenine su taşımamak zorundayız” diyerek eylemlerin sonlanmasını iktidarın yeniden kontrolü sağlamasını talep ediyor. Faşist iktidarın her sıkıştığı veya kritik kararlar alacağı zamanlardaki daralmışlığına CHP çözüm oluyor. Bu yönüyle CHP tarzı bir muhalefet ne faşizme karşı mücadeleye ne Boğaziçi öğrencilerine ne de direnen diğer toplumsal dinamiklere bir destek değil köstek anlamı taşıyor. Bunu da iyi kavramak gerekiyor, çünkü faşizme karşı faşizmin kontrolünde olan bir muhalefetle de mücadele edilemiyor. Bugün kent meydanlarında faşizme karşı mücadele sloganını büyüten kitleler değil; yoksul, işsiz, öğrenci, kadın kitlelerin sokaklara çıktığı her anda kendi tabanına sokağı yasaklayan CHP, AKP’nin değirmenine su taşıyor.
Faşizme karşı mücadele birleşerek büyüdüğü, sokaklarda sesini gürleştirdiği bir döneme giriyor. Faşist iktidar çöküş dinamiğinin tedirginliği içinde bu eylemler karşısında büyük bir korku yaşıyor. AKP’nin yalanlarına CHP’nin sahte muhalefetine karşı uyanık olmak, faşizmi yıkacak fırtınanın içinde olmak gerekiyor.
Son olarak bugün birleşik mücadele güçlerinin kuruluş eyleminde dimdik duranlar yeni bir rota çiziyor. AKP-MHP faşizmini yıkacak güçlü bir fırtınaya doğru yelken açtılar, şimdi onların bu mücadele yolculuğuna selam verip yanlarında durmak gerekiyor.
İlk olarak Umut Gazetesi’nde yayımlanmıştır