Bazı tekrarlar pahasına 7 Ekim 2023 günü, Filistin Parlamentosu’nun hâkim gücü Hamas’ın (İslami Direniş Hareketi) ideolojik-siyasi-örgütsel liderliğiyle damgasını vurduğu kapsamlı askeri saldırı, İsrail Siyonizm’inin tüm dünyanın gözleri önünde savaş ve insanlık suçu işleme pahasına çocuk, kadın, yaşlı ayrımı yapmaksızın, savaş dışı sivil güçleri hedef alarak 8 binden fazlası çocuk olmak üzere, 20 bine yakın Filistinliyi hunharca katlettiği kıyımcı mezalimine vesile oldu… İsrail Siyonizm’inin bu saldırıyı vesile etmiş olması, ne gerçekleştirdiği vahşi katliam ve savaş/insanlık suçlarını aklar, ne de Filistin davasının haklılığını karartır. Öte taraftan Hamas’ın İsrailli sivilleri hedef alan saldırısının provakatif niteliği de, İsrail Siyonizm’inin kıyımcı katliam ve barbar suçlarını hafifletmez…
Hamas ve ittifaklarının gerçekleştirdiği silahlı eylemi vesile ederek başlayan Siyonist İsrail’in kıyımcı saldırganlığı durmak bilmediği gibi, bu yazının kaleme alındığı 24 Kasım gününe kadar soruna dönük kamuoyunda yürütülen tartışmalar da bitmedi. Emperyalist-kapitalist burjuvazi karakterine uygun olarak İsrail Siyonizm’ine kalkan olurken, Müslüman dünyasının ezici çoğunluğu da gayet anlaşılır biçimde İslami motivasyonla Filistin’i ya da Hamas’ı savundu. Sınıf hareketi de bazı nüanslara karşın Filistin’in haklı davası temelinde esasta Filistin-Hamas yanlısı bir tavır aldı. Komünist ve devrimci hareket içinde tek yanlı yaklaşıma bağlı olarak, kısmen sorunlu yaklaşımlar görüldü… Gelinen aşamada, emperyalist kapitalist Avrupa devletleri cephesinde kimi ayrışmalar gündeme geldi. Emperyalist ağababaların yönettiği BM, gerek aralarındaki çelişkiler nedeniyle ve gerekse de kamuoyunda gelişen haklı tepkilerin baskısıyla İsrail’in sivil katliamlarına dönük karar aldı-almak zorunda kaldı. BM daimi üyelerinden bazılarının kararda çekimser oy kullanması da durum tablosundaki manidardı. 24 Kasım günü esir ve rehine takası yapılarak sağlanan 4 günlük ateşkes ise yaşanan savaş veya çatışmada gündeme gelen önemli bir gelişmeydi… Özcesi, bütün bu gelişmeler, dinamik ve yakıcı olan ilgili sorun hakkında tartışmayı-yazmayı bir ihtiyaç haline getirmektedir. Dolayısıyla tekrar da olsa, bazı tahlil-tespitleri yineleme pahasına ‘‘ayrıntı görülen” kimi gerçekler üzerinde ısrarla durmanın ihtiyaç olduğu kanaatindeyiz…
Soruna yaklaşım konusunda, İsrail Siyonizm’inin tam bir kıyım makinesi olarak canice sürdürdüğü katliamların hedef tahtasına koyulması ve sorun karşısındaki tavrın bu eksende biçimlenmesi doğru anlayıştır. Fakat yaklaşım ve tavrı bu esasta tekleştirmek ve diğer gerçeklere gözleri kapamak ne adına olursa olsun eksik yaklaşımdır. Okların sivri ucunu Siyonist-faşist katliamcılığa doğrulturken, sürecin barındırdığı diğer suçları da deşifre ederek tavır almak proleter adalete uygun komünist tutumdur. Bu bilinçle, biri çelişkinin esas yanı, diğeri çelişkinin tali yanı olsa da, iki taraftaki suçları deşifre ederek tavır almak objektif yaklaşımdır. Kısacası, Siyonizm’e karşı tavır alıp, onu mücadelenin merkezine oturturken, Hamas gericiliğine de, özellikle işlediği suçlar nedeniyle tavır almayı benimsemekteyiz. ‘‘Sivil katliamlar ve basına servis edilen vahşi görüntüler Hamas’ın değil, bunlar emperyalist gerici manipülasyonlardır” vb. denilerek, Hamas’a karşı tavır almaktan sakınılmaktadır. Peki, maden Hamas sivillere dönük katliam gerçekleştirmedi, o halde rehine ve esir takası yapılırken, Hamas’ın teslim ettiği yaşlı kadınlar, gençler, çocuklar ve tüm sivil profildeki insanları kim rehine aldı? Alınan bu rehineler Hamas’ın sivilleri hedef aldığını kanıtlamaz mı? Yaşlı kadınların vb. rehin alınması hangi savaş ahlakıdır, hangi sınıf ahlakıdır? Hamas’ın siyasal İslamcı-dinci gerici karakteri, sivilleri hedef alacağına yeterli kanıt iken, rehine olarak alınan profiller bu gerçeği bir kez daha kanıtlamaktadır. “Savaşta siviller de hedef alınır, kurşun adres sormaz” deniliyor ve Hamas bu nedenle kınanmıyor ise, bunun ideolojik bir kırılma, bir savrulma olarak anlayış sorunu olduğu açıktır. Bu görüş, “Siyonist İsrail Filistinlileri katlediyor, Hamas’ın ve Filistinlilerin de İsraillileri katletme hakkı vardır” görüşüdür ki, bu tamı tamına burjuva milliyetçi görüştür…
Hiçbir Haklılık Savaş Dışı Sivilleri Katletmeye İcazet Vermez
İsrail Siyonist Devleti ile Hamas Filistin’i arasında esir ve rehine takası anlaşması sağlanarak 4 günlük ateşkes ilan edildi. Rehine takası esasta sorunsuz olarak devam etmektedir. Geçici ateşkesin Siyonist İsrail tarafından kabul edilmesinin nedenleri bilinmez değildir. Siyonizm’inin sivil ve çocuk katliamları pervasızca sürüp korkunç boyutlara ulaştı. Öyle ki, bu katliamların gizlenmesi mümkün olmayan ölçülere ve açıklığa ulaştı. Bu gerçeklik, dünya kamuoyunda olduğu gibi, içerde de Siyonizm’e karşı gelişen büyük kitlesel tepki ve protestolara yol açarak, hem batılı emperyalist devletler üzerinde ve hem de İsrail devleti üzerinde büyük bir baskı yarattı. Rehinelerden kaynaklı iç-dış tepkiler de Siyonist İsrail‘i zorlayarak köşeye sıkıştırdı. 4 günlük ateşkes, bu basınç altında ve rehinelerin takas edilmesi temelinde mümkün oldu. Ateşkes öyle ya da böyle, bir kırılma noktası olarak okunabilir. Ki, bazı iyimser görüşlerin gelişmesine de yol açtı. Fakat 4 günlük ateşkesin yerini yeniden İsrail saldırı ve katliamlarına bırakacağı aşikârdır. Buna karşın, ateşkesin bir kırılma olduğu ve belli bir sürece evrileceği reddedilemez bir gerçektir. Her savaş aynı çizgiyi izler; başlar ve hedeflerini gerçekleştirdikten sonra biter-bitirilir. Sonsuza dek devam eden bir savaş yoktur. İsrail saldırganlığı da belli bir aşamadan sonra geri çekilmeye, durmaya mahkûmdur. Yarattığı yıkım ve kıyım korkunç düzeylerde iken, bundan sonra Hamas’ın tasfiyesine ve Siyonizm’in mümkün olan hedeflerine ulaşıp bunları başarmasından sonra mevcut saldırı ve katliamlarını durdurmaktan kaçamayacaktır… Elbette bu durum ve tablo basit bir süreç olarak değerlendirilemez. Gerçekleştirdiği katliamlar hesap vermesini şart koşup af edilemez korkunç bir suç iken, bu katliamları bir müddet daha sürdürülmesi kabul edilemez ya da geçici ateşkes ilan etmesi yaptığı ve yapacağı katliamları yok saymayı gerektirmez. Emperyalist teşvikçi, destekçi ve çocuk katliamı seyircileri ile birlikte, bizzat bu katliamları yapan Siyonist İsrail Devleti en geniş biçimde teşhir edilerek mücadelenin hedefine konulmalı, döktüğü kanın hesabı sorulmalıdır… Ateşkes, Siyonist İsrail Devleti’nin aklanması ve hoşgörüyle karşılanmasının aracı haline getirilemez. Buna izin verilemez. Siyonist İsrail Devleti’ne karşı tavrımız katliamları ve Siyonist gericiliği nedeniyle siyasi mücadele ve sınıf düşmanlığı temelinde biçimlenirken, Hamas’a karşı tavrımız ise sivil katliamlarına dönük eleştiri-kınama ve onun gerici-dinci sınıf niteliğini teşhir etmektir. Hiçbir haklılık savaş dışı sivilleri katletmeye icazet vermez…
Sorunun patlak vermesi sebepsiz olmadığı gibi, haklı ve meşru sebepleri vardır ve bu açıdan bir sorun yoktur. İsrail Siyonizm’inin Filistin-Arap ulusu üzerindeki baskıları, ulusal bağımsızlık ve devletini tanımaması vb. Filistin ulusal mücadelesi adına gelişecek tüm direniş, eylem ve mücadelenin haklı zeminidir. İki ulus arasındaki ulusal eşitsizliklerin tümü ya da bir ulus lehine diğer ulus aleyhine kurulmuş ulusal eşitsizlik temelindeki ilişki biçiminin ve buna dayalı tek ulus egemenliği şeklinde biçimlenen statülerin tümü, ulusal pazara sahip olma zemininde gelişen ulusal mücadele ve hareketlerin en haklı ve sağlam gerekçeleridir. İsrail haksız, işgalci saldırgan devlet, Filistin ise haklı taraftır. Bunda bir bahis yoktur… Siyonist İsrail sadece haksız değil, baskıcı, katliamcı, zorba ve barbar taraf olarak her bakımdan ve tüm biçimlerle mücadele edilmesi gereken egemen gericiliktir; bölgedeki ABD karakolu olarak başat bir tehdit ve kendi başına bölgede bir gericilik kaynağıdır. Gerçekleştirdiği katliamlar onun Siyonist faşist niteliğini, en vahşi niteliğini çıplak biçimde gözler önüne sermektedir. Binlerce Filistinli çocuğu katledecek kadar azgınlaşan bu gericilik, elbette mücadelenin baş hedefidir; yıkılıp tarihin karanlığına gönderilmesi gereken, kokuşmuş iktidar olarak Siyonist-faşist karakterde bir sınıf gericiliğidir… Siyonist İsrail, batılı emperyalistlerin desteğini alarak şuursuz bir saldırganlık, barbarca katliamlar gerçekleştirmekten geri durmamakta, hoyratça Filistin’e zulm etmektedir. Bu barbarlığa karşı demokratik, devrimci mücadele ve sınıf savaşını yükseltmek tek doğru tutumdur. Filistin’in gerçek bağımsızlığı ve kurtuluşu ancak sınıf savaşıyla mümkündür. Gerici çatışmalar ya da gerici önderlikler altında gelişen mücadeleler, haklılıklarına rağmen sınıf karakterleri ve ideolojik niteliklerinden dolayı Filistin’in gerçek bağımsızlığını sağlayamazlar. Ancak, devrimci sınıf mücadelesi ve proleter devrimci önderliklerin yoksun olduğu koşullarda, bu mücadelelere burjuva ve gerici hareketlerin önderlik yapması kaçınılmazdır. Bu mücadeleler haklı zeminlerine karşın, sınıf nitelikleri ve önderlik çizgileri nedeniyle başarıya ulaşamadıkları gibi, çeşitli emperyalist güçlere yedeklenmekten de kurtulamaz, gerici dünyanın bir parçası haline gelirler. Buna karşın, üzerinde yükseldikleri dava meşrudur ve mücadelelerini haklı kılar. Özellikle günümüzde ulusal hareket ve mücadelelerin ekseri olarak emperyalist gericilikle kol kola veya onunla ilişkiler içinde biçimlendikleri açıktır. Bugün Filistin’de Hamas‘ın temsil ettiği mücadele, esasta gerici sınıf önderliği veya dinci hareket gericiliği altında gelişmektedir. Bu durum, İsrail Siyonizm’inin haksızlığını, başat gericilik olduğunu, saldırgan ve katliamcı olduğunu ortadan kaldırmaz; Siyonist gericiliği asla ve kesinlikle anlaşılır kılmaz. Filistin cephesinden gerçekleştirilen Hamas saldırısı ise, sınıf bakış açısıyla, amaçla aracın uyumu, araçların amaçlar kadar temiz ve meşru olması gibi prensiplerle değerlendirilmesi gereken ayrı bir konudur ki, buna ileri de değineceğiz. Haklı olan Filistin tarafı açısından ‘‘her yolu mubah görmek” bu anlamda Hamas’ın sivillere dönük saldırısını destekleyip meşru görmek doğru olmaz…
Filistin Sorunu Bir Din Sorunu Değil, Ulusal Sorundur
Tarihsel haksızlıklar barındıran arka planıyla günümüze uzanıp aktüel sorun olarak cereyan eden İsrail-Filistin sorunu, özü itibarıyla Siyonist İsrail‘in ya da İsrail’in Siyonist hâkim sınıflarının Filistin toprakları üzerinde haksız gerici saldırganlığa dayalı işgalci bir egemenlik kurup, Filistin Devleti’ni tanımayan tahakkümcü zorbalıkla Filistin-Arap ulusuna dönük acımasız baskı ve katliamlarında vuku bulan, İsrail kaynaklı Filistin milli meselesi olarak bir ulusal sorundur. Tarihsel olarak da reel gerçek olarak da sorunun özü budur. Ezilen bağımlı ulus durumundaki Filistin şahsında, ezen egemen ulus burjuvazisi olarak Siyonist İsrail Devleti’nin, imha-inkâr politikaları güdümünde gerçekleştirdiği işgalci-ilhakçı saldırganlığıyla, Filistin-Arap ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkının tanınmaması/bağımsız devletini kurma hakkının çiğnenmesi temelinde yaşanan sorun, tüm mantalitesiyle Filistin’in bağımsızlık sorunu olarak, sömürge statüsüne de denk gelen tarifte keskin bir ulusal sorundur. Sorunun temel ve birincil karakteri budur. Sorunun özü bu olduğuna göre, komünistlerin sorun karşısındaki tavrı, “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı” ilkesinin kayıtsız şartsız olarak tanınması biçiminde net ve keskindir. Bu hak kimse tarafından bahşedilemeyeceği gibi, ulusun kendiliğinden hakkıdır ve hiçbir gerekçeyle sulandırılıp yok sayılamaz. Sorunda bu gerçeğin altını kalın harflerle çizmek, devrimci tavır açısından ötelenemez bir görev ve ihtiyaçtır. Lakin bu görev ve ihtiyacın altını çizildikten sonra geniş bir parantez açarak, diğer gerçeklere işaret etmek de aynı derecede ertelenemez olan başka bir görev ve ihtiyaçtır.
Filistin cephesinde gerçekleştirilen saldırı eylemi, adeta Siyonist İsrail’in aradığı gerekçeyi altın tepside kendisine sunmuş oldu. Sonuçlar itibarıyla bakıldığında, Hamas eylemi, Filistin’in büyük kayıplarına yol açan sonuçlarıyla Filistin aleyhine oldu; bunun tersine Siyonist İsrail’e büyük avantaj ve yararlar sağlayarak onun lehine oldu, işine yaradı… Bu bir provokasyon muydu? Bunu destekleyecek somut verelere sahip değiliz ama aksini ispat edecek kanıtlara da sahip değiliz. Ancak, sonuçlar ne olursa olsun veya provokasyon olsun ya da olmasın, bütün bu spekülasyonlardan farklı olarak Filistin cephesinden Siyonist İsrail Devleti’ne karşı gerçekleştirilen veya gerçekleştirilecek bir silahlı eylemin haklı gerekçeleri, onun işgal-ilhaka karşı meşru mücadelesi bakımından kesinlikle vardır. Ve sonuçlara rağmen bu gerçek değişmez. Elbette Hamas eyleminin, sivillere dönük yanı kesin biçimde eleştirilip mahkûm edilmesi gereken yandır. Öte taraftan, Hamas’ın arkasını getirmediği ve arkasındaki gelişmeleri hesaplamadığı bu düzeydeki ciddi bir saldırıya kalkışması veya böylesi bir saldırıyı gerçekleştirmesi izaha muhtaçtır. Hangi amaçlarla, hangi strateji ve planlarla bu saldırıyı gerçekleştirdiği tam olarak anlaşılmış değildir. Hamas’ın bu saldırıyla neye davet çıkardığını ve ne gibi sonuçlara yol açacağını hesaplamaması, rasyonel olmadığı gibi, basit bir askeri hata olarak da açıklanamaz. Bu da parantezin diğer içeriğidir…
Şayet, Hamas, gerçekleştirdiği saldırı eylemiyle İsrail’in nüfuzunu kırma ve Filistin şahsında nüfuzunu geliştirip güçlendirme amacıyla hareket ettiyse: İsrail nüfuzunu kırmak için saldırısını sürdürülebilirlik üzerine inşa edip, planlamalıydı ve bu anlamda İsrail’i yenilgiye uğratmak için başlattığı savaşı sürdürmeli, sürdürmesini sağlayan bir hazırlıkla bu saldırıya kalkışmalıydı. Aksi durumda, sonuçları iyi hesaplanmamış, düşünülüp planlanmamış ve salt sansasyonel eylem olarak Filistin’de puan toplayıp siyasi kazanımlarını esas aldığı, bu amaçla hareket ettiği açığa çıkar. Bu, Hamas’ın Filistin’in bağımsızlığı için değil, kendi siyasi çıkarları, yani İslami hareket olarak çıkarları için bu eylemi gerçekleştirdiği anlamına gelir. Bu durumda, “Filistin davası mı, İslam davası mı” sorusu haklı olarak Hamas’ın önüne çıkar…
Parantezin diğer içeriği de, Hamas’ın ve saldırısı-eylemi-mücadelesinin bir ulusal hareketi temsil edip etmediği meselesidir… Bir hareketin ulusal hareket olma niteliği, onun gerici veya ilerici olmasıyla ilgili değildir. Gerici ve siyasal dinci de olsa, eğer ilgili hareket, ezilen bağımlı, sömürge veya yarı-sömürge konumundaki bir ulusun, ulusal hak ve imtiyazları, ulusal demokratik hakları, ulusal bağımsızlığı ve kurtuluşu için mücadele ediyorsa, isterse İslami bir devlet kurmak istesin, yine de o bir ulusal harekettir ve haklı olarak ulusal hareket olarak değerlendirilir. Lakin bir hareket, söz konusu ulusun bağımsızlığı, kurtuluşu, ulusal-ulusal demokratik hakları için değil de, esasta veya salt bir din-mezhep-inanç egemenliği için mücadele ediyor, bunu esas alıyor ve böyle bir karakter taşıyorsa, o bir ulusal hareket değil, bir din hareketidir… Burada dikkat edilmesi gereken mesele, ulusal hareketler ile dinci hareketlerin farklı nitelik ve kategorileri ifade ettiği gerçeğidir. Ulusal Hareket Pazar özü taşırken, dinci hareketler din motivasyonuyla vücut bulup birbirinden farklı biçimleri temsil ederler. Ulusal orijin taşıyan bir hareketin içinde dinci öge ve özelliklerin olması farklıdır ama o hareketin genel niteliği olarak dinci olması daha ayrıdır. Ulusal hareket olup dinci yanlar barındırması anlaşılırdır ki, bu durum o ulusal hareketin esas niteliğini değiştirmez. Aynı biçimde, dinci bir hareketin ulusal sorunu manivela etmesi de, o hareketin bir dinci hareket olan esas niteliğini değiştirmez…
Toplumsal hareketler; 1-sınıf ve halk hareketleri, 2-ulusal-milli hareketler, 3-dini veya dinci(fundamentalist) hareketler, 4-cins ya da cinsiyetçi hareketler, 5-çevre-doğa-ekoloji hareketleri olarak biçimlenirler. Dahası, bu hareketlerin hepsi sınıf orijinli hareketlerin birer parçası, bileşeni, yedeği veya yansıması olarak anlam kazanır ve bu açıdan hepsi esasta proleter ve burjuva sınıf hareketi yelpazesinde mütalaa edilirler. Bir hareket son tahlilde ya gerici-burjuvadır ya da ilerici-devrimcidir. Her şey iki sınıf zemininde gelişip vücut bulur. Aksini iddia etmek sınıf bakış açısını yozlaştıran ve olay-olgu-gelişmeleri ekonomik-siyasi sınıf ve sınıfların ideolojik-siyasi zemininden koparan diyalektik dışı, metafizik idealist bakış açısı ve sınıflar üstü yaklaşımdır… Genel olarak ulusal hareketlere bakıldığında, istisnasız olarak hemen hepsi mensup oldukları ulus ismini taşır, ulusun ulusal hakları veya bağımsızlık mücadelesi temelinde şekillenirler. Dinci hareketler ise, güttükleri dini davaya uygun ad alır, bu davayla anılır ve açıktan dinci, dinin egemenliği temelinde mücadele verir, biçimlenirler… Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve bu zemindeki Filistin ulusal ve ulusal-demokratik hareketleri gibi ulus orijinli hareketleri bastırıp onlar üzerinde egemenlik kuran Hamas (İslami Direniş Hareketi) ismiyle, ulusal hareket olmanın tersine dinci-İslami hareket niteliğindedir. Esas karakteri budur. Dolayısıyla, bütün bunlar toplamında, Hamas’a Filistin ulusal hareketi vb. demek isabetli değil, aslen sakat bakış açısıdır… Hamas, isminden de anlaşıldığı üzere, esas mücadelesi, örgütlenmesi ve temsiliyeti bağlamında ya da amaç ve hedefleri açısından, Filistin ulusal davasından daha çok ya da özünde İslami-dinci davayı üstlenmektedir…
Ulusal mücadele veya hareket içinde dinci gerici kesimler yer alabilir fakat siyasal dinci hareketler amaçları gereği ulusal hareketle bağdaşmaz. Filistin ulusal davasının siyasal dinci hareket tarafından manivela edilmesi mümkün iken, Hamas’ın ulusal hareket veya mücadeleye damgasını vurması, ulusal mücadelenin muhtevasını başkalaştırır. Ulusal hareket/mücadele belli şartlarda desteklenirken, belli şartlarda desteklenmez. Ulusal hareketin demokratik muhtevası desteklenirken, burjuva milliyetçi imtiyazlar uğruna mücadelesi desteklenmez. Ulusal baskıya karşı gelişip yükselen ulusal hareketin haklı ya da meşru olması ayrı bir şey ama ulusal hareketin desteklenip desteklenmemesi ayrı şeydir, şartlara tabidir. Her ulusal hareketin ya da ulusal hareketin her niteliğinin ve tüm içeriğinin desteklenmesi tasavvur edilemez… Filistin ulusal mücadelesi haklıdır, kendi kaderini tayin etme hakkı kayıtsız şartsız tanınması gereken haktır, bu itibarla destekleriz. Ama Filistin ulusal mücadelesinin burjuva milliyetçi imtiyazlarla şekillenen içeriğini, daha somut olarak Hamas gericiliğinin siyasal dinci amaç ve imtiyazlar uğruna mücadelesini, bununla şekillenen yanını desteklemeyiz. Hamas’ın yürüttüğü mücadelenin siyasal dinci mücadele yanı her bakımdan kuvvetli ve açıktır; işte bu yanı destekleyemeyiz… Hamas ulusal hareket zemininde ele alınsa bile, onun emperyalizme dolaylı ya da direk darbe vurduğu bir muammadır, tartışmalıdır. Komünist, devrimci ve demokratik sınıf mücadelesi ve güçlerine karşı tavrı, onların örgütlenmesine ve onlarla ilişkileri negatif zemindedir. Bu ikinci özelliği onun esas niteliğini belirler ki, bu onun desteklenmesi ya da desteklenmemesinde belirleyicidir.
Özcesi, Hamas’ın Siyonist İsrail Devleti’ne karşı mücadelesini haklı buluruz ama onun İsrail halkı dâhil, İsrail ulusunun tümüne karşı mücadelesini kör milliyetçi, özellikle de Yahudiliğe karşı siyasal İslamcı mücadelesini dinci-gericilik olarak değerlendirir, kesinlikle desteklemeyiz. Hamas gerçekliği, Filistin ulusal mücadelesini temsil ettiği siyasal İslamcı fundamentalist hareket karakteriyle bloke edip, alenen din zeminine çekerek karartmaktadır. Bu niteliğiyle, Siyonist İsrail gericiliğini tersten taklit eden ve onun küçük temsilini yansıtan, bir gericilik olarak biçimlenmektedir. Birinin egemen-ezen, diğerinin baskı altında-ezilen olması siyasi bakımdan temel bir farklılık niteliğinde önem taşırken, gerici sınıf dokuları ve ideolojik karakterlerinin gericiliğini değiştirmez, etkilemez. Hamas gericiliği desteklenerek gericiliğe karşı tutarlı bir mücadele temsil edilip yürütülemez. Bir gericilik desteklenerek diğer gericiliğe karşı savaşılamaz. Bilimum gericiliğe karşı mücadele etmek temel bir devrimci sınıf tutumudur…
Devam edelim; parantezin son paragrafına gelirsek, Hamas ulusal hareket niteliğinin tersine dinci bir hareket olmakla birlikte, Filistin parlamentosunda egemen olarak örgütlenmiş, bir nevi yöneten, yönetici egemen durumundadır. Bir biçimiyle Filistin’de iktidarlaşmış, siyasi yönetim-iktidar ve parlamento örgütlenmesine paralel olarak askerî açıdan da güçlere sahip bir yönetim ve yönetici egemen unsurudur. Yani, o, Filistin’in egemeni bir ideolojik-siyasi-askeri yönetici erk ya da güçtür. Onun gericiliği veya dinci gerici niteliği bu zaviyeden de dikkate alınıp görülmesi gereken özelliğidir. Bu özelliği, onun desteklenmesi ya da Filistin ulusal direniş hareketi olarak değerlendirilip desteklenmesini sorunlu bir yaklaşım haline getirir… Filistin davasını/ haklı temelde gelişen ulusal demokratik mücadelesini desteklemek tüm tartışmaların dışında en yalın ve kesin biçimde tereddüt etmeden benimsenmesi gereken temel bir doğru ve devrimci bir tutumdur. Ancak, Filistin davasını sahiplenip savunmak, Hamas’ı savunmaya indirgenemez, Hamas’ın sivillere dönük katliamlarını savunmaya hiç indirgenemez…
Filistin Sorunu Çözülmedikçe Ortadoğu’nun Potansiyel Yanardağı Olmayı Koruyacaktır
Emperyalist haydutluğa, siyonist saldırganlığa ve katliamlarına karşı devrimci sınıf tutumuyla pürüzsüz bir tavır alırken, siyasal İslamcı Hamas gericiliği ve sivil katliamlarına karşı da söz söylemekle yükümlüyüz. Sınıf dayanışması ve enternasyonalist sınıf duygularını böyle geliştirebiliriz. Sınıf bilinci ve tavrını ancak böyle geliştirebilir, hakkıyla temsil edebiliriz. Ne Filistin-Arap ulusu Hamas gericiliği nedeniyle yalnız bırakılabilir, ne de Siyonist İsrail gericiliği nedeniyle İsrail ulusu toptan düşmanlaştırılabilir. İki ulusun da gericileri ve katliamlarına tavır alıp, halkları ve haklılıklarıyla dostluğu paylaşıp birleşmeliyiz. Burjuva sahtekârlarla aramızdaki nitel farkı ancak bununla gösterebiliriz…
Şimdi 4 günlük ateşkes anlaşmasıyla tüm katliamları unutturmaya, Siyonist İsrail’i şirin göstermeye çalışıyorlar. Buna izin verilemez. Kararlar alıp sivil katliamların durdurulmasını, ikiyüzlülükle ateşkesin sürdürülmesi ve savaşın durdurulmasını “istiyorlar.” Sahtekârca timsah gözyaşı döken bilumum burjuva ve emperyalistlerin riyakârlıkları, mazlum ulus ve halkları kana boğan gerici savaşları ve savaş kışkırtıcılığı yaparak seyrettikleri binlerce Filistinli çocuğun katledilmesi karşısında sabittir. Onlar, mazlum ulus ve halkların, kadın ve çocukların katliamlardan geçirilmelerini burjuva gerici çıkarları ve emperyalist emelleri için kullanmaktadırlar. Onların çözümleri, ateşkes çağrıları ve diğer girişimleri, sorunları derinleştirip mazlum ulus ve halkları birbirine kırdırarak, hegemonyalarını güçlendirmekten ibarettir. Sorunların ve savaşların kaynağı olan emperyalist haydutlar başta olmak üzere, bilumum gericiliklerin, sorunları çözmesi tasavvur edilemez…
O halde, açık ki, Filistin ulusal sorunu demokratik çözüme kavuşturulmadığı müddetçe aktüel bir yanardağ gibi her an volkanik patlamalarla gündeme gelmeye adaydır. Bundan kaçınılamaz. Baskının olduğu yerde direniş kaçınılmazdır, vardır. Bugün ateşkes ilan etmek ve hatta ateşkesi uzatarak saldırıları durdurmak sorunun ortadan kalktığı ve çözüldüğü anlamına gelmez. Uluslararasında tam hak eşitliğine dayalı demokratik bir çözüm geliştirilmeden sorun aşılıp gündemden çıkarılamaz. Sosyalist çözüm tek gerçekçi çözümdür. Dolayısıyla, iki ulus arasında enternasyonalist sınıf kardeşliği ve birliği temelinde bir ilişki kurulmadan kalıcı-köklü bir çözüm sağlanamaz. Bu proleter sınıf devrimlerini yakıcı bir sorun olarak öne çıkarır. Uluslararasında onurlu, eşit ve demokratik bir barış ancak sınıf devrimi ve sosyalizmle mümkün olur. Siyonist İsrail değil, demokratik ve sosyalist İsrail tam ve gerçek çözümdür! İslami dinci bir Filistin değil, demokratik ve sosyalist Filistin tam ve gerçek çözümdür. Gericiliğe emanet edilen her çözüm, sorunu büyüten çözümsüzlüktür. Çözümün üç ana başlığı şudur:
Siyonist kıyım makinesi parçalanmalı;
Filistin ulusal bağımsızlık mücadelesi İslami Direniş Hareketine (Hamas’a) teslim edilmemeli;
Bağımsız demokratik Filistin devletinin kurulması, Filistin’in tüm ulusal-demokratik güçleri ve devrimci sınıf güçlerince gerçekleştirilmelidir! Siyonizm’e stratejik yenilgiyi yaşatacak ve katliamlarının son bulmasını sağlayacak yol budur.
Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.