Marksizm, tarihin hareket ettirici gücünün sınıf çelişkileri tarafından belirlenen ve sınıfların üretim araçlarıyla ilişkilerine karşılık gelen ereksel neden olduğunu sık sık vurgular.
”Modern topluma hâkim olan itici güç, kâr etme dürtüsüdür ve modern toplumun taşıyıcısı olan sınıf ve tabakalar tarafından temsil edilmektedir. Modern toplumda, modern toplum olarak üretimin asıl dürtüsü kâr etmektir. Fakat modern toplumda en derinde işleyen dürtü, insanlığın var olma dürtüsüdür ve insanlığın var olması için gereksinim için üretmesi gerekmektedir (maddi neden). Modern toplumda burada söz konusu olan var olma ve gereksinim dürtüsü, modern toplumun asıl dürtüsü olan kâr etme dürtüsü tarafından bastırılmaktadır. Proleter, yani mülksüzler olarak belirlenen ve emek gücünden başka satacak bir şeyi bulunmayan işçi ve emekçi sınıf ve tabakaların var olma ve bunun için gereksinim giderme dürtüsünden başka bir dürtüsünün olması mümkün değildir. Bu bakımdan insanlığın genel dürtüsü ile işçi ve emekçilerin dürtüsü biçimsel farkların dışında genel olarak örtüşmektedir. Bu nedenle Marx ve Engels’e göre işçiler ve emekçiler insanlığın genel kaygılarının da taşıyıcısıdırlar.’’ (Doğan Göçmen)
Doğan Göçmen’in, Bernstein ile Rosa Luxemburg arasındaki polemik üstünden vurguladığı gibi tarihin hareket ettirici dinamiği, sınıfların üretim araçları ile ilişkileri tarafından koşullanan erekleridir. Althusser ereksel nedeni ortadan kaldırarak tarihsel hareketin dinamiğini muğlaklaştırırken, proletaryanın politik öznesinin ereksel neden etrafında tarihsel özneyi yeniden kurma misyonunu da hiçleştiriyor. Böylelikle, Althusser’de, proletaryanın sosyalizm ve sınıfsız toplum ereği de ortadan kaldırılarak, tarihsel hareket muğlak bir ”safını seçme” kavramı altında öznesiz ve ereksiz bir sürece indirgeniyor. Althusser’in tarihin hareket ettirici dinamiği olarak ereksel nedene ilişkin Marks’ın şu belirlemesi oldukça açık ve nettir:
“Tarih, kendi öz ereklerinin peşinde koşan insanın etkinliğinden başka bir şey değildir.” (K. Marks Kutsal Aile sf. 144)
Proletaryanın sınıfsız, sömürüsüz bir toplum ereği kendisinin üretim araçları ile nesnel ilişkisinin bir yansımasıdır. Ancak, proletaryanın sınıfsız, sömürüsüz toplum ereğinin gerçekleşmesi üretim araçlarını toplumsallaştıracak bir siyasal eylemi gerektirir. Proletarya, bu ereğini politik öznesi aracılığıyla gerçekleştirir.
Proletaryanın sosyalist devrim mücadelesinde, karşısında, tarihsel bir haksızlığı sürdürmek isteyen burjuva devlet ve onun ideolojik argümanları vardır. Proletarya, müttefik olduğu diğer toplumsal sınıfları yedeklemek ve tarihsel ereğini gerçekleştirmek için politik öznesi aracılığıyla bir siyasal devrim siyasetini yaşama geçirmek zorundadır. Dolayısıyla, proletaryanın sınıfsız, sömürüsüz toplum ereğinin bilimsel içeriğinin gerçekleşmesi onun siyasal eyleminin başarısına bağlıdır. Althusser, proletaryanın siyaseti ile bilimi arasındaki bu ilişkiyi yadsımakta ve siyaseti bilimden izole etmektedir. Oysa, sınıflı toplumlarda bilim de politiktir. Sınıflı toplumlarda bilimin gerek üretilmesi ve gerekse pratik kullanımı egemen sınıfın ekonomi politiğinin hizmetindedir.
Proletarya, üretim araçlarını toplumsallaştırma eylemi ile bilimi burjuvazinin egemenliğinden kurtararak insanlığın hizmetine sunar. Özneye ilişkin olarak şöyle der Althusser: ”Üretim ilişkilerinin yapısı, üretim ajanlarının işgal ettiği yerleri ve üstlendiği fonksiyonları belirler. Üretim ajanları sadece, bu işlevlerin ”destekleyicisi”, bu yerlerin işgal edicileridirler. Bu nedenle doğru ”özneler” (sürecin kurucusu özneler anlamında), bu işgal ediciler veya işlevde bulunanlar değil, başka bir deyişle, ”somut bireyler”, ”gerçek adamlar” değil fakat bu yer ve işlevlerin tanımlanması ve dağıtılmasıdır. Doğru ”özne”ler bu tanımlayanlar ve dağıtanlardır. Üretim ilişkileridir. (Ve politik ve ideolojik sosyal ilişkilerdir).’’
Althusser, gerçek özne olarak üretim ilişkilerini ve politik ve ideolojik sosyal ilişkileri görmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Althusser, toplumsallaşmış emek etkinliğini herhangi bir üretim ilişkisindeki emek etkinliği ile aynılaştırmaktadır. Oysa, proletaryayı ve onun politik öznesini tarihsel özne durumuna getiren etken tam da bu ”toplumsallaşmış emek” etkinliğidir.
Toplumsallaşmış emek, üretim araçları üstünde özel mülkiyeti kaldırarak ilkel komünal toplumdaki gibi sınıfsız, sömürüsüz toplumun ön koşullarını hazırlar. Ama bunun için bir politik devrim gerekir. Proletarya üretim araçları üstünde özel mülkiyetin kaldırılması eylemini politik öznesinin öncülüğünde bir politik devrimle gerçekleştirir. Bu, kapitalist üretim ilişkilerinin yerine kolektif üretim ilişkilerinin ikame edilmesidir.
Böylece, proletarya, politik öznesi aracılığıyla kapitalist üretim ilişkilerinin nesnesi olma konumundan kolektif üretim ilişkilerinin öznesi olma konumuna yükselir. Althusser’in ihmal ettiği şey, proletaryanın ve onun politik öznesinin gereksinimleri sermaye ve kar dolayımından özgürleştirme eyleminin iradi niteliğidir. Proletaryanın politik öznesi kapitalist üretim ilişkilerinin taşıcısı değil onu değiştirmeye yönelmiş iradi bir birliği temsil eder. Böyle bir devrimci iradeyi yaşama geçirecek bir politik özne kurulmadan kapitalist üretim iliklerinin değiştirilmesi mümkün değildir. Ama Althusser’in üretim ilişkilerini ve bunları koşullayan yasaları gerçek özne olarak gösterdiği koşullar, proletaryadan önceki, yani, emeğin toplumsallaşmasından önceki tarihsel süreç için doğrudur.
Emeğin toplumsallaşmasından ve böylelikle üretim araçları üstündeki özel mülkiyetin kaldırılmasıyla sınıfsız, sömürüsüz bir toplumun ön koşullarının ortaya çıkmasından önce tarihsel özne herhangi bir sınıf ya da bireyler değil üretim ilişkileri ve bunları koşullayan yasaların kendisidir. Proletarya ile birlikte tarihin kendiliğinden bir süreç olarak gelişimi kendinde bir süreç olarak iradi nitelik kazanır. Tarihsel süreçlere bu iradi müdahale olanağını yaratan etken, toplumsallaşmış emek etkinliğinin ta kendisidir.
John Urry ‘nin, “Bilim Olarak Sosyal Teori” yapıtında belirttiği gibi, ”Maddi üretim analizinden diğer pratiklerin analizine doğru bu tartışılmamış ve kesin olmadığı açıkça belirli olan (çünkü parantez içine alınmıştır) genelleme, Althusser’de yapısalcı etkinin bir sonucudur. Marks’ı maddi üretimdeki sosyal ilişkilerin nedensel etkisini inceleyen biri gibi görmek yerine, Althusser maddi, politik ve ideolojik üretimdeki sosyal ilişkilerin izomorfik (şeklen benzerlik gösteren) yapılarını belirlemek istemektedir.” Yine, Althusser’de, üretim ilişkileri ”özne” olarak ele alınırken toplumsal yapının hangi dinamiklerle değişebileceği sorunu muğlak kalmaktadır. Oysa, sınıflı toplumda her olgu gibi ”özne” kavramı da sınıfsaldır. Verili bir toplumda üretim ilişkileri ancak egemen sınıfın ”özne” kavramının içeriğini doldurabilir.
Dolayısıyla, kapitalist toplumda ”devrimci özne” üretim ilişkilerinin kendisi değil proletaryanın politik öznesidir. Althusser, özne ile onun nesnesi arasındaki ilişkide siyasetle bilim arasındaki ilişkinin diyalektiğini yitirmiştir. Oysa, sınıflı toplumda bilim de politiktir ve gerek üretiminde gerekse pratik kullanımında siyasetin alanına tabidir.
Althusser, ”özne”nin üretim ilişkileri olduğunu söylemektedir. Gerçekten de emeğin toplumsallaşmasından önce ”tarihsel özne” üretim ilişkileri değil ama üretim ilişkilerinin yasalarıdır. Üretim ilişkileri, üretici güçlerin tarihsel düzeyine karşılık gelen bu nesnel yasaların işlemesi sonucu kendiliğinden gelişmektedir.
Emeğin proletarya şahsında toplumsallaşmasıyla ”tarihsel özne” nitelik değiştirir ve iradi bir nitelik kazanır. Üretim ilişkilerinin nesnel yasaları üretici güçlerdeki gelişmeye bağlı olarak kendiliğinden ortaya çıkar. Dolayısıyla, emeğin toplumsallaşmasından önceki tarihsel süreç bir kendiliğindenlik gösterir. Ancak, proletarya ile birlikte sınıfsız, sömürüsüz bir dünya yaratmanın nesnel koşulları ortaya çıkar. Sınıfları ortadan kaldırmanın ve ilkel komünü bu kez çok gelişmiş üretici güçler zemininde yeniden gerçekleştirmenin bu tarihsel olanağını yaratan olgu emeğin toplumsallaşmasıdır. Proletarya ile birlikte tarih kendiliğinden bir süreç olmaktan iradi bir süreç olmaya doğru değişir. Proletarya, tarihi kendi ereği doğrultusunda iradi olarak değiştirme işini politik öznesi aracılığıyla gerçekleştirir. Proletaryanın sınıfsız toplum ereği aynı zamanda tarihsel gelişmenin iradileşmesi anlamına gelir.
Proletaryanın emeği toplumsallaştırmasından önceki bütün tarihsel gelişme bir sömürücü sınıfın yerini bir başka sömürücü sınıfın alması biçiminde gerçekleşmiştir. Proletarya sınıfsız, sömürüsüz bir toplum yaratma paradigmasının taşıyıcısıdır. Ancak, bu paradigmanın hayata geçebilmesi için üretim araçlarını toplumsallaştıracak bir devrim, yani, tarihsel sürece iradi bir müdahale zorunludur. Stratejisiz, taktiksiz, yani, siyasetsiz bir devrim mümkün değildir. Proletarya, üretim araçlarını toplumsallaştırma eylemini politik öznesinin bir dizi siyaseti aracılığıyla gerçekleştirebilir. Toplumsallaşmış emek etkinliği, üretici güçlerle üretim ilişkilerinin zorunlu uygunluk yasası gereği üretim araçlarının da toplumsallaştırılmasını gerektirir.
Böylelikle, kapitalist toplumun temel çelişkisi olan üretimin toplumsal niteliğine karşılık mülk edinmenin özel biçimi arasındaki çelişki çözülür. Althusser’de bilimsel olanla siyasal olan arasındaki bağ koparılmıştır. Althusser, siyasetten yalan, dolan ve sahtekarlıktan ibaret olan burjuva siyaseti anlar. Proletaryanın, üretim araçları ile nesnel ilişkisine karşılık gelen bilimsel bir siyaseti olabileceğini es geçer.
Lenin, Felsefe Defterlerinde Hegel diyalektiğini tahlil ederken şöyle der: ”Mantıksal anlayışa kazandırılan bu içerikle birlikte, materyalist anlamda özne şeylere değil, öze ya da şeylerin kavramına, şeylere değil, şeylerin hareketinin yasalarına dönüşür.” Proletaryanın siyasal eylemi olarak üretim araçlarının toplumsallaştırılması, bu anlamda, onun üretim araçları ile ilişkisinin toplumsal niteliğinin bir yasasıdır. Proletarya, bu eylemiyle emeğin toplumsal niteliği ile mülk edinmenin özel biçimi arasındaki çelişkiyi çözerek üretici güçlerin önündeki engel olarak üretim araçlarının özel mülkiyetini ortadan kaldırır. Yani, proletaryanın siyasal eylemi üretim ilişkileri ile üretici güçler arasındaki diyalektiğin nesnel yasalarına karşılık gelir; proletaryanın siyaseti ile bilim arasındaki özdeşlik de buradadır. Proletaryayı ve onun politik öznesini tarihsel gelişmenin öznesi yapan da siyasal eyleminin bu bilimsel niteliğidir.
”Bu bağlamda Hegel, mantığın konusu ve inceleme nesnesi de olan ”kendinde” (an sich) düşünce ile halihazırda kendi işleyişinin şemaları, ilkeleri, biçimleri ve yasalarının bilincine varmış olan ve bütünüyle bilinçli bir biçimde onlara göre çalışan, ne yapmakta olduğunun ve nasıl yapmakta olduğunun tam anlamıyla açık bir biçimde farkında olan ”kendisi için” ( für sich selbst) düşünce arasında yaptığı en önemli ayrımlardan birini ortaya koymuştur. Mantık aynı zamanda bilinçtir. ”kendinde” düşünme sürecinin uygun olarak çalıştığı yasa ve biçimlerin kavramlarının ve kategorilerinin ifadesidir. Kendinde düşünce mantıkta aynı zamanda kendisi için nesne haline gelmiştir. Mantıkta düşünce daha önce yalnızca ”kendinde” olduğu gibi nihayetinde ”kendisi için”de aynı duruma gelmek zorundadır. Dolayısıyla Hegel, mantığı gerçek konusuyla, gerçek düşünceyle, bilimin, tekniğin ve ahlakın gelişiminin hakiki evrensel biçimleri ve yasalarıyla aynı çizgiye getirme görevini de formüle etmişti. Başka bir deyişle Hegel, düşüncenin kendisi hakkındaki öznel bilincini nesnesiyle, (bireysel değil) evrensel düşüncenin hakiki evrensel ve zorunlu (nesnel) biçimleri ve yasalarıyla özdeşleştirmek istemişti. Bu aynı zamanda öznel ve nesnelin özdeşliği ilkesinin mantığın en üst ilkesi, yani, düşüncenin gerçek biçim ve yasalarının mantıkta kesin, yeterli ve doğru bir biçimde betimlenmesi ilkesi olarak betimlenmesi anlamını taşımaktadır. Özneyle nesnenin özdeşliği ilkesi bundan başka bir anlam taşımamakta ve hiçbir şekilde öznel düşüncenin biçimlerinin ”putlaştırılması” anlamına gelmemektedir. Çünkü mantıkta aynı düşünce hem nesne hem de öznedir ve mesele bu düşüncenin (bilinçli olarak gerçekleştirilen bir etkinlik olarak) kendisiyle, bilinçsiz bir biçimde gerçekleştirilmiş üretken etkinlik ya da şimdiye değin kendi eyleminin yanlış binciyle gerçekleşen etkinlik şeklinde uzlaşması, uyuşması ve özdeşleşmesi ile ilgilidir.” (Evald Vasilyeviç İlyenkov Diyalektik Mantık-, sayfa :144-145)
İlyenkov’un Hegel diyalektiğinin yorumundan da görüleceği gibi düşüncenin kendisi hakkındaki öznel bilinci nenesiyle, bireysel olmayan evrensel düşüncenin hakiki evrensel ve zorunlu nesnel biçimleri ve yasaları ile özdeşleşmeden diyalektik mantıktan bahsedilemez. Bu öznel ile nesnelin zorunlu özdeşliği ilkesidir. Bu ilkeyi, proletaryanın üretim araçlarını toplumsallaştırarak emeğin toplumsal niteliği ile mülk edinmenin özel biçimi arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırma eylemine, yani, siyasal devrim eylemine uyguladığımızda diyalektik mantığın öznenin nesnesiyle ilişkisinin diyalektiğinden başka bir şey olmadığı ortaya çıkar. Dolayısıyla, özneye ait öznel eylem, ancak, nesnelliğin çelişkisinden hareket ederek onu değiştirmeye yönelmişse aynı zamanda nesnel bir nitelik kazanmaktadır. Proletaryanın siyasal eyleminin öznelle nesnelin bu zorunlu özdeşliğini yansıttığı ve dolayısıyla nesnel ve bilimsel olduğu böylece açık bir biçimde ortaya çıkar.
Althusser, özne ve öznel olanla nesnellik arasındaki diyalektik bağı kopardığı için öznenin ve nesnelliğin hareketini birbirinden soyutlamaktadır. Mantık aynı zamda bilinçtir ve kendinde düşünce mantıkta aynı zamanda kendisi için nesne haline gelmiştir. Althusser’in yadsıdığı tam da proletaryanın politik öznesinin bu bilinçli siyasal eyleminin nesnel bilimsel niteliğidir.
Proletarya, siyasal devrim eylemiyle politik öznesi aracılığıyla var olan nesnelliği, yani, emeğin toplumsal niteliğine karşılık üretim araçlarının özel mülkiyetini, üretim araçlarını toplumsallaştırarak kendisinin üretim araçları ile nesnel ilişkisine uygun hale getirerek değiştirdiğinde, bu bilinçli ve bilimsel bir etkinliktir. Althusser, özne ve bilinçle nesnellik arasındaki ilişkiyi bunların birbiriyle diyalektik bağını kopararak ayrı ayrı kategorize etmeye çalışırken yapısalcılıktan etkilendiğini gizleyemiyor.
Hegel, ”Mantık aynı zamanda bilinçtir” diyor. Proletarya, üretim araçlarıyla ilişkisinin niteliğinin bilincine vardığında emeğin toplumsal niteliğine uygun olarak üretim araçlarını toplumsallaştırmaya yönelir. Bir devrim eyleminde proletarya kendi eyleminin hem öznesi hem de nesnesidir. Üretim araçlarının toplumsallaştırılması proletaryanın özgürlüğünün zorunlu koşuludur. Proletarya kapitalist üretim ilişkilerinden özgürleşme eylemini politik öznesi aracılığıyla gerçekleştirir.
Burada, proletarya bir devrim eylemiyle bir zorunluluğu yerine getirirken nesnelliğin çelişkilerinden hareket eder ve üretim araçlarıyla nesnel ilişkisinin zorunluluğunu yerine getirir. Proletarya zorunlulukla hareket eder. Onu tarihsel gelişmenin öznesi yapan özgürleşme eyleminin bu nesnel zorunluluğudur. Althusser’in ”safını seçme” ye indirgediği tarihsel süreç tasviri özgürlükle zorunluluk arasındaki diyalektiği de keyfiyete bırakmaktadır. Oysa özgürlük, üretim araçlarının toplumsallaştırılması eylemi olarak proletaryanın ücretli köleliği ortadan kaldırılması zorunluluğudur.
Tarihsel olgularda çelişki ortaya çıkmadan ne çelişkinin öznesinden ne de nesnesinden bahsedilebilir. ”özne” ve ”nesne” çelişkinin öznesi ve nesnesidir. Kapitalist üretim ilişkilerinin yasaları proletarya için değiştirilmesi gereken ”’burjuva özne” ye karşılık gelir. Proletarya, burjuvaziyle arasındaki çelişkinin öznesi olabilmek için üretim araçlarını toplumsallaştırma eylemine girişmek zorundadır;’ burada proleter özne’ ise, bu eylemi gerçekleştiren proletaryanın ”politik özne” si olan komünist partisidir.
Özetle, Althusser’de ”özne” kavramı tarihsel çelişkilerinden ayrıştırılmış ve sınıfsal içeriğinden soyutlanmıştır. Althusser, Feuerbach’ın tarihsel çelişkilerden ve sınıfsal içeriğinden soyutlanmış bir genelleme olarak ”insan doğası”ndan hareket ettiği gibi tarihsel çelişkinin ”özne”sini çelişkinin kendisinden ayrıştırarak yok edeceğini sanır. ”özne” bilinç düzeyindeki gelişmeye bağlı olarak sürekli olarak yeniden kurulur. Öznenin yeniden kuruluşu ve yenilenmesi tarihsel gelişme boyunca hiç bitmeyen sonsuz bir süreçtir ki o da bilimin gelişmesine karşılık gelir.