Son yüzyılda dünya üzerinde devinen göç hareketleri ve uygulanagelen göç politikaları acaba bize ne söylüyorlar ve geleceğe dair ne tür ipuçları veriyorlar? 17’nci Karaburun Bilim Kongresinde yaptığım sunum bu soruyu eksen aldı. Çok değerli hocalarımızdan gelen talep üzerine özet bir makale ihtiyaç oldu.
Anlaşmalar stratejiler
Yüzyılın göç politikalarını ele alırken uluslararası anlaşmalar işimizi epey kolaylaştırabilir. Sondan geriye doğru gidelim: 19 Eylül 2016’da “Göçmenler ve Mülteciler için New York Deklarasyonu” imzalandı. 17 Aralık 2018’e gelindiğinde bu kez “Mültecilere İlişkin Küresel Mutabakat” imza altına alındı. ABD ve Macaristan “hayır” oyu verse de göç politikalarında küresel açıdan yeni bir strateji şekillenmeye başladı. 17-18 Aralık 2019 tarihlerinde ise “1’nci Küresel Mülteciler Forumu” yapıldı. Eş Başkanlık yapan ülkelerden biri de Türkiye’ydi. Peki bu üç etkinlikle oluşan mutabakat alanıyla kapitalizm nasıl bir yönelim belirledi? Köşe taşlarını şöyle ifade etmek mümkün:
1- Küresel göçle mücadele sorunu tek tek ülkelerin sorunu olmaktan çıkıp (emperyalizm için) global bir stratejiye bağlanmak zorunda.
2- İşgal ve talan edilen ülkelerden çıkan mülteciler, küresel göçmen emeği transferinin değerli kaynağıdır. Bu rezervi iyi değerlendir, pazar haline getir!
3- Göç yönetiminde devlet çabası yetmez, özel sektörle iş birliğini yükselt.
Böylece işin içine “paydaşlar” denen bir kavram sokuldu. Yeni göç stratejisinin paydaşları şöyle sıralandı: “Özel sektör ve devletler, ILO, DB, BM Kalkınma Programı (UNDR), OECD, UNCHR, BM Sermaye Geliştirme Forumu, IOM, İşveren Sendikaları, Mikro finans kuruluşlar, Akademi Dünyası vs”. Paydaşlarla birlikte hükümet ve devletleri de aşan, farklı burjuva kurum ve kuruluşları içine alan ve hatta işçi sendikalarını yandaş haline getiren muazzam bir ağ örülmüş oldu. Göçün merkez kapitalist ülkelerden uzak tutulması için de başlıca üç çözüm modeli ortaya kondu:
1- Yerellerde çözüm, frenleyici mekanizmaların güçlendirilmesi.
2- “Gönüllü” dönüşlerin teşvik edilmesi, yeni bir geri gönderme pratiği.
3- Mültecilerin geçici durumunu kalıcı hale getirecek “yerel entegrasyon” politikaları.
Göç paktından G20 zirvesine
Göç politikalarında en kritik dönüm noktalarından biri “AB Yeni Göç ve İltica Paktı”nın yürürlüğe girdiği tarihti. Öyle ki, 1 Ocak 2021, aynı zamanda 1951 Cenevre Mülteciler Sözleşmesi’nin 70’inci yılına denk gelmişti. BMMYK hemen her zirvede 1951 Mülteciler Sözleşmesine atıf yaptı. Ama günün sonunda 1951 kazanımları tek tek rafa kaldırılmış oldu. AB göç paktının hedefleri şöyle sıralanabilir:
1- Mülteci geçişlerini durdur, sözleşmeli göçmen işçi getir.
2- Kale Avrupa’nın sınırlarına yatırım yap, caydırıcı şiddeti teşvik et.
3- Geri Kabul vb anlaşmaları çoğalt, Afrika’ya kaydır.
4- AB Ajansları eliyle transit ve göçmen deposu ülkelerde kalifiye işçi yetiştir.
5- Avrupa içindeki Balkan ülkelerinde mülteci depocukları oluştur.
Yeni Göç ve İltica Paktı, AB içinden gelen itirazlar nedeniyle ilk iki yılda isteneni vermedi. Ama en azından artık ortak bir yol haritası vardı. 2023 zirvesinde Macron’un sesi duyuldu: “Bütün maddeleri geçiremiyorsak, adım adım modeli üzerinde uzlaşalım”. Ardından 9-10 Şubat AB Komisyonu toplantısı geldi ve iki kritik karar alındı:
1- İçerde değil AB sınırında işlem yap, geri gönderme mekanizmasını güçlendir.
2- AB içinde mültecileri paylaştır, dayanışma mekanizması kur.
Bu iki maddenin onaylanmasıyla birlikte hukuk ihlalleri, push back şiddeti ve deniz ölümleri zirveye koştu. 21’inci yüzyıl, mültecilere açılan savaşta 20’nci yüzyılı geride bırakmıştı.
9-10 Eylül 2023’de Yeni Delhi’de toplanan G20 zirvesi adeta bu savaşı tastikledi. “Küresel kalkınma” için göçmen emeği sömürüsü oturum başlıklarından biri oldu. ITUC boykotuna rağmen L20’nin sendikacıları G20 belgelerini onayladı. Bir çağı kapatıp yeni bir çağı açan mülteci düşmanı politikalar işte böyle zirve yaptı.
İngiltere ve Türkiye modeli
İngiltere ve Türkiye modelleri de sürecin tamamlayanı oldu. Brexit ile AB’den ayrılan İngiltere göç politikasında üç stratejik adım geliştirdi:
1- Manş denizine göçmenleri karşılayacak “yüzen hapishaneler” indir.
2- Yakaladığın göçmenleri Afrika’da depola, Ruanda Planı’na geç.
3- Türkiye gibi transit ülkelerle “operasyon eğitimi” vb anlaşmalar yap.
Bu adımlar temel insan haklarına ve evrensel mülteci kazanımlarına meydan okumak anlamına geliyordu. Türkiye modeli ise İngiltere’ye nazaran daha uzun bir serüvene sahip. Plana dair adımlar şöyle sıralanabilir:
1- Suriye’de güvenli bölgeler oluştur, demografik değişimi hedefle.
2- AB ile siyasi, ekonomik pazarlıkta yeni enstrüman sığınmacılardır.
3- Geri Kabul Antlaşmasının patentini bırakma, Cenevre Sözleşmesi yerine Gaziantep Sözleşmesi öner.
4- Yedek işgücü transferinde Türkiye’yi AB’nin Bangladeş’i haline getir.
Böylece AKP yönetimi altında Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesine en cüretkâr meydan okuyan ülke oldu. Gaziantep Sözleşmesi mülteci haklarını ayaklar altına alacak, sınır kentlerini “modern köle pazarı” haline getirecek bir modelden öte değildi.
100 yıl önce/sonra
İki büyük emperyalist savaşa ve tarihin gördüğü en kanlı boğazlaşmalara tanıklık eden 20’nci yüzyıl pratiği, devasa göçlere sebep oldu. Bu tarih sarmalında kıyasıya bir sınıf mücadelesi ve devrimle karşı devrim arasındaki kavga da vardı. Evrensel insan hakları ve mülteci hakları bu kavga içinde şekillendi. 1951 Cenevre Sözleşmesi, göç-koruma-iltica-kabul ilkelerinin zirvede olduğu bir sözleşmeydi. SSCB’nin taraf devletlerden biri olduğunu gözden kaçırmayalım. Yanına dönemin işçi ve halk hareketlerini de ekleyelim. 1951 Mülteciler Sözleşmesin tek tarafı yoktu, masanın diğer ucunda kapitalist devletler oturuyordu. Nitekim İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’nın yeniden inşasında milyonlarca göçmen yedek işgücü olarak kullanıldı.
Peki, bir asır sonra bugün neyi konuşuyoruz? Mülteci haklarının ilgası, sınırlarda testere balonlar, push back eşliğinde caydırıcı şiddet, Akdeniz’de kitlesel ölümler, göçmen deposu ülkeler ve geri gönderme mekanizmaları. Yanında, göçmen emeğinin küresel ölçekte vahşice sömürüsü. Kapitalizm 21’nci yüzyılı engelsiz koşmak istiyor. Hak hukuk tanımıyor. Maksimum kar hırsının kaçınılmaz itkisi bu. Emek dünyasının yok edilen kazanımları ile halkların demokratik kazanımları bir bir yok ediliyor. Göçmenler ve mülteciler de bundan kaçamıyor. Ya da tersi; göçmenin, mültecinin başına ne geliyorsa işçilerin, ezilen sınıf ve tabakaların başına da o geliyor. Her şey gelip düzen sorununa, kapitalizme bağlanıyor.
Sistematik geri gönderme şeması
Mülteci hakları bakımından bir büyük fay kırılması da “iltica ve kabul” aşamasından “geri gönderme” aşamasına geçilmesiyle yaşandı. Altını kalınca çizmek gerek: Kapitalist devletler sınırları göçmenlere karşı “korumakla” yetinmiyorlar. Vahşi geri itme uygulamasını (push back), inceltilmiş ve anlaşmalarla kılıfa uydurulmuş sistematik bir geri gönderme mekanizmasına çeviriyorlar. Şöyle bir şema düşünelim:
Birinci Aşama: Göçün başlangıç ülkeleri –Transit ülkeler – Hedef ülkeler.
İkinci Aşama: Başlangıç ülkeler- Göçmen deposu ülkeler – Hedef ülkeler.
Üçüncü Aşama: Hedef ülkeler – Göçmen deposu ülkeler- Başlangıç ülkeler.
Ne anlatmak istiyoruz? Önceleri, göçün başladığı ülkelerdeki mülteciler transit ülkelere geçip oradan hedef ülkelere varmak istiyordu. Sonra bir başka aşamaya geçildi: Türkiye gibi transit ülkeler bariyer ülkeler haline getirildiler ve zaman içinde “mülteci deposu” yapıldılar. Böylece mülteci geçişleri frenlenmeye başlandı. Şimdi kapitalizm göç yönetiminde üçüncü aşamaya geçmiş bulunuyor: Artık hedef ülkeler (Örneğin kıta Avrupası), önce transit ülkelere (Türkiye, Libya gibi) ardından başlangıç ülkelere göçmenleri kademeli olarak deport ediyor. Kapitalist devletler, sebep oldukları göç hareketlerini, maksimum kontrol ve minimum “kabul” ile tutmaya çalışıyorlar. Rusya ve Çin’i çevreleyen NATO’nun “2030 soğuk savaş” stratejisinin içinde göçü de düşünmek gerekiyor. Sistematik geri gönderme mekanizması, buz dağının altında henüz görünmeyen ama yakın gelecekte ortaya çıkması muhtemel büyük göç hareketlerine hazırlanıyor. Bu mekanizma parçalanmadan emek dünyasına, yoksul halklara ve dünya mültecilerine güvenli bir gelecek sağlamak söz konusu değil.
Karşı strateji olmadan olmaz
Türkiye’nin göç yönetimi kendine has özgünlükler taşısa da gerçekte küresel kapitalist kalkınma ve sömürü programına entegre. AKP ise bunun en yetenekli burjuva partisi. Suriye’deki göçün ana nedeni şüphe yok ki emperyalist işgal, talan ve sömürü politikalarıydı. Bu paylaşım savaşında AKP de yer tutmaya çalıştı. Dolayısıyla göçler, egemen sınıfların kendi aralarındaki mücadele alanlarından biri haline geldi. Bununla birlikte ezen sınıflarla ezilen sınıf ve halkların politik mücadele alanı oldu.
Öte yandan emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadelede 300 milyon göçmeni (bunların 170 milyonu işçidir) kim kazanacak, mesele budur. Öyleyse mottomuz “Dünyanın bütün işçileri, ezilen halklar ve göçmenler birleşin!” şeklinde olabilir.
Peki, mücadelede izlenecek rota nedir? Uzatmadan ve maddeler halinde özetleyerek bitirelim;
1- Göç hareketleri kapitalizmin elinde siyasal hakimiyete ve demografik değişime uzanan bir enstrüman haline geliyor. “2030 soğuk savaş” stratejisine bakınca bu enstrüman daha çok kullanılacak görünüyor. Dolayısıyla emperyalizme ve bölge gericiliklerine karşı ezilen halklarla dayanışmayı ve barış mücadelesini yükseltmek gerek. Göçlerin kaynağında kuruması ve insani çözüm için düzen değişikliği ve siyasal dönüşüm şart.
2- Kapitalizmin göç yönetimi, “yönetişim” ve “paydaşlar” adı altında işçi hareketlerini ve sendikaları burjuvaziye yedekliyor. Buna karşı yerli ve göçmen işçilerin ortak hak mücadelesini örgütlemek gerekli.
3- Neo faşizme, göçmen düşmanlığı üzerinden siyaset yapan partilere ve ittifak türevlerine karşı daha cüretkâr ve tutarlı bir mücadele yürütülmeli. Hem ülke içinde hem dışında enternasyonalist mücadele ruhunu güçlendirmek şart.
4- BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, 2023 için “son 120 bin yılın en sıcak yılı” dedi. Seller, kuraklık, depremler ve iklim değişikli yeni ve daha büyük göçler demek. Dolayısıyla kapitalizme karşı, ekolojik mücadele ile göç politikalarındaki mücadelenin her zamankinden daha çok birlikte ele alınması gerekli.
Özetin özeti: Kapitalist göç yönetimi bıkmaz ve sürekli bir strateji yeniliği içinde. Göç politikalarında meydanı boş bırakmadan karşı strateji oluşturmalı. Karşı strateji olmadan farklı bir tarih yazımı mümkün değil.
Bu yazı ilk olarak İleri Haber‘de yayımlanmıştır.