Estetize edilmiş duyguları romantizmin çanağında sunsa da şair, zordur zoru zorla yere çalmak. Mao’nun satırlarına atfen devrim ne ziyafet vermeye benzer, nede bir resim yapmaya, hele hele nakış yapmaya hiç benzemez. Öylesine sakin, zarif ve yumuşak olamaz. Ölçülü, uysal ve kibar olmasını beklemekse büyük bir yanılgı olur ve bu âlicenap beklentiler bir sille olup çarpar yüzümüze.
Lenin, sürekliliği sağlayan istikrarlı bir devrimciler örgütü olmadan hiçbir devrimci hareketin varlığını sürdüremeyeceğini iddia ediyordu. Varlık gösteremeyen bir hareketin de devrim yapmasını beklemek tanrısal bir güçten medet umup, yoktan var etmesini beklemeye benzer. Devrim yapmak. ‘’ sürekliliğ olan bir gayret, tüm zorluklara karşın bir sebat, her şeye direnebilen bir metanet ve her türlü musibete karşın yaratıcı bir güç gerektirir.’’ Tabi bunlar işin bir yanıdır. Esas olarak işin birde ideolojik-politik yanı var ki bu yan büyük oranda diğer yanlara da rengini verir. Buranın altını çizip, devam edecek olursak; girişte de belirttiğimiz gibi zordur zoru zorla yere çalmak. Zira tüm zorluklar karşısında yılmadan, devrimci meşrepten ödün vermeden hedefe yürümeyi emreder, imkansızmıdır? Diyalektik olarak asla! Tabiki sarp, dolambaçlı yollardan geçilse de hedefe varılacaktır. Fakat bu yolları aşıpta menzile ulaşanlar ancak devrimde, devrimci yaşamda ısrar eden ‘’Simurglar’’ olacaktır. Simurg kuşunun hikâyesi bilinir, korkmadan, yorulmadan, sabırla, metanetle menzile kanat çırpan ve amaçlarına nail olan otuz kuşun destanıdır. Oysa yola çıktıklarında yüzlercesi varmış mavi gökyüzünde. Kimi yorgun düşmüş, kimi korkmuş, kimi de sabır gösterememiş, kimiyse inancını yitirmiş. Devrim yürüyüşüde böyledir. Sarp kayalarda yürümeye, dikenli tellere takılmaya, ‘’yer altında’’ yaşamaya aldırmada, bu yolda başı dik ilerleyenler kavganın Simurgları olurlar.
Cezirde peşrevlenip, met zamanı peyda olan korkuları karşısında meşrebinden ödün verenler de olacaktır. İnancını yitirip ‘’Ütopik’’ düşlerini terk ederek distopik(Totoliter ve baskıcı yönetim) kâbuslarda yaşamayı kabullenener de olacaktır. Ama yinede bu meşum anlar yolcuyu yolundan alıkoymamalıdır ki koyamazda, eğerki yolcu yolunda gitmeye kararlıysa.
Çocukluğumuzda, köyümüzün yanı başından geçen treni gördüğümüzde taşlar, raylarına küçük taşlar koyarak trenin geçişini engellemek isterdik. Tabi bu amacımıza ulaşmadan büyüdük. Günü geldi o trene bindik, indik. Ama bize rağmen o tren son durağına ulaşmak için hep yolunda devam etti. Ne çocukluğumuzdaki haylazlıklar, nede büyüdüğümüzde o trene binip-inmelerimiz onu yolundan alıkoyamadı. Niyetimiz elbetteki nostalji ypmak değil, varacağımız yer, bu nostaljik satırları devrimle perçinlemek. Şöyle ki ‘’devrim bir trendir, biri iner, biri biner ama o son durağa kadar gider’’ teşbihine binaen, tüm saldırılara, karşı koyuşlara, devrim inancını yitirip kendini devrimci yaşamdan muaf kılanlara rağmen devrim hiçbir vakit güncelliğini yitirmeyecek, kaçınılmaz bir son olarak gelecekte bizi bekliyor olacaktır. Zira tarihsel olarak devrim kaçınılmazdır ve bu kaçınılmaz sona giden trenden inmek yerine, tek yapmamız gereken bu tren yolculuğunda ısrar etmektir. Yani devrim için devrimci yaşamda ısrar. Aksi bir durum devrime götürmez. İnmek isteyen elbette inebilir bu trenden, metazor yoktur saflarımızda. İşte distopik kâbuslar ve işte Simurg destanı.
Devrimci olma, yeryüzünü emeğin temelleri üzerinden yeniden şekillendirmek, özgür maviliklerle buluşturmak ısrarıdır. Tabi bunun içinde öncelikle eskiye dair ne varsa yıkıp, daha sonra, Lenin’in deyimiyle toprağı burjuvazinin molozlarından arındırmak gerekir. Bunun içinse elzem olan devrimci yaşama, yani savunduğumuz ilkeleri ve yaşama biçimini hayatımıza pratik olarak uygulamaktır. Eğer ki seçimimizi devrimden yana yapacaksak, doğal olarak devrimci yaşam tarzını benimsememiz gerekir. Yukarıdaki denklem bize bunu gösterdi. Devrim için devrimci yaşamda ısrar. Zira seçim yapmak geride bırakmaktır, burjuva yaşam tarzını ve eski değer yargılarını terk etmek ve bunların yerine devrimci yaşam tarzın, devrimci değerleri ikame etmektir. Düzen kendini gündelik hayatta var ettiği sürece ondan kopma, ancak ona karşı savaşmakla, yeniyi üretmekle olur. Devrimin, yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerinde eskisi gibi yönetilmek istemediği koşullarda baş göstereceği bekleniyorsa, bu ancak bugünden başlanarak ilmek ilmek örülür. Henri Lefebvre’den aktaracak olursak ‘’ Böyle bir toplumda devrim, insanlar gündelik hayatlarını sürdüremez hale geldiklerinde başlar. İnsanlar gündelik hayatlarını sürdürdükleri sürece eski ilişkiler yeniden oluşur.’’ Gündelik hayatın devrimcileştirilmesi ile devrimci durumun ilişiği ve önemi buradan ileri gelmektedir.
Bu elbette kolay olmayacaktır. Tıpkı zoru zorla yere çalmanın kolay olmayacağı gibi. Fakat, yine en başta dediğimiz gibi, imkansızda değildir. Düşünmek zor değildir, paylaşmak da öyle yalansız, dolansız, yozlaşmış hayattan uzakta yaşamaksa bilakis mutluluk verir. Haksızlığa, adaletsizliğe, sömürüye karşı durmak gururlandırır insanı. Ve daha sayamadığımız onlarca insani değere sahip olmak, insanların en erdemli yanlarını taşımak, işte işin sırrı da, zorluğu da budur.
Devrimcilik bir meslek değildir, devrimcilik bir yaşam tarzıdır!
Yeni insanı yaratmak, yenidünyayı kurmak için ancak bugünden çalışmaya başlarsak bu işi başarabiliriz. Tabiki yanlış anlaşılmamalı, bu bir iş değildir, bizlerde bu işte çalışan birer meslektaş değiliz. Bizler devrimci yaşam tarzını benimsemiş devrimcileriz. Elbetteki devrimci, devrimi yakınlaştırmak için ve günü geldiğinde devrimi gerçekleştirmek için çalışır. Fakat bu ne memur zihniyetiyle olur, ne de emeklilik düşleriyle. Devrimcilik bir meslek değildir; bizlerde onu bireysel yeteneklerimiz doğrultusunda seçmiş kişiler değiliz. Devrimcilik bir yaşam tarzıdır. Hayatın her alanına, her anına hükmeder. Günü geldiğinde bu ‘’işten’’ emekli olmayacağız, ya da akşam gün batımında paydos edip ‘’normal’’ yaşantımıza dönmeyeceğiz. Sadece düşlerini kurduğumuz yarınları bugünden kendi hayatında yaşatan ve her geçen gün onu büyüten, devrimin ‘’gönüllü işçileri’’ olacağız’’ Bir başlangıçı vardır devrimciliği, fakat bir sonu yoktur.
Tüm dünyayı sarsan Ekim devriminde, hiç şüphesiz sayısız devrimci çıkmıştır. Konuyla ilgili olarak birine değinecek olursak; Kerenski’nin Çarşkoye Selo şehrinden çekildiği günün ertesi, Kızıl Muhafızlar evlerde silah vs araması yaparken, yatağında hasta yatan Plehanov’un evinede girmiş, yaşlı adama şunu sormuşlar ‘’Toplumun hangi sınıfındansınız?’’ Plehanov, ‘’ben bir devrimciyim, hayatının kırk yılını özgürlük için harcamış bir devrimci’’ demiş. İşçide ‘’Rus marksizminin babası’’ olarak anılan Plehanov’a bakıp ‘’Ne olursa olsun şimdi kendini burjuvaziye sattın ya!’’ cevabını vermiş.
Belki on, belki yirmi, belki de kırk yılımızı devrim için, özgürlük için harcamış devrimciler olabiliriz. Bu demek olmuyor ki bir ömür boyu devrimci olarak anılacağız. Devrimciliği bir meslek olarak görenler ‘’Vakti geldi, ben emekliliğe ayrılıyorum’’’ der, devrime inancını yitirmişler devrimci yaşamda ısrarı terk edip düzene döner. Yalnızca onu, devrimi, hayatının her anına uygulayan, bir zorunluluk olarak değil, hayatının bir anlamı olarak görüp, yaşamını ona göre düzenleyen, inancını hiç kaybetmeyen, deyim yerindeyse ‘’ 24 saat devrimciler’’ bir ömür boyu devrimci olarak kalır ve bir devrimci olarak ölür. Rus anarşisti Neçayev’in satırları ile ‘’ Devrimci kayıp kişidir, kendine göre ne bir ilgi alanı, ne bir davası, ne alışkanlıkları, ne mülkü vardır. Adı bile yoktur devrimcinin Her şeyiyle tek bir amaca yönelmiştir, tek bir düşüncede, tek bir tutkuda yoğunlaşmıştır. Devrim.’’
Bir methe mazar olmak için değil, devrimde, devrimci yaşamda ısrar eden Simurg destanının ortakaları mı olmak istersiniz? Yoksa heveskâr bir edayla başlayıp hevesini alınca terkeden, metanetini yitirip Distopik kâbuslara dönenler mi? Seçim bizim…