Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) bir önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi’nde tutuklu yargılandığı davanın üçüncü duruşmasına ikinci günde devam edildi. Sincan Cezaevi Kampüsü’nde görülen ve dünkü duruşmada 6-8 Ekim Kobanê olaylarıyla ilgili çarpıcı bilgiler veren ve o günlerin perde arkasını anlatan Demirtaş, bugünkü oturumda fezlekelerde suçlama konusu yapılan demokratik özerkliğe ilişkin savunma yaptı.
Demirtaş’ın savunmasının bugünkü bölümünün satır başları şöyle:
‘Cumhuriyet’e demokratik format atılsın’
“Tekrarlamayayım ama tekçilik üzerine inşa edilmiş, tek kimlik, tek inanç üzerine, yaşam tarzı üzerine inşa edilmiş ulus. Türkiye Cumhuriyeti devleti bunu yaratmak istedi, olmadı. Başarılamadı, Kürtler de diğer kimlikler de kabul etmedi. Biz de diyoruz ki; aradan yüzyıl geçti, cumhuriyete demokratik bir format atılsın. Cumhuriyet yürürken, bundan sonra devam ederken, demokratik öğesi daha da güçlendirerek devam etsin. Biz de bu cumhuriyetin, ülkenin bir parçasıyız. Burası bizim de anavatanımız, biz başka yerden sürgünle buraya gelmedik, geçerken yanlışlıkla sınırları geçip burada kalmadık. Mülteci olarak Türkiye’ye sığınmadık ki onların hepsini yurttaş olarak veya mülteci olarak hakları vardır ayrı bir konu ama biz bu toprakların insanlarıyız. Almanya’ya göç etmiş Kürtler veya Türkler değiliz. Alman hükümetinden ya da Alman devletinden ‘Türkçe eğitim istiyorum’ diyen Türkün bile orada hakkı varken, kendi anavatanındaki Kürdün ‘Ben anadilimde eğitim istiyorum, kendimi yönetmek istiyorum yerelde, bu devletin birliği ülkenin sınırları içerisinde ben de bir yönetime dahil olmak istiyorum’ demesi suç oluyor.
AKP’nin özerklik vaadi
AKP’nin son yapılan 1 Kasım genel seçimlerindeki seçim beyannamesinden okuyorum. AKP’nin seçim taahhüdü; Avrupa Yerel Yönetimler Şartı ile uyumlu olarak merkezi idare ve yerel yönetimler arasındaki ilişkiler yeniden düzenlenecektir. Merkezi ve yerel yönetimler, birbirlerini tamamlayan ve vatandaşlarımıza hizmetleri en etkili şekilde ulaştırma sürecinde temel unsurlar olarak konumlandırılacaktır. Merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında sağlıklı bir iş birliği ve koordinasyon esas alınacak, yerel yönetimlerdeki her türlü hizmet kamu hizmetinin asıl sorumlusu, yerel yönetimler olması gerektiği düşüncesindeyiz. Mevcut kültür merkezleri yerel yönetimlere bağlanacak, spor yerel yönetimlere bağlanacak, yerel yönetimlerin öz gelirleri arttırılacak, mahalli idarelerin tümünün gelirleri arttırılacak, yerel yönetimlerinin tümünün daha da güçlendirilmesine yönelik yasal ve kurumsal düzenlemeler yapılacak. Sağlık, eğitim, kültür, sosyal turizm çevre köy hizmetleri tarım hayvancılık imar ve ulaşım hizmetlerine yerel yönetimlerin etkileri arttırılacak, yeterli kaynak tahsis edilecek büyükşehirlerde ilçe belediyelerinin kaynakların arttırılmasına yönelik tedbirler alınacak, kent konseylerini daha etkin konuma getirecek. Bu da AKP’nin özerklik vaadidir.
Seçim beyannamesinde hükümet programında, parti programında kendileri de bir tür özerkliği savunmuşlar. Bizim özerklik modelimizde yerel yönetimlerde yetki, siyasi ve idari açıdan biraz daha fazladır, AKP bunu merkezde yetkileri biraz daha ağırlıklı tutarak öneriyor ve Avrupa yerel yönetimler özerklik şartını esas alarak. Çekince konulan maddeleri de kaldırmadan daha da kapsamlı öneriyor. 65. Hükümet programında da aynı maddeler parlamentoda Başbakan tarafından okunuyor. Hükümet programı oylamaya sunuluyor, kabul ediliyor ve normalde AKP bu seçim programı, parti programını, hükümet programını çerçevesinde Türkiye’de özerklik vaadinde bulunmuştur. Kendileri bu vaadi yerine getirmediler, onun yerine bütün yetkilerin bir kişide toplandığı başkanlık modeli, işte adı Cumhurbaşkanlığı sistemi denilen başkanlık modeli tek adam sistemine yöneldiler. Oysa AKP’nin de seçmene vaadi, topluma vaadi yerel yönetimleri güçlendirilmiş, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na uygun bir özerk yerinden yönetim modeliydi.
‘Özerklik hendektir’ algısı yaratıldı
AKP bunu bizim kadar cesur savunamadı, çünkü yetkiyi yerele devretmek istemez hiçbiri. Ne bir bakan devretmek ister, ne bir milletvekili ne Cumhurbaşkanı. O koltuğa oturan, nasıl havaysa civaysa ben de 12 yıl oturdum, tabii bunun bir buçuk yılı cezaevi koltuğunda geçti ama hiç değilse oturduğum o süre zarfında o koltuğun bana ait olmadığını hissederek oturdum. O koltuk halkın, milletin koltuğudur ve biz orada ne kadar az yetkiyle olursak, yetkiyi ne kadar fazla halka devredersek o kadar demokrasi uygularız düşüncesiyle hareket ettik. Bütün partili arkadaşlarımızın savunduğu buydu… Bizler ta ilk siyasete girdiğimiz günden bu yana savunduğumuz bir siyasi projeyi koşullar ne olursa olsun savunmaya devam ettik hendek barikat döneminde ısrarla parti projemizden geri adım atmamız için demokratik özerklik eşittir hendek-barikat algısı yaratıldı.
Bize bunu yapmaya çalıştılar biz de buna karşı çıktık. Demokratik özerkliği savunduk, hendek-barikatı eleştirdik. Kapatılması için uğraştık ve sonlanması için uğraştık. Onunla ilgili de çabalarımı, arkadaşlarımla birlikte neler yaptığımızı yeri geldiğinde her fezlekede ayrı ayrı ifade edeceğim.” (Mezopotamya ajansı)