2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası dünya genelinde ABD lehine değişen şartlar, SSCB realitesi karşısında Soğuk Savaş olarak adlandırılan bir bölgesel çatışmalı bir “denge” durumunda 40 yıla yakın bir zaman diliminde sürdürülmüştür. 1990’lara gelindiğinde SSCB’nin dağılması ile ilk başlarda nihai zaferini ilan eden ABD-İngiltere merkezli emperyalist kamp, iki parçalı Almanya’nın birleşme sonrası hızla Avrupa’nın lokomotifi süper güce dönüşmesi, SSCB’nin ana gövdesinden çıkan Rusya Federasyonu’nun emperyalist bir bölgesel aktör olması ve nihai olarak Çin ekonomisinin dünya pazarlarındaki büyüyen hegemonyası ile kısa süre yeni bir krizle karşı karşıya kalmaktaydı.
Kapitalizm ve onun bir üst aşaması olan tekelci kapitalizm (emperyalizm) plansız ekonomik yapısı gereği kaçınılmaz bir şekilde krizler siste midir? 20.YY’da bu krizler 1914 ve 1939’da öylesine derin ekonomik buhranlar haline varmıştı ki bu durum tüm insanlığı etkileyen iki ayrı emperyalist paylaşım savaşını tetiklemişti. Milyonlarca insanın olduğu ve yüz milyonlarca insanın sakat kaldığı bu savaşların en ağır faturası emekçi sınıflar ve ezilen halklara olmuştu.
Rusya’nın Ukrayna işgali sonrası hızla AB ve ABD’nin de (şimdilik silah ve lojistik destek düzleminde) Ukrayna yanında bu krize dahil olması mevcut krizin farklı bir aşamaya sıçrama potansiyelini de açıktan işaret eder nitelikteydi.
Dünyanın en zengin 29. kişisi ve ABD dış siyasetinin önemli figürlerinden olan George Soros 25.05.2022 tarihli bir gazete röportajında savaşın gerekçesini çok açık bir şekilde ifade ediyordu : “Ama eski Almanya Başbakanı Angela Merkel’in izlediği merkantilist politikalar sebebiyle Avrupa’nın Rus fosil yakıtlarına bağımlılığı gereğinden fazla. Rusya ile doğal gaz tedariki için özel anlaşma yaptı ve Çin’i Almanya’nın en büyük ihracat pazarı haline getirdi. Bu Almanya’yı Avrupa’nın en iyi performans gösteren ekonomisi yaptı ama bunun bir nedeni var. Alman ekonomisinin yeniden yönlendirilmesi gerekiyor ve bu uzun zaman alacak”
19.YY’da yaşamış ve savaş konusundaki fikirleri ile Engels ve Lenin dahil pek çok önemli politik kişiliğe esin kaynağı olan Prusyalı General Clausewitz Savaş Üzerine adlı eserinde “Savaş, düşmanı irademizi kabule zorlamak için bir kuvvet kullanma eyle midir.” diye ifade eder. Bugüne kadar yaşanan tüm savaşlar en genel tanımlamayla ekonomik çıkarları koruma ya da alanını genişletme temelinde gelişmiştir. Emperyalizm olgusu ile birlikte dünya küresel bir pazar ve ham madde deposuna dönüşmüştür. Gerek ilk gerekse de ikinci paylaşım savaşı da yalın olarak bu öz üzerinden şekillenmiştir. Her iki paylaşım savaşında yenilen ve kısa sürede tekrar ayağa kalkan Almanya bugün yaşanan mevcut krizin de kilit noktasında durmaktadır.
Daha fazla kar için sınırsız ve limitsiz üretim ilkesini esas alan kapitalizm için bu döngüyü sürdürme de dört faktör belirleyici niteliktedir: Gelişmiş üretim araçları, enerji, ham madde ve pazar. Almanya, Rusya arasında 2000’ler sonrası derinleşen ekonomik ilişkiler iki taraf için de tam olarak kazan-kazan denkleminde bu durumuna denk düşmekteydi. Bir tarafta dünya enerji ve ham madde rezervlerinin 1/3’ne sahip Rusya Federasyonu ve devasa Asya pazarı diğer yanda makine gibi işleyen Alman ekonomisi. Böylesi bir yan yana gelmenin kısa sürede küresel çapta ekonomik, siyasi ve askeri olarak da belirleyici bir güç haline gelmesi doğal olarak kaçınılmazdı. Bu durum doğalında ABD ve İngiltere tarafından kabul edilebilir değildi.
2000’li yıllar sonrasında ABD ve AB içindeki ABD lobisi Rusya-AB arasındaki enerji bağımlılığı üzerinden gelişen yakınlaşmanın önüne geçmek için Rusya’dan sonra en büyük ikinci büyük doğal gaz rezervine sahip olan Katar gazının doğrudan AB’ye getirilmesi projesini uygulamaya koydular. Katar-Türkiye Doğal gaz Boru Hattı olarak adlandırılan bu projenin yol haritası Katar, Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye ve Ankara ve burada Nabucco hattı ile birleşerek AB’ye ulaşması üzerinden planlanmıştı. Fakat Suriye 2009 yılında müttefiki Rusya’nın çıkarlarını korumak adına bu hattın ülkesinden geçmesine izin vermeyeceğini deklare etti. Sonrası ise ABD talimatı ve Türkiye, Katar ve Suudilerin finansmanı ile radikal İslamcı çetelerin Suriye topraklarına taşınması üzerinden 2011 başlayan Suriye savaşı ile Esad rejiminin yerine ABD işbirlikçisi bir rejim tesisi gerçekleştirilmeye çalışılsa da, gerek bu çetelerin Kürt Soykırımına girişmesi ile hesapta olmayan bir Kürt direniş gücünün açığa çıkması, gerekse de Rusya’nın bölge de sahaya inmesi ve Esad rejiminin beklenenden daha üst düzeyde bir direniş sergilemesi ile bu plan çöp olacaktı. ABD’nin Suriye yenilgisi aynı zaman da Afganistan’daki yenilgisi için de belirleyici olacaktı.
Rusya toplam doğal ihracatının %40’nı AB’ye yapmaktadır ve bu doğal gaz Ukrayna, Belarus ve Kuzey Akım 1(Baltık Denizinin altından) 3 kanal üzerinden AB’ye ulaşmaktadır. Gerek Suriye iç savaşı sürecinde gerekse de sonrası ABD, Ukrayna üzerinden Rusya’nın doğal gaz fiyat politikasına etki etmeye çalışmış ve bunu krize çevirme siyaseti izlemiştir. ABD, Rusya’nın ihracatının 1/3 kapasitesine denk gelen Belarus-Polonya üzeri giden Yamal-AB boru hattı ve Ukrayna üzeri giden boru hatları sınır ülkelerini 2006’dan itibaren Rusya’ya karşı etkin bir ekonomik şantaj figürü olarak kullanmıştı. Bu ülkeler AB ülkelerinden yarıdan daha az fiyata gaz alma imtiyazına sahiptiler.
Rusya gerek Suriye üzeri gerekse de Ukrayna üzeri geliştirilen ekonomik çökertme planına karşı daha kalıcı bir çözüm için mevcut kendi denetiminde olan ve Baltık Denizi altından giden Kuzey Akım 1 boru hattının 2 katı kapasiteye sahip ve arada transit ülkelerin olmadığı Kuzey Akım 2 boru hattı inşasına 2018 yılında başlıyordu. Trump Hükumetinin sert tepkisi ve yaptırımları ile proje 2019’a gelindiğinde durma noktasına geliyordu. Bu hattın yaşama geçmesi konusunda oldukça istekli olan Almanya’ya karşı da sert bir siyaset izleyen ABD’nin bu tavrı Sol Partinin Federal Meclis Grup Başkanı Dietmar Bartsch tarafından Haziran 2020’de şöyle dillendiriliyordu, “Bir Amerikan başkanının Federal Hükumeti tehdit etmesi duyulmuş ve ortak ülkeler arasında kabul edilir bir durum değil. Transatlantik ilişkiler, transatlantik baskı rejimine dönüştü”
Almanya-ABD arasında yaşanan bu gerilim işgal katliam ve başarısız dış politika hattı ile iyice yıpranan Trump hükumetinin yerine Ocak 2021’de gelen Biden Hükumeti farklı bir yol haritası izlemeyi ve ilişkileri normalleştirmeyi tercih ediyordu. Temmuz 2021’de yapılan görüşmeler sonrası Merkel ve Biden ABD-AB arasında Kuzey Akım 2 konusunda bir anlaşma sağlandığını deklare ederken, bu anlaşma ABD’de geniş bir kesim tarafından ayrıca Ukrayna ve Polonya tarafından sert bir şekilde kınanıyordu. Bu anlaşma ile 2024 yılında sona erecek olan ve Rusya-Ukrayna arasındaki gaz anlaşmasının süresinin 10 yıl daha uzatılması ve anlaşmasının sona ermesi ardından yıllık 3 Milyar USD gelir kaybına uğrayacak olan Ukrayna’ya Almanya tarafından yıllık 1 Milyar USD hibe edilmesi gibi detaylar da şekilleniyordu.
Peki her şey Rusya lehine böyle olumlu giderken Ukrayna işgali nereden çıktı diye sorabiliriz.
Temmuz 2021 yapılan anlaşmadan sadece 1 ay sonra Eylül 2021’de Ukrayna’nın batısındaki Lviv yakınlarında, “Barış İçin Ortaklık” programı çerçevesinde 34 ülkenin katılımıyla NATO ortak tatbikatı başladı. Bu tatbikat Ukrayna’nın NATO üyeliğinin sadece bir tık gerisinde olduğunun açık ilanıydı. ABD ve AB ekonomik olarak neredeyse 10 yıl sonra tam olarak bağımsız bir biçim alabilecek Kuzey Akım 2 boru hattı konusunda taviz karşılığında NATO sınırlarını Rusya ile bitişik hale getirmek istiyordu. Ayrıca 2014 yılında Rusya tarafından ilhak edilen Kırım ve Donbass konusunda tatbikat açılış konuşmasında daha önce Norveç başbakanı olan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg “Rusya’nın Kırım ve Donbas’taki eylemlerinin Ukrayna’nın egemenliği ve toprak bütünlüğünün ihlalinin yani sıra, uzun yıllardan bu yana devam eden dünya düzenini de bozmaya yönelik bir girişim, bu Avrupa’nın istikrarlı ve barışçıl kalkınmasını isteyenlere karşı bir tehdittir. Bundan dolayı, biz Ukrayna’yı katiyen ve çok faal olarak destekliyoruz ve Minsk mutabakatlarının hayata geçirilmesi gerektiğini vurguluyoruz” derken bir sonraki adımı açıkça ilan etmekteydi.
ABD yeni dönem politikasında Trump döneminden farklı olarak AB ile karşı karşıya kalmak yerine bir yandan Rusya ile tüm ekonomik anlaşmalarına yeşil ışık yakarken diğer yandan diğer yandan Ukrayna krizi üzerinden onları karşı karşıya getirme ve mevcut tüm anlaşmaları bu gerekçe ile askıya alma yöntemini izledi. Bu ABD’nin fiili olarak sahaya inmesine gerek kalmadan aynı anda hem AB’nin hem de Rusya’nın zayıflatılması anlamına geliyordu.
Buraya kadar anlattıklarımız bu savaşın arka planı üzerine bir genel çerçeve oluşturmak içindi. Açıktır ki emperyalistler arası çıkar çelişkileri keskinleşmiş ve artık nükleer tehditler açıktan dillendirilmeye başlamıştır. Üçüncü bir emperyalist paylaşım savaşının patlak vermesi olasılık dışı değildir. Bundan önceki savaşlar milyonlarca insan için yıkım ve felaket anlamına gelmişti. Fakat 1. Emperyalist paylaşım savaşında, dönemi doğru okuyan ve kendi egemen sınıflarına yedeklenmek ve emperyalistler arası savaşın bir parçası olmak yerine, savaşın devrimci bir iç savaşa dönüştürülmesi stratejisine çevrilmesini savunan Lenin, başta parti içinden gelen pek çok itiraza rağmen bu düşüncesini Bolşevikler içerisinde hakim kılarak Rus Devriminin yolunu açmıştır. 24 Ekim 1917 yılında Pravda gazetesinde yapılan çağrı “Kahrolsun kapitalist güçlerin gizli anlaşmaları! Kahrolsun ilhak politikası, soygunculuk, küçük milletlere zulüm! Kahrolsun halklar arasındaki savaş! Kahrolsun savaşçı yoldaşlara atılan iftiralar! Yaşasın halkların kardeşliği! Yaşasın Sosyal Devrim!” halk ve savaş yorgunu ordu içerisinde hızla devrimin yanında saf tutmaları da beraberinde getiriyordu.
Bugün özelde savaşın doğrudan içinde yaralan ülkelerin devrimcilerinin izlemesi gereken siyaset (Rusya-Ukrayna) emekçiler ve ordu içerisinde etkin propaganda ile kendi iktidarların hedeflenmesi ve iç savaş üzerinden devrimci iktidar fırsatlarının zorlanması iken savaşa lojistik destek sunan AB-ABD gibi coğrafyaların devrimcileri pasif ve sembolik protesto hareketlerinden ileri gitmeyen etkisiz eylem tarzları yerine savaşan taraflara verilen silah ve lojistik desteğin derhal kesilmesi, silahlanmaya ayrılan bütçelerin barış ve emekçilerin refahı için kullanılması talebi, emekçilerin/halkların kardeşliği vurgusunun altı güçlü bir şekilde çizilerek grev, kitlesel ve çatışmayı göze alan sokak eylemleri düzenleyebilmelidir. Türkiye, İran, Suriye gibi bölge ülkeleri bu savaşta dolaylı taraf olma siyaseti izlemekte mevcut krizden kendileri payına çıkar etme uğraşısı ile tüm kesimlerden kah ara buluculuk kah ekonomik ambargoda delik açma vb. manevralarla fayda sağlama peşindedirler. Bu kaba tabirle akbaba siyasetidir. Elbette bu ülkelerin genel siyasi-ideolojik paradigmaları açısından hiçte şaşırtıcı olmayan bir durumdur.
Kapitalizmi hakkettiği yer olan tarihin çöplüğüne gönderme de krizlerini aşmak için soluk borusu olarak kullandığı savaşları kendi varlığına yönelen bir silaha dönmesi korkusu ile hareket edemez hale getirmek, devrimci/komünist yapıların bu savaşlardan hiçbir çıkarı olmayan milyonları yanına çekmede yürüteceği en güçlü siyasettir, o zaman bir kez daha ve güçlü olarak haykıralım: Emperyalist Savaşlara Hayır, Yaşasın Sosyal Devrimler…
Bu yazı ilk olarak Birleşik Mücadele dergisinde yayınlanmıştır