Bizimle iletişime geçin

Editörün Seçtikleri

Birliğin Kapısına Vurulan Kilit Bilime Değil Önyargıya İşarettir- 2

Bu süreç aynı zamanda devrimci halk güçlerinin birliğine de tanıklık eder ve bu gelişmeler halkın devrimci cephesinin kurulmasına, devrimin ilerlemesine yol açarak nihayetinde halkın gerçek birliğinin sağlandığı duruma evrilir. Bu da gösterir ki, halkın birliği için ve öncesi, halkın birliğinin ilk ve temel biçimi olan devrimci güçlerin birliği gerçekleşir, gerçekleşmek durumundadır. Bu olmadan halkın birliğinden söz etmek gerçekçi olmaz.

Yeni Demokrasi’nin birlik konusunda yaptığı tüm izahatlara rağmen kafasının karışık olduğu ve net bir birlik anlayışının olmadığını görmekte, böyle düşünmekteyiz. Neden ve nasıl olduğunun cevabı da yine Yeni Demokrasi’dir, şu dediklerinden ötürü:

 “Eleştirilen yazıda konu ‘başkalarıyla komünist zeminde birlik’ değildir. Başkalarını kendimizle aynı ideolojik zeminde görmüyoruz ve farklı genel siyasi çizgide hareket eden örgüt veya partilerle birlik konusu halkın birliğini içeren çalışmaların konusudur. Yazı bunun komünistlerin birliği kapsamındaki çalışmaların bir parçası olduğunu hatırlatarak sınıf bakış açısından hareketle geniş düşünmenin, ama bakış açısından da taviz vermeden hareket etmenin olanaklarına değinmiştir. Bu noktada ‘başkalarıyla komünist birlik’ sorunu yoktur…’’

Yukarıda alıntıladığımız bu paragrafta birden fazla olmak üzere şu problemler tespit edilebilir. Paragrafın birinci ve ikinci satırları dikkate alındığında, bu savunuya göre Yeni Demokrasi’nin (Y.D) objektif olarak birlik anlayışının olmadığı çıkmaktadır. Zira Y.D, genel anlayış olarak komünistlerin birliğini KP zemindeki iç birlik olarak algılayıp tarif etmektedir. Böylece birliği esasta halkın birliği biçimine indirmekte veya buna düşmektedir. Öte taraftan, başkalarını kendisiyle aynı ideolojik zeminde görmediğini söylemesine karşın, arkasından da bu başkaları olan diğer “örgüt ve partilerle birlik konusu halkın birliğini içeren çalışmaların konusudur” diyor. Dahası, “yazı, bunun komünistlerin birliği kapsamındaki çalışmaların bir parçası olduğunu hatırlatarak …” diyerek de komünistlerin birliğini, halkın birliğini ve diğer parti-örgütlerle yani başkalarıyla birlik konusunu iç içe geçirerek tekleştiriyor. Bununla, birinci ve ikinci cümlelerde kast ettiği ve paragrafın son satırının da altını çizerken anlayış bütünlüğü bulduğu; “başkalarıyla komünist zeminde birlik” konumuz değildir; “başkalarıyla komünist birlik sorunu yoktur” sözlerini de fiilen yadsıyıp boşa çıkarmaktadır.

Başka parti-örgütlerle birlik konusunun halkın birliğini içeren çalışmaların konusu olduğunu dedikten sonra, “… bunun komünistlerin birliği kapsamındaki çalışmaların bir parçası olduğunu …” söylemekte ve “‘başkalarıyla komünist birlik’ sorunu yoktur”u eklemektedir. Başkalarıyla birlik konusu komünistlerin birliği kapsamındaki çalışmaların parçası olarak tarif edilmekle birlikte, başkalarıyla komünist zeminde birlik sorunu yoktur demektedir. Hem parçasıdır hem değildir; görüş bu. Ama birlik anlayışı net bir görüş talep etmektedir. Bu netleştirilmek durumundadır ve bu yorumda zorlamalarla düzeltilmeye çalışılmasına karşın, açık bir kafa karışıklığına delalettir.

Bu kafa karışıklığının bir yansıması da bizleri birlik tartışmasında kâh muhatap atfeden, “ima” ve “göndermeler” yoluyla da olsa kâh muhatap olmamakla atfeden ikili yaklaşım arasında gelip giden değerlendirmelerde görülmektedir. Ya muhatabız ya da değiliz! Net olan kafa bu ikisinden birini net olarak söyler. Gerçi, muhatap olmadığımız, arındırıldığımız vb. net olarak söylenmekte, lakin arkasından muhatap olduğumuz da söylenmektedir! Dolayısıyla ilgili yazılarının karmaşa taşıdığı eleştirimize karşılık, “böyle söylenmemeli”, “bu kafa karıştırıcı olmamalıydı” mealindeki kendi yaklaşımlarını boşa çıkararak aynı karmaşayı sürdürmektedir Y.D’nin bu yaklaşımları.

Yeni Demokrasi’nin birlik konusunda henüz net bir görüşe varmadığı ve kafa karışıklığı yaşadığını bir kez daha tekrar edelim. Birlik konusunda halkın birliği tılsımını kullansa da her derde deva bu anlayışını da başkalarıyla/diğer parti-örgütlerle birlik ve komünistlerle birlik kapsamında olduğu yorumlarıyla adeta iç ediyor, tavrında gedikler yükseliyor. Yazısının başlığına, “her birlik” ifadesini koyarken, fiilen birlik biçimlerini kabul ediyor ama gerçekte de anlayış olarak reddediyor. Ve başlığın devamı olarak, bu birlik’i, “her türden birliklerle ilişki içinde kavranabilir” diyerek de kafa karışıklığını otaya koymuş oluyor. Örneğin, her birlik dediği hangi birliktir, hangi birliği kast ediyor? Zira, birliği esasta halkın birliği kapsamında ele alıyor, özetliyor. Örneğin “her türden birlik” derken, hangi tür birlikleri kast ediyor, daha da önemlisi öngörüyor? Bizlerin izlediği ve tanıklık yaptığı kadarıyla, Y.D hiçbir birlik ve birlik türleri konusunda bir irade ve bir pratik tutum ortaya koymuyor. Ki, bu da anlayışının bir ürünü olarak tecelli ediyor.

İlke dediğimiz şey bir kilit olarak sadece kapıyı açmakla sınırlı bir işlev mi taşır?

“İlkeler nelerdir?” sorusuna Y.D’nin yanıtı; “Komünist partisinin tüzüğünde var olan ilkeler…” biçiminde verilmiş-verilmektedir. Evet, KP içinde de birlik sorunu vardır ve tüzük ilkeleri bu iç birlik için bir temeldir. Ancak birliğin bütünü KP’nin iç birliği olarak görülemez. Birlik esasta iki örgütsel yapı ve iki taraf arasında tartışılan, ihtiyaç haline gelen ya da geçerli olan bir argümandır. Ki, Yeni Demokrasi’de yazısının başlığında ve içeriğinde de bu birlik biçimlerinden söz etmektedir. Ama bu birlik aylayışı ve zeminini ya ittifak ve eylem birlikleri biçimleriyle sınırlamakta ya da “biricik” olma fikrinin uzantısı olarak mutlak biat biçiminde kendilerine iltihak edilmesi şeklinde, tekçi, dayatmacı ve ben-merkezci anlayışa oturtmaktadır.

Buradan sağlam ve bilimsel bir birlik anlayışının çıkmayacağı ve kendileri dışındaki komünist güçlerle bir birlik ufuklarının olmadığı açıktır. Zira kendileri dışında komünist ve komünist güç yoktur; eğer varsa KP içinde olması gerekirdi, değilse komünist olarak tanımıyoruz. Kısacası komünistlerin birliğini yalnızca KP içindeki birlikle tarif etmekte ve dışındaki komünistlerle bir birlik derdi taşımamaktadır. “Bizim bizden başka dostu yoktur” anlayışı birlik anlayışı olarak şekillenmektedir ki, bu birlik anlayışı sorunlu ve sığdır.

Şayet birlik sorunu salt KP’nin iç birliği sorununa indirgenebilseydi yürütülen tartışmaların bir anlamı olmazdı. Çünkü KP zaten bir birliktir; sağlam bir irade-eylem birliğidir. Dolayısıyla Y.D haklı olarak birlik biçimlerinden söz ediyor. Söz ediyor fakat yanıt verdiği bölüm itibarıyla tüm birlik çerçevesi ya da ilkeleri için KP’nin tüzüğündeki ilkeleri temel alarak işaret ediyor. Oysa KP, tüzük ilkelerinden öteye, komünist ilke, teori ve ideoloji ile birlikte, devrim programı, devrim stratejisi, uluslararası çizgisi zemininde billurlaşan genel siyasi çizgisini birlik için temel alır. Bu zemini atlayan birlik anlayışı ve ilkeleri, eklektik kalarak ancak koalisyon sağlayabilir, ittifaklar kurabilir ama komünist birliği değil.

Bu zeminin bir parçası olarak KP tüzüğü veya tüzük ilkeleri de komünist birlikte kesinlikle es geçilemez değerde yer tutar. KP’nin tüzüğü amaç ve görevleri çerçevesinde bizzat kendi disiplin, demokrasi ve işleyişini tarif eden bağlayıcı bir metin olarak, demokratik-merkeziyetçi yapı temelinde oluşmuş irade-eylem birliğini esas alan, üyelerinin hak ve yükümlülüklerini, üyelik kriterlerini, niteliklerini ve görevlerini açıklayarak düzenleyen vb. vs. içeriğiyle, doğrudan kendisi veya üyeleri için dizayn edilmiş hukuksal bir zemindir. Buna göre, KP’nin demokratik-merkeziyetçi ilke temelinde oluşmuş bir irade-eylem birliği olduğu aşikardır.

Burada farlı fikirler vardır ama ideolojik-teorik-siyasi-örgütsel birlik hali esastır ve ilkeler ekseninde azami ölçüde birlik vardır. Ki, bu birlik düzeyi olmadan KP’den söz etmek de zordur. KP’de sürekli geliştirilerek ilerletilmesi elbette gerekli olan bu birlik durumu mevcut olup egemendir. Dolayısıyla tartışma konusu olan birlik KP’nin iç birliği değil, esasta farklı yapıların varlığına dayanan diğer birlik zeminidir. Bu birlikler de pek tabiî ki, komünist teori, ideoloji ve ilkeler ekseninde genel siyasi çizgi esasında birleşmekten geçer. Ne ki, KP dışında komünist güçlerin varlık realitesini reddeden, kendileri dışında komünist güçlerin var olabilme olasılığını peşin hükümle inkâr eden ve komünistleşen güçlerin olabileceği olasılığını yok sayan bir yaklaşım diyalektik düşünüş tarzından yoksun olmakla birlikte, katı önyargılarıyla komünistlerin birliğini de sağlayamaz. Dahası, komünist nüveler taşıyan güçlerin ilerletilerek komünist saflara katılması karşısında da bir sorumluluk taşımamaktadır.

Komünist fikirler senetle satın alınıp tekele verilmiş fikirler değildir. Mevcut komünistler gibi, başka güçler de komünist fikirlere ulaşabilir, bu niteliği edinebilirler. Bu kimsenin iradesine, yetkisine, inisiyatifine verilmiş kapalı bir alan, satın alınmış bir mülkiyet ve tapu değildir. Bizler kendi dışımızda komünist güçlerin var olduğuna inandığımız gibi, komünist nüveler barındıran ve komünist niteliğe yakın veya yatkın olan güçlerin olduğuna da inanarak komünistlerin birliğini sorunumuz olarak görmekte, buna uygun davranmaktayız. Lakin komünistlerin birliğini kendi tüzüğüne endeksleyerek iç birliğine hapseden bir anlayış esasta birlik derdi taşımayan ve birliği anlamayarak bilincinden kovan dar anlayıştır.

Bu anlayış; “Parti zemininden kopmak birliği parçalar; bu parçalanmanın son bulmasının koşulu parti zeminine/disiplinine dönmektir. MLM ve genel siyasi çizgi parti zeminidir, …” diyerek, “kendinizi inkâr ederek yok sayın ve koşulsuz teslim olun” manasına gelen dört-dörtlük birlik anlayışını tarif etmektedir. Bu anlayış, tartışmayı kapatan ve kesip atan tavır ve bilincin ürünüdür. Fakat biz yine de itirazımızı ifade edelim.

Bildiğiniz gibi, ayrılığımız ve ayrı örgütsel varlıklarımız adeta bir tarih oldu. Kabul ettiğiniz ve tanıdığınız üzere, meşru olan bir siyasi parti durumundayız. Dahası, bizce aynı ideolojik-teorik kökene dayanan fakat ayrı örgütsel iradeler temelinde varlığını sürdüren iki siyasi parti durumundayız. Her bakımdan arkasında tarih bırakan bu olgusal realiteyi yok sayarak ve sanki on yıllardır ideolojik-siyasi-örgütsel çizgi bütünlüğünde bir irade ve bunun mücadele tarihi yokmuş gibi, birliğin gerçekleşmesinin mümkünatı olarak, partinizi adres göstererek, “parti zeminine/disiplinine dönme” gibi bir şart illeri sürmeniz akla ve gerçeğe uygun mudur? Bu şarta bağlı tutumunuz, politik açıdan son derece kusurlu olmakla birlikte, muhatap partiye ve iradesine saygı göstermekten uzak, siyasi nezaketten yoksundur. Zira, birlik anlayışını ortaya koyarken, birlik isteyen ve bunu tartışan partimize de bir bakıma yanıt veriyorsunuz! Dolayısıyla muhatabınız komünist bir partidir ve en azından devrimci örgütler arası hukuk gereği belli bir saygı, nezaket ve sorumluluk çerçevesinde yaklaşmanız uygun olurdu.

İki ayrı komünist partisi söz konusudur. Bu durumda, en azından, birlik şartı ileri sürdüğünüz muhatabınız partiye, kendi iradesine, görüş ve savunularına uygun bir söz hakkı, bir tartışma hakkı tanımanız normal olandır. Ama siz, birlik zemini parti disiplinidir diyerek, muhatabınız partiye şartsız-koşulsuz teslimiyet dayatmayı uygun görüyor, bunu birlik zemini ya da anlayışınız olarak ortaya koyuyorsunuz. Üstelik ideolojik mücadele ve iki çizgi mücadelesini de önemseyerek benimsiyorsunuz! Anlaşılıyor ki, birliği bu süreçten men ediyorsunuz. Biz parti zemininde/disiplininde birleşebileceğimizi olanaklı görüyor, birleşebileceğimizi iddia ediyor, bunu istiyor ve bunun için tartışmak istiyoruz!

İdeolojik mücadele ve iki çizgi mücadelesini önemseyen sizler neden bu tartışmadan sakınıyorsunuz? Lakin sizler, iki çizgi mücadelesi yalnızca KP içinde-zemininde mümkündür diyorsunuz, dahası bizim komünist olmadığımızı ileri sürerek bizlerle birlik sorununuzun olmadığını söylüyorsunuz. Ki, komünist birlik veya komünistlerle birlik mevzuunu KP zemini olarak tarif ediyor, disiplinine tabi olmaya bağlıyorsunuz. Yani, sizler için KP’nin iç birliği dışında komünist birlik diye bir olgu yoktur! İyi fakat, bizlerin komünist olmadığı vb. iddialarınızı neden bir tartışma süreciyle yürütüp kanıtlama yoluna başvurmuyorsunuz?

Komünistlik veya komünist çizgi, somut koşullardaki tahlil-tespitlere indirgenip lokal veya ulusal şartlara tabi mütalaa edilemez. Komünizm evrenseldir; onun ölçü ve ilkeleri de öyle. Bunlar her somut için geçerlidir ve bu somutlarda uygulanması ora koşullarına bağlı olarak özgün biçimler alır. İlke aynı kalır ama somut koşullar değişir. Bu ilkelerin somut parçalarda benimsenip uygulanması komünist çizgi ve niteliği temsil eder, bununla doğrudan alakalıdır. Kısacası, komünist nitelik ve çizgi lokalden-parçadan çıkmaz, genelden parçaya iner, parçada somutlanır. Parçada kalan, ulusalcıdır, komünist değildir. Buna karşın evrensel ilkeler parçada temsil edilir. Bu temsiliyet esasta komünizmin evrensel ilkelerine göre biçimlenir, belirlenir. Somut koşulların tahlil-tespiti de bu ilkelere uygunluk zeminde tanımlanır. Ne ki, somut koşulların tahlil-tespitinde doğru olmak ya da yanlışa düşmek tek başına komünist niteliği belirlemez, belirlemeye yetmez. Dolayısıyla sizlerle ayrılığımızın temeli, parça dediğimiz, somutun/somut koşulların tahlil-tespitine dayanmaktadır. Bu, komünist temel ve niteliği ortadan kaldırmaz; bir tartışmaya vesile olur ve taraflar evrensel komünist ilkeler ve teoride gerçekte komünist iseler bu sorunu, yani somut koşulların tahlil-tespitini hal ederek çözüme bağlarlar. Biz buna da inanmaktayız!

MLM öğretmenler ve tarihi tecrübe, komünizmin ilkelerini (komünist devrimin ilkelerini) saptarken; devrimin zora dayalı gelişeceğinin kabulü, devrimde Komünist Partinin önderliği, proletarya diktatörlüğü-devletinin savunulması, sosyalizm koşullarında devrimlerin sürdürülmesi (Proleter Kültür Devrimleri’nin savunulması) gibi şartları sıralarlar. Bunlar MLM teori ve ideolojinin de angajmanlarıdır. Komünist çizgi ve devrim ilkelerinde, eğer bunlar değil de somut koşullar belirleyici temel alınsaydı içinden çıkılamaz bir çarpıklıktan kurtulmazdı. Elbette, somut koşulların doğru tahlil-tespit edilmesi, komünist teori ve ideoloji biliminin savunulmasıyla doğru orantılıdır. Ne ki, bu alan yanılsama ve hataları mümkün kılan bir alandır.

Dolayısıyla komünistlik kâh buraya, kâh oraya kayıp dururdu. Ya da komünizm perspektifi olmayan devrimci bir hareketin salt somut koşulları doğru tahlil etmesi nedeniyle komünist vasfına taşınması tamamen mümkün olur ve açık bir yanılsamaya yol açardı. Sonuç itibarıyla bizler, somut koşulların tahlil-tespiti konusunu diyalektik temelinde değişime açık bir sorun olarak telakki edip, bunu komünist niteliğin temel veya kesin şartı saymıyor, sadece bir şartı ve evrensel değerdeki diğer temel şartlara bağlı bir şart olarak değerlendiriyoruz. Değişime açık bir alan olduğu kadar, somut koşulların değiştiği ve sürekli değişeceği görüşündeyiz; sizlerin de bu değişimden sakınamayacağınızı öngörmekteyiz.

Bu bağlamda, sizlerle aramızda somut koşulların değerlendirilmesi zemininde cereyan eden farklılıkları birlik tartışması ve tartışmanın yürütülmesi önünde engel görmüyoruz. Dahası sizlerin de somut koşullara dönük tahlil-tespit meselesinde yol alacağınızı, gerçekliği yakalayan tahlillere varacağınızı düşünüyoruz. Yani, bazı yersiz kaygı basıncıyla ertelediğiniz somut koşulların tahlili meselesinde olağan duruma geçeceğinizi öngörüyoruz.

Birlik zemini konusunda, darbe sonrası dönem içine girmiş olduğunuz beklentinin boşa düştüğünü ifade ederek, bu zemin “zaten var” görüşüyle birlik yaklaşımı veya beklentisinin sürdürülmesinin yanlışlığına işaret ettikten sonra, birliği kasten bu zeminin sürekli değiştiği-değişeceğinin hesaba katılmasından söz etmektesiniz. Tam da bu yaklaşımınızı somut koşulların değişimi konusunda da korumanız gerekir ki, bu konuda diyalektik olmaktan uzak duruyorsunuz. Lakin inanıyoruz; yapacağınız genel toplantınızda bu sorunu tartışarak gerekli adımları atma zemin ve dinamiğine sahipsiniz. Biz sizler hakkında sizin kadar karamsar değiliz.

Birlik samimiyet ister…

Yaklaşımlarınız bağlamında, birlik konusunda bilimsel ve ilkeli bir yaklaşıma sahip olmadığımızı iddia etmekle birlikte, samimi olmadığımızı da söylemiş olmaktasınız. Neden sizleri birlik hedefi-muhatabı olarak tercih etmekte veya belirmekteyiz? Bunun bir nedeni olmalı. “Samimi olmadığımız” halde neden birlik ısrarını bu kadar sürdürmekteyiz? Nasıl bir çıkarımız, ne gibi bir hesabımız, planımız olabilir sizce? Pekâlâ başka yapılara da bu ısrarı sürdürebiliriz. Ama neden başka hareketler değil de Kaypakkaya geleneğinden gelenlere ve sizlere dönük tutumumuzda bir ısrar içindeyiz?

Yani varsayalım ki, iddia ettiğiniz gibi Kaypakkaya çizgisini reddediyoruz, komünist niteliği öteliyoruz, MLM ve genel siyasi doğrultuyu terk ediyoruz-ettik vb. vs. Buna rağmen özelikle aynı gelenekten gelenlerde ve sizlerde ısrar gösteriyoruz? Sizden ne gibi bir çıkar devşirmeyi düşünüyoruz? Sizlerin tabanına dönük dar grupçu çıkarlar ekseninde bir yarar mı gözetiyoruz, tabanınızdan tek bir devrimci mi kazanmaya çalıştık-çalışıyoruz? Buna dönük bir eğilim ve yaklaşımımız var mıdır? Eğer yok ise, ki yoktur, öyleyse amacımız ne, derdimiz, gayemiz ne-ne olabilir? Bunları düşünmek yersiz olmasa gerek. MLM ve genel siyasi hattımız itibarıyla komünist niteliği savunup ölçü almıyorsak neden başkasını değil de sizleri birlik hedefi olarak tespit ediyoruz-edelim?

Daha somut olarak, komünizmin kriterlerini açıp bizlerin hangi bakımlardan bu nitelikleri taşımadığımızı, komünist olmadığımızı açıklayarak bizlerle tartışın. Böylece mesele daha somutlanmış, açığa çıkmış olur. Özcesi, MLM’lerin birliği, MLM komünist partinin dinamikleriyle birleşip güçlenmesi ve devrime dair kaygımız dışında sizlerden başka bir beklentimiz ve herhangi bir çıkarımız yoktur. Birlik zemininde tarif ettiğimiz ve tamamen devrimci kaygıya dayanan genel içerik dışında sizleri önemsememizi gerektiren başkaca özel bir neden yokken, sizlere muhtaç olmamızı gerektiren bir yeteneğiniz, bir üstünlüğünüz ya da kılavuz alacağımız başarılı bir pratiğiniz ve spesifik bir yanınız da yoktur. Birlik ısrarımızı neye yorumladığınızı açıklamanız bizler için de bir ihtiyaçtır.

Sizinle birlik zeminimiz yok diyorsunuz! Biz aksini iddia ediyoruz! O halde bu sorunu tartışarak netleştirmekten daha demokratik bir yol yoktur. Sizinle birlik derdimiz yok diyorsunuz, o halde bunun gerekçelerini izah edin, birlik zemini olmadığına bizi ikna edin. Edin ki, birlik derdinizin neden olmadığını bizler de anlayalım. Komünist parti zemininden arındırdık diyerek meseleyi açıklayamazsınız. Darbe gerekçesini daha fazla kullanamazsınız. Darbe konusunda özeleştirimiz ortadadır. Özeleştiriye karşın aynı zemini temel aldığımıza dair iddianız bahaneden ibarettir. Bu da birlik tartışmasını reddetmenize haklı bir gerekçe oluşturmaz. Hizip örgütlemenizi yok sayarak sadece darbeyi görmeniz samimi yaklaşım değildir. Darbe ne kadar burjuva ise, irade-eylem birliğini ortadan kaldıran hizip de en az o kadar burjuvadır. Gerek MLM ve genel siyasi çizgi olsun ve gerekse de darbe ya da hizip gerçekliği olsun, bütün bunlar tartışılmadan birlik hakkında sağlıklı sonuca gidilemez.

Tersten işletilen mantık

Birlik konusunda yazınız gereğinden fazla karışık ve problemlidir. Bizlerle birlik zeminini boşa düşürmek için gösterilen çaba, sizi birlik anlayışında hatalara sürüklemektedir. Tartışma bağlamında; halkın birliğini kast ederek, “bunu devrimci güçlerin birliğine indirgeyen … ilerleme kaydedemezler” demektedir. Birincisi, halkın birliği meselesini oraya indirgeyen bir anlayış veya beyan yoktur. Olsaydı, Y.D’nin bu söylemi görece anlaşılır olurdu. İkinci olarak; evet halkın birliği meselesi devrimci güçlerin birliğine indirgenemez, fakat devrimci güçlerin birliği sağlanmadan da halkın birliğini sağlamaktan söz edilemez. Devrimci güçleri halkın dışında bir olgu olarak ele alan yaklaşım elbette, devrimci güçlerin birliği ile halkın birliğini bağımsız şeylermiş gibi ele alıp, ikisini bağdaştırmaz. Oysa, devrimci güçler, proletarya ve halk sınıf katmanlarını temsil eder, onların siyasi partileri veya örgütlü güçleri olarak anlam taşırlar. Dolayısıyla bunlar arasında birlik sağlanmadan halkın birliğini sağlamak, ikinci basamaktan birinci basamağa dönerek başlangıç yapmak gibidir. Kısacası, iki süreç iç içe işler ve halkın birliğine giden yol kesinlikle onların siyasi temsilcileri veya örgütlü güçleriyle birleşmeyi de ihtiva eder. Y.D bunu yadsımakta, yok saymaktadır. Halk tamamen örgütsüz ve siyasi örgütlerden yoksun bir tabaka olarak tasavvur edilirse, varılan mantık da bu olur.

Kesinlikle mantığı tersten kuruyor YD. Ne diyor; “Devrimci hareketin gelişimi, sınıf ittifakları, devrimci iktidar organlarının oluşması ve bu organlar aracılığıyla kitlelerin yönetme yeteneklerinin geliştirilmesi gibi halkın birliğini içeren gelişmeler hiç şüphesiz ikili, üçlü birleşmeleri gündeme getirebilir. Bunların halkın birliği yönündeki gelişmelerin bir sonucu olduğu gerçeğini vurgulamalıyız.” Ve ekliyor; “… yoğunlaşılması gereken halkın birliğini içeren gelişmeler olmalıdır. Bunu içermeyen ‘birlik’ anlayışları nihayetinde bölücüdür, dağıtıcıdır.”

Bahse konu gelişmelerin, halkın birliği yönündeki gelişmelerin bir sonucu olduğunu ifade etmektedir Y.D! Hâlbuki, örgütlü devrimci veya komünist güçlerin bizzat önderlik ettiği ve sağladığı bu gelişmeler halkın birliğini geliştirirler. Bu gelişmeler, halkın birliği yönündeki gelişmeler olarak değerlendirilebilir elbet. Ancak, doğru mantık kurgusuna göre, doğrudan devrimci-komünist partilerin yürüttüğü devrimci mücadele süreçlerinin bu kazanım ve gelişmeleri sağladığı açıktır. Halk henüz bu mücadele süreçlerinde doğrudan ve etkili örgütlü bir kuvvet olarak yer almaz. Bilakis halkın bilinçli öncü-önder güçleri, devrimci savaşçı ve militanları bu mücadeleleri yürütürler. Bu kazanım ve gelişmelere paralel olarak devrim gelişip serpilir ve halkın birliği göreli olarak görünür olmaya başlar. Bu gelişmeler sağlanmadan halkın birliğinden bahsetmek ya da halkın birliğine dönük gelişmelerin bu sonuçları-gelişmeleri yarattığını ileri sürmek mantık hatasıdır. Devrim mantığına da terstir.

Halk savaşı veren güçler ya da halk savaşları nasıl gelişir? Önce öncü kurmayın savaş alanında örgütlenmesi ve savaşçı militan müfrezeleriyle savaşı başlatması ve sürdürmesiyle başlar bu savaş. Giderek kazanım ve mevziler elde eder, örgütlenmesini büyütür ve güçlenir, halkın içinde kök salmaya doğru ilerler. Ne ki, tıpkı milli burjuvazinin sol kanadında olduğu gibi, küçük-burjuvazi ve genel olarak halk, esas olarak devrimin güç olduğunu görüp güven duyduğunda devrime katılır, katılma eğilimi güçlenir. Buraya kadar, yani bu gelişmelere kadar mücadele süreci ve bunda elde edilen kazanım ve ilerlemeler doğrudan öncü-önder gücün küçük güçlerle yürüttüğü kararlı savaşın sonunda elde edilirler. Evet bu süreç halkın birliği yönünde gelişmelere tanık olur, bu kaçınılmazdır. Ama halkın birliği yönündeki bu gelişmeler, önce proleter devrimci veya devrimci güçlerin mücadele pratiklerinde elde ettiği gelişmelerden başlar, bununla geliştirilirler. Bu süreç aynı zamanda devrimci halk güçlerinin birliğine de tanıklık eder ve bu gelişmeler halkın devrimci cephesinin kurulmasına, devrimin ilerlemesine yol açarak nihayetinde halkın gerçek birliğinin sağlandığı duruma evrilir. Bu da gösterir ki, halkın birliği için ve öncesi, halkın birliğinin ilk ve temel biçimi olan devrimci güçlerin birliği gerçekleşir, gerçekleşmek durumundadır. Bu olmadan halkın birliğinden söz etmek gerçekçi olmaz.

Mantıksal kurgunun tersliği neye yol açmıştır? “Bunu içermeyen ‘birlik’ anlayışları nihayetinde bölücüdür, dağıtıcıdır” şeklindeki ideolojik-politik tespit sakatlığına yol açmıştır. Halkın birliğini içermeyen birlik anlayışları sorunlu ve sakattır demek anlaşılırdır; bu vb. tespit-belirlemeler doğru olurdu. Ancak, bu güdük, dar, sorunlu, subjektif birlik anlayışının bölücü ve dağıtıcı olduğuyla nasıl bir bağ kurulduğu anlaşılmış değildir. Örneğin, halkın birliğini içeren birlik anlayışına sahip olmayı, birlik anlayışını örgütler arası birliğe indirgeyen anlayışlar, devrimci-komünist örgütler arasında birlik isterken, savunurken veya kurarken bölücü ve dağıtıcı mı oluyorlar? Bunu nasıl yapmış olurlar? Devrimci örgütleri birleştirerek mi? Ve devrimci örgütler son tahlilde halkın örgütleri olduğuna göre ve bu örgütler halktan bağımsız olmadıklarına göre, dolayısıyla kendiliğinden halkın birliğini içeren gelişmeler olduğuna göre, nasıl oluyor da bölücü ve dağıtıcı olurlar-oluyorlar?

Dahası, devrimci örgüt veya güçler arasındaki birlik halkın birliğini içeren bir gelişme ve birlik süreci ise, (ki, sizler halkın birliğini içeren süreçte ikili-üçlü birliklerin olacağını söylüyorsunuz), nasıl olurda bu birlikler nihayetinde de olsa bölücü ve dağıtıcı olabilirler? Devrimci güçler arasındaki birlikler veya buna dönük birlik anlayışı (yetersiz, hatalı vb. de olsa), devrime ve dolayısıyla halkın davasına hizmet etmezler mi, etmiyorlar mı? Bunlar halkın birliğine ve davasına zararlı mıdır? Neden bölücü ve yıkıcıdırlar?

Yeri gelmişken Kaypakkaya yoldaşın sözlerini aktaralım. Tabi ki, sizleri “halka ihanet”, “ihanetin ele başları” “revizyonist klik” vb. vs. gibi ifadelerden tenzih ederek ama proletarya ve halka hizmet eden ‘birlik’ yaklaşımı (ki, devrimci güçler arasındaki birlik böyledir) konusundaki hatalı yaklaşımınızı görüp, Kaypakkaya yoldaşın yaklaşımını örnek almanız açısından bu alıntıyı aktarıyoruz.

‘’Evet, biz birlik istiyoruz, en yüce amacımızdır bu. Ama nasıl bir birlik? Proletaryaya ve emekçi halka ihanet yolunda bir “birlik” mi? Biz böyle bir “birlik”te yokuz. Böyle bir “birlik” ne kadar bölünürse, o kadar iyidir. İhanetin elebaşları ne kadar tecrit edilirlerse, o kadar iyidir. Böyle bir “birlik”i baltaladığımız için revizyonist klik bizi “bölücülük”le itham ediyorsa, biz böyle bir “bölücülük”ü severek kabulleniriz. Proletaryaya ve halka hizmet yolunda bir birlik mi? Biz böyle bir birliği candan arzuluyoruz. Bu birliği baltalayanların en amansız düşmanlarıyız. Burjuva önderliğe karşı yürüttüğümüz mücadelenin bir sebebi de onun böyle bir birliği sürekli olarak baltalamasıdır; revizyonizm yolunda, yani halka ihanet yolunda bir “birlik” istemesidir.’’

Devrimci güçler arasındaki birlikler halka ihanet yolundaki birlikler olarak değerlendirilemeyeceğine göre, bilakis halkın çıkarlarına uygun birlikler olduğuna göre, Kaypakkaya yoldaşında ifade ettiği gibi, bu birliklere bölücü ve dağıtıcı demeniz baştan sona problemlidir.

Problemin parti anlayışına yansıması

Problem, arındırma konusunda da devam etmektedir. İç tartışmalarda yanlışları güçlü bir şekilde mahkûm ederek ve kendisini bunlardan arındırarak ilerleyeceğini tasavvur ediyor Y.D. Arındırmak nedir, ne anlama gelir? İki anlama gelir; biri farklı fikirlerin düzeltilmesi veya doğru çizgi temelinde ikna edilerek tek çizgide birleştirilmesi biçiminde anlaşılabilir ya da yorumlanabilir. İkincisi ise, örgütsel tasfiye biçimindeki arındırma biçiminde okunabilir. Yanlış fikir veya çizginin mahkûm edilmesi, bilimsel olarak çürütülmesi ve bu zeminde doğru-bilimsel çizginin egemen kılınması anlamına gelir. Lakin bu, bir arınma değildir esasta. Zira, farklı çizgiler sürekli vardır ve olması nesnel bir durumdur. Bunlar yasaklanıp yadsınarak ortadan kaldırılamazlar. Aksi halde monolitik parti anlayışı zuhur eder ki, bu partinin demokratik-merkeziyetçi ilkeye göre örgütlenen ve demokrasi ile birlikte iki çizgi mücadelesini benimseyen bir parti için esasta çürüme demektir, ya da bu yola girmek demektir. Ve şayet bu farklı fikir-çizgi yasaklanmayacaksa, azınlık fikre saygı duyulup hakları korunacaksa, bütün bunların iki çizgi ve demokratiklik ilkesinin gereği olduğu kabul edilirse, o halde nasıl bir arınmadan bahsedilir, ediliyor? (!) Doğru fikrin veya merkezi çizginin egemen kılınması, farklı fikir ve çizginin yasaklanması, yok edilmesi ve tasfiye edilmesi anlamına gelmez. Bilakis, merkezi çizgi hâkim hale gelir-getirilir ama farklı fikirler içte korunur. Maoist parti anlayışı budur özetle. Lakin yazı, güçlü olarak mahkûm edilmesiyle yetinmiyor, arınmadan söz ediyor.

Bu durumda, ikinci arınma olasılığı, kast edilen gerçek olasılık olarak akla geliyor. Hatalı çizgilerin arındırılması veya bunlardan arınma esasta bir süreç işidir. Mahkûm edip arınma yoluna gitmek aceleci ve hatalı tutumdur. Tartışma somutunda düşünüldüğünde, birlik konusundaki farklı fikir-çizgiler mahkûm edilerek arınma-arındırma yoluna gidilebilir mi? Bu fevkalade yanlış olur. Bu, ideolojik mücadele ve iki çizgi anlayışına ters, demokratiklik ilkesine aykırı sol sekter yaklaşım olduğu kadar, monolitik parti anlayışıdır da. Mahkûm edilen bu hatalı çizgilerin kazanılması genel olarak mümkündür ve bu bir süreç olarak ele alınır. Bu yapılmaksızın, mahkûm ederek arınma yoluna başvurmak, o bölücü ve dağıtıcı pratiğin ta kendisi olur.

Arınma veya örgütsel arınma hiç yaşanmaz değildir. Bazen zorunlu ve devrimci bir gereksinim olarak karşımıza çıkar. Bu durumda tereddüt etmek bölücülüğe, dağıtıcılığa ve yıkıcılığa hizmet edebilir. Lakin, gerekli süreç tüketilmeden ve tam koşulları oluşmadan arınma yolunu tutmak da bir o kadar bölücü, dağıtıcı olabilir-olur. Geleneğimizin tarihi bunun örnekleriyle doludur. Ve ne yazık ki, geleneğimizin eski yanlarını olduğu gibi muhafaza eden Y.D, arınma konusunda eski tarzı ve anlayışı sürdürmektedir.

Bir kez daha Kaypakkaya yoldaşı birlik ve ayrılık yaklaşımında dinlemekte fayda var. Ne için ve kimlerle birlik olduğunu ve bunlarla birliğin nasıl ayrılığa dönüştüğünü iyi muhasebe etme bakımından Kaypakkaya yoldaşın sözlerinin ilgili bölümleri öğreticidir. (Öğrenmekten başka, Kaypakkaya yoldaşın sözleri ne size ne başkasına ve ne de bize karşı kullanılmak üzere verilmemiştir!)

“PDA revizyonizminin sağ çizgisine karşı, bazı noktalarda bunlarla aramızda kurulan birlik, bunların aksi yönde aynı ölçüde sakat teori ve pratikleri ortaya çıktıkça ayrılığa dönüştü.”

 “PDA revizyonizmine karşı giriştiğimiz mücadelede bazı “yol arkadaşları” sonradan hem teoride hem de pratikte bizden ayrılarak her türlü mücadeleye yan çizdiler. Bu kavga kaçağı alçaklar, belli bir dönemde PDA revizyonizminden daha tehlikeli bir hale geldiler. Şehirlerdeki mücadeleyi tamamen reddettiler. Legal faaliyeti ilke olarak reddettiler. Somut şartların somut tahlili ilkesini yani Marksizm’in özünü reddettiler. Böylece PDA revizyonizminin ekmeğine yağ sürdüler. Ona, sağcı hatalarını haklı çıkarması için demagoji imkânı sağladılar.”

Revizyonist çizgiye karşı bazı noktalarda da olsa birlik kuruyor Kaypakkaya! Bu birlik aksi yöndeki sakat teori ve pratiklerin ortaya çıkmasıyla bu birliğin ayrılığa dönüştüğünü ifade ediyor.

Şayet arınma buyuran durum, Kaypakkaya yoldaşın adeta birlik ve ayrılık ölçütü olarak ortaya koyduğu özellikte ise, arınma gereklidir. Y.D, bu tartışmayı esasta içteki sorunlar bağlamında anlamlandırmaktadır. Dolayısıyla içteki sorunlar bu mecrada, yani revizyonist sağ çizgilerle birleşme, devrime ihanet eden revizyonist çizgiden daha tehlikeli hale gelme, şehirlerdeki mücadeleyi reddetme, legal faaliyeti ilke olarak reddetme, somut şartların somut tahlili ilkesini (Marksizm’in özünü) reddetme zemininde cereyan edip gelişiyorsa, ya da bu nitelik ve düzeyde hortluyorsa, bu durumda arınma hak ve isabettir. Ama değilse, değil… Özetle, bu anlayış ve yaklaşımlardan değil güçlü, olağan bir demokrasi normu da çıkmaz. Demokrasiden dem vurup, sağından solundan yontarak demokrasiyi mücadele ve arınma zemininde tasfiyeci tarza bağlamak hüner gerektiren oldukça maharetli bir çaba…

Diyalektik felsefe ve bilgi teorisinde sapma…

Y.D’nin anti-bilimsel anlayışı, proletaryanın bakış açısının, ‘kesine yakın bir objektiflikte olduğu’ iddiasında da kendisini ele veriyor. Bilimsel olan doğru, doğru olan da bilimseldir. Objektif olan da gerçeğe uygun ve yakın olandır. Bunları ifade etmek yeterlidir; doğru, objektif olmak veya bilimsel olmak, hatta gerçeğe en yakın olmak olağan tanımlamadır. Lakin doğruyu ya da bilimsel olanı, “kesin” ya da “kesine yakın” addetmek, her şeyden önce bilime aykırıdır. Bilimde, her şey görelidir, kesin denen şey yoktur. Kesin yoksa, kesine yakın da yoktur. Bu bakış açısı diyalektik bilimlini reddeden olarak, en’ler imtiyazıyla övünen ve muhatap güçlerin iradesini yok sayarak kendisini mutlak adres gösteren anlayışın da bir temelidir. Zira kesin doğrulara sahip olanlar ya da buna inananlar, başka doğrular aramaz, başkalarında doğru görmez ve olabileceği olasılığını tanımaz. Y.D’nin felsefi kaynaklı anlayış hatalarından biri de budur.

“Dünya … dönüyor bilgisi aynı zamanda ‘dönmüyor’ demek değildir.” diyor Y.D. Bu, diyalektik felsefede yeri olmayan “mutlaklık” yasasını savunarak, bu diyalektik felsefeden uzaklaşan eğilimini gösteren diğer kavrayış hatasıdır. Evet dünya dönüyor ancak bu bilgi yeterli değil. Dönmesine karşın, daha yavaş ya da daha hızlı dönüyor, o aynı zamanda Güneşin etrafında da dönüyor ve o, atmosferle birlikte döndüğü için üzerinde yaşayan insanlar onun döndüğünü fark etmiyor-edemiyor vb. vs. söylenebilir. Yani, bilgiyi tek gerçekten ibaret görmek, tek bir şeye indirmek ve salt ondan ibaret görmek yanlıştır. Dönme bilgisini ancak diğer bilgilerle bütünleştirip farklı varyantlarıyla açıkladığımızda anlayabiliriz. Neden ve nasıl döndüğünden bahsetmemiz gerekir ki, doğru bilgi ancak bu zeminde açıklanmış olur. Biz de bir örnek verelim; dünya karanlıktır. Bu bir bilgidir. Buna karşın, biz gece vakti onu hem doğru hem de görünür olarak doğru ifade ederken, onun diğer yüzünde yaşayanlar aynı anda dünyayı hem aydınlık hem de görünür olarak dünyayı tarif ederken de bizim doğrumuzla çelişik bir nesnel gerçeklik tarifi yaparlar. Doğrunun bu derece göreceli olmasının nedeni koşullara ve zamana; insanın hangi koşulda ve hangi zamanda olduğuyla ilişkilidir. Örnekleri geliştirebiliriz: Yazdığımız masa, biraz önceki masa değildir. Ben, bir dakika önceki ben değilim. Parti, biraz önceki parti değil, değişmiş, değişikliğe uğramış olan partidir. Özcesi, her şey hareket halinde, dinamiktir, değişmektedir; durağan değildir.

Bu, diyalektiğin temeli olan karşıtların birliği yasasına bağlı cereyan eden çelişkin değişim yasası gereğidir. Böyle değil de bilgiyi tekleştirip mutlaklaştırırsak, diyalektik felsefeyi ters-yüz etmiş oluruz ki, bu bizi tek-biricik komünist olma savına kadar savurur. Komünistlik evrensel bir olgudur, dünyanın her tarafında mümkündür ve aynıdır. Biricik değil, dünyadaki türevlerimizle varız. Dünyadaki türevler gibi yerel türevlerimizle de birlikteyiz. Yerelde komünizmden etkilenmek veya dünyadaki komünistlerden etkilenerek komünist olmak hepten mümkündür. Bizim dışımızda komünistlerin olması tamamen mümkündür. Komünistlik bize indirilmiş bir sıfat değil, edinilen ve edinilebilen bir sıfattır. Kültür devriminin ürünü olarak doğduğumuz gibi, başkaları da başka etmenlerden etkilenerek komünist olabilirler. Çeşitli şart ve nedenler bunların buluşmasını ertelemiştir. En azından komünizme yakın olan ve komünizme kazanılmaya müsait olanlar vardır. Lakin, bilgiyi tekleştirerek mutlaklaştırdığı gibi, komünizm teorisini de “biz biriciğiz” diyerek kendisine ait gören Y.D, bu felsefi hatalarına uygun olarak birlik karşısında kapıları sımsıkı kapatmaktadır…

Y.D, Komünist ideoloji ve teorinin son gelişim halkasını Mao yoldaşın tezleri olarak açıklıyor. Katılıyoruz buna. Kısacası Y.D, Mao yoldaşın tezlerini komünist olmanın yeterli kıstası olarak kabul ediyor. O halde, bizleri komünist görmemesini Mao yoldaşın tezleri üzerinden açıklayıp bizi ikna etsin. Bu tartışma davetimizdir. Mao yoldaşın felsefi alandaki katkısı geniş açıklanabilir fakat bu içeriğin belirgin bir unsuru, “yadsımanın yadsıması” görüşünden koparak, bunu “yadsıma-olumlama-yadsına-olumlama…” şeklinde düzenleyen katkısıdır. Mao yoldaşı komünist nitelikte kılavuz alan Y.D, kendisi dışında bir olumlama görmeyerek ve adeta hep yadsıyarak “yadsımanın yadsımasını” takip eden pratik siyaseti ve savunusuyla Mao yoldaşı doğru takip ediyor mu? Felsefi ve diyalektik açıdan izliyor mu? Genel muhtevasıyla değil ama parti anlayışı, birlik anlayışı, komünist niteliğe yaklaşımı, Mao’nun bilgi teorisinden kopan bilgi’ye dair tekçi bilgi anlayışı temelinde bir sapma içinde olduğu söylenebilir…

Sosyalist devlet anlayışında (ve cephe anlayışında) kafa karışıklığı mı, özensizliğin açtığı bir gedik mi…

Birlik anlayışı üzerine yürüttüğü tartışmayı birlik biçimleri konusuna getirerek cephe meselesine değiniyor ilgili yazı. Ancak cephe ile ilgili anlatımda söyledikleriyle çelişen ya da örtüşmeyen bir kafa karışıklığı yansıtıyor. Söylediklerinin alakalı bölümü şu; “Böylece biz cepheden ve cephe üyeliğinden örneğin proletarya diktatörlüğünü savunmasını ve uygulamasını bekleyemeyiz; sosyalist devrime öncülük etmesini de bekleyemeyiz. Kuşkusuz cephe bir devrim örgütüdür; Komünistlerin önderliğinde olanaklı olacaktır.”

Bir; cephenin yalnızca Yeni Demokratik Devrim için mi, yoksa aynı zamanda Sosyalist Devrim için de mi öngörüldüğü açıklanarak netleştirilmek durumundadır. Zira, cephe veya cephe üyeliğinden, “…; sosyalist devrime öncülük etmesini de bekleyemeyiz” vurgusu iki biçimde yorumlanabilir. Yani, bu vurgu; 1)- “cephe, demokratik devrime öncülük yapabilir ama sosyalist devrime yapamaz” biçiminde okunabilir. 2)- “cephe, her iki devrime de önderlik edemez” anlamında söylendiği kabul edilebilir. Ki, demokratik devrimden bahsetmemek ve yalnızca sosyalist devrimden bahsetmek de iki olasılıklı yorumda bulunmayı gerektirecek haklı bir dikkat noktasıdır. Dahası, demokratik devrimi es geçip sosyalist devrimle ilgilenen bu söylem bir bilinçaltı mı? Kısacası, “kafa karışıklığı mı, özensizlik mi” ikileminde netleştirilmesi gereken ilk nokta, cephenin yalnızca sosyalist devrime mi, yoksa aynı zamanda demokratik devrime de mi önderlik edemeyeceği noktasındaki belirsizliktir.

Şayet demokratik devrime öncülük edebilir ama sosyalist devrime öncülük edemez manasında söylenmiş ise; “demokratik devrime öncülük eden cephenin neden sosyalist devrime öncülük edemeyeceği” sorusu yanıtlanmak, açıklanmak durumundadır. Ne ki, buna dönük bir ayrım çizgisi ortaya koyulmadığı gibi, iki devrim arasında birine edip diğerine edememesine dönük bir açıklama da yapılmamıştır. Yok, eğer her iki devrime de öncülük edemez manasında söyleniyor ise, bu da tartışmaya muhtaçtır. Muhtaçtır çünkü cephenin “devrim örgütü” olduğu söylenmektedir. Devrim örgütü de pek tabii ki, devrimi gerçekleştiren örgüt anlamı taşır. Buna göre, cephenin devrime önderlik yapması da olağandır. Zira cepheye önderlik eden, komünistlerdir/komünist partisidir. Komünistlerin önderliğinde kurulan ve bir “devrim örgütü” olan cephe, doğru orantılı olarak devrime de öncülük edebilir. Yani, cepheyi “devrim örgütü” olarak tarif eden anlayış, mantık tutarlılığı içinde onun devrime öncülük etmesini de savunmak durumundadır. Bu söylemlerimiz, Y.D’nin ortaya koyduğu ve net olmayan yaklaşımı açısından, ya da taşıdığı kafa karışıklığına dönük bir mantık yürütmesi bağlamında söylenmiştir.

Bize göre durum biraz daha farklıdır. Kaypakkaya ya da devamcılarının bugüne kadar ortaya koyup doğru kabul ettikleri cephe anlayışı, esas olarak, halkın devrimci birleşik cephesi tarifiyle, komünist parti önderliğinde kurulmak şartıyla, işçi-köylü temel ittifakına dayanan ve şehir küçük-burjuvazisi ile milli burjuvazinin sol kanadının dahil olup içinde yer aldığı, devrimin gerçekleşmesi-gerçekleştirilmesinde stratejik rol oynayan bir silah olup, ittifaklara dayalı geniş bileşenli ortak bir mücadele kurumu ya da aracıdır. Bir “devrim örgütü” değil, olsa-olsa devrimin gerçekleştirilmesi için ihtiyaç/temel bir ihtiyaç olan örgütler toplamı olan bir örgüttür. Devrim örgütü ise, Komünist partidir.

Komünist partinin önderliğinde cephe, parti ve ordunun yanında, devrimin üçüncü stratejik silahıdır ya da devrimin gerçekleştirilmesinde başvurulması gereken devrimin üç temel silahından biridir. Ve ordu da cephe de KP ile tam anlamlı, KP önderliğinde tam işlevlidir. Ordu ve cephe devrimin kullanacağı temel/stratejik silahlardır fakat bunlar KP’nin tayin edici rolünü paylaşamaz, karartamazlar. Yalnızca ve yalnızca onun önderliğinde, onun perspektifine bağlı ve onun tayin ediciliğinde devrimdeki rollerini icra edebilir. Dolayısıyla devrime öncülük ve önderlik meselesi tamamen komünist parti için geçerlidir, bu zeminde tartışılabilir; ne ordu ne de cephe için bu tartışma yürütülemez. Zira, devrimin bu iki strateji silahı da KP önderliğinde, ona bağlı ya da onun perspektifine uygun olarak devrimde görev alıp rol oynarlar. Dahası, ittifak temeli, bileşenleri ve içeriğiyle tarif edilen bahis konusu cephe, ancak demokratik devrim şartlarında geçerlidir. Sosyalist devrim niteliğinde; sınıf katmanları, ittifak biçimi ve ittifak bileşenleri, temel ittifak güçleri vb. vs. tamamen değişmiştir. Ki burada kurulacak cephe, demokratik devrim niteliği veya döneminde kurulan cepheden birçok bakımdan farklıdır.

İki; “… cepheden ve cephe üyeliğinden örneğin proletarya diktatörlüğünü savunmasını ve uygulamasını bekleyemeyiz” ifadeleri de tartışmaya muhtaç olan arka plana sahiptir. Cephenin proletarya diktatörlüğünü uygulaması veya uygulamamasına dönük tartışma, objektif olarak cephenin devrimin gerçekleştirilip iktidarın alınmasından sonra da devam etmesi veya devam ettiğinin kabulü anlamına gelir. Eğer cephenin proletarya diktatörlüğünü uygulamasını bekleyemeyiz diye bir söz ediyorsak, bu, fiilen proletarya diktatörlüğünün uygulanması aşamasında cephenin devam ettiği anlamına gelir. Oysa cephe devrimi gerçekleştirme aşamasında kurulmuş olup, devrim sonrası iktidar döneminde ortadan kalkan bir araçtır. En azından devrimin gerçekleşmesiyle birlikte veya devrim sonrası kurulan iktidar şartlarında vb. değişen bu şartlara bağlı olarak cephe olgusu da farklı biçimler alır ya da cephe dışında bir gerçekliğe dönüşür. Komünist parti önderliğinde devrim gerçekleştirilmiş ve proletarya diktatörlüğü, onun somut tarihsel biçimi olarak KP önderliğinde karşılık bulmuştur-bulur. Dolayısıyla cephenin proletarya diktatörlüğünü uygulaması ya da cepheden proletarya diktatörlüğünün uygulanmasının beklenmemesi gibi bir tartışma esasen anlamsız, yersiz olur.

Devrim sonrası veya iktidar döneminde, cephe için değil ama bir araç-silah olarak fiilen işlevsiz hale gelen cephenin varlığını sürdüren güçleri için geçerli olan tartışma; bu güçlerin mevcut iktidar-diktatörlük karşısında aldıkları pozisyon, tutum ve buna bağlı olarak onların kurulan yeni iktidarda nasıl yer alacakları, nasıl temsil bulacakları ve KP’nin önderliğindeki proletarya diktatörlüğü altında bunların nasıl ele alınacakları vb. vs. meselesidir. İşte Y.D’nin yaklaşımı tam da burada bir tartışma arka planı taşır…

Bizlerin devlet-demokrasi anlayışı, halk sınıf katmanlarından olan bu halk sınıf güçleri ve siyasi temsilcilerinin iktidardan dışlanmadan söz hakkına sahip kılınması, yönetime dahil edilip yer verilmesi biçimindedir. Özetle bunlar, proletarya devleti-diktatörlüğüne karşı çıkıp gericileşmedikleri, dolayısıyla halk sınıf güçleri olarak demokratik ve devrimci niteliklerini korudukları taktide yasaklanamazlar. Dolayısıyla, sosyalist devlet ve anayasasına bağlı kalıp onu tanımaları şartıyla, bunlara demokratik meşru zeminde söz ve örgütlenme haklarını kullanma özgürlüğü tanıma, sınıf niteliklerine uygun olarak yönetime dahil edilip temsil hakkı verme biçiminde olmalıdır…

Ne ki, Y.D’nin genel anlayışı şurada sorunludur. Cepheden ve cephe üyeliğinden proletarya diktatörlüğünü savunmasını ve uygulamasını bekleyemeyiz derken, aslında şunu yapmaktadır; cephenin önderliğini yapıp iktidarda olan komünistler dışındaki diğer cephe güçlerini bu süreçlerin dışlamaktır. Zira, bunların proletarya diktatörlüğünü savunup uygulamayacakları söylenmektedir. Ancak, cephe döneminde komünistlerin önderliğini tanıyan ve önderliği altında devrime katılan bu güçlerin (en azından belli kesimlerinin), devrim sonrası iktidar döneminde de komünistlerin önderliğini tanıması, dolayısıyla proletarya diktatörlüğünü savunması ya da ona bağlı kalarak hizmet etmesi tamamen mümkündür. Elbette proletarya diktatörlüğünü uygulayacak olan komünistler veya bunların iktidarıdır. Ama devrimci halk sınıf ve katmanlarından olan ve cephe döneminde komünistlerin önderliğini tanıyan ilgili güçlerin belli bir kısmının (diyelim ki, milli burjuvazinin sol kanadı kaypak yapısına bağlı olarak devrime sırt döndü ama bunun dışında diğer bazı güçlerin), proleter iktidara hizmet etmesi, onunla birleşmesi ve onu savunması tamamen mümkündür. Bir kısmının gericileşeceğini düşünsek de diğer bir kısmının proletarya diktatörlüğüyle birleşebileceği ve onu savunacaklarını da düşünmek durumundayız ve bu bir gerçektir.

Y.D bunu mümkün ya da öngörmemektedir. Dolayısıyla, bunların proletarya diktatörlüğünü savunmayacağı ve uygulamayacağı görüşünden hareketle objektif olarak bunları toptan iktidar sürecinin dışına itmekte, dışında görmektedir. Böylece biricik olan komünistlerin diğer halk sınıf güçlerini dışladığı bir iktidar ya da yönetim biçimi tasavvur etmektedir. Devrim için ittifak edip cephe kurduğu bu güçleri devrim sonrası, devrim-iktidar dışına itmektedir. Kısacası, bu, Y.D’nin devlet ve demokrasi anlayışındaki soruna işaret etmekte veya ondan beslenen bir anlayış olarak yansımaktadır…

Birlik kategorileri

Sonuç olarak;

Tüm tartışmanın birlik zemininde geliştiği görüşünden hareketle, birliğin farklı nitelikler edindiği kategorik çerçeveyi tanımlayarak, tüm birlik muhtevasını halkın birliği biçiminde ele alan yaklaşımın hatalı olduğuna dönük eleştirimizi tekrarlayalım. Bizler birlik niteliklerini; komünistlerin birliği, sınıfın birliği ve halkın birliği olmak üzere üç ayrı nitel kategoride tanımlıyor ve bunun analitik bilimsel bir bakış açısı olduğunu düşünüyoruz. Bu üç kategorinin de spesifik özellikler taşıdığını, dolayısıyla nitel farklılıklar gösterdiğini ileri sürüyoruz.

Örneğin; a)- Komünistleri (ve komünistlerin birliğini), MLM ideoloji, komünizmin teori ve ilkelerini vb. vs. benimseyerek onun öngördüğü değiştirme pratiğine girmiş olan, sınıfın seçkin, bilinçli örgütlü müfrezesi-müfrezeleri olarak en ileri nitel bir kategoriyi temsil eden kesim olarak ve bunların birliği biçiminde ele alıyoruz. b)- Sınıfı (ve sınıfın birliğini), üretim araçları ve özel mülkiyet karşısındaki pozisyonları ve elbette vahşi kapitalist sömürü sistemi ve çarkından en çok etkilenerek ağır baskı ve sömürü altında bulunun en devrimci kesim olan işçi sınıfı/proletarya biçimde ele alıyor, ayrı-ayrı iş kollarında (ve hatta coğrafyalarda) bulunan bu bölüklerin devrimci kurtuluşları temelinde sınıf birliği temelinde kendi sınıf örgütlerinde birleşmeleri biçiminde ele alıyoruz. c)- Halk kavramını ise, proletaryadan küçük-burjuvaziye, tarihsel-toplumsal şartlara bağlı olarak ve izafi olarak devrimden menfaati olan milli burjuvazinin sol kanadını da içine alan-alabilen baskı ve sömürü altında olan fakat sınıfsal niteliği daha gevşek, devrimci karakteri proletaryaya oranla çok daha zayıf olup devrimci karakterini en geniş çerçevede tanımlıyor, bunların ortak çıkarları temelinde ve ortak çıkarı olan devrimde birleşmelerinden bahsediyoruz.

Nitelikleri dikkate alındığında her birinin farklı nitelik ve kategoriler taşıdığı ve ama hepsinin devrimde veya devrimin gerçekleştirilmesinde dinamik olduğu, dolayısıyla her birinin niteliklerine uygun olarak birlik nitelikleri biçiminde farklı kategoriler olarak ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Buna karşın, halkın birliği biçiminde özetlenen ve daha ileri nitel birlikleri bunun doğal bir süreci olarak ela alıp nitel önemlerini zayıflatan yaklaşımı hatalı buluyoruz. Komünistlerin ve sınıfın birliğini halkın birliğinin bir süreci olarak ele alıp, bunların halkın birliği için hayati önemde ve tayin edici rolde olduklarını silikleştiren, aynı zamanda onların öncelik ve birer ön şartlar olarak halkın birliğini olanaklı kılan birlik aşamaları-nitelikleri olarak öncelikli birer zorunlu süreçler olduğunu unutan ya da yadsıyan yaklaşımı hatalı görüyoruz. Toptancı olup, analitik metottan yoksun ve bir o kadar da komünistlerin ve sınıfın birliğini önemsizleştiren hatalı yaklaşım olarak görüyoruz…

Diğer birlik biçimlerini öngörerek kabul etmek, hatta ikili-üçlü birlikleri öngörmek ve fakat aynı yazı içinde dönüp bu birlik biçimlerini eylem birlikleri olarak değerlendirmek elbette sığdır, kafa karışıklığıdır…

Yazının ilk bölümü: Birliğin Kapısına Vurulan Kilit Bilime Değil Önyargıya İşarettir- 1

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü gazetesinde yayınlanmıştır.



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Editörün Seçtikleri Haberler