Bizimle iletişime geçin

Editörün Seçtikleri

Bağımsızlık ve diğer fanteziler / Ergin Yıldızoğlu

Bir merkez ülkenin lideriyle inatlaşmak, emperyalizmle mücadele, ulusalcı tavır anlamına gelmez. Emperyalizm sisteme ilişkindir. Bir ülkeye ya da lidere değil

Türkiye kapitalizmi derin bir ekonomik krizin içinde. Ortada bir yol haritası yok. AKP yönetimi bu yokluğu fantezilerle örtmeye çalışıyor: Emperyalizme karşı bağımsız bir Müslüman dünya gücü olarak yükseliyorduk. Bu yükselişi durdurmaya çalışan Hıristiyan emperyalizmin saldırısı altındayız.
Gerçekteyse durum farklı. AKP iktidara geldiğinde Türkiye “emperyalizme” bağımlı bir ülkeydi. AKP döneminde bu bağımlılık, siyasal İslamın devleti, kaynakları kontrol etmeye, çevre ülke neo-liberalizminden totaliter bir “ahbap çavuş” kapitalizmine geçmeye başlamasıyla hızlanarak arttı.
Dış kaynak gereksinimi olan bir bağımlı ülke, kendini döviz ve borç ödemesıkıntısı olarak hissettiren bir kriz başladığında, “emperyalist” ülkelerin krizi derinleştirme şantajlarına daha da açık hale gelir, baskılar karşısında direnme gücü hızla zayıflar. Türkiye şimdi bu noktadadır; sorumlu da bu bağımlı kapitalizmi yönetemeyen AKP liderliğidir.

Bağımlılık üzerine 

Bir merkez ülkenin lideriyle inatlaşmak, emperyalizmle mücadele, ulusalcı tavır anlamına gelmez. Emperyalizm sisteme ilişkindir. Bir ülkeye ya da lidere değil.
Emperyalizme bağımlılık başlangıçta, doğal kaynaklara ulaşmayı, bunları diğer büyük güçlerden korumayı amaçlayan, askeri ya da finansal yollarla sömürgeleştirme modeline dayanıyordu. Bir yeniden paylaşım savaşları döneminde yıkılan bu model, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD hegemonyası altında, dünya ekonomisine entegrasyon biçimini aldı. Sömürgeler kendilerini yönetme hakkını elde ederek adeta siyasi bağımsızlıklarını kazandılar. Ancak bu ülkeler, mal ve sermaye ihracat piyasaları, ucuz işgücü kaynağı olarak “emperyalist” ülkelerin sermayelerinin kullanımına açık kaldı. Yeni “bağımsız devletlerin” işlevi de bu açıklığı korumak, halkın rızasını alabildiği sürece demokratik yollarla, itirazlar başlayınca da giderek daha otoriter rejimlerle yönetmekti.
Bağımlı ülkelerin ekonomileri uluslararası sermayenin değerlenme gereksinimlerine göre şekillendiğinden, ülke içinde üretilen artık-değerden, “dışarı”, kronik bir kaynak transferi söz konusudur. Bu transfer sonucu oluşan kronik birikim açığını kapatmak, ekonomiyi işletebilmek için de kronik bir borçlanma (mali sermaye girişi) gereksinimini yönetebilmek gerekir. Kronik kaynak açığı – sürekli borçlanma diyalektiği belli aralıklarla döviz ve borç krizlerine yol açar.
Kapitalizmin yapısal krizi içinde bağımlı ülkelerin krizleri sıklaştı: 1980’lerin başında borç krizi, 1990’larda Meksika, Türkiye, sonra Asya krizi, 2001’de Arjantin ve Türkiye krizleri yaşandı. “Emperyalizm” bu krizleri, bağımlı ülkelerin ekonomilerini, kimi zaman siyasi yapılarını neoliberal model uyduracak, değer transferini hızlandıracak biçimde yeniden şekillendirmek için kullandı. Bu basitleştirilmiş modelde dış kaynak gereksinimi, sürekli borçlanma, “emperyalizme” bağımlılığın temelini, siyasetin ayağındaki zinciri oluşturur. Bu zinciri kopartmayı tartışmadan bağımsızlıktan konuşmak yalnızca durumu destekleyen bir fantezidir.

Bir kısır döngü 

Bu zinciri kırmak için, kırma sürecinde halkın refah düzeyini koruyacak, “kırmanın” gerektirdiği yeniden yapılanmayı destekleyecek kaynaklar gerekir. Bu gereksinimi karşılamak için büyük güçler arası rekabetten yararlanmaya kalkmak, bağımlılığın bir “emperyalist” güçten öbürüne geçmesinden başka bir anlama gelmeyecektir. Bu geçişin jeopolitik faturası, ülkenin toplumsal dokusunun çözülmesine yol açabilecek düzeyde yüksek olabilir.
Kısacası gerçek anlamda bağımsızlık bu kısır döngünün kırılmasına, ülke kaynaklarının ülke içinde kalmasına olanak verecek bir yapılanmayı gerektirir. Bu yapılandırma, kapitalizmin ufku içinde gerçekleştirilecekse, yapılanmayı destekleyecek kaynaklar nereden gelecektir? Bu sorunun bir cevabını dış borçlara ve gelir dağılımına bakarak bulabiliriz: Ahbap çavuş kapitalizminin yağmalama mekanizmaları kırılmalı, rant ve talanla oluşmuş servetleri ekonominin içine çekmenin yolları bulunmalıdır.
AKP yönetimi bu yolları bulamaz. Aksine, dış kaynakların gelmek için dayatacağı koşulları benimsedikçe, ekonomide, halkın refahında ciddi bir gerileme yaşanacaktır. Egemen sınıf da bu gerilemeyi paylaşmak yerine, servetini artırmaya devam ederken, yükün halkın sırtında kalması için milliyetçi fantezileri, devlet şiddetini, totaliter kontrolü yoğunlaştıracaktır. Türkiye kapitalizmini bu çıkmaz sokağa, AKP’de temsil edilen siyasal İslamın fantezileri, siyasi ihtirası ve açgözlülüğü, emperyalizmle ilişkileri sokmuştur.

Bu yazı ilk olarak Cumhuriyette yayımlanmıştır



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Editörün Seçtikleri Haberler