Bizimle iletişime geçin

Editörün Seçtikleri

Aşk ve tercih hakkı üzerine bir deneme

Yeni bir aşk anlayışı mümkün ve elzemdir. Mutluluğun resmi anca aşkla çizilebilir. Aşkla çizen ressam özgürlüğü hissetmiştir.  Özgürlüğün rengi aşktır

Doğada, toplumda ve insanda olay ve olgular duygu ve düşünceleri anlatabilmenin yollarından hiç şüphesiz görselliktir. Duygularını ve fikirlerini okuyucularına haz veren bir dille hissettirebilen nadide şairlerimizden Nazım Hikmet görsel anlatımın soyutluğu somutlaştırmada etkin bir yöntem olduğunu düşünmüş olmasından gerek ‘’mutluluk’’ gibi soyut bir kavramın resim sanatı marifetiyle daha doyurucu bir şekilde anlatabileceğini varsaymıştır. Bu varsayımdan ötürü ressam dostu Abidin Dino’dan mutluluğun resmini çizmesini istemiştir. Gönlünün karartısı bir damla mürekkep ise ve bu mürekkepten ibaretse beyaz kâğıdın üzerine düşen gölgeler. Nazım’ın nakış nakış işlediği kilim bu siyah beyaz dünyadır, diyebiliriz.  Yaşamın envai çeşit rengini Nazım kaleminin marifetiyle kâğıda yansıtır. Kâğıt ve kalemden mürekkep şiir alemi siyahın beyaza cemre gibi düştüğü bir soyutluktur. Ancak çerçevede yaratılan düşüncelerin ve duyguların hükümranlığı somutluğa daha yakındır. Resim gibi görsel sanatlar gerçekliğe daha yakın sonuçlar ortaya çıkarır.

Soyutluğu ziyadesiyle olay hadise ve gaileleri somutlaştırmak ister istemez bazı öznellikleri taşır. Mutluluğu resmini isteyen Nazım’ın gayesi neydi, pek bilinmez şu gerekçeyle istemiştir demek ancak öznel yorumlar olabilir. Yine de şairin yaşadığı dönemi özel ve genel koşullarını bilmek nesnelliğe ve gerçek sebebine yaklaşmamızı sağlaya bilir. Nazımın mutluluk olayındaki sır perdesini aralamak için değil de bu örnek üzerinden hemen hemen her insanda olabilen ‘’ anı ölümsüzleştirme’’ kaygısını irdeleyip ana temaya ulaşmaya gayret edeceğiz.

Birçok fotoğrafın hikayesi yaşanan bir olayı ya da hadiseyi gelecek zamana taşıyıp unutulmayı engelleme ve başkalarıyla paylaşma isteğiyle başlar. Kimi zamanda mevcut yaşanılmışlığı muhafaza etmekle ilintilidir. Hep o anı yaşamakla ölümsüzlük sağlamaya çalışılıyor, olabilir. Ancak yaşam ve doğanın ölümsüzleşebileceği bir gerçekliğin olmadığını sonsuz devinimiyle biz yaşayanlarına gösteriyor. Yaşam üzerinde kurbağaların sefahat yaptığı nergis çiçeklerinin açtığı durgun bir göl hiç olmamıştır. Yaşam dağlardan yer altı sularından oluşmuş vadileri ovaları ve kentleri aşan coşkun ırmak suları gibi bir anı diğerine benzemeyen hareketlilik ve çeşitliliktir. Yaşamda ki çelişkiden dolayı kozmos İngiltere’de ki Mademe Tousot müzesinin balmumu heykelleri gibi donuk kalmaz. Hele ki mutluluk gibi ancak somutlaştığında anlam bulacak bir kavram zamandan ve koşullarından koparılmış bir donuklukla tanımlamak zordur. Mutluluk ve benzeri soyut kavramları kendi koşulları içerisinde tarihsel serüvenini gözeterek somutlaştırabiliriz. 19. YY. ütopyacıları gerçek yaşamı bilinmez bir yerde sabit bir zanda inşa ettiler. Bu ütopyalarda geçmiş ve gelecek belirsizdir. Fizik ötesi fantazyalar da yoğun yaşama dair kaygılar seyrektir. Peter Pan’ın ütopik Neverlan diyarında onun yaşandığı kaygılardan uzak yer çekiminin peri tozuyla hükümsüz kaldığı ve ütopya üyelerinin hep çocuk kalıp yaşlanmadığı gerçekliktir. Hoş ütopyanın düşmanlarından biri zamanı hatırlatan tik tak sesleriyle engin suların karartısı koca ağızlı timsahtır.

Bir çoğumuz aşkı ve diğer mutlulukları böyle yaşamaya çalıştığımızdan nesnel gerçekliğin tornasından parçalanarak zamanın törpüsünde de toz olup geçerek yaşıyoruz. Nesnellikle uyuşmayan bir aşk tahayyülünün melankoliye evirilmesi kaçınılmazdır. Hayatın ve doğanın kaidesi anı mutlaklaştırmaktan çok uzaktır.

Pandora’nın kutusu açıldığında sisin içinden birçok melanet kozmosa yayılmıştı. Ve insanlık yaşama anlam veren umudun arayışçısı olmuştu. Umutta kutudan yayılanlarda soyut gerçekliklerdi. Soyut nesneler somut nesnelerle bağıntısı ve ilişkilendirilmesi ölçüsünde tanımlanabilir. Bundan dolayı pandoranın kutusunda bir giz olarak akaln umuda aşkı tanımlayarak ulaşmaya çalışacağız. Aşk pandoranın kutusunda saklı kalan umudu açığa çıkaracaktır, hiç şüphesiz. Aşk bence pandoranın kutusunun vidalarını gevşeten bir torna vida gibidir. Zira acının hükümranlığında aşk umuda benzer. Böyle zamanlarda aslında hayatı kuru dallarda yeşilleyen dünyaya devrimlerle özgürlüğü kazandıran her anlam umuda benzer. Efendileri korkutan köleleri yeni isyanlar için onduran her şey biraz aşka benzer. Bu nedenden dolayı köleyi dirilten abı hayat suyu gibi olur aşk. Düzenin zapt edilmez ayartması aşkına ateş kızıllığıyla ayılır ve devrime tav olur.

Pandoranın kutusundan çıkardığımız aşka bir tanım getirme zamanı geldi. Aşk karşı cinse ya da yoğunluk nesnesi bir alana tutkulu ve yoğunlaşmış sevgidir. Aşkın diğer diğer sevgilerden ayrımı tutkulu sevginin bir öznede ya da bir alanda odaklanmasıdır. Aşkın somutlaşmış her diyarda herkes için geçerli olabilecek ‘’aşk budur’’ diyebileceğimiz levhasal formülasyonu bulunmuyor. Aşk için farklı formülasyonlar öngörüle bilir ve farklı veçheleri pekâlâ olabilir. Tarihin üst yapısal yatağında biçimlenip halvete girer. Tarih ve tolumun herhangi bir evresinde ki içkinliği başka bir evrede değişime uğrar. Tarih içi bir kavram olan aşk bu değişimlerin yanında yeşerdiği ikliminin rengini kokusunu veya kekremsi ya da meyvemsi tadını alır. Aşk tarih boyunca ortak bir öz taşımakla birlikte her toplumda ve bu toplumların belirli bir evresinde ki momentte biçimsel farklılıklar arz eder. Bu farklılık kuşkusuz aşkın tarihi kadar eski olmasından kaynaklanır. Aşk mitlerin masalların sinema gibi modern anlatımların ana temalarından olagelmiştir. Bu vesileyle binlerce yıllık kültür mirasının ve toplumsal belleğin önemli bir parçasını aşk oluşturuyor, dersek doğru bir tespit yapmış oluruz. Aşk belleğin kültürün önemli bir taşıyıcısıdır. Mem ü Zin masalı Kürt kültürünün ve toplumsal belleğin bir ifadesi ve taşıyıcısıdır. Tüm sebeplerden feyz alarak aşk için duyguların ve duyumların yeşerdiği günden bugüne var olan tarih içi bir tecrübedir, diyebiliriz.

Tarihsel bir kavram olarak aşk zamana ve mekâna yenilmez. Ama zamanın ve mekânın parametrelerine göre nitelik ve biçim değiştirir. Her dönemde egemenler aşkta dahil bütün üst yapı olgularına nitelik ve biçim verir. Aşk bundan üst yapısal değişimlerden etkilenir. Lakin insanlıktan bu yana süregelen tarihsel mayasını her döneme serpiştirir aşk. Zira aşk tarihin devinimini sağlayan özgürlük itkisi gibi bir insanal özden demini alır. Dayanışma gibi, empati gibi, aşkta insan genetiğin kodlarındadır. Aristoteles insan için zoon politikondur.  Bu insanın yalnız yaşamayacağını toplumsal bir canlı olduğuna işaret eder. Dolayısıyla insan mutluluğa ancak diğer insanlarla olan ilişkisi içinde ulaşabilir. Bir insan anası yavrusuyla nasılda çıkarsız karşılıksız ilgilenir. Ananın yavrusuna duyduğu bu tutkulu ve yoğunlaşmış sevgi insan doğasının mayasında aşkın olduğu göstermektedir. Toplumsallıktan tecrit edilmiş bir insan imgesi tahayyülü ne kadar gerçek dışıysa insanı aşksız düşünmekte o kadar nafile bir düşüncedir.

İnsan bireyselliğini toplumsallaşarak yaşayacağını bilir. Komünist manifestoda ki ifadesiyle ‘’bir kişinin özgürce gelişi herkesin özgürce gelişiminin ön şartıdır’’ vurgulanan toplumsallıkta ‘’ben’’ler kendi varlığını ‘’bizi’’ oluştururken ‘’biz’’ in varlığı da ‘’ben’’ ‘’ben’’lerin özgürce gelişimini sağlar. Gönüllü birlikteliğin var olduğu iklim böylesi bir temel üzerinden yükselir. Özellikle neoliberal dönemin modernetisi gönüllü birlikteliği ideolojik aygıtları ve türlü kültürel kurumlarıyla iğdiş ederek birey-birey birey-toplum ilişkisini metaların dünyasıyla sarıp sarmalar. Artık gönüllü birlikteliğin bir anlamda işbirliğini yerine hiyerarşi özne -nesne (belirleyen,belirlenen) ve toplumsallıktan kopuk bireysellikler ikame edilmiştir. Modernetide ilişkiler istek ve tercihlerin sonucu olarak değilde zorunlulukların sonucu olarak ortaya çıkar. Üretici güçlerin gelişiminin bu kertesinde mübadele, kar e meta ilişkileri toplumsal yaşamın belirleyenidir, varlık nedenidir. Diyarımızda metasal formasyon kadını reşit olmasını pedagojik gelimini sağlamdan bağlı kıldığı kapattığı ‘’baba evinden’’ mübadele eder. Böylece bağlı kılınır ‘’kocaya’ kul edilir. Feodal toplumsal formasyonun bir virüs hızı ve azgınlığıyla yayılan kapitalizme teslim oluşuyla yeni çağın uygarlığı kadınların eski dönemlere göre bir özgürlük alanı sağladı, dersek yanlış bir tespit yapmış olmayız. Böyle bir özgürlük çeşitli yanılsamaları da beraberinde getirmiştir. Feodal uygarlıkta kadın ev içi emeğin biricik biricik kaynağı olması yanında soyun çoğalmasının tek aracıydı. Bu kural günümüz modernizminde de genel geçer haliyle var olmaktadır, tabi çözülme emareleri de vardır. Kapitalist uygarlığın pırıl pırıl parlayan vitrini kadınlardır. Sistemde yapılan düzenlemeler, değişiklikler yaşama ve topluma dair gelecek vaatleri genellikle kadın bedeni teşhirine dayalı ‘’halkla ilişkiler çalışmasıyla ifşaa edilir. Modernizim aşkı da kadın üzerinden yeniden kurgulayarak aşkı metalar dünyasına göçertir. Kapitalime göre aşk iyi bir pazarlama malzemesidir. Şimdilerde bir tv dizisine konu olduğu üzere aşk ‘’kiralık aşk’’tır. Pek ala modernizm aşktan meta Pazar hesapları dışında neyi murat ediyordur, acaba? Modernizim itinayla oluşturduğu toplumsal mühendislik aşk gibi insan varoluşunun temellerini toplum denetimi niteliğiyle kullanabiliyor. Tek tipleştirme şiddet ve militarizm dahi aşka nüfus ederek düzenin yeniden üretimi için kullanılabiliyor. Şiddet ataerkil yapıdan beslenir. Militarizm şiddet kültürü olmadan sürekliliğini sağlayamaz. Gönüllü birlikteliğin yerini ‘’parayı verenin düdüğünün çaldığı’’ mülkiyet dünyasının hükmü almıştır. Aşkın sinyallerini düzenin ideolojik kodları olarak görmek gerekiyor artık.

Ataerkil yapının kültürel kodları kadının statüsüzlüğüne köleleşmesine göre evirilmiştir. Tercih hakkı konusunda erkeğe öldürme dahil geniş hakları tanırken kadından beklenilen sadakat ve cins görevleri ile sınırlandırılmıştır. Törelere bağlı topluluklarda tercih hakkından kadın için bahis açmak şiddete hata ölüme davetiye çıkarma olabilmektedir. Kapitalizmin ‘’prestijli’’ bireyi kese ağırlığıyla belirlenir. Dolayısıyla meta ilişkileri aşkın ve tercih hakkının köküne kibrit suyu dökmüştür. Kapitalizmin çit devrimlerine takılıp düşmeyen geleceğin toplumu kapitalist hükümranlığın bağrında doğuyor. Karanlığın içinden çıkıyor kadın prometeler ve fecir söküyor kızılca kıyametin ardından.  Umut doğuyor.

Gönüllü birliktelikte erkeğin Sezar edasıyla baş parmağını aşağı çevirip hükümler verdiği ayrıcalıklı role yer yoktur. Kadının elinde hançeriyle Sezar’ın arkasında ki Brütüs olduğu her daim rolü de  tedavülden kalkmıştır. Şüphesiz eşit ve özgür toplumun (ilişkilerin) yuvasını devrime kanat açmış dişi kuşlar kuracaktır. Elbette devrimi ezilenden bekleyeceğiz. Aşkta devrimi de kadınların yapacağını öngörmek boşlukta kalan bir tespit değildir.

Aşkın ve diğer sevgilerin nasıl yaşanması gerektiğini belirleyen kuralları, denetim mekanizmaları yoktur. Zira aşk hesapsız, karşılıksız vermek ve karşısındakinin mutluluğuyla mutlu olmaktır. Aşkın fideliğinde ki yeşil iklim buharlaştığı an güven çanları çalmaya başlar ve aşk kendini yadsır. Ayrılığın ve beraberliğin kolaylaşması için bireylerin aşkın kendimizden önce karşımızdakini sevmek onun mutluluğunu esas almak, almayı eğil vermeyi temel almak ve aşkın gönül tercihi olduğunu bilmek gerekir. Tutkunun yitirildiği yerde aşk silikleşir ve bireylerden birisi tutkusunu yitirmişse ayrılmak oldukça makuldür.

Paslı bir iğne, tozlu bir gramofon üzerindeki bozuk bir plak üzerinde gezinir. Arkaik kültürün kapalı toplumların kendini statüsüz bırakan modernizmin versiyonları metalik sesleriyle cızırdar. ‘’ Bu ayıp! Bu günah! El ne der sonra? Ayak ne der?’’ ( A.Z. ÖZER)  Ve aşk toplumsal meşruiyet aramaz. Ellere ve ayaklara göre meşruiyet arayan zorunluluktan kurtulamamış demektir. Yeni bir aşk anlayışı mümkün ve elzemdir. Mutluluğun resmi anca aşkla çizilebilir. Aşkla çizen ressam özgürlüğü hissetmiştir.  Özgürlüğün rengi aşktır.

* Tutsak bir Partizan tarafından gazetemize gönderilen yazıdır.



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Editörün Seçtikleri Haberler