Devrimci siyasetin post modern yapısallık bağlamında günümüzdeki varoluş biçiminin kendisini yakın bir gelecekte olumsuzlayacağı bilimsel bir gerçektir. Toplumsal süreçlerde ortaya çıkan yeni eğilimlerin devrimci olduğu yanılsaması küçük burjuvazinin hayallerini süsleye dursun, sonsuz ve sınırsız olan evrende sonlu olan olaylar nesnel yasaların denetiminde doğar, büyür, yok olur ve yerini başka başlangıçlara ve olaylara bırakır.
Devrimci siyasete giydirilmiş bir deli gömleği olarak post modern düşünce tarzının, insanın tarih boyunca gerçekle olan ilişkilenme arayışındaki son durak olduğunu iddia etmek özdeksel tarih anlayışını terk etmek anlamın da gelmektedir. Küçük burjuva sosyalistlerinin kendilerini içine düşmekten alıkoyamadıkları bu zamane girdap döngüsünün ürettiği estetik, değer, kültür, davranış ve siyasanın niteliği, proleter devrimci dalganın geri çekildiği koşullarda tam olarak henüz anlaşılamaması normaldir.
Günümüzdeki devrimci siyasetin modernizm sonrası yapı bozumunun kendisini sınıf mücadelelerinin nesnel yaşamı ifade eden doğası karşısında olumsuzlamayacağını iddia edebilir miyiz? Sınıflı uygarlığın ürettiği hiçbir paradigma yoktur ki doğanın, toplumun ve bilincin evriminde geçerli olan evrensel yasalar tarafından denetlenip olumsuzlanmasın. Devrimci proleter ilke, değer ve kültürden sessizce uzaklaşarak kapitalist modernitenin gönüllü üreticilerine dönüşen sol orjinli öbekler, aynı zamanda kendi başkalığı olan modernite sonrası yeni tipte çağdaş köleliğin katkıcılarına dönüşmektedirler.
Toplumsal ilişkileri sadece insan merkezli değil, aynı zamanda yeryüzündeki türdeş yaşamın gereksinimlerine uydurma bağlamında mevcut nesnel gerçekliği dönüşüme uğratma amacı taşımayan paradigmaların sol içinde bu kadar rağbet görmesinin kökleri ideolojik ve tarihsel olarak daha da derinlerdedir. Doğaya ve yaşama sirayet etmiş gerçek ilişkileri çözümlemeden “yeni” etiketiyle ortaya çıkmış düşünsel formasyonların niteliğini belirlemek mümkün olmamaktadır. Bu anlamda dönüşüm yoluyla post modern yapıkırıma uğramış olan devrimci siyaset praksisinin niteliğini açıklamaya çalışmadan önce, böyle bir değişimin içinde gerçekleştiği değer, kültür ve paradigmalar bütününden oluşan dünyayı biraz tarif etmek gerekiyor önce.
Yalnız konumuza tam olarak geçmeden önce burada bir önemli hatırlatmayı yapmak istiyoruz: Eski yıllarda konumuz post modernizmin devrimci siyaset üzerindeki etkilerini gözlemlemekle sınırlı kalırken, artık günümüzde bu konuyu tam teşekküllü olarak dönüşmesini tamamlamakta olan yapısal bir sorun olarak değerlendirmekteyiz.
Rönesans sonrası 18.yy aydınlanma çağıyla beraber Descartes, Spinoza, Locke ve Bacon gibi modernitenin önde gelen filozoflarının insan aklına, nesnel bilgiye ve dönemin keşiflerine yüklediği pozitivist anlamlar post modern dönemin entelektüellerince daha bulanık ve anlaşılmaz bir hale getirilmiştir. Post modernizmin karakteristik yapısından türeyen ve aynı zamanda onu besleyen bilinmezliğin, esrarın ve yarı gizemciliğin sarhoş edici etkisi hızlı bir biçimde yaygınlaşmaktadır. İlahi olandan dünyevi olana geçiş sürecinde tabiat ve toplum süreçlerinde işletilen deneysel, indirgemeci ve mekanik akıl yürütme yöntemi yerini, yaklaşık sınırları belirgin olmayan gerçeklik algısıyla mitos karışımı bir bulamaca bırakmıştır. Böylelikle doğa üstü tanrısal buyruğun doğanın kendi gerçek yasalarıyla yer değiştirme çabaları, kapitalizmin bu son evresinde insanın kendisindeki tanrının anlaşılmaz buyruğuyla yer değiştirmektedir. Devrimci siyasette bu anlamdaki değişimin izdüşümleri, kurumsal işleyişi tanımama, doğanın kendi bilincindeki yansısını kolektife dair ortak sınıf bilincinin yerine idame etme ve kendi geçmiş bireysel anlatısını bütün tarih boyunca ortaya çıkmış olan büyük anlatıların yerine koyma şeklinde ortaya çıkmaktadır. Özdeksel tarih özelliğinden ve dolayısıyla sınıfsal dokusundan çıkarılan bir düşünce modelinin posaya dönüşmüş olacağı bir gerçektir. Yerelliğin ön plana çıkarılarak evrensele dair tarif edilebilir görüngüsel bağlantıların belirsizleştiği bir dünyada siyaset, devrimci niteliğinden uzaklaşarak mikro milliyetçilik ve inanç sektörünün hizmetine koşullanacaktır.
Geleneğimiz saflarındaki politik aktivistlerin önemli bir kesiminin işçi sınıfı siyasetini Dersim/Alevi/Zaza gibi bölgesel kültürel isimlendirmeler ve eklektizme yol açan kavramlaştırmalarla yapmaya çalışması bu konuya tam yerinde bir örnek olarak verile bilinir. Aslında sorun olan, bölgesel kültürel dernekler kurmak yada bu bahsini ettiğimiz yerel motiflerle ilişkilenmek değildir. Evrensel olan işçi sınıfı devrimciliği ve siyaset yapma biçimini Alevicilik yada Dersimcilik gibi yerel unsurlarla harmanlamaya kalkışmak sosyalist siyaseti, bilimsel özelliklerinden soyutlayacağı için böyle bir metodoloji kaçınılmaz olarak gericilik üretmekle sonuçlanacaktır.
Ayriyeten post modernizmin temel eğilimlerinin başında gelen, yerelliğin yerine bireyin kendisini geçirdiği zaman-mekân dokusuna dair oynanmış bilinç, aynı zamanda devrimin karşısına çıkan bir bilince de zamanla yol açabilmektedir. Her ne kadar post modern düşünce kapitalist modernitenin toplumsal yaşam alanlarını düzenleyen projelere bir tepki temelinde kendisini ifade etmeye çalıştıysa da, bu durum modernizm içinde bunalmış günümüz insanının bir silkinme ve kendine dönme eğilimi olarak tarif edilmekten oldukça uzaktadır. Post modernizmin özgürlüğü tarif biçimi ideolojilerden ve insani değerlerden yalıtık olmayı ön görürken, bilgiden ve dolayısıyla bilginin bütün tarif edilme biçimlerinden nedensiz olarak şüphe duymaya ve gerçekliği sürekli çarpıtılır bir süreğenlik içinde tutmaya özen göstermek şeklinde kendisini ifade etmektedir.
Günümüzde önemli bir kısım devrimci siyaset bileşenlerini de etkileyerek içerisine alan post modern tarz siyaset hali, bütünlüklü bir metodolojiden uzak duygu ve hislere dayanan kişisel bir yol izlemeyi tercih etmektedir. Egzotik, kutsal ve nadir olan, yani popüler kültürün başlıca tüketim konuları dışındaki hiçbir nesnel alan bu eğilim tarafından ciddiye alınmamaktadır. Genelde devrimci saflarda özelde de belirgin olarak Kaypakkaya geleneğinde bırakalım kitle sosyolojisini, bizzat örgütsel sosyolojinin ezici çoğunluğunun bu bahsini ettiğimiz popüler kitle kültürünün egzotik/ajitatif nitelikli başlıca tüketim konularına ilgisi açık bir şekilde gözlemlenmektedir. Bu tarz siyaset üretimi aynı zamanda, insan denen tarihsel öznenin kendisini vasıfsız bir politik üretim aracı derekesine indirgemesi anlamına da gelmektedir.
Post modernizm, küreselleşen uluslararası kartellerin denetimindeki zorunlu ihtiyaç temelli olmayan tüketim toplumunun sınırlarını alabildiğince genişletmiştir. Hatta tüketim ve pazar ilişkisinin geleneksel bilindik biçimlerini yeniden tarif etmiştir dersek abartmış sayılmayacağız. Ticaret ve özel mülk rejiminin tarihi boyunca manevi değerler, kültür, anlatılar, edebiyat, mimarlık ve siyaset popüler kitle kültürünün konusu olan alana bu kadar kolay bir şekilde lokma olmamıştır. Dikkat edilirse eğer, devrimci sosyolojinin ezici çoğunluğu açısından artık nadir olan şey, proletarya için kullanışlı bilgiler olmaktan çok, bireyin toplumsal sistem içerisindeki ayrıcalığını kolaylaştırıp okşayan emeksiz çabalar olduğu gözlemlenecektir.
Moral değerleri, iyilik eylemi, yardımlaşma ve fedakâr tutumlar, her şey ama her şey reklam dünyasına düşen yeni bir meta gibi pazarlanmaktan ve küçük burjuva palazlanmanın kaldıraçlarına dönüşmekten kendisini kurtaramamaktadır. Devrimci kitlelerin çoğunlukla bu durumu kabullenir bir avanaklık içerisinde olması gibi nedenlerle dönemin örgüt ve kadro kültüründe ciddi bir post modern yapı kırım eğilimleri güçlenmektedir. Nesnel alanı temel alan devrimci üretimlerin ilgi görmemesi hatta alaya alınması meselesi politik lümpenliğin tarifinde derinleşmektedir.
Post modern paradigmalar tarafından yönetilen politik örgütlerde işçi sınıfının dünyayı değiştirme apraksisine konu olabilecek olan nesnel bilgilerin gözden düşmesi hadisesi, gittikçe devrimci aydınların kuşatılıp etkisizleştirilme çabası gibi gerici harekete dönüşme rizikoları barındırmaktadır. Çünkü elverişli olanın yada kullanışlı olan şeyin tarifi tıpkı bütün kavramların tarifi gibi değişmiştir artık. Burjuva akademik kürsülerde yada İnternet dünyasındaki sanal politik ağlarda tıpkı metalarda olduğu gibi dolaşım değeri kazandırılmamış hiçbir yapay gerçeklik bu bilinç sahibi kesimler tarafından bir değer olarak görülmemektedir. Post modern ahmaklık, modernitenin ortadan kaldıramadığı kutsallıktan bunalması bir tarafa, adeta arkaik zamanlardan hortlayan bir kutsallık kültünü yeniden yaratmakta kalmamış, aynı zamanda kutsal olanı kendindeki tanrının bir kurbanı yapmaktan da çekinmemiştir…