Mehmet Akkaya’nın Din Felsefesi Dinin Tarihsel Materyalist Eleştirisi ve Bedraeddin Devrimi isimli kitabı Belge Yayınları’ndan çıktı.
Mehmet Akkaya kitabıyla ilgili olarak şunları yazdı:
”Yeni bir çalışma ile entelektüel dünyaya bir kez daha merhaba demek istiyorum: Din Felsefesi. Tarihi materyalizm ve din felsefesi temalı bu yeni çalışmada dinsel inanç ve anlayışların serüvenini, düşünce tarihi çerçevesinde ve bir ölçüde de onun içinde ele alarak başlangıcından günümüze kadar getirmiş oldum. Beş başlıktan oluşan bu çalışma, genişliği ve içeriği bakımından Türkçede yazılmış özgün kitaplardan biridir diyebiliriz. Materyalist din felsefesi çerçevesinde düşündüğüm bu çalışmanın, kitabın adını ve bilhassa alt başlığını yansıtan bir özelliğe sahip olduğunu hiç çekinmeden söyleyebilirim. Aynı durum kitabın ana bölümleri için de geçerlidir. Bunları bir kez daha anmak isterim: Batı Antikçağ ve Ortaçağ Felsefesi, Doğu Antikçağ ve Ortaçağ Felsefesi, Tasavvuf ve Alevilik/Kızılbaşlık, Marx, Marksizm ve Din, Şeyh Bedreddin Devrimi. Bilhassa Bedreddin ve Bedreddin hareketi ile Marx ve Marksist hareket arasındaki benzerliğe vurgu yapmak istedim.
Eserin, bir başka ilginçliği de Alevi/Kızılbaş/Bektaşi inancına dair sergilediği içeriktir. Bu inanç topluluğu başlangıcından beri hiçbir otorite ile uzlaşmış değildir. Hristiyanlık bile kurulduktan 300 yıl sonra Roma devleti ile uzlaşmıştır. Oysa Alevi/Kızılbaş toplulukları her dönemde devletlere, kurulu düzenlere, beylere, paşalara karşı direniş hattında konumlanmıştır. Cumhuriyet tarihi boyunca da bugün de böylesine bir direniş çizgisini terk etmiş değildir. Bu özelliğiyle yeryüzünde tektir, özgündür denilebilir. Zaten Bedreddin Devrimi’ni konu edinen bir çalışmada bir başlık olarak yer almasının da manasını bu noktada aramak gerekir. Konuya ilgi, gün geçtikçe artıyor, bu artışı literatür artışlarından da anlamak olasıdır.
Kitapta, dinselliğin bir coğrafyaya veya tarihin yalnızca bir kesitine özgü olmadığını, evrensel bir ilke olarak insanlığın yaşamına paralel olarak kendini var ettiğini göstermeye çalıştım. Yine de başlangıçta “din değil ‘laiklik’ vardı”, anlayışının da altını çizmeyi ihmal etmedim. Çünkü dünyevi olan din değil, “laik” yaşamdır. Laiklik modern bir terim olduğu için tırnak işareti içinde gösteriyorum. Adına laiklik denilmese de dünyevi yaşam en eski çağlardan beri dinsel yaşamı önceleyen bir olguydu. Bu yüzdendir Marx ve Engels ısrarla dine değil dünyevi olana işaret etmişlerdir. Onlar için laiklik de kuşkusız ki bir dindir. Burjuvazinin yeni dini laiklik, aydınlanma ve burjuva hukuku gibi kurumlardır. Bunlar tıpkı klasik dinler gibi komünizm ile birlikte yok olacaklardır. Bu anlayışı kitapta tam ve eksiksiz yansıtabildiysem kendimi mutlu hissederim.
Marx ve Engels için teoloji, din, Tanrı ve her türden metafizik fenomenler ve düşünceler bağımsız değillerdir. Bunlar sosyal gerçekliğe, üretim biçimlerine, mülkiyet şekillerine bağlı olarak var olmaktadırlar. Sosyal ve ekonomik süreçler değiştikçe bunlar da değişirler. Genel olarak Batı felsefesi ile Doğu felsefesini karşılaştırmak, bu çalışmanın sınırlarını da amacını da elbette ki aşardı. Bunun yerine din felsefesi ve Bedreddin’i dikkate alarak bir karşılaştırma yapılmıştır. Batı’da olduğu gibi Doğu’da da gördüğüm şudur: Din felsefesi adı altında yapılmakta olan büyük oranda seküler/dünyevi felsefe olmuştur.
Homeros’tan Ksenophanes’e dek, Pythagoras’tan Augustinus’a dek bütün düşünürler, dünyevi olandan hareket etmişlerdir ama dinsel görünümlü felsefeler kurmuşlardır. Kitabımda bu durumun aynısını Doğu felsefesinde de gördüğümüzü iddia ediyorum. Yani çalışmamda, El Kindi ile başlayan Farabi ile devam eden filozoflar kuşağının yaptıkları felsefelerin “İslam” sıfatıyla ifade edilmesine itirazlarımı yazmış oldum. “İslam Felsefesi” yerine “Doğu Ortaçağ felsefesi” terimini öneriyorum. Gerçi Ortaçağ felsefesi ifadesinde de “Orta” gibi negatif değer yüklü bir sözcük olduğu için bunun da tartışılması gerekir. Bu konuda da pek çok tartışma açtığım kanısındayım.
Kitapta tasavvuf düşüncesinin dünyevi olan ile dinsel olanı birleştirdiği de ileri sürülmüştür. Bilhassa Alevi/Kızılbaş tasavvufu, dinlerdeki katı kuralları ve dogmaları aşarcasına yeni bir dinsel anlayış getirmiştir. Buna “dinsel olmayan din” bile demek mümkündür. Bedreddin’de açıklamasını bulan tasavvuf, ekonomik-sosyal ilişkilerle inanç fenomeni arasında bir bağ kurmuş ve çubuğu dünyevi olana doğru fazlaca bükmüştür. Çalışmada sıklıkla ekonomik olgulara dikkat çekmem bu nedenle gerekli olmuştur. Bedreddin Doğu’ya entelektüel seyahate çıkarken bagajı bir hayli boştu. Oysa döndüğünde entelektüel bagajının epeyce dolu olduğunu, detaylar da vererek açıklamaya çalıştım. Giderkenki Bedreddin ile değil Mezopotamya, Anadolu ve Balkanlara dönüş yapmış olan Bedreddin belirleyicidir. Yazdıklarımdan da anlaşılacağı gibi işte bu Bedreddin’i Marx ile birlikte ele almakta bir beis görmedim.”