Bizimle iletişime geçin

Editörün Seçtikleri

“TC”nin Doğu Akdeniz Macerası ve Gerici Güçlerin Dalaşı Üzerine

Yani Doğu Akdeniz gerginliği, “TC” ve Yunanistan hâkim sınıfları arasında bir gerginlik gibi görünse de başta Fransa olmak üzere, kendi emperyalist çıkarları ekseninde bu dalaşın içinde bulunan Avrupa emperyalistleri, ABD ve Rusya bulunmaktadır. Tartışmalı kıta sahanlığında, “TC’nin” “Oruç Reis” ile başladığı Doğalgaz sondaj “çalışmasına”, Yunanistan’ın askeri donanma ile müdahale resti çekmesi karşısında, Erdoğan’ın “kadim” dostu Merkel’in devreye girmesi, “TC”nin atacağı muhtemel adımın tehlikeleri üzerine, diplomatik bir manevra alanının yaratılması, Doğu Akdeniz üzerinde dalaşan gerici güçlerin envanterini ortaya koymaktadır.

Jeopolitik önemi ile Doğu Akdeniz

Akdeniz, emperyalist ve bölgesel iktidarların önemli dalaş ve çatışma sahalarından biri olmuştur. Önemli doğalgaz rezervine sahip olması nedeniyle bu dalaş bugün farklı bir boyut kazansa da bölge hakimiyeti açısından taşıdığı jeopolitik önem Akdeniz’i hep önemli kılmıştır. ABD, uluslararası yayılmacılığının askeri donanımı olan 6. Filo’nun görev sahası olmasından bu yana, “müttefiki” konumundaki bölgesel güçlerle beraber, Doğu Akdeniz’e (Akdeniz sahası dahil), bölge politikasını hayata geçirme açısından stratejik bir rol biçmiştir. Rusya emperyalizmi açısından Akdeniz kürenin güneyine açılmanın kapısı, Ortadoğu ve Arap yarımadasına inmenin anahtarı olarak stratejik rol oynamaktadır. Bir ucunda ABD’nin bölge uydusu olan İsrail’in iştah kabarttığı, İngiliz, Fransız ve Alman emperyalist devletlerin deniz donanmaları ile denetim kurmaya çalıştıkları ve Mısır, Türkiye, Yunanistan, Lübnan egemenlerinin her dönem anlaşamadıkları, gergin çatışmalar yaşadıkları Doğu Akdeniz, tarihten birikmiş paylaşam(a)mama sorununa  yeni boyutlar kazandırarak yeniden aktüel bir krizin sahası  haline gelmiştir.

Özellikle Türk ve Yunan egemen sınıfları arasında, tarihler boyu savaş, çatışma ve siyasal kriz nedenlerinin başında Akdeniz sahası gelmektedir. İki emperyalist savaşın sonucunda, paylaşım aktörlerinin doğrudan yada dolaylı müdahil olduğu bir çok “anlaşmalara”, “barış paktlarına” karşın, Yunan ve Türk egemenleri arasında, kıta sahanlığı adalar dahil midir, değil midir? gibi, Lozan’da bölgesel dengeler nedeniyle ortada bırakılan bu ve bunun gibi  sorunlar, güncel olarak  FIR hattı ( kısaca, içinde uçuş bilgi hizmeti ve ikaz hizmeti verilen hudutları belirlenmiş bir hava sahası) , Doğu Akdeniz sahasında Doğalgaz arama çalışmaları, Libya iç sürecine her gücün çıkarlarına göre dahil olma (askeri işgal ile), sorunları ile birleşerek, bölgesel gerici iktidarlar ve emperyalist bloklar arasındaki çatışmalara farklı bir boyut kazandırmaktadır. Bugün fiili olarak Doğu Akdeniz enerji kaynakları ve jeo-politik önemi üzerine yaşanan derin iktisadi-siyasal çatışmalar, taraf emperyalist ve bölgesel iktidarlar arasındaki birçok çatışmayı tetiklemekte, her birinin bitmemiş tarihsel hesaplaşmalarını yeniden su yüzüne çıkarmaktadır. Tarihten gelen sorunlar yumağının yanında, Doğu Akdeniz’de gündemleşe gelen kriz, emperyalistler ve bölgesel iktidarların, dünya ve bölge stratejileriyle de doğrudan alakalıdır.  Özellikle, Ortadoğu merkezli emperyalist savaşla devam eden hegemonya sürecinin aktörleri, her bir alanda yaşadığı sıkışmışlığa, başka alanlarda ora özgülündeki çelişkileri körükleyerek hareket alanı yaratmaya çalışmakta, bölge stratejilerine uygun dinamik bir süreç yaratmaya çalışmaktadırlar. Hatırlanacağı gibi, Rusya’nın Suriye sürecinde, Türkiye, İran, Irak hâkim sınıflarını yanına alarak elde ettiği saha inisiyatifi, ABD’nin bölge stratejisini darbelemiş, inisiyatif sahasını önemli oranda geriletmişti. ABD’nin Kürtler başta olmak üzere, ittifak kurduğu bazı bölgesel güçler üzerinden bu sıkışmışlığını aşmaya çalışması hamle üstünlüğünü elde etmesine yeterli bir pozisyon değildi ve ABD, Filistin meselesi dahil, Suudi Arabistan, Yemen, Lübnan. Libya, BAE, Mısır gibi ülkelerdeki çelişkileri kaşıyarak kendisine müttefik belirlediği güçler üzerinden kaybettiği inisiyatifi yeniden sağlamaya çalışmıştır. Çelişkiler yumağı olan Ortadoğu ve devamında emperyalist dalaşın sürdüğü her alan, aynı zamanda derin çatışmaların da sahasıdır. Sorun sadece, ana aktörlerin belirli güçler üzerinden bölge politikasını sürdürmesi ile sınırlı değil, aynı zamanda hasım güçlerin geriletilmesi stratejileri üzerinden yapılan yığınlarca hamleleri içermektedir. Bölgesel politikalar düzleminde biri diğerine göre karşıt bloğa yedeklenmiş olanların koparılması, cadı kazanı olan bölge denkleminde konjonktürle ya da “stratejik” düzeyde algılanan çelişkilerin derinleştirilmesi, hegemonya aktörlerinin başat siyasetini oluşturmaktadır. Tüm bu genel ve özgün durumdan hareketle, Ortadoğu’daki denklemlerin bir uzantısı olarak, ABD ve Avrupa emperyalistlerinin, Kıbrıs Rum Yönetimini (dolayısıyla Yunanistan) merkez alarak kurduğu Doğu Akdeniz Doğalgaz masası, Türk hakim sınıflarını dışta bırakan bir hamle olarak devreye konulmuştu. Bu hamle sadece, Doğu Akdeniz gaz rezervi ile sınırlı değildi. NATO şemsiyesi ile, Akdeniz-Ege’den Rusya’ya karşı bir kuşatma yaratmak ve denklemde “TC” yi, fiili krizlerle bir tercihe zorlamak, Suriye özgülündeki bloklaşmanın aksine, daha geniş bir güçler koalisyonu ile Rusya’nın başını çektiği bloğa karşı avantajlı koşullar yaratmak hedeflerden birisidir. Bölgesel gelişmeler bu hedef ekseninde fırsata dönüştürülmeye çalışıldı. Libya’da yaşanan gelişmeler sonucunda, Yunanistan’ın Avrupa emperyalistlerinin icazeti ile Doğu Akdeniz’e sarkması, Fransa’nın öne çıkan açık ve arkasındaki emperyalist güçlerin desteği ile Hafter-Sarrac güçlerinin çatışması ile Libya’daki istikrarsızlığın derinleştirilmesi, İsrail ve Mısır’ın Libya üzerindeki ortaklığı, Suriye özgülünde yaşadığı sıkışmışlığa, yeni Osmanlıcı hayallerle “çözüm” bulmaya çalışan “TC”’ yi, başka bir kesitten çözümsüz bırakıyordu.

“TC” hakim sınıflarının temsilcisi olarak AKP-Erdoğan iktidarı, Suriye’de yaşadığı sıkışmışlığa “çare”, Doğu Akdeniz’de, dışında bırakılarak kurulan masaya, “oyun bozucu” rolle dahil olma ve Türkiye-Libya arasındaki kıyıdaşlığı güncelleme hedefiyle, İdlib’den Trablusgarp hattına işgalci-müdahaleci bir iştah geliştirdi. Kasım 2019 da Sarrac hükümeti ile imzalanan “Deniz Yetki Alanlarını Sınırlandırma Anlaşması” ile, birçok askeri-iktisadi ortaklaşma hedeflerken, Yunanistan’da, Girit, Karpathos, Rodos adalarının güneyinde kalan bölgeyi kıta sahanlığı kapsamında gördüğünü ilan ederek, söz konusu deniz sahasında kendisine hareket sahası açmaya çalışmıştır. Atina ve müdahil olan Emperyalist çıkarların uluslararası kurumu Birleşmiş Milletler bu durumu “yasadışı” ilan etse de “TC” iktidarı, Libya’ya askeri çıkarmasıyla bu tutumunda ısrarcı olmuştur. 13 Temmuz’daki Navtex ilanı ile derinleşen çatışmalı durum, bu “yeni” sürecin sonucudur.

Yani Doğu Akdeniz gerginliği, “TC” ve Yunanistan hâkim sınıfları arasında bir gerginlik gibi görünse de başta Fransa olmak üzere, kendi emperyalist çıkarları ekseninde bu dalaşın içinde bulunan Avrupa emperyalistleri, ABD ve Rusya bulunmaktadır. Tartışmalı kıta sahanlığında, “TC’nin” “Oruç Reis” ile başladığı Doğalgaz sondaj “çalışmasına”, Yunanistan’ın askeri donanma ile müdahale resti çekmesi karşısında, Erdoğan’ın “kadim” dostu Merkel’in devreye girmesi, “TC”nin atacağı muhtemel adımın tehlikeleri üzerine, diplomatik bir manevra alanının yaratılması, Doğu Akdeniz üzerinde dalaşan gerici güçlerin envanterini ortaya koymaktadır.

“TC” İktidarının “Yayılmacı” Hayalleri ve Doğu Akdeniz’de Isınan Sulara Katkısı

AKP-Erdoğan iktidarının, Doğu Akdeniz özgülündeki bölge politikasına değinmeden önce, Karadeniz’de bulunduğu açıklanan Doğalgaz rezervi üzerine kısa bir değerlendirme yapmak faydalı olacaktır. “TC” iktidarının siyasi fetvalarını “Cuma Hutbeleri” ile, iktidarının geleceğini, “Cuma Müjdeleri” ile arz eden Erdoğan, ikide bir vereceğini vaaz ettiği “müjdeler” politikası ile aslında militarize edilmiş iç ve dış siyasetin giderek kangrenleşen açmazlarını gizlemeyi amaçlamaktadır.  Biat ettirdiği basın yoluyla kendisini “Türkiye’nin milli çıkarlarının lideri”, ”dış güçlerin Türkiye üzerindeki tüm oyunları bozan kahraman”, “yeni bir egemenlik savaşının  kurmayı” spotlarıyla pazarlarken, bu buğulu atmosfer sayesinde her iç ve dış siyasal gelişmeyi, “tek adam diktatörlüğünün ”normalleşmesi için kullanmayı sürdürmektedir. Ne var ki her şeye rağmen Erdoğan iktidarının dış siyasette girdabına kapıldığı çözümsüzlük,; askeri işgallerle tüm bölgesel çatışmalara dalarak yarattığı düşman enflasyonu; içte yaşanan ekonomik kriz; açık faşizm koşulları ile her tür hak arayışları karşısındaki tahammülsüzlüğü doludizgin şiddete vardırarak yönetim tarzında devlet terörünü yegane norm haline getirmesi;  ulusal ve sosyal mücadele ve direniş dinamiklerine karşı  uyguladığı kuralsız savaş pratiği; doğayı talan eden yıkıcı ve tüketici projelere kazandırdığı süreklilik;  pandemi süreciyle birlikte toplumsal sosyal-ekonomik bir olgu olarak derinleşen işsizlik-açlık-yoksulluk ve yaygın toplumsal adaletsizlikler; büyük ve genişleyen toplumsal hoşnutsuzluk olarak AKP-Erdoğan-MHP bloğunun iktidarlarını sarsmakta ve “kemik” taban dediği sosyal kesimlerde bile başlayan çözülmeyi durduracak çare bulamamaktadır. Bu zemin üzerinde, burjuva gerici klikler arasında yaşanan derin çatışmalar, AKP-Erdoğan iktidarına cenaze çanları çalmaktadır. Burjuva siyaset sahasını dizayn etme yoluyla büyüyen toplumsal hoşnutsuzlukları denetim altına almakta “çaptan” düşen Erdoğan ve güruhu, toplumu aldatmak için, iç ve dış siyasette elinde olan tüm kartları kullanmaktadır. Ayasofya ve Doğu Akdeniz macerasının ele alışı ve topluma bir siyasal hedefle enjekte edilmesi, Erdoğan-Bahçeli ırkçı faşist bloku olan “Cumhur ittifakının”, kaybettiği gücü yeniden toparlama, burjuva klikler arasındaki çatışmada bir adım öne çıkma maksadıyla olduğu açıkça görülmektedir. Çünkü burjuva klikler arasındaki çatışmanın düzeyine ek olarak, geniş toplumsal kesimlerde derinleşen hoşnutsuzluk, “tek adam diktatörlüğünün”, iktidar ihtiyaçlarına göre içinde bulunduğu siyasi-ekonomik krizden çıkmak için manevra yapma alanını son derece daraltmış durumdadır. İktidar süreci boyunca, üzerinde her türlü siyasal manevra yaptığı, “dincilik”, “ırkçılık-şovenizm”, “terör ve dış düşman” kışkırtmasının, toplumda karşılığı son derece zayıflamıştır. Ayasofya’daki fetih sembolü kılıç ile yapılan şov, “cumhur ittifakının”, olası seçimlerde, yüzde elli bir barajına ulaşmak için, burjuva siyaset sahasından yanına çekmeye çalıştığı kesimlerde (İYİ partiye yapılan çağrı örneğinde olduğu gibi) istediği yanıtı alamadığı gibi, Ayasofya’da aynı seccadede namaz kılan güçleri bile istediği düzeyde toparlayamamıştır. “Tek adam diktatörlüğünün”, bu kapsamlı hesapları içinde, net rezerv hesaplarının dahi yapılamadığı bir “araştırma” aşamasında, evrende yeni bir yaşam sahası bulunmuş “heyecanı” ile “Doğalgaz keşfettik” yaygarası, tamamıyla AKP-Erdoğan-MHP iktidar bloğu ve siyasal partilerinin politik-iktisadi ihtiyaçlarına ilişkin belirlenen hedeflerdir. Pratik olarak “Doğalgazın” bulunup çıkarılması olasıdır ve bu sürecin Türk Komprador Tekelci sermayeye tabi ki ciddi getirisi olacaktır. Ama bu durum üzerinden, “TC” yi bir üst lige terfi ettirme, toplumsal refahtan dem vurma, iç ve dış politikada yaşanan çözümsüzlüklere deva olarak görme, dahası, derinleştirdiği toplumsal kamplaşmalarda, hasmı olarak gördüğü tüm sınıfsal-sosyal güçleri taraf olmaya zorlaması, koparılan fırtınanın mahiyetini açıklamaktadır. Çünkü iç ve dış sahada hamaset nutuklarıyla ifade ettikleri açmazlar, “Libya’da kazanılan mevzilerle”, Doğu Akdeniz’de atılan “adımlarla”, burjuva klik siyasal temsilcilerinin icazetini alsa da ortaya çıkan açmazlarıyla toplumda karşılığı olmayan bir sürece evirilmiştir.  Trump’un “methiyeleri”, Merkel’in yumuşak sözleri, “Uluslararası lider” üzerinden yapılan ajitasyonlara dönüşse de iç ve dış sahada yaşanan derin çatışmalar ve açmazlar, dönüp sahibini vuran silahlara dönüştürmektedir.

Karadeniz’de bulunduğu açıklanan Doğalgaz rezervi, bir yandan iç ve dış politikada “TC” iktidarının ihtiyaç duyduğu politikalara zemin yapılırken, diğer yandan özellikle Doğu Akdeniz’deki “Oruç Reis” “araştırmalarına referans yapılmak istenmektedir. “Karadeniz’de bulduk, Allah’ın izniyle Akdeniz’de bulacağız. Gelişmemizi istemeyen   tüm iç ve dış düşmanın karşısında dik durarak hedeflerimize ulaşacağız” içeriğindeki Erdoğan açıklamaları, Doğu Akdeniz’deki kirli hesapları, Karadeniz’deki rezervi referans göstererek manipüle etmeyi amaçlamaktadır. “Yeni bir istiklal harbi” ile, tüm “yerli ve milli” olanları, Doğu Akdeniz’deki gerici dalaş ve paylaşım macerasına çekmek, buradan yarattığı toplumsal desteği, iç ve dış siyaset sahasında iktidar süreci için kullanmak, atılan tüm bu nutukların özüdür.

Konumuzla bağlantısı olan bu güncel gelişmenin ardından, Doğu Akdeniz özgülünde gündeme gelen gerici güçlerin çatışma ve dalaşıyla devam edelim.

AKP-Erdoğan iktidarı, emperyalist bloklar arasındaki çatışmalardan feyz alarak belirlediği bölge politikasında, dışta Osmanlıcı yayılmacı hayallerine, içte “iktidarını sağlamlaştırma”, anlayışına uygun refleksler geliştirmiştir. Bölgede kendisine alan açmak için, avantaj olarak gördüğü emperyalist aktörle “uyumlu” ortaklık, kendisine biraz alan açtıktan sonra, ideolojik-siyasal çizgisine uygun cihadist güçler üzerinden bastırılmış yayılmacı hayaller, Osmanlının fetihçi izinden tarihsel “hak – hukuk” arayışı, “TC” iktidarını, rotasız-pusulasız ve hesapsız bir bölge macerasına sürüklemiştir. Attıkları her adım, bölgede paylaşım savaşını sürdüren emperyalist ve bölgesel güçlerin çıkarlarıyla tezatlık arz ettikçe, bir kesitte övündükleri, bir başka kesitte lanetledikleri aktörlerin yarattığı bölgesel “belalar” denklemi, “TC” iktidarının, gerici heveslerinden oluşan, yayılmacı hayalleriyle birleşerek, bataklığa dönüştü. Topluma “yeniden milli mücadele” popülasyonu ile yedirilmeye çalışılan, “Bölgesel Stratejik Derinlik” yayılmacı politikası ve bölgesel çatışmaları derinleştirmede aldığı rol, “yeni bölgesel güç”, “oyun bozan ülke”, “barış ve çözüm ekseni”, şamatası ile, “masum” kılınmaya çalışıldı.

Somut olarak Suriye sahasında, Rusya önderliğinde İran ile kurulan koordinasyon, görece bir uyum sergilese de Kürt sorunu, İran’ın bölgedeki yayılmacılığı, Esad ile var olan çelişkiler,” TC’nin” bölge stratejisinin, “Stratejik” ortakları dahil ABD-AB emperyalistleri ve bölgesel iktidarlarla olan çıkar dalaşı, vb. başlıklar, özünde çatışmalı durumun köşe taşlarını döşemeye yaradı. Rusya’nın kurduğu bölge denklemine karşı, inisiyatifi gerilese de ABD’nin BAE, Suudi Arabistan, İsrail, Lübnan gibi ülkeler üzerinden kurduğu büyük oyunlar, bölgedeki çatışmalara her kesitte yeni boyut vermekteydi ve “TC”, pusulasını kaybetmiş muhrip misali, bölgede rol almak için her denkleme kendisini dahil etmek istemiştir. Bu kirli denklemler içinde, AKP-Erdoğan iktidarının Kürt coğrafyasını işgal etmesi, İdlib’de ideolojik ortakları cihatçı güçler üzerinden direnç göstermeye çalışması, bölgede kurulan oyunların bir parçası idi, ama “TC’nin” hesaplarına göre oynanan bir oyun değildi.

Lakin bölgesel çatışmalar içinde, kendisine alan açmaya çalışan “TC’nin” hedeflerinin aksine, hasım olarak gördüğü, bölge politikasında varlığına “tehdit” olarak gördüğü güçlere de alan açtı. İran, “TC’nin” yayılmacı hayallerini engelleyen bir derinlikte Suriye’de oyuna dahil oldu, Tahran-Şam ortaklığı, Yemen’e kadar bir koridoru denetimine aldı. Rusya’nın fiili askeri desteği ile, yıkılması üzerinde plan yapılan Esad rejimi, “TC’nin” yedeğine aldığı “Muhalif” güçleri ciddi anlamda geriletti. İdlib’de cereyan eden ve ciddi askeri kayıplar yaratan çatışmalar, Rusya’nın talimatnameleriyle durulsa da “TC’nin” bölge hesaplarını alt üst eden sonuçlar yarattı. “TC’nin” tüm gerici çıkar hayalleri ve askeri işgallerine karşın, Ulusal meşru haklarıyla direnen Kürt Ulusu bölgesel konumunu korurken, edinilen bolca düşman gerçekliği içinde AKP-Erdoğan iktidarı Suriye sahasında sıkıştı. Tüm bu gelişmeler içinde, Doğu Akdeniz sahası üzerinde emperyalist güçler ve bölgesel iktidarların kurduğu masanın dışında kalan Osmanlı varisi, bunu tersine çevirmek, bölgede kurulan oyunun bir parçası olmak için, askerileştirilmiş dış politikaya başvurdu. Askeri işgal ile bölge denkleminde yer alması, “TC” iktidarını daha karmaşık sorunlarla yüz yüze getirmiştir. Çünkü askeri işgal ve müdahale, müdahale edilen bölgeyle direk bağlantısı olmayan bölge devletlerini ve emperyalist güçleri harekete geçiriyor, çatışmalara dahil ediyor. Bölgesel denklemlerdeki konumunun yanında, AKP-Erdoğan güruhunun diplomasi adına sürdürdüğü kabadayılık, güçler dengesi içinde gerçekleştirmesi olanaklı olmayan yayılmacı hayaller, özünde çözümsüzlüğünün dışavurumudur. Bölgesel ve uluslararası güçler dengesini dikkate alan stratejiden yoksun, rekabetteki askeri-iktisadi çapsızlık, uluslararası “hukuk” normlarını zorlayan beyhude adımlar, “TC’yi” daha farklı maceraya sürüklemekten başka anlam ifade etmediği halde, bu adımlarla bölge siyasetinde söz sahibi olacağı beklentisi, sadece toplumu aldatmaktan öte anlam ifade etmez.

“TC”, Suriye’de, Açtığı Alan Olanağına, Libya ve Doğu Akdeniz’de Sahip Değildir

Suriye’deki çözümsüzlüğe, İdlib’den Trablusgarp hattına askeri güçle “çözüm” olmaya çalışan “TC” iktidarı, bu hamlesiyle esasta iki amacı gerçekleştirmek istemiştir. Daralan bölge siyasetine alan açmak ve bölge denkleminde dışında kaldığı paylaşımdan pay kapmak, ikincisi, fiili askeri güç ile pazarlık gücünü arttırmak. Libya çıkarması, bunun planıdır. Doğu Akdeniz ve Libya enerji kaynaklarına dair kurulan paylaşım masasının dışında kalmıştı ve sonu yıkımda olsa Erdoğan bu masaya dahil olmak istiyor. Libya’daki karmaşık denklemde askeri güç ile var olma durumunu, Doğu Akdeniz üzerinden Türkiye ile Libya arasında bir koridor ile birleştirmek, “TC’nin bu hamaset hayaline stratejik bir avantaj sağlayacaktır. Bu bağlamda “Oruç Reis” in yanına monte ettiği askeri donanma ile, Doğalgaz rezervi aramak meselenin bir yanı iken, oluşacak tepkilere göre Libya hattına bir koridor açma hayali meselenin asıl yanıdır. Doğu Akdeniz’de gündeme gelen çatışmalı durumun sıcak ortamında, Erdoğan’ın yetkili ağızlarının Libya kentleri olan Misrata, Sirte, Cufra gibi petrol zengini bölgeler üzerinden iştah kabartması, buraların Doğu Akdeniz’le birlikte stratejik öneminin vurgulanması, tamda bu planın ifadesidir.

“TC’nin” bölgedeki yayılmacı hayallerini, Doğu Akdeniz’de NAVTEX yayınlayarak ortaya koymaya çalıştı. NAVTEX, Saray iktidarının “en iyi satranç üstadı” Erdoğan’ın tehditleriyle birleşerek, heyecan yaratmaktan öte bir anlam ifade etmediği açıktır. Ki hemen “TC’nin” Doğu Akdeniz hamlesinin karşısında, Yunanistan-Mısır, BAE-İsrail arasında, AKP-Erdoğan iktidarının Sarrac ile imzaladığı anlaşmaların benzerlerini imzalamaları, Yunanistan’ın notalar ve askeri hareketlilik ile, Oruç Reisin faaliyet gösterdiği deniz sahasını kuşatarak “tacizde” bulunmaları, gerici güçlerin Doğu Akdeniz sahası üzerinde yaşayacağı derin çatışmanın, daha ağır sonuçlar ortaya çıkaracağının verileri açısından önemlidir. Çünkü oluşan keskin kamplaşma, bölge iktidarları ve emperyalist aktörler açısından direkt askeri boyutlar kazanmaktadır. Libya’da, Suriye’deki Rusya’nın rolünü kendisine biçen Fransa’nın, Güney Kıbrıs hattından Doğu Akdeniz’e firkateyn ve savaş uçakları göndermesi, İngiltere ile saha denklemine askeri güçle dahil olması, ABD’nin, bir yandan “TC’yi” Rusya’dan koparmak için manevralar yaparken, aynı zamanda Yunanistan ile askeri ilişkilerini geliştirmesi. Mısır ve BAE’nin, Yunanistan ve İsrail ilişkileri üzerinden bölgeye intikali, Erdoğan’ın Doğu Akdeniz-Libya koridoru hayaline karşı oluşan bölgesel bloktur. Yani “oyunu bozduk”,” dengeleri değiştirdik” naraları atan “Yavuzun halefi”, karşısında yeni bir blok ve denge bulmuştur. Lakin Doğu Akdeniz’in, tüm gerici güçler açısından stratejik bir önemi vardır. Emperyalist güçlerin dahi tek başına fiili askeri siyasetle girmeye cesaret edemediği bir kesitte, “TC’nin” bu maceraya girmesi, sadece bölgedeki yayılmacı hayallerin tıkanıklığı karşısında bir intihar girişimidir. Bu intihar girişiminin Doğu Akdeniz’de harekete geçirdiği askeri güç, emperyalist güçlerin kendileri açısından zararlarını tahmin edemeyeceği bir savaşı tetiklemektedir. Türkiye ve bölgede ciddi askeri yatırımları-silah sektörü başta olmak üzere ekonomik pazarı olan Almanya’nın, Türkiye ve Yunanistan arasında dokunan diplomasi mekiği, tamda bu tehlikenin yarattığı tedirginliktir. Almanya’nın müdahalesi ile, Erdoğan tutumunu, “tüm bölge ülkeleri olarak oturup konuşalım-uzlaşalım ve hepimizin çıkarına olan bir çözüm bulalım” ifadesiyle ortaya koysa bile, Fransa, İtalya, Yunanistan ve Kıbrıs’ın, Girit adasında Rodos hattına, ortak askeri tatbikat düzenlemeleri, bunu adeta bir caydırıcı şova dönüştürmeleri, Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkarma hedefi, yaşanan sürecin birkaç diplomatik girişimle çözülemeyeceği kadar karmaşık bir hal aldığını göstermektedir.  Gerici güçler arasındaki bu dalaş ve çatışmada dış politikada sürecin ana yönünü tayin etmektedir

AKP-Erdoğan-MHP iktidar bloğunun yayılmacı hayalleri ve askeri işgal iştahı, “TC” açısından alarm veren sorunlar yumağına dönüşmüştür. Külhanbeyi egolar, iç ve dış politikada karşılığı olmayan hamaset nutuklar, gerici çıkarlar eksenli hedefler, askeri-iktisadi olarak sahada karşılığı olmayan diplomatik manevralar, MİT operasyonları-askeri işgaller ve bağnaz çıkarların özünü tayin ettiği ortaklıklar, “TC’yi”, geri çekilme manevrasından bile yoksun bıraktığı çatışmalara sürüklemektedir. Suriye’de, Rusya ve ABD bloğunun arasındaki çelişkileri fayda belirleyerek kendisine açtığı alan olanağına, Libya ve Doğu Akdeniz’de sahip de değildir. İdeolojik-Dini kardeşi birçok bölge iktidarı ile karşı karşıya gelme pozisyonu, bolca “Türk’ten başka Türkün dostu yoktur” kinayesini tekrarlatacak düzeydedir. Başarı diye övünülen, çözümsüzlüktür. AKP-Erdoğan iktidarı, iç siyasette olduğu gibi, dış siyasette de, hedefi ve konumu belli olmayan akılsız kartlar çekmektedir. Bu çözümsüzlüğün geldiği düzeydir. Bu çözümsüzlüğü derinleştirmek, gerici savaşlara karşı duruş perspektifi ile, Türkiye-Kuzey Kürdistan toplumsal dinamiklerini harekete geçirmek, sürecin devrimci görevidir. Gerici savaş ve işgallere hayır diyerek, ezilen ve sömürülen halkları kendi savaşında örgütlemek, ertelenemez devrimci görevdir.

Bu makale ilk olarak Halkın Günlüğü gazetesinde yayınlanmıştır



Kasım 2024
PSÇPCCP
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
252627282930 

Daha Fazla Editörün Seçtikleri Haberler