24 Haziran’daki Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Genel Seçimler öncesi siyasi partiler ve kurumlar açıklamalarda bulunmaya devam ediyorlar. Son olarak Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) da önümüzdeki seçim sürecine ilişkin açıklamalarda bulundu.
SMF’nin seçimlere yönelik yaptığı açıklama aşağdaki gibidir:
“Mevcut düzende seçimlerin, hiçbir şartta sistemi değiştirmenin temel aracı, stratejik bir mücadele biçimi olamayacağı ve böyle ele alınamayacağı açıktır. Yine bu seçimlerin demokratik, adil, eşit ve bağımsız olamayacağı da açıktır. Dolayısıyla bu şartlarda gerçekleşen seçimlerde elde edilecek sonuçların halk kitlelerinin iradesini yansıtmaktan uzaktır. Parlamento ve dolayısıyla seçimlerin tek misyonu burjuva kliklerden hangi kesiminin halkı ayakları altına alıp ezeceğine-sömüreceğine karar verme prosedüründen ibaret olduğunu hatırlamak isabetli olur. Devlet ile hükümet-parlamento biri birinden bağımsız olmasa da farklı temsili gerçekliklerdir. Parlamento seçimlerinde çoğunluk kazanılsa bile, devlete egemenlik farklı bir şeydir. Komprador tekelci sermaye sahiplerinin, iyimser varsayımla olası çoğunluğu elde eden demokratik güçleri, gerektiğinde darbe gerçekleştirerek parlamentoyu fes edip kendi sınıf güçlerini hükümete getirecekleri açık bir durumdur. Bütün bu bağlamlarda seçimlerin stratejik bir mücadele biçimi ve aracı olarak değil, sadece ve sadece taktik bir siyaset olarak kullanılabileceğini doğrular…
Prensip olarak hiçbir mücadele biçimini reddetmeme anlayışından hareketle, seçimlere katılmak tamamen somut koşullara bağlı, kullanacağımız aracın amaçlarımıza uygun olup olmamasına, bu amaca hizmet edip etmemesine göre ele alınması gerekmektedir.
İlkesel olarak, seçimlerden beklentimiz veya seçimlerdeki hedefimiz parlamentonun bir kürsü olarak kullanılmasından ileri gitmez. Ancak bu ilkesel tutuma karşın, bazı özgün şartların taktiksel siyaset zemininde kimi istisnaları gündeme getirebileceği de reddedilemez. Burjuva klikler arasındaki çelişkilerin derinleştirilmesinde uygun şartlar gündemdeyse, bu durumun reel politikte görmezden gelinmesi veya dikkate alınmaması siyaseten doğru olmaz. Ya da sistemsel bir değişimin koyu faşizm-açık faşizm-tek adam sultası biçiminde gündemde olduğu önemli siyasi dönemeçlerde bu sürece kayıtsız kalmak yine siyaseten hata olur…
Parlamento ve Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Arasındaki Nüanslar ve Bunlara Uygun Olarak Tavrımız
Parlamento ile Cumhurbaşkanlığı seçimleri arasında fark vardır. Dolayısıyla parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin taktik siyaset ve tavrımız özgün şartlar itibarıyla son tahlilde benzer olsa da anlayış ve içerik açısından iki seçime dönük değerlendirmemiz esasta farklıdır.
Milletvekili seçimi, bağımsız-demokratik-devrimci-sosyalist vb. parti ve adayların seçilerek parlamentoya girmesine ve dolayısıyla parlamentonun bir kürsü olarak kullanılmasına olanak vermektedir. Seçilecek milletvekilleri veya yeterli oy alarak seçim barajını aşıp parlamentoya gurup olarak girmeyi hak kazanan demokratik nitelikteki partilerin parlamentoyu bir araç olarak kullanması mümkün ise veya bunun şartları varsa, burjuva yasaların tanıdığı bu boşluğunun sınıf siyaseti tarafından değerlendirilmesinin hiçbir sakıncası yokken, bilakis faydasından bahsedilebilir. Ve bu şartta parlamento seçimlerine girmek doğru siyasettir.
Somuttaki seçimlere gelirsek; mevcut koşullar son derece ağır olup açık faşizmle karakterize olsa da seçimler sürecinde sınıf siyaseti adına ajitasyon-propaganda ve örgütlenme çalışmaları yürütmenin olanakları ortadan kaldırılmış değil, bu çalışmaları yürütme koşulları önemli oranda vardır. Bu bağlamda taktik siyaset olarak milletvekilliği seçimlerine girme tavrı hatalı değil, doğrudur.
Milletvekilliği-parlamento seçimlerinde, ittifak politikamız temelindeki perspektiften hareket edilecektir. Kürt ulusal demokratik parti ve güçleri, azınlık ve inançlardan demokratik parti ve güçlerle; diğer demokratik, devrimci, sosyalist parti ve bütün halk güçleriyle ittifaka açığız. Seçimlere girme şartı taşıyan siyasi partiler de dikkate alındığında, bu zeminde gerçekleşmesi esas olan ittifak HDP ile ittifaktır. İttifak anlayışı ve ilkelerimiz önceki seçimlerde geçerli olduğu biçimiyle devam etmektedir. Bazı özgün durumlarda bağımsız milletvekili adayı ile seçime girmek de değerlendirilebilecek bir olgudur.
Parlamento seçimlerinin aksine, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, cumhurbaşkanı milletvekili gibi devlete muhalif veya muhalefet eden, hükümete karşı muhalefet yürüten bir olanağa sahip değildir ve cumhurbaşkanlığı makamının bir kürsü olarak kullanılması bu anlamda olanaklı değildir. Cumhurbaşkanlığı doğrudan devleti temsil eden bir makamdır ve bu anlamda devleti temsil etme gibi bir hedef belirleyerek cumhurbaşkanı olma gibi bir tercihe başvurmayız. Milletvekilliği her şeye karşın devlete muhalefet etme, her türlü eleştiriyi dile getirme vb. hakkına sahiptir. Oysa Cumhurbaşkanlığı bu hakka ve duruma olanak vermemektedir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığının bir kürsü olarak kullanılması mümkün değildir. Bu anlamda Cumhurbaşkanlığı seçimlerini milletvekilliği-parlamento seçimlerinden farklı ele almak ve bu iki seçim arasında nitel bir nüansın olduğunu bilince çıkarmak gereklidir. Olağan koşullarda cumhurbaşkanlığı seçimlerinin boykot edilmesi esasta doğrudur. Fakat bu temel doğruya karşın, mevcut cumhurbaşkanlığı seçimleri özgün özellikte önümüze gelmekte, anlam kazanmaktadır ki, bu özgünlüğe siyaseten kayıtsız kalmak doğru olmaz. Bu sebeple parlamento seçimleri ile cumhurbaşkanlığı seçimlerine dönük içerik ve anlayış temelinde farklı yaklaşsak da, bahsini ettiğimiz özgünlükler iki seçime dönük taktik siyasetimizin aynılaşmasını gerektirmektedir. Yani, her iki seçime de esasta girme tavrını benimsemekteyiz. Elbette, cumhurbaşkanlığı seçimine girme tavrı şartlara bağlı ve değişiklikler arz eden bir taktiktir.
Taktik siyasetimizin iki seçimde bir olma gerekçesi nedir?
Burada esasen izah edilmesi gereken sorun cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılma taktiğidir, bu taktiğin neden ve nasıl belirlendiğidir. Zira milletvekili seçimlerine girme taktiğinin esasta doğru olup genel bir kabul gördüğü için üzerine daha fazla tartışma yürütmenin gereksiz olduğu açıktır.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda bir adayı destekleme, ikinci turda ise somut duruma göre tavır belirleme düşüncesindeyiz. Birinci tura katılma gerekçemizin temeli, Kürt ulusu siyasi partisi ve adayının cumhurbaşkanı seçimine girmesidir ki; ulusal iradesine darbe yapılmış, seçilmişleri hapsedilmiş, soykırımcı katliamlara tabi tutulmuş ve ulusal iradesi yok sayılmıştır. Bu tutumumuz, Kürt ulusunu destekleme, onunla dayanışma, birleşme görevi veya bilincinden ileri gelmektedir. Bu, bizlerin Kürt ulusuna karşı görev ve sorumluluğumuz gereği olmakla birlikte, Kürt ulusuna uygulanan milli zulme karşı mücadele etme görevi gereğidir de…
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine girme taktiğimizin tek sebebi Kürt ulusuna dönük görev ve sorumluluklarımız ya da buradaki sınıfsal tutum ve tavrımız değildir elbette. Bu meselenin bir yanıdır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine girmemizi gerektiren esas neden özgün şartlar veya özgünlükler dediğimiz realitedir. O da şudur; bilindiği gibi bu seçimler tekçi-tek adam sultası olarak referandumda “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak onaylanan ve tek adam sultası açık faşizmi olarak fiilen işleyen sürecinin, bu seçimlerle boşa çıkarılıp geriletilmesi gibi kritik bir seçim olmasıdır. Sınıf hareketi mevcut olandan (burjuva parlamenterist sitemden) daha da gerici olan bir sistemin (tek adam sultası-başkanlık sisteminin) getirilmesine kayıtsız kalamaz. Elbette kötünün iyisini tercih etme gibi bir tavrımız olamaz. Ancak daha da gericileşen, tek adam sultası biçiminde tahkim edilecek bir sürece karşı mücadele etmeyi de ihmal edemez. Burjuva parlamenterist sistemi savunmaz ama bunun da ilerisinde açık faşizmi kurumsallaştıran daha gerici bir sistemin egemen kılınmasına karşı mücadeleyi de ötelemez. Bu seçimler tek adam sultası açık faşizminin geriletilmesi açısından anlam taşıyan bir özelliğe-özgünlüğe sahiptir. Dolayısıyla bu özgünlükler gereği ve reel politkte oluşan bu açık faşizmin geriletilmesi şartlarına siyaseten kayıtsız kalmak sınıf siyaseti adına doğru olmaz. Sınıf siyaseti perspektifiyle, hem tek adam sultası açık faşizminin geriletilmesinin kritik eşikte olması ve bu geriletmenin bıçak sırtında duran oylar sınırındaki olanaklarının doğduğu reel politikte siyaseten doğru tavır almak, hem de HDP ve onun şahsında Kürt ulusuna uygulanan ırkçı-şoven faşist baskılara ve Kürt ulusunun iradesini yok sayan milli zulümcü faşist zihniyete karşı proleter sınıf tavrına uygun tutumla seçimlere girmek doğru olacaktır.
Cumhurbaşkanlığı Seçimlerine nasıl bir taktikle gireceğiz?
Erdoğan’ın tek adam sultası rüyalarını kâbusa çevirmek ve kritik eşik barındıran seçimin özgünlüğü, Kürt ulusunun maruz kaldığı acımasız milli baskı, demokratik iradesine darbe yapılmasından dolayı Kürt ulusunun yanında yer almak için girmeyi benimsediğimiz Cumhurbaşkanlığı seçimlerine; aynı zamanda burjuva düzen partilerinden nitelik olarak farklı olan HDP’nin adayını destekleme biçiminde şekillenecektir. Seçimlerin ikinci tura kalması ve HDP’nin adayını başka bir burjuva düzen partisi lehine geri çekerek veya ikinci tur seçiminde fiilen düşerek başka bir adayı desteklemesi durumunda ise genel olarak boykot eğilimi olmakla birlikte tavrımız somut duruma göre yeniden gözden geçirilecektir…
24 Haziran’da AKP-MHP ittifakı “Başkanlık” adı altında Hitler tipi faşizme geçmek istiyor. Bu, halklar üzerinde yeni katliamlar, terör, işkencelerin tezgâhlanacağı; işçi sınıfının mücadele ile kazandığı sendika ve grev hakkı dâhil olmak üzere, haklarının gasp edileceği; yine 12 Eylül darbesine karşı bedeller ödeyerek kazandığımız ifade ve örgütlenme özgürlüğü, dernek, parti vb. kuruluşlarımızın kaldırılması veya kuşa çevrilmesi anlamına geliyor.
Bu durum, hak gasplarının engellenmesi, kazanımlarımızın korunması ve daha ileri mevzilere taşınması mücadelesinde dayanışma ve birleşmenin önemini bir kez daha somut bir ihtiyaç haline getiriyor. Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki demokratik, sosyalist vb. kurumlar birleşik, ortak bir blok biçiminde faşizmin bu yeni tip saldırısını püskürtebilir, var olan olanakları devrim cephesinin bir basamağı haline getirebilir.”