“Hayata dönüş operasyonu” adı altında hapishanelere yönelik katliamda kullanılan kimyasalın araştırılması için yıllarca çaba harcadıklarını belirten avukat Gülizar Tuncer, “Yıllardır mahkemeler, ‘bu kimyasalın niteliği ne?’ diye soruyor. En son, İstanbul Üniversitesi’ne başvurdukoradan, gelecek raporu bekliyoruz” dedi.
Hapishanelerde koğuş sistemleri yerine getirilmek istenen F Tipi uygulamasına karşı çıkan ve 19 talep ile 20 Ekim 2000’de Bayrampaşa ve Ümraniye hapishaneleri başta olmak üzere çok sayıda hapishanede devrimci tutsaklar açlık grevi başlattı. Tutsakların, açlık grevinin 45’inci gününde eylemlerini ölüm orucuna dönüştürdü. Eylemleri giderek büyüyen siyasi tutsaklara, devlet “Hayata dönüş operasyonu” adı altında saldırı gerçekleştirdi. 20 hapishaneye eş zamanlı yapılan müdahalede, çeşitli kimyasallar kullanılırken, yapılan operasyon 3 gün sürdü. Müdahalelerde 30’u tutuklu, 2’si asker olmak üzere toplam 32 kişi katledildi. Yüzlerce tutuklu yaralanırken, kimisinin vücudundaki yaralar geçmedi.
O dönemde avukat olan ve yaşanan katliama tanıklık eden Gülizar Tuncer, operasyonların amacını Mezopotamya Ajansı’ndan Sadiye Eser – Barış Ceyhan’a değerlendirdi.
‘Cumhuriyet tarihi katliamlar tarihidir’
“Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarihi katliamlar tarihidir” diyen Tuncer, Türkiye’de cezaevlerinde birçok katliamın yaşandığını ve bunlar arasında sonuçları itibariyle en ağırının 19 Aralık olduğunu söyledi. Tuncer, “Devlet tüm gücünü seferber ederek, binlerce asker, polis, özel harekatçı, infaz koruma memuru ve iş makineleriyle operasyon gerçekleştirdi. Burada binlerce mermi ve gaz bombası kullanıldı. 30 tutuklu yaşamını yitirdi, yüzlercesi yaralandı. Operasyonun hazırlığı medyada çok önceden yapılmıştı. Operasyon canlı olarak izletildi. İnsanlara seyirlik bir oyun gibi servis edildi” diye konuştu.
‘6 tutuklu kadın diri diri yakıldı’
Operasyonda kullanılan kimyasalların daha önce hiç kullanılmayan türden olduğunu belirten Tuncer, “Saldırıda hangi tür kimyasallar kullanıldığını halen öğrenmiş değiliz. Operasyonun en dehşet anlarından biri de budur. Özellikle; Bayrampaşa Cezaevi’nde 6 tutuklu kadının diri diri yakıldığını biliyoruz. Buna dair Adli Tıp’tan bir sonuç alamadık. O dönem Adli Tıp uzmanları ‘Filistinliler üzerinde İsrail devletinin kullandığı fosfor gazı’ benzeri bir gazın kullanıldığını söyledi. Zaten o dönem operasyonda görev alan askeri yetkililer de hayatlarında ilk defa gördükleri ‘askeri envanterde olmayan’ el bombalarını kullandıklarını söylemişlerdi” ifadelerini kullandı.
‘Tutuklular hastanelerde işkenceye uğradı’
Operasyon için özel jandarma birliklerinin yetiştirildiğini dile getiren Tuncer, şöyle devam etti: “Operasyonun adına ‘hayata dönüş’ dediler. Ölüm orucunda olan tutukluları sözde hayatta tutacaklarmış. Aksine tutukluların hayatlarını kararttılar. Ölüm oruçluları ve diğer ağır yaralılar hastanelere götürülmedi. Ring araçlarında işkencelere maruz kaldılar. Götürüldükleri cezaevlerinde işkencelere uğradılar. Kadınlar yanarken orada bulunan itfaiye araçları sadece izlemekle yetindi. Ateşli silahlar kullanılarak tutukluların çoğu katledildi.”
‘Düşman güç olarak görüldüler’
Operasyon üzerinde yıllarca çalışıldığını belirten Tuncer, “Bu plan, tam bir savaş terminolojisine göre hazırlanmış, bir dost ve düşman güçler ayrımına göre yapılmıştır. Dost güçler; jandarma, polis, infaz koruma memurları düşman güçler ise içerideki tutuklulardı. Düşman olarak görülen tutukluları bertaraf etmek amacıyla hazırlanmıştı. Özcesi bütün silahlı güçleriyle onlara karşı savaşacağı ilan edilmişti. Hazırlıklar kapsamında bütün cezaevleri gezilmiş; yerellerden, savcılıklardan yazılar istenmiş. Hangi cezaevinde hangi insanlar kalıyor öğrenilmişti. Kimler direnebilir veya cezaevlerinin bulunduğu illerdeki toplumsal muhalefetin durumu nedir. Hangi kurumlar buna karşı etkili biçimde karşı koyup, protesto gerçekleştirebilir diye bakılmış. En ince ayrıntısına kadar hesap yapılmış” diye anlattı.
‘Ölüm oruçları operasyon için bahaneydi’
Dönemin siyasi ve askeri yetkililerinin ölüm sayısının az olmasına ilişkin yaptıkları açıklamalarda bu azlığı “operasyonun başarısızlığı” sözleriyle yorumladığını dile getiren Tuncer, “Yetkililer için ölüm oruçları operasyon için bir bahaneydi. Esas yapmak istedikleri; cezaevlerinde bulunan tutukluları, tek kişilik ve 3 kişilik hücrelerin bulunduğu cezaevlerine götürmekti. Ölüm orucundakileri sadece bahane ettiler. Yoksa onları hayata döndürmek gibi bir amaçları yoktu. O dönemin seçilmişleri Başbakanı, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı hepsi, ‘aslında çok daha büyük zayiat’ beklediklerini söylemişlerdi” diye konuştu.
Müdahalede yaralanan Hacer Arıkan’ın durumuna değinen Tuncer, “Hacer, bu operasyonun en ağır yaralılarından birisidir. Yüzü ve vücudu tamamen yandı. Aylarca o şekilde elleri ve ayakları bağlı hastanede tuttular, halen tedavi görüyor” dedi.
‘Silahlı atışların tümü dışarıdan içeriye yapıldı’
Operasyonu meşrulaştırmak adına devlet yetkililerinin, tutukluların da ateşli silah kullandığına dair açıklamalar yaptığını ifade eden Tuncer, şunları söyledi: “Devletin Adli Tıp uzmanları o dönem yaptıkları araştırmalarda içeriden dışarıya hiç silahlı atış yapılmadığını, atışlarının tümünün dışarıdan içeriye yapıldığını söylemişlerdi. O dönem operasyonda görev almış özel birimlerin isimlerini vermedi. Jandarma ve savcılık onlarla ilgili herhangi bir soruşturma açılması girişimlerinde bulunmadı. Tam 10 yıl sonra 39 er hakkında dava açıldı. Yıllar sonra da komutanlara dava açıldı. Duruşmalara gelmiyorlardı, sadece SEGBİS ile katılıyorlardı. Davayı zaman aşımına uğratma gibi bir durum söz konusuydu.”
‘AİHM hükümeti sorumlu tutmadı’
F Tipi cezaevlerinin Avrupa’da yaygın olarak kullanılması sebebiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) operasyona ilişkin alacağı hak ihlali kararlarının önünün kesildiğini belirten Tuncer, “Yaşam ihlali nedeniyle hükümet sorumlu tutulmuyor. AİHM, Hacer Arıkan olayında bile ‘nasıl yandığı belli değildir’ diye karar verdi. Diğer sonuçlanan kararlarda da hiçbir şekilde devletin kusurları görülmedi. AİHM’de bulunan yargıçlar özgürlük ve güvenlik kavramları içerisinde kararlarını alırken, güvenlikten yana karar alıyorlar. Bizim delillerimizden çok, devletin sunduklarını esas aldılar” dedi.
‘Siyasilere dava açılmadı’
Davanın şu anki halinde operasyonda görev alan komutanların dinlendiğini dile getiren Tuncer, “Üst rütbeli komutanlara halen dava açılmadı. Olayla ilgili siyasi yetkililere dair de hiçbir dava açılmadı. Milli Güvenlik Kurul’unda (MGK) bu kararın alındığı ifade edilmişti. Katliamın sorumluları hakkında bir karar alınmadı. Aksine, yaşamını yitirenlerin ailelerine davalar açıldığı” ifadelerini kullandı.
‘Kapalı alanda kullanılması yasak’
Yıllarca kimyasalın niteliğinin ne olduğunun açıklanması için çabalar içinde olduklarını dile getiren Tuncer, şöyle devam etti: “Adli Tıp, kapalı alanlarda yasak olan gaz bombalarının çok sayıda kullanılmış olduğuna yer verdi. Ben morgu da gördüm. Çok ağır bir tablo vardı. Cinsiyeti dahi belli olmayan cenazeler vardı. Bunun ne olduğunun araştırılması ve ortaya çıkarılması gerekir. Devletin resmi bilirkişi konumundaki insanlar dahi, ‘bırakalım çok sayıda kullanılması, insanlara karşı kullanılması yasak. Yine kapalı alanda kullanması yasaktır’ diyorlar. Bunların hepsi birden gerçekleşmiş ve kapalı alanda binlerce gaz bombası kullanılmış. Çok sayıda ölüm olabilirdi. Yaşananların araştırılması için yıllarca çaba gösterdik. Yılardır mahkemeler, ‘bu kimyasalın niteliği ne?’ diye soruyor. Mahkeme, dosyayı Adli Tıpa gönderip getiriyor. Halen bir sonuç elde etmiş değiliz. En son İstanbul Üniversitesi Anabilim Dalı Başkanlığı’na başvuruda bulunduk. Sorularımızı tek tek yazdık ve oradan gelecek raporu bekliyoruz” diye konuştu.