Sürecin yeniden toparlanması bir tartışma konusu yapılabilir, yapılmalıdır da. Süreçten ve yeniden toparlanmasından bahsederken kastımız devrimci mücadelenin nitelikli çalışmalarla organize edilmesidir. Bu nedir, ne demektir? Öncelikle söyleyelim ki, bu tartışma yalnızca bize özgü değil, devrimci hareketin bütünü için geçerlidir. İkinci olarak, bu tartışma konusu, geride bırakılan seçimler sürecinin noksanlıklarını kasten saptanmış, ilgili döneme has bir ihtiyaç olmaktan öteye, hemen her faaliyet döneminin ya da her iç sürecin muhtaç olduğu genel bir gereksinimdir. Zira yeniden toparlanma gereksinimi, salt seçimler sürecine indirgenerek buranın başarı-başarısızlıkları darlığında ele alınıp kısır döngüye hapsedilemez. Geniş perspektiften mütalaa edilmesi gerekir ki bu, bizi sürecin genel tasfiyeci özelliğiyle alakalı genel sorunlarda tartışma yürütmeye götürür. Yani, esasta tasfiyeci sürecin deşifre edilerek devrimci mevzilerin daha kuvvetli tesis edilmesi görevine dönük tartışmaya götürür. Bu genel mücadele sorunudur, tartışma konusu budur. Tasfiyecilik egemen hal ise ve bu hal devrimci mücadele dinamiklerine öyle ya da böyle sirayet ediyor ise, iradi müdahalede bulunmak devrimci sorumluluk olarak önümüze çıkar. Özcesi, sürecin yeniden toparlanmasının başarılması, sınırlı bir mücadele süreci ve sınırlı bir pratikten çok daha öteye, başlı başına bir dönemi kapsar…
Devrimci toparlanma görevlerinde gösterilecek direnç nasıl tesis edilmeli, nasıl olmalıdır sorusuna; komünist teori ve ilkelere bağlı kalıp bunları özgün şartlarla birleştiren bilinçli yaklaşım ve anlayışı temsil etmekten, örgütlenme faaliyetlerinde somut şartlara uygun politikalar geliştirerek pratik çalışmalarda yoğunlaşmaktan, bilimsel ısrar ve kararlılık göstermekten, işçi sınıfı ve geniş halk kitleleri içinde örgütlenip onlarla birleşmekten başka bir yanıtı yoktur. İfade ettiğimiz bu azami devrimci çalışma biçimlerini yerine getirme konusunda doğan büyük boşluklar ile hatalı anlayış ve yaklaşımlar konusunda somut önerilerde bulunmamız tamamen mümkündür. Ve devrimci temsiliyette bu hataları düzelterek daha iyisine ulaşmak, mücadeleyi zaafa uğratan bizlerden kaynaklı hatalardan kurtulmak pek tabii ki hem mümkündür hem de zorunludur. İdeal bir mücadele pratiği ve görevlerinden söz etmiyoruz; asgari düzeyde devrimci mücadele pratiği ve tasfiyeci kemirgene direnç gösterecek iradeden ve bunun mümkün olduğundan bahsediyoruz. Yeni şeyler keşfetmiyor, bilinmeyenlerden söz etmiyoruz. Aksine bilindiği halde yapılmayanlardan ve elbette monotondan kopmayan hatalar tekrarından söz ediyoruz.
Hatalı olduğumuz yerler nelerdir, sürecin yeniden toparlanmasında yapılması gerekenler nelerdir ve ısrarla kopmadığımız/kopamadığımız sorunlar nelerdir? Son tahlilde, tartışmamızı ne yapmalıyız sorusu çerçevesinde yürüteceğiz. Kuşkusuz ki, mevcut örgütsel-siyasi şartlarımız açısından bütün süreci muntazam bir elden geçirmeye tabi tutarak onarmaya muktedir değiliz. Komünist hareketin temel sorunlarının çözüm merkezi olma iddiasında otorite addetmiyoruz kendimizi. Ancak, somut sorunlarımızdan çıkan teorik-bilgisel ve olgusal sonuçları dikkate alarak bu sorunların aşılması için tartışma yürütme hakkından da imtina edemeyiz.
Sürdürebilir bir devrimci mücadele için örgütün güvenliği olmazsa olmazdır!
Eğer sağlam ve sürdürülebilir tutarlı bir mücadele, bu mücadelenin biricik aracı olan nitelikli bir örgüt/parti ve bu örgütün istikrarlı bir örgütlenme çalışmasını hedefliyor, bunu siyasi iktidar mücadelesinin temel bir zorunluluğu olarak telakki ediyor isek, öncelikle ve kesinlikle hedeflediğimiz bütün bu unsurların güvenliğini temin ve tesis etmek, mümkün olan en güçlü güvenliği sağlamak durumundayız. Bu, örgüt/parti, mücadele ve örgütlenmenin yaşamı için zorunludur.
Güvenlik sorunu birçok konuyu barındıran geniş bir alandır. Fakat temeli düşmana karşı korunma prensibine dayanır. Düşman saldırıları ve sınırlamalarını olanaklar ölçüsünde engelleyerek asgariye indirmek güvenliğin temel amacıdır. Bu tehdit ve tehlikeyi asgariye indirmek diyoruz, çünkü düşman tehdidini tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir ve tam güvenlikli, garantili bir mücadele de tasavvur edilemez. Tersi gerçek dışıdır. O halde, tam güvenlik biçiminde mükemmeliyetçi bir anlayışla hareket edemeyiz, edilemez. Mutlak güvenlik algısıyla hareket etmek, mücadelede risk ve tehlikeleri öngörmeyen, dolayısıyla mücadele etmemeye uzanan hatalı bir anlayışa çıkar. Bundan sakınmak da ötelenemez bir şarttır.
Güvenlik sorununda alınması gereken önlemlerde ilk adım çalışma tarzının düzeltilmesi olmalıdır. Kaba polis takibine karşı uyanık olma, teknolojik takip ve kontrol mekanizmalarına karşı hassas olma, gerekli dikkati göstererek açık vermeme, deşifrasyon ve ilegalite şartlarına uygun hareket etme, ilkeli çalışma tarzına bağlı kalma vb. vs. gibi klasik güvenlik zaaflarında yürütülecek tartışma ayrı bir konudur. Daha çok, bu unsurlara rağmen ve bizzat kendimizin uyguladığı yöntemlerden kaynaklı açıkları kapatmaya dönük ilk basamak tedbirlerini düzenlemek önem kazanır. İşte ilk adım dediğimiz şey bunlardır. Yani, legalite ile ilegaliteyi gereksiz bir ayrıntı haline getiren çalışma tarzımızdaki bozukluğu düzeltmek öncelikli ilk adımdır. Bu düzeltilmeden diğer tedbirler yarıdan yarıya boşa düşürülmüş, anlamsızlaştırılmış olur.
Özcesi, sürecin yeniden toparlanması tartışmasında atlanmaması gereken sorunlardan biri budur; devrimci çalışmada bir diyalektik oluşturan legal ve illegal örgütlenme diyalektiğini her iki çalışmanın da asgari güvenle sürdürülmesini sağlayacak ilkesel özenle yürütmek, birbirleriyle kesişme hallerinde birinin diğerini istismar etmesinden özenle kaçınmak gerekir. Sürecin yeniden toparlanması konulu tartışma dediğimizde, anlayış ve yaklaşım tarzına dayanan bir dizi temel hata, izlenilen siyaset sorunları ve politik meseleler gibi birikmiş bir dizi sorunla karşılaşmak kaçınılmaz olur. Bunların hepsini konu edinmek ise esas ve öncelikle olanı kaçırmak olur. Seçici olmak baş çelişki tanımına uygun düşenle başlamak en doğru olandır.
Dogmatizme karşı ol, değişimi devrimci tutumla ele al!
Devrimci hareketin ayrımsız olarak her parçasına bakıldığında, istisnai durumlar hariç, hemen hepsinde onlarca yıl süren tutarlı bir monotonluk ve statikçilik görülür. Onlarca yıl önce yapılanlar, denenenler, uygulananlar tipik olarak bugün de tekrar edilip sürdürülmekte, değişim ve gelişim diyalektiği ihmal edilmektedir. Değişim ve gelişmelerden bahsedenler de dâhil, devrimci hareketin hiçbiri gerçek manada ve köklü biçimde bu değişim ve gelişim zincirine uygun bir yönelim ve değişim hattı izlememiş, izleyememiştir. Bu, patinajdır. İlerlemeyip yerinde saymaktır…
İzlenen siyaset mekaniği ne yazık ki, günü yakalama ve geleceği kucaklama ruhundan yoksundur. Bütün bunlarda, kaba materyalist türev olan formel ya da mekanik mantık ve bundan beslenen statikocu dogmatik direncin büyük bir payı vardır. Muhtemelen bu sözlerimize de bütün iyi niyetine rağmen değişimden ürken, yersiz kaygı ve kuşkulu yaklaşımla, “değişim, yenilik, gelişme iyi ama bu değişim ne demektir, nasıl açıklanıyor” vb. vs. şeklinde otomatik refleks devreye girecektir. (Elbette ucu açık, nereye gideceği belli olmayan, bilinç ve öngörüden yoksun kendiliğinden tarzda ve temel ilkeleri iğdiş eden bir değişim sevdasına, kuru değişim çığırtkanlığı ve lafzına da mesafeli olmak doğrudur, temkinli ve şüpheci yaklaşmakta fayda vardır…)
Lakin mesele sadece özgün dogmatik dirençle açıklanamaz. Dogmatizm bilinçli bir siyaset olarak değil ama içsel olarak ve hatta dogmatizme karşıtlık tavrıyla uygulanan dogmatizm biçimi farkına varılmadan da olsa egemen eğilim olarak benimsenip tüm sürece damgasını vurmaktadır. Örneğin, diyalektik değişim ve gelişim sürecine denk gelen köklü nitel yenilenmeyi kaç hareket başarmış ya da denemiştir. Değişim ve gelişme bir ezber ve ritüel olarak kullanılmakta, özünde gerçek bir değişim ve gelişim, yenilik sağlanmamaktadır. Kısacası, sürecin yeniden ve devrimci zeminde toparlanması çalışmasında bu gerçekliği ters yüz etme adımlarıyla başlamak, yani nesnel gerçeğe uygun değişim parametrelerinde gerekli adımların atılmasına dikkat çekme bilinciyle hareket etmek devrimci doğrultuda ilerlemek olacaktır…
Burjuvazinin taktiklerine karşı devrimci taktikler geliştirmek çelişkinin ve canlı mücadelenin kaçınılmaz doğası gereğidir
Tartışmamızda önemli olan diğer bir konu da somut şart ve duruma uyum sağlama yeteneğinde taktik manevra kabiliyetine sahip olma veya politik esneklik meselesidir. Devrimin stratejik araçlarından başlıcası olan siyasi parti/komünist parti, ideolojik-siyasi hedef ve nihai amaç ekseninde tartışmaya yer bırakmayacak biçimde temel ilke, devrim programı, uluslararası çizgi, stratejik doğrultu ve temel taktikler vb. zemininde genel siyasi çizgiye sahip olmak durumundadır. Daha özetle, ilke ve stratejik bağlayıcılıklar temeli taşımak durumundadır. Fakat bu, ilgili partinin hareket veya çelişki yasasına ayak direme ya da farklı gelişmeler karşısında duruma göre pozisyon alıp manevra ve esnekliklerden sakınması anlamına gelmez. İkisi ayrı şeydir ve karıştırılmamalıdırlar. Taktik politika ve esneklik ilkesi gibi argümanlar hasbelkader devrimci literatüre girmiş değildir.
Dolayısıyla söz konusu parti, ilke ve stratejik halkalarından kopmadan, gelişen ve değişen duruma derhal uyum sağlama esnekliğine sahip olmak durumundadır. Burjuvazinin ileriye sürdüğü her taktiğe, her politikaya ve gelişen her somut duruma göre, parti de yeni bir siyaset, yeni bir taktik ve yeni bir yöntem geliştirerek yanıt olmak durumundadır. Bu manevra ve esneklik kabiliyeti gösterilmeden politik mücadelede başarılı olmak mümkün değildir. Burjuvazinin taktiklerine karşı devrimci taktikler geliştirip devreye sokmak, duruma uygun pozisyon almak çelişkinin ve canlı mücadelenin kaçınılmaz doğası gereğidir. Ki, taktiksel manevranın ötesinde, esas özelliği bakımından değişen koşul ve duruma göre strateji ve programın da değişmesi kaçınılmazdır. Fakat ülke devrimci hareketinde program ve stratejinin değişmesi bir yana, taktik politikada bile değişim kabızlığı hüküm sürmektedir…
Oysa mesele son derece açık ve anlaşılırdır; düşman sol taraftan saldırıyorsa, sen de sol tarafta mücadele edeceksin veyahut sol taraftan sağ tarafa çekilip düşmanı boşa çıkaracaksın. Ama ilkedir, stratejiktir diyerek düşmanın saldırısını boşa çıkarma yerine, önüne dikilirsen taktik bakımdan güçlü olan düşman karşısında yenilmekten kurtulamazsın. Düşman açlık ve yoksulluğu derinleştirmişse, sen de politik mücadelede açlık ve yoksulluk sorununu öne çıkararak mücadele geliştireceksin. Yok, ben reformist taleplerle meşgul olmam dersen politik mücadelenin dışında kalmakla kalmaz, kitlelerden de kopma yolunda ilerlersin. Kısacası, devrimci hareketin ketum olduğu ve gelişmesini zaafa uğrattığı meselelerden biri de budur. Bundan kaynaklı politik mücadelede esnekliği uygulamama, taktik siyasette manevralar yapıp uygun pozisyonlar almama ve karşı siyasetler geliştirmede çıkmaz sokağa sapma…
Soyut teorik tartışmalara verilen emek ve zaman pratiğin sorunları içinde verilmelidir
Devrimci hareketin varlık gösterdiği ve en etkili olduğu alan ideolojik-teorik tartışmalar bölümüdür. Bunun büyük kısmı da kendi dışındaki parti ve örgütleri eleştiren, onlarla didişen ve çoğu kez amacını aşan, bu anlamda yersiz olan polemiklerdir. Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketinde polemik ve dar tartışmalar kültürü oldukça gelişkindir. Fakat doğru ele alınmadığı için geliştirip değiştirmekten uzaktır, hatta esasta dağıtıcı, kırıcı ve yıkıcıdır. Onlarca dergi ve gazete çıkmaktadır. Bunlarda devrimin pratik sorunlarıyla ilgilenen, pratiği esas alarak irdeleyen ve pratik üzerinde yoğunlaşan eğilim oldukça zayıftır. Aslen ideolojik-teorik tartışmalar yürütmekle yetinilmektedir. İdeolojik-teorik tartışmalar, polemikler vb. vs. gerekli midir? Kesinlikle evet. Lakin bunların doğru yöntem ve ölçülerde kullanılması, yani dağıtıcı ve itici olmayıp kazanıcı ve birleştirici olması, aynı zamanda düşmana karşı siyasi mücadelenin önüne çıkarılmaması gerekmektedir. Öte taraftan, sorunlu olarak ele alınan ve çoğu kez soyut tartışmaları geçmeyen ideolojik-teorik tartışmalara büyük önem verilirken, devrimin pratik sorun ve çalışmalarına, devrimci pratiğin geliştirilmesine dönük uğraşlar oldukça azdır. Yani, buradaki esas sorun, pratik sorunları yeterince konu edinmemek ve pratiğin geliştirilmesine dönük yeterli çabalar göstermemek ama ideolojik-teorik tartışmaları esas alan bir odaklanma halinin egemen olmasıdır…
Hâlbuki biliyoruz ki, teori de ilkeler de siyaset de pratikten çıkar; pratik karşılığı olmayan bir ilke, bir teori ve siyaset yoktur. Komünist otoriteler de bu durum çok tipik olarak öne çıkmaktadır. Bütün ilke, teori ve siyasetler, pratik sorunlar üzerine inşa olmuş pratikten çıkarılmışlardır. Parisli işçilerin mücadelesi bu sonuçları verdi, Leningrad X fabrikasının işçileri şu mücadeleyi verdi, Şangay’lı işçilerin direnişi buna yol açtı, Kuzey ordusuyla yaşanan savaş şunları gösterdi, Y cephesinde birlikler yenilince Z cephesine çekildik ve orada şunu uyguladık vb. vs. boş tartışmalar değildi…
Özcesi, ülke devrimci hareketi de dünya devrim tarihleri ve pratiklerinden öğrenmekle birlikte, kendi pratiğinden de öğrenmeyi bilmek ve önemsemek durumundadır. En önemlisi de pratikten öğrenmeyi önemsemeli, pratiğin sorunlarına odaklanmalıdır. Soyut teorik tartışmalara verilen emek ve zaman pratiğin sorunlarına ayrıldığında mücadelenin güçleneceği daha muhtemel olacaktır…
Somut şartlara uygun siyaset geliştirmek elzemdir!
Sürecin yeniden toparlanmasında yapılacak çok şey, gerçekleştirecek çok görev vardır. Tecrübelerden dersler çıkararak öğrenmek bunlardan biridir. Gerçeğe uygun siyasetler geliştirmek gereklidir. Gerektiğinde en köklü değişimlere girmek korku olmaktan çıkarılmalıdır. Komünist mücadele belleği ve tüm tecrübe ve birikimleri temel dayanaklar olarak yararlanmamıza açıktır. Kendi pratiğimizi irdeleyerek doğru yönelime girmek tamamen mümkün ve bizlerin elindedir. Devrimci mücadeleyi en yalın biçimde uygulamakla başlamak, özünde sürecin yeniden toparlanmasına yeterlidir. Yukarıda konu ettiğimiz eleştirilerde düzeltmeye girişmek sürecin yeniden geliştirilmesine katkı sunacaktır. Silahlı savaştan söz etmeye gerek yok; bu savaşı verecek temel yapıyı inşa etmek öncelikli görevdir. Bu görevler yerine getirilmeden silahlı savaşın verilmesi başarılamaz…
Şartları ve gerçek durumu dikkate alarak mücadele siyasetini buna göre düzenlemek, tasfiyeci su selinin bizi ittiği yere sığınmak anlamına gelmez. Bilakis, akıntıya göğüs geren kulaçlar atmayı prensip etmeliyiz. Süreç tasfiyeci ise, devrimci mücadelede yoğunlaşmak tek şıktır. Devrimci mücadelenin temsil edilmesi ise, geleneksel söylevlerle değil, nesnel siyasi şartlarla belirlenen devrimin pratik ihtiyaçlarına yanıt olmakla mümkündür.
İşin aslı şudur: Verilmesi gereken ve verilebilecek her mücadeleyi devrimci araç ve yöntemlerle vermekte kararlı olmak, yürütülebilir çalışmaları yürütmek ve başarılabilir görev ve hedeflere odaklanmak; işte somut mücadele budur, kazanma metodololojisi de budur. Afaki laflar gerçeği değiştirmez, değiştirecek olan gerçek mücadele pratiğidir…
Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.