1.) 100 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti
19. yüzyıl geride kalır, dünya devrimlerle çalkalanır, imparatorluklar yıkılır ve cumhuriyetler kurulurken Türkiye de bu tarihsel salınım içinde kendi yolunu arıyordu. Marx’ın tabiriyle ‘katı olan her şeyin buharlaştığı’, yeni olanın temsilcilerinin eskinin kabuğundan tazelenmiş bir özgüven ve cüretle gözlerini ufka diktiği bu çağda, mazisi yüz yıllara varan Osmanlı İmparatorluğu içeride iki uğraklı burjuva devriminin ve bir cihan harbinin alevleri içinde kül olmuştu. Tarihe karışan İmparatorluğun şimdi’ye sıçrattığı kıvılcımlardan ise bir Cumhuriyet doğdu.
Padişahın tebaasından Cumhuriyetin yurttaşına, Doğu-İslam âleminin medeniyetinden kapitalist-Batı dünyasının uygarlığına “geçiş”in coşkularına, atılımlarına ve süratine matemler, duraksamalar ve yavaşlamalar eşlik etti. Farklı yönsemeler ve zamansallıklarla süregiden, varış yeri ancak ve sadece sınıf mücadeleleri tarafından tayin edilebilecek olan 100 yıllık bir yolculuk olarak sürüyor Cumhuriyet.
YAZARLAR
Onur Acaroğlu, Ümit Akçay, Gökhan Atılgan, Göksel Aymaz, Aziz Çelik, Y. Doğan Çetinkaya, Yeşim Dinçer, Alp Yücel Kaya, Sungur Savran, Murat Sevinç, Can Soyer, Çağdaş Sümer, Taner Timur, Fatih Yaşlı, Haluk Yurtsever
2.)Uygarlık Paradigmasını Değiştirmek
Fikret Başkaya’nın ele aldığı pek çok olgu, küresel kapitalizmin artık sadece insani yabancılaşmalar, toplumsal kötülükler, doğa tahribatı yaratmakla kalmadığını, tüm canlıların varlığını doğrudan tehdit ettiğini gösteriyor. Uygarlık Paradigmasını Değiştirmek çöküş durumundan çıkmak için, insanlığın ve uygarlığın geleceğini kurtarmak için zihinsel yenilenmenin perspektiflerini tartışıyor. Yeni bir uygarlığa giden yolun aralanması ancak yeni fikirlerle, radikal bir entelektüel kopuşla mümkün olacak. Aksi halde, belirli bir eşik aşıldığında geriye kurtarılacak bir şey kalmayabilir.
Şeylerin seyrini değiştirmek için yönetenleri değil, sistemi değiştirmek gerektiğini hatırlatıyor Fikret Başkaya… Kapitalizme ekonomik, sosyal, ekolojik, etik bir alternatif olarak gördüğü eko-sosyalizm üzerinde düşünmeye çağırıyor. İnsanın insanla, toplumun doğayla, kadının erkekle uyumlu olduğu bir dünya mümkün. Yeter ki “bunak kapitalizm”in çözdüğünden daha çok sorun yarattığı bilince çıkarılsın. Radikal dönüşümlere acilen ihtiyaç duyulurken Uygarlık Paradigmasını Değiştirmek de sonuçta “yeryüzünün lanetlileri”ne düşüyor.
Yayınevi: Yordam Kitap
Yazar: Fikret Başkaya
3:) Sınıf-ötesi Bireyler ya da Yeniden-üretmezlik
Chantal Jaquet, içine doğduğu sınıfın toplumsal çevresinden çıkarak öteki sınıfa geçen bireyin istisnai vakasını felsefi olarak anlamak üzere yepyeni bir kavram ve yöntem geliştiriyor: Toplumsal yeniden-üretimin işlemediği durumlarda etkin olan siyasal, ekonomik, ailevi ve tekil nedenleri, keza bunların sınıf değiştiren bireyin yapısı üzerindeki etkilerini inceleyen filozof, kolektif tarih ile mahrem hikâyenin kesiştiği noktada konumlanarak, bireyin yeni sınıfı içindeki yeri ile bu değişimde cinsel ve ırksal farklılıkların rolünü de belirlemeye yöneliyor.
Disipliner bir çalışmanın yalıtılmışlığına son veren Chantal Jaquet, okuru söz konusu tekilliği felsefe, sosyoloji, sosyal psikoloji ve edebiyatın kavşağında karşılamaya davet ederken, Spinoza, Bourdieu, Éribon ve Hoggart gibi düşünürler kadar Stendhal, Jack London, Annie Ernaux, John Howard Griffin, John Edgar Wideman, Richard Wright gibi yazarların yaşam öykülerinden ve anlatılarından da yola çıkarak toplumsal ve kişisel kimlik kavramlarını yapı bozuma uğratıyor ve öteki sınıfa geçen “sınıf-ötesi birey” figürü üzerinden tüm insanlık haline yeni bir bakış açısı kazandırıyor.
Yazar: Chantal Jaquet
Çeviren: Aziz Ufuk Kılıç
Yayınevi: Sel Yayıncılık
4.) Türkiye’de Felsefe [1923-2023]
Modern anlamda Türkiye’de felsefenin gelişimi, genellikle, Tanzimat’la başlayan Meşrutiyet’le ivmelenen ve Cumhuriyet’le devam eden üç tarihsel dönem halinde ele alınmaktadır ve geriye doğru bakıldığında yaklaşık 180 yıllık bir geçmişi olduğu görülür. Bu coğrafyada felsefe uzun bir süreden sonra ancak Tanzimat döneminde modernleşme çabalarına paralel olarak yeniden ilgi görmeye başlamış ve böylece Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadarki felsefi etkinliğimize damgasını vuran şey daha çok Batı felsefesinin alımlanması problemi ve bu yöndeki tartışmalar olmuştur. Bu tartışmalar halen devam etmekle birlikte Cumhuriyet’le en azından neyin alınacağına ya da alınması gerektiğine resmen de olsa karar verilmiş ve felsefi kültüre ve yazına ilişkin beklentiler büyük oranda belirlenmiştir. Tanzimat ve Meşrutiyet’ten devreden felsefe mirası Cumhuriyet döneminde işlenmeye devam etmiş ve felsefenin Türkiye’de yeniden yurtlandırılması ve bir felsefe geleneğinin oluşumu adına düşünürlerimiz felsefenin farklı alanlarında daha özgün düşünceler üretebilmek için yoğun bir faaliyette bulunmuşlardır.
Cumhuriyet’in 100. yılı çerçevesinde, yüz yıllık felsefi birikimimizi ve geldiğimiz noktayı görebilmek, tarafsız bir gözle düşünce muhasebemizi yapabilmek ve gelecek yüz yıl için yapılması gerekenlere dair bir fikir ortaya koyabilmek adına hazırlanan bu çalışma, Türkiye’de 1923-2023 arasında felsefeye emek vermiş, eser ve düşünce üretmiş ve son sözünü söyleyip aramızdan ayrılmış düşünür, akademisyen, yazar ve entelektüelleri, felsefede en çok öne çıkan yönleriyle ve Cumhuriyet Dönemi Türk düşüncesine yaptıkları en özgün katkılarıyla ele alıp tartışan makalelerden oluşmaktadır.
Editör: Kemal Bakır
Yayınevi: Doğu Batı Yayınları
5.) Estetik
Bir sanat yapıtı nasıl tanımlanır? Edebî bir yapıta, şiire, müziğe, tiyatro oyununa veya mimari bir esere hemen herkesin üzerinde uzlaşabildiği estetik ölçütleri veren değerler nelerdir? Niçin bir çalışmayı değerli görürken diğerini estetiğin dışında sayarız?
20. yüzyılda estetik üzerine yapılan klasik çalışmalardan biri Nicolai Hartmann’a aittir. Hartmann bu son yapıtında kapsamlı bir güzellik kuramı ortaya koyar. Bu kuram aynı zamanda bakmanın, beğenmenin, görmenin, uzun uzadıya seyretmenin ve haz almanın ayrıntılı bilgisini verir. Yaşadığımız dünyada bu bilgi, çevremizde olup biten her şeye karşı bir duyarlılık geliştirme, bir form duygusu kazanma, üzerinde çalışılan alan ne olursa olsun estetiği ilgilendiren tüm ortak ögelerde derinlikli bir sistem kurma idealidir. Hartmann başta Aristoteles, Kant, Schelling, Hegel ve Schopenhauer olmak üzere geçmişin düşünürleriyle sürekli diyalog halindedir. Shakespeare, Rembrandt gibi isimlere ve Antik Çağ sanatına sıklıkla atıfta bulunur, buradan kendi özgün fenomenolojik yaklaşımını geliştirir. Çözümlemelerinde sanattaki hakikati, sanatın değerini ve sanat ile ahlâk ilişkisini ele alır. Hartmann’a göre estetik metafizik bir kavram değil ontolojik bir değer olarak gün yüzüne çıkar, onun kaynağı tinde değil görünümde, gördüğümüz nesnede aranmalıdır.
Hartmann tüm yapıt boyunca estetik nesnelerin tabakalaşma teorisini ortaya koyar ki, bu onun sanat tarihine en özgün katkılarından biri sayılmalıdır. Bir sanat yapıtı birçok tabakadan oluşur. İlk planda kendisini göstermeyen bu tabakaların ulaştığı en son noktada, esasen sanatçının tüm dehası gizlidir.
Yayınevi: Doğu Batı
Yazar: Nicolai Hartmann
Çevirmen: Tomris Mengüşoğlu