“(…) Almanya son derece bilimsel ve geniş bir temel üzerinde… ve bugüne dek hiç bir halkın göze alamadığı bir biçimde silahlanmaktadır”.(1)
Birinci Emperyalist Paylaṣım Savaṣı (28 Temmuz 1914 – 11 Kasım 1918) büyük bir kıyım ve tahribata neden olurken – savaş sonrası Avrupa’da ülkeler muhtemel uzlaşı ve işbirliğini birbirlerine duydukları kin, öfke ve kuşku ile öteler oldular. Savaş sonrası Avrupa’da iyi ilişkiler birlikteliği yerini, 20. yüzyılın yeni kriz ve çatışmalarına işaret eden gelişmeler etkili oldu. Bu durum “yeniden” bir savaş ortamının ayak seslerinin yükselmesine olanak sunan anlayışa terkedildi. Avrupa’nın savaş ve çatışma geleneğinin devam ettiği bir ortamda, toplumun psikolojik ve sosyal boyutunu olumsuz yönde etkilerken ve insanlar “yeni” bir savaş beklentisi ile yüz yüze oldular.
Öyle ki, birçok Avrupa ülkesi ve özellikle “Almanya yoğun ve hızlı bir tempo ile yeni bir savaş hazırlığı içinde” (2) olur. Bu süreçte Avrupa genelinde yoğun bir silahlanma yarışı gözlemlenir -ve savaş sanayinde ki ivme giderekten bir yükseliş ve hızlı bir üretim sürecinde kendini bulur. Avrupa’da ki bu silahlanma atağı, arka planda da siyasi, askeri ve ekonomik “güç desteği” kapitalist sınıfa takviye edilirken, savaşa taraf ve bilfiil dahil olan bütün güçler tercih yapar duruma zorlanırlar. Dolayısıyla, bu süreçte egemen olan mantık, “mevcut kriz ancak yeni bir savaşla atlatılır” tezi etkili oldu.
Kapitalist güçlerin savaş oyunu:
Her şeyden önce, kapitalizm savaş ve savaşlarla elde ettiği pay dağılımını hiçbir zaman yeterli görmez – ısrarla yeni işgal ve savaş alanlarının arayışında olmuştur. Bu anlayışla yeni zenginliklerin elde edilmesi, ortaklıkları hepten memnun etmiştir. Bu perspektiften hareketle, savaş sonuçlarının doğurduğu acı ve gözyaşının pek önemi olmaz, esas olan elde edilen zenginliklerle bir güç unsuru olabilmek öncelikli olur. Savaşa “hazırlık” ve yoğun silahlanma üretimi – Avrupa’da milliyetçi, faşist güçlerin yükselişte olduğu bu dönem, mevcut siyasal yönetimlerin yoğun desteğini alır. “Yeni” savaş ve “yeni” sürecin politik gelişmeleri gerekçe gösterilerek savunma ve silahlanma talebi öncelik kazanır. Savaşa dair karar mekanizmasının uygulanmasında, halk üzerinde baskı ve caydırıcılığı ileri sürerken – benzer tehdit ve baskıların etkisiyle, mevcut yönetimler toplumun büyük çoğunluğunu susturarak tercih yapmalarını önlediğini söylemek mümkün. Böyle bir sürecin işletilmesiyle, siyasal yönetimler mevcut politik uygulamaları kendi çıkarlarına uygun olarak kullanmakta kolaylık sağlamıştır.
Yaşanılan siyasal ve ekonomik krizler ve çözümsüzlükler, milliyetçiliğin yükselişe geçişi ve devletin aşırı silahlanma politikasını meşru görmüş ve ülkenin “tek” çözümü olduğu düşüncesinin öne sürülmesi, bilindik devletler politikası olmuştur. Bu siyasal retorik geçmişten günümüze dek muazzam bir şekilde savaş ortamında bulunan birçok ülkenin siyasal erk gücü tarafından istismar edildiği bilinir. Yönetimler bu durumlarda bir kriz ortamının yaratılmasını isterler, ve iç çözümsüzlügün faturasını halka ödetirken – gerekçede dış “tehditler” hedef durumuna gelir. Halkın temel ihtiyaç ve gereksinmelerine odaklanmak yerine – “Continuation” (devlet bekası/devamlılığı), dış tehdit, vatan, millet ve bayrak; tıpkı masaya konulmuş bir “menü” olarak halka bin gayret olmuştur.
İlgiçtir ki, 20. yüzyılın kriz ortamında güdülen devlet politikası ile, 21. yüzyılın politikaları bire bir örtüşür durumda, boyut ve biçimsel farklılıklar arz etmiş olmasına rağmen. Krizlerle boğuşan 30’lı yılların Avrupa’sında, “ulusal savunma” gerekçe gösterilerek yoğun silahlanma içerisinde olunur.(3)
Birinci Paylaşım Savaṣı’nın neden olduğu yeni “durum” ve sorunların çözümü, açıkçası savaş sonrası döneme ertelenir. Bu tarihsel süreçte ki çelişkilerin antogonizması Avrupa kıtasında hissedilir biçim-de boy gösterirken – ülke halklarının yeni bir savaş tehdidiyle karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. Bölge sorunlarının çözümü için, gerçek bir uzlaşıdan yana somut adımların atılamadığı bir Avrupa vardı. Bu durum, ülkeler arası iyi ilişki, uzlaşı ve barışın sağlanmasından yana bir özveriden söz etmek mümkün değildir. “Demokrasinin beşiği” olarak anılan Avrupa, aynı zamanda Avrupa’nın ev sahipliğinde birçok savaş ve yıkımlara sebep olmuş bir kıtanın adıdır. Daha doğrusu dünya savaşlarının başlatılmasına neden olan bir Avrupa olmuştur. Avrupa’da ülkeler arası karşılıklı tehditler, sınır anlaşmazlığı vb. gibi nedenlerle yoğun silahlanma öteden beri bölgenin gündemini belirkerken – yeni savaş tamtamlarının çalındığı bir Avrupa gerçeği hiç gündemden eksik olmamıştır (Almanya, Fransa ve İngiltere sözü edilen kavganın önde gelen ülkeleriydi).
Milyonların kaybı savaşlar:
Yazımızın önceki bölümlerinde Birinci Paylaşım Savaṣı’nın neden olduğu milyonlarca insan kaybının, maddi ve manevi tahribatın boyutunu veri ve kaynakça vurgulamaya çalıştık. Esas olarak tüm bu yaşananların ana kaynağında kapitalist dünya sisteminin sebep ve nedeni olduğu – pay hırsından kaynaklı olarak bir paylaşım anlaşmazlığının olduğu ifade etmiştik. Birinci Paylaşım Savaşı’nın sonuçlarından hareketle; İkinci Yeniden Paylaşım Savaşı’nı tetikleyen tarihi gerçekler olduğunu ve bunun bu savaşın başlayıp bütün Avrupa coğrafyasına yayılmasında belirleyici etken olduğunu söylemek mümkün.
Bu savaşa yol açan bazı önemli neden ve sebepleri kısaca da olsa, aşağıda olduğu gibi sıralamak mümkün:
Savaş sonrası (Birinci Paylaşım) yeni dönemde Avrupa’da ekonomik ve siyasi buhran bütün olumsuzluğuyla devam ediyor olmuş olması.
Birinci Paylaşım Savaşı sonrasında çizilen yeni sınırlar (Versailles Barış Antlaşması, 28 Haziran 1919), Avrupa’da faşist milliyetçi akımları besler ve ısrarla gündemde kalmasını sağlar.
Yeni sınır anlaşmazlığı etnik çatışmaları bir şekilde sonlandırılamadı. Bu durum yeni sorunlar, gerginlikler tekrarından Avrupa’nın gündeminde kalmasına neden oldu.
İtalya 1. Paylaşım Savaşı’nda galip çıkmış olsa da, Versailles ile belirlenen mevcut sınırları yeterli bulmamıştır. Dolayısıyla, bu durum Mussolini’yi Nazi Almanya’sına bir adım daha yakınlaştırmış ve yeni savaş ortamına göz kırpmıştır.
Uzak Doğu’da bir Japon faktörü vardı. Japonya bir şekilde Amerika ve Avrupa güçlerinin Asya’dan çıkmasını istiyordu.
Japonya ile Nazi Almanya’sı arasındaki yakınlaşma ve bu somut işbirliği 1936’da anti-Komin-tern Pakt’ın imzalanmasıyla sonuçlanır. 6 Kasım 1937’de Mussolini bu Pakt’ da dahil olur. Bu üç ülke arasında ki “güç birliği”nin (işbirliği) askeri, politik ve psikolojik etkisi gözardı edilemez. Bu işbirliği Avrupa’da yeni bir savaşın çıkmasını tetikler bir etkileşime sahip olur… (Bu üç ülkenin birliktelikleri konusunda geçmiş bölümde daha da detaylı verdik).
“(…) Avrupa ile sınır bir Avrupa savaşı” (4) anlayışındaki yorumu anlamak mümkün değildir.
Zira, bütün toplumsal çatışmaların ana ekseninde ki uzlaşmaz çelişkilerin mücadele nedeni, sınıflar arası uzlaşmazlıkların var olması ile ilgilidir. Bu varoluş, ister günümüz koşullarında olsun veya geçmiş dönem-lerde olsun – bu, emperyalist güçlerin savaş tarihinde bir paylaşım hırsının öne çıkmasıyla bağlantılıdır.
Bu gelişmelere paralel olarak, kapitalizmin sömürü ve kriz ortamından doğan koşulların neden olduğu savaşlar bir sonuçtur. Savaş ve zorbayla bahşetmek istenilen hedefler, elbette karşılıksız kalmamıştır – karşı direnişin çatışmaya evrilmesinin nedeni vardır, bu da şüphesiz emekten yana ideolojik direniş ol-muştur.
Bunlardan biri; demokrasi ve özgürlüklerden yana sömürüsüz bir sınıf toplumunu hedefleyen devrimci ve antı-emperyalist güçlerin mücadelesidir, bu hep var ola gelmiştir. Bir diğeri ise; kapitalizmden kaynaklı olarak savaş ve işgallerle pay bölüşümünün kavgasını merkezine alan emperyalist güçler olmuştur. Bu, en genelde emperyalist yayılmacı polıtikanın sözkonusu olduğu savaşlarla iç içe geçen kapitalist dünya sistemini ta kendisidir. 6 yıla yakın bir süreyi kapsayan ve dünyanın dört bir yanına yayılmış bu savaş, paylaşım ve savaş gerçeği küresel bir nitelik taşımıştır. Bütün dünyayı sarmalayan bu savaş; Avrupa’dan Kuzey ve Doğu Asya’ya, Güneydoğu Asya’ya, Kuzey ve Orta Amerika’ya, Avustralya’ya, ve Yeni Zelanda’ya kadar uzanan bu savaşın gölgesinde insanlığın katledildiği bir süreç yaşanmıştır.
İnsanlığı katleden savaş cephesi:
Gerçek o ki, İkinci Yeniden Paylaşım Savaşı’nın boyutu Avrupa sınırlarını da aşmış ve dünyanın en büyük emperyal savaşı olarak tarihe kaydedilmiştir. Bu savaşta hayatını kaybeden sivil ve asker sayısının kesin rakamı bugüne dek bilinmemekle birlikte – ancak bunun 60 ile 80 milyon arasında değişen sayı düzeyinde ifade edilmiş ve bu rakamlarla resmi kayda geçtiği bilinir.
Bu savaşta en çok kayıp veren ülkeler: (5)
Ülke adı Ölü sayısı Savaşlar Tarih
Sovyetler Birliği (S.S.C.B.) | 23 ile 27 milyon arası | İkinci Yeniden Paylaşım Savaşı | 1939 – 1945 |
Çin Halk Cumhuriyeti | 20.000.000 | İkinci Yeniden Paylaşım Savaşı | 1939 – 1945 |
Almanya | 7.500.000 | İkinci Yeniden Paylaşım Savaşı | 1939 – 1945 |
Polanya | 6.000.000 | İkinci Yeniden Paylaşım Savaşı | 1939 – 1945 |
Endonezya | 4.000.000 | İkinci Yeniden Paylaşım Savaşı | 1939 – 1945 |
Japonya | 2.680.000 | İkinci Yeniden Paylaşım Savaşı | 1939 – 1945 |
Hindistan | 1.600.000 | İkinci Yeniden Paylaşım Savaşı | 1939 – 1945 |
Yugoslavya | 1.027.000 | İkinci Yeniden Paylaşım Savaşı | 1939 – 1945 |
Tabel: tasarım bana aittir.
Kapitalist kriz ve bunalımın neden olduğu bu savaşta, milyonlarca insan kaybı ve ülkelerin altyapıdaki tahribat ve maddi hasarının giderilmesi, hafızalardan silinmesi hiçte kolay olmayacaktır. Tıpkı aradan yüz yıl geçmesine rağmen halen Birinci Paylaşım Savaşı izlerinin silinmemiş olması –veya İkinci Yeniden Paylaşım Savaşının insanlık üzerinde bıraktığı tahribatın etki ve sonuçlarının bugün konuşulur ve de tartışılır olmuş olması…
“Nitekim Almanya’daki yeni kuşak, tam bir bağnazlar sürüsünden farksızdı; ve koşullanmışlığı içinde, gözü kapalı olarak ölüme yürümeye hazırdı”. (6)
Almanları bu şekilde suçlayan Winston Churchill, işin tuhafı Büyük Britanya için geçerli olan böyle bir suçlama Fransa içinde büsbütün geçerliydi .(7) Dünyayı kana bulayan ve bir paylaşım içinde olan emperyalist güçlerden savaşa dair – hümanist bir yaklaşım içinde olmalarını beklemek elbette mümkün değildir. Bütün paylaşım savaşlarının tek benzer bir özelliği vardır ki – savaşta ne kadar kayıp verildiğinin rakamsal yüzdesi değilde, payına geçen yeni zenginliklerin ve toprakların oranı üzerinde (savaşta) hesaplar yapılır.
Bu savaşa dair verilen rakam ve veriler pek değişken, bir kıyaslama olarak başka bir kaynaktan aşağıdaki dağılım oranını paylaşmakta yarar vardır:
Savaşta kayıp veren ülkeler (1939 – 1945) (8)
Ülke Asker Sivil
Sovyetler Birliği | 13.000.000 | 7.000.000 |
Çin | 3.500.000 | 10.000.000 |
Almanya | 3.500.000 | 3.800.000 |
Polanya | 120.000 | 5.300.000 |
Japonya | 1.700.000 | 380.000 |
Romanya | 200.000 | 465.000 |
Fransa | 250.000 | 360.000 |
İngiltere | 452.000 | 60.000 |
İtalya | 330.000 | 80.000 |
Yugoslavya | 300.000 | 1.300.000 |
Tabel: tasarım bana aittir.
Savaşta ölü sayısının 1 milyonun altında bulunan yüzlerce ülkenin adını vermedik. Savaş sonrası dünyanın paylaşımında pastanın en büyük dilimini alan –ve “hür-dünyanın” jandarmalığına soyunan Amerika Birleşik Devletleri’nin kaybı ise 318.274 olmuştur. İnsanlık için elbette her savaşta bir kişinin ölümü bile fazladır. Bu rakamlarla savaşta ve savaş sonrası süreçte dünyaya “yön” vermek isteyen ülkelerin bulunduğu ve de geldikleri konuma işaret etmek noktasında anlamlıdır. Yukarıdaki rakamlardan da anlaşılacağı üzere bu savaşta en büyük kaybı olan ülke dönemin Sovyetler Birliği olmuştur.
ABD, Birinci Paylaşım Savaşı sonundan itibaren dünyanın en büyük ve de en güçlü emperyalist ülkesi olmanın sorumluluğuyla, bir Amerikan faktörü ile dünyaya tek kapıdan girileceğini ve bunun anahtarıda kendisinde olduğu düşüncesinden hareketle – bütün ülkelere ayar vermek istiyordu. İkinci Yeniden Paylaşım Savaşı sonununa gelindiğinde, görülen o ki artık Almanya, Japonya, İtalya, Fransa ve İngiltere gerek ekonomik gerekse de askeri alanda gücünü tümden yitirmiş ve güçsüz bir ülke konumuna düşmüşlerdir. Bu güç kaybı, o ülkelerin savaş sonrası dönemde ABD’ye bir adım daha yakınlaştığı ve bağımlılıklarını daha da pekiştireceği anlamına geliyordu. ABD, 1945 sonrası sürece kapitalist/emperyalist dünya sisteminin vazgeçilmez lideri ve de en büyük gücü olduğu anlayışıyla bir siyaset güder. ABD 1945’de savaş müttefiklerini yanına alarak; Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam -12 Ocak 1920) örgütünü dağıtır – ve bunun yerine 51 ülke ile birlikte BM (Birleşmiş Milletler) kurar örgütünü kurar (24 Ekim 1945, San Francisco). Bu sayı 2011 yılında 193’e çıkar. (9) Böylece ABD BM örgütünde belir-leyici aktör, daha doğrusu güç olur.
ABD, bütün dünyaya verdiği mesajla politik, ideolojik, ekonomik ve daha da önemlisi askeri bir güç olduğunu her fırsatta dile getirir. Bu tarihten itibaren her “yer” Amerika ve Amerika çıkarlarının korunmak istenildiği bir dünya konumlandırılmak istenmiştir
ABD’nin bu aşırı güven patlaması malum 50’li, 60’ 80’li yıllarda -ve hatta günümüze dek birçok ülkede yeni işgal ve savaş senaryosuna maruz kalmış ülkelerle tanımlanır olmuştur. Bir “Amerikan demokrasisiyle” dünya sorunlarının çözümüne inanan bir Amerikan anlayışı hep gündemde kalmıştır. Bu anlayıştan hareketle, Brzezinski ‘ye göre; olası bütün uluslararası tehdit, krizler ve siyasal çıkmazlar ancak ve ancak “Amerikan demokrasisi” anlayışıyla çözülür(10) iddiasında bulunur. Bu saptama doğru olmuş olsaydı, 50’li yılların ortalarından beri Amerikan işgaline maruz kalmış ve Amerikan yerli işbirlikçi rejimlerin neden olduğu sayısız katliam ve gözyaşı olmazdı.
Yararlanılan ve kullanılan kaynaklar:
Churchill, W., “While England slept – A survey world affairs, 1932 – 1938”, New York 1939. (Aktaran, S.S.C.B. Bilim Akademisi-Yayınları, “Uluslararası İliṣkiler Tarihi”, Çilt 4, Çeviri May Yayınları, İstanbul 1980, s. 299.)
A.g.e., s. 298.
Van der Pijl, Kees, “De Amerikaanse Economische Hegemonie en de Integratie theorie”, Universiteit van Amsterdam, Amsterdam 1986, s.150-157.
Lestıen, Georges ve Cere, Roger, “- 1914-1918 İkinci Dünya Savaşı – 1939-1945”, Varlık Yayınları, İstanbul 1966, s. 135.
https://historianet.nl/oorlog/tweede-wereldoorlog/hoeveel-soldaten https://www.verzetmuseum.org
Churchill, W., “While England slept – A survey world affairs, 1932 – 1938”, New York 1939. (Aktaran, S.S.C.B. Bilim Akademisi-Yayınları, “Uluslararası İliṣkiler Tarihi”, Çilt 4, s. 299.)
A.g.e., 299.
https://www.cıjfers.net/wo2.html https://www.cıjfers.net.html
Leurdijk, J.H., “Wereld Politiek”, Coutinho, Bussum 2001, s. 99,106,317-328.
Brzezinski, Zbigniew, “Tercih –Küresel Hâkimiyet mi, Küresel Liderlik mi?”, İnkilap, 2. Baskı, Ankara 2004, s. 42-46.