Ngarrindjeri halkından. Kelimelerini özenle yıkayan, halkını arındırmaya çalışan, Güney Avustralyalı bir Aborjin yazar ve mucit. 28 Eylül 1872’de doğdu. Yaşamı ve yaptıkları, Aborjinler konusudaki beyaz ön yargılara indirilmiş bir darbe gibidir. Babası James, vaiz ve Aborjin efsaneleri toplayıcısıydı. David, 13 yaşında misyonerlerin kurduğu okulu bırakıp hizmetçi olarak çalıştı. Beş yıl sonra, bir bot yapımcısına çıraklık yaptı. Daha sonra Adalaid şehrine gitti. Ve Aborjin olduğu için iyi bir iş bulamadı. Bir bootmaker (çizmeci) ustasının yanında bir iş buldu.
1920’lerin başlarında, Adelaide Üniversitesi, onu, Aborijin efsanelerini derlemesi konusunda görevlendirdi. Memnundu. Kendini baskı, inkar ve kırımdan kendi iç ateşine, aşkına hapsetmiş küskün halkının içinde gezinip duracaktı. Babası James’in de yaptığı zaten böyle bir işti; Ngarrindjeri dilini derleyenlerle birlikte çalışmış ilk Aborijin diyakozuydu o.
David Unaipon, işe koyuldu, derledi. Sinmiş, sindirilmiş dillerin sözcüklerin dansını yaşama kattıkça ve onları, kendi inceliğine, derinliğine doğru akan birer duru su olarak hayal ettikçe sarıldı işine. Derlediklerini yayınladı ve böylece kitabı yayınlanan ilk Aborijin yazar oldu koca kıtada.
1924’ten itibaren çok sayıda makale yazıp, basında yayınladı. 1929’a kadar geniş bir gezi ve tarama yaptı. Aborijin mit, destan ve öykülerinden oluşan üç kısa kitapçık yayınladı. En büyük şansı, Aborjin Dostları Derneği’nde işe alınması ve geniş seyahat imkanına kavuşarak, değişik bölgelerde Aborjin halkıyla haşır neşir olmasıydı. Bu durum onu yetkinleştirdi, gezileriyle dil ve kültür keşfeden, anlam üreten bir yazar haline getirdi. Kendi halkı konusunda konferanslar verme olanağına kavuşturdu. Bununla kalmadı, Aborjinlerin kendi kaderini tayin hakkının tutarlı bir savunucusuna dönüştürdü. Bu, onun riskli bir yola girdiğini de gösteriyordu. Sonunda risk, dişlerini gösterdi. Aborjin nüfusun en yoğun olduğu orta ve kuzey Avustralya’nın, kendi içinde bağımsız bir Aborijin bölgesi statüsüne kavuşması yolunda çaba gösterdiği ve bu çabayı dillendirdiği için tutuklandı.
Tutuklanış, caydırıcı olmadı. Unaipon, hayal ve hırs ateşini kuşanmış, kendi özgürlüğünü kafa veya kol devinimi ile yürüten bir insan haline gelmişti bir kez. Ne siyah ne de beyaz olmayan, kendine özgü olan, çok başlı, çok boyutlu, kendi yakıcı hakikatlerinin pişirdiği bir insandı artık o. İnsana olan sevgisi boyutlanmıştı, ganiydi, insanın nefretine nefreti de ganiydi. Bu gani damarın kesiştiği yerde duruyor, düşünüyordu zaman zaman. Kendini, sadece verilmiş olanlarla kuramazdı. Mevcut konuşulan dil ona batıyordu. İnkar, köleleştirme ve kırım pratiğinde o dil kullanılmıştı. Farkında olmadan, iç dünyası onu, konuşulan canlı dile değil, İngilizcenin klasik edebiyat diline, John Milton ile kendisi gibi iyi bir Hıristiyan vaiz olan John Bunyan tarzına yakın bir tarz tutturmuştu. Aborjin sözcükleri, öyküleri ve tarzıyla zenginleşmiş bir Australya ingilizcesi hayalini görmesine rağmen, bu imkansız hayale fazla meyledemiyordu. Bu biraz da yaşadığı dönemin korkunç şartlarının ve yalnızlığının onu, Hıristiyanlığa sığınmak zorunda bırakmasının bir sonucuydu tabi.
Unaipon, bir yazar değil, mucitti aynı zamanda. Sürekli çalışan bir makina üzerinde ciddiyetle kafa yordu ve ileri adımlar attı, bir dizi cihaz geliştirdi, bazı şeyler de buldu. 19 icat için geçici patent aldı. Niye aldı bilmiyorum. Hiçbir icatını tamamen patentli hale getirmeyi göze alamadı. Çünkü ‘buldum’un değil, ‘arıyorum’un adamıydı. Bir santrifüj motoru ile modern mekanik koyun makaslarının temeli olan bir koyun kırkma aleti icat etti. Yerçekimine karşı bir cihazla radyal bir tekerlek de bulduğunu söylüyorlardı. David, bunlarla kalmadı tabi. Birinci Dünya Savaşı öncesinde, bumerang prensibine dayanan bir helikopter üzerinde ipuçları buldu. Tüm bunlardan dolayı, bu Aborjin yazarı Avustralyalı Leonardo da Vinci olarak nitelediler ve fotoğrafını 50 dolarlık banknota koydular. Banknottan Aborjin halkına bakıyor her gün. Anlam vermeye çalışıyorum bakışına her bakışımda. Bitiremediği işlerin şikayetiyle bakıyor sanki. Gaipten bakıyor. Sesini duyuyorum bazen bakışının:
“Derdiğim, devşirdiğim, keşfettiğim dillerin, efsanelerin acılarını, özlemlerini ve hayallerini yaşamın dansına katamadım; inceliğe, iyimserliğe ve derinliğe kendi meşrebimce akamadım…”