15 Temmuz darbe girişimi bahane edilerek toplumun birçok kesimi baskı altına alınmış ve tutuklanmıştı. Ayrıca çıkarılan KHK’lar ile de binlerce kamu emekçisi görevlerinden ihraç edilmişti. İhraçlardan nasibini alan önemli merkezlerden biri de üniversiteler olmuş. Binlerce akademisyenin görevine son verilmişti. Bunlardan biri de geçen yıl bu dönemlerde görevinden ihraç edilen anayasa profesörü İbrahim Kaboğlu.
Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda önemli başlıklara değinen Kaboğlu’nun açıklamalarını kısaca derledik.
OHAL’in ne zaman kaldırılacağına dair soruya cevap veren Kaboğlu şunlara değiniyor.
OHAL’i dört döneme ayırıyorum. OHAL, 2015 yılında sokağa çıkma yasaklarıyla başladı. İç Güvenlik Yasası ile bütün Türkiye’de fiilen ilan edildi. Bana göre 16 Nisan’da OHAL nedeni ortadan kalktı. Bütün amaç Anayasa’yı değiştirmekti. Darbecilere karşı bir buçuk yılda mücadele verilmediyse zaten bu saatten sonra inandırıcılığı yok. Kaldı ki OHAL’de Anayasa değişikliği yapılamaz.
Bilim katliamı yapıldı
Üniversiteden yapılan ihraçlara değindiği açıklamada sonuçları hem zaman hem de mekan olarak dünya çapında kuşaklar boyu travma yaratabilecek bir olay diye nitelendirdi. Ayrıca yaşanan durumların Hitler vari durum olduğu belirten Kaboğlu şöyle devam ediyor. “Hitler de öğretim üyelerini çalıştırmadı ama Türkiye’ye gelebildiler, benim hocalarımın hocasıydı onlar. Bizim de gencecik, pırıl pırıl, dünyanın bir başka ülkesinde insanlığın gelişmesine katkıda bulunabilecek gençlerimiz var. Ama yurtdışına çıkamıyorlar. Bu sadece hukuk kıyımı, düşünce katliamı değil, bilim katliamıdır. Geniş anlamda düşünürsek insanlık suçudur”.
Yeni Türkiye, yaşanmamış yönetim tarzı
Türkiye’de hukuk son haline de değinen Kaboğlu mahkemelerin işlevsizliğini belirtip, Türkiye’de ki yeni yönetim tarzının yaşanmamış yönetim tarzı olarak ifadelendiriyor. Hak arama yollarının tıkalı olduğunu da ekleyip şöyle devam ediyor: Bugün Türkiye’de KHK’nin yok hükmünde olduğunu saptamaya cesaret edebilen mahkeme olmasa da AİHM bunu saptayacak. Komisyon altı ay sonra başvuru aldı. Karar bekleniyorken, başkanı Adalet Bakanlığı müsteşarlığına atandı. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nde atanacak başka kimse yok mu? Çadır devleti miyiz? Muz Cumhuriyet mi? Bence devlet miyiz değil miyiz? Bunu tartışalım. Başkanı görevden alıyorsunuz, yerine başkan bulmak için iki ay bekliyorsunuz. Üstelik ikinci başkanı da Cumhurbaşkanlığı birimi olan Devlet Denetleme Kurumu’ndan. Peki komisyonun kararları neden gizli? Kimi iade etti? Perde arkasında dönen kulislerle mi iade etti? Benim gibi sadece hukuku uygularsa iade edebileceği kişileri hiç iade etti mi?
Umutluyum umutlu olalım
Son olarak barış talebinde bulunan insanların tutuklanmasına da değinen Kaboğlu şöyle devam ediyor.”Eleştiriden korkmamak lazım. Esas tehlike Anayasa’nın bir maddesini, tırnak içerisinde bile sosyal medyada paylaşımın tehlikeli olduğu hissini insanlara vermektir. Bu durum, “Toplumu korkuttum dize getirdim” diye bir rahatlık verebilir yöneticilere, bence esas korkan onlardır. Koltuk korkusudur. Toplumu, ülkeyi kuran kişinin ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ sözünü paylaşmaktan korkmaya kadar vardırmışsa bu yönetimin gücü sadece fiili bir güçtür. Hukukla ilgisi yoktur. Tarihte çok gördük. En güçlü yönetimler hukuki yönetimlerdir. Fiili yönetimler çok güçlü görünebilir fakat her zaman geçici olmuştur. Şu anda güç fiilidir, hukuki değildir. Bu bize umut vermeli. Türkiye demokratlarına hiçbir biçimde ayrım yapmadan, her vesileyle yurttaşlık diyorum. Eşitlik, laiklik diyorum. Bu bizi birleştiricidir. Şimdi unutalım diğerlerini, yurttaşlık kavramıyla, birleştirici, evrensel kavramlarla ilerleyelim biz kazanacağız diyorum. Ben umutluyum. Umutlu olalım.”