Gerçekleştirilen panelde ilk olarak ADKH temsilcisi konuştu. ADKH temsilcisi konuşmasında, günümüzde izlenen tektipleşme politikasının ırk, din, cins ve doğa üzerinden yürütüldüğünü belirtti.
Tektipleştirmede ırkçılığa değinen konuşmacı ırkçılığın Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesinde tayin edici bir yer tuttuğunu söyledi. Türk ulus devleti yaratmak için tüm milletleri Türk kabul etmek, Türklükten doğduğu algısını yaratmak olduğunu söyledi. Güneş Dil Teorisi ile yalan ve ırkçı bir tarih yazılımına girildiğini ve bununla o coğrafyada tüm dillerin, kültürlerin yasaklandığını veya ortadan kaldırıldığına değinen ADKH temsilcisi, sonrasında “laiklik ve din üzerinden devam ederek, Türk Ulus devlet sisteminin kabulü ile dinin işlevi de değiştirilmiştir. Yalan ile herkesin Türk olduğu ve Güneş Dil teorisi tarihi gibi resmi dinde İslam’ın Sünni Hanefi mezhebi olması kabul edilmiştir ve bu doğrultuda da 1924 yılında Diyanet denilen dini kurum kurulmuştur” diyerek konuşmasına devam etti.
Erkek egemen kültür kadına tektipleşmeyi dayatıyor
ADKH temsilcisi burada Aleviler başta olmak üzere Müslüman olmayan inançlara yönelik ağır baskıya dair de bilgiler vererek, “Bu da Müslüman olmayan toplulukların tektipleştirilmesidir” dedi.
ADKH temsilcisi konuşmasının son bölümünde tektipleştirme de cins ilişkileri örneğine değindi. Yaptığı konuşmada kadın cinsine karşı dayatılan erkek egemen kültür, onun yaratmış olduğu yaşam biçimi, onun namus anlayışı ve bunun üzerinden giderek kadınların sürekli verilen fetvalarla bir şekilde bir tipe dönüştürülmesi noktasındaki açıklamayı yaparak burada aynı zamanda birçok kesim tarafından unutulan, görmezden gelinen cinsel yönelimleri de açıkladı. Temsilci LGBTİ bireylerin toplum tarafından dışlandığını ötekileştirildiğini , sürekli ahlak sınırlarını aşmamalarının istendiğini ve bu şekilde bir tecrit uygulandığını belitti. Zulmün zulmü altında seyreden yaşam tarzları adım adım kabullenmeye doğru evrilse de tek tip insanın aşılmasında herhalde en son kesimin LGBTİ bireyler olacağını vurguladı.
Son olarak tektipleştirmenin Hapishaneler boyutuna da değinen konuşmacı tektipleştirmenin aslında öncesinde Fetöcülere yönelik tek tip elbise olduğu ortaya atıldı ama aslında bunun üzerinden gidilerek, özünde kendisine alternatif olan tüm grupların, tüm devrimci tutsakların da ortadan kaldırılarak bertaraf edilmesi projesi olduğunu bizlere gösterdiğini söyled. Özellikle şu anda hapishanelerde tektipleştirme kapsamı doğrultusunda yapılan işkencelerle, baskılarla sürgünlerle tektipleştirme veya biat eden bir toplum yaratmanın artarak devam ettiğine dikkat çekti.
Türkiye’de faşizm tırmanışta değil ancak iktidarda
Panel daha sonra Antropolog Sibel Özbudun konuşma yaptı. Özbudun yaptığı konuşmasında “Evet bir bedel ödüyoruz yalnızca Ortadoğu’da bir bedel ödemiyoruz yalnızlaşan, kayıtsızlaşan, ölüme alışan, öldürülmeye alışan vicdanlarımızla bizde bir bedel ödüyoruz” dedi.
Sibel Özbudun konuşmasının devamında Avrupa ve Kuzey Amerika’nın ırkçılık adına bir cehenneme dönüştüğünü ve buralarda faşizmin adım adım yükseldiğine yeniden tanık olduğumuzu ve tıpkı 1930’lar dünyasını yaşadığımızı belirterek Fransızların yüzde 30’unun az ya da çok kendisini ırkçı olarak nitelendirdiği söyledi.
Ülkelere dair istatistiki bilgiler veren Özbudun, “Bu durum ırkçı şiddetin artmasına neden oluyor, batıda hal bu iken Doğu Avrupa’da da ırkçılık artmakta ve bu daha da çok mültecilere yönelik nefret suçlarını arttırmakta bunun da ırkçı faşist siyasi partilerin bu arenada yükselmesine sebebiyet vermekte. 2000 yılların başında merkez sağ ve sol çökerken faşist partiler yükseliyor. Arkadaşlar sizlere bir iyi birde kötü haberim var. İyi haber Türkiye’de faşizm tırmanışta değil, kötü haber ise Türkiye’de faşizm iktidarda. Türkiye’de tüm politikaların toplumsal siyasal ve ekonomik tüm çerçevesi OHAL ve KHK’ lar ile denetleniyor ve buna dair hiçbir yasal denetime tabi kılınmıyor ve böylelikle de yüz binlerce insan işten atılıyor, pasaportlarına el konuluyor, yani açlığa mahkum ediliyor. Bu insanlar haklarını aramak için hiçbir yasal kurumu muhattap alamıyor” diyen Sibel Özbudun konuşmasının devamında iktidarın kendi milis ve polis gücünü oluşturduğunu ve bunları da çıkarttığı kanun hükmünde kararnamelerle yasalaştırdığını, bunun yansıması olarak da her bireyin bu yasayı kullanarak kendisine göre her türlü eyleme girişebileceğini söyledi ve buna örnek olarak Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde bir araştırma görevlisinin 4 kişiyi öldürdüğünü hatırlattı.
Kapitalizmin bir krizler sürecine girdi
Sibel Özbudun tüm bu gerçekleşenlere karşı ise etkili bir sesin çıkarılmadığına değinerek, insanların Kürtçe konuştukları için, otobüse şortla bindikleri için ya da sadece Alevi veya solcu oldukları için, sorgusuz sualsiz göz altına alındıklarını, cezalara maruz kaldıklarını ama bu duruma rağmen bir bütün medyanın da sessiz kaldığı, sadece kafa sallayarak buna çanak tuttuğu bir ülkede faşizm yükselmekte değildir, faşizm iktidardadır dedi. Bu gelişmeler karşısında durumun gerçekten vahim olduğunu söyleyerek bu durumun arka planını da açıklayan Sibel Özbudun, Neoliberalizmin tarih sahnesine girişini açıklayarak bunun üzerinden kapitalizmin bir krizler sürecine girdiğini söyledi. `Bir bütün ülkelerde yaşanan krizlere karşı insanlığın debelendiğini söyleyerek, sosyalist alternatiflerin güdük olduğu dönemlerde faşizm güç kazanır. Neoliberalizm bir yoksullaştırma ve dengesizleştirme politikasıdır. Günümüz dünyasındaki bütün dengeler çöktü. Doğu blokunun dağılmasıyla ABD hegomanyası gerileyerek bir belirsizlik ortamı oluştu ve bu ortamda da küçük taşeron firmaları ben de buradan bir pay kapayım derdine girdi, Türkiye’de bunlardan biri. 770 bin kilometrenin kendisine yetmediğini söyleyerek Osmanlı’yı yeniden hayata geçirme, eski toprakları geri kazanma ve Orta Doğu’da yeni bir güç yaratma politikasına giriştiler. Afrin’de bunun akabinde gerçekleşende tamda bu anlayıştır. Terörü bitirme, kimsenin toprağında gözümüz yok denilmesine rağmen AKP iktidarı oraya girer girmez bayrağı dikti ve valisini atadı.”
Elbette bu gidişata birilerinin dur diyeceğini söyleyen Sibel Özbudun “Umarım bu dur diyenler biz oluruz yoksa bu müdahalenin başkaları tarafından yapılması takdirde bunun altında bizlerde ezileceğiz.” Erdoğan’ın bu İslami faşizminin sadece emekçi veya Kürtlerin taleplerini bastırma hareketi olarak okumanın eksik olduğunu, Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti’ni Ortadoğu’da olasılıkla İran’la da kapışmaya girerek bir savaş sürecine getirmek istediğini söyleyen Özbudun, dolayısıyla da devrimcilerin bir varolma sorunu yaşadığını ve kendi çocukları için bir mücadele vermek zorundadır dedi. Tüm devrimcilerin Neoliberalizme, kapitalizme, savaş psikozuna, yabancı düşmanlığına ve tek tipleştirmeye dur demesi için bir mücadeleye girmesi gerekiyor, bir ses çıkartması gerekiyor diyerek sözlerini tamamladı.
Sürekli olarak ayrımcılığa, asimilasyona uğruyoruz
Panelin son konuşmacısı olarak Almanya Alevi Dernekleri Federasyonu Başkanı yaptığı konuşmasında Yol TV’nin kapatılmasına dair bilgi vererek Yol TV’nin kapatılmasında gösterilen 4 gerekçenin içerisindeki gerekçelerden birinin de Ortadoğu’da Türkiye’yi işgalci bir güç olarak gördüklerini söylemesinin bu kapatılma da bir gerekçe olduğunu hatırlattı. “Alevi toplumu olarak yaşama soldan bakanlar olarak yaşadığımız bu toplumun tüm renklerine ve kültürlerine aynı bakıyoruz. Ancak bu renklere karşı yükselen ırkçı bir yapının içinde var olmaya çalışıyoruz. Sürekli ayrımcılığa uğruyor, ötekileştirilmeye, asimilasyona maruz kalıyoruz. Bu nedenlerden dolayı mücadeleyi bulunduğumuz ülkelerde mücadeleyi daha da yükseltmeliyiz” dedi.
Sorulan sorular ve yorumlarla panel sonlandırıldı.