Baştan söylenmesi gerekir ki, Ortadoğu kelimenin tam manasıyla zengin özellikler barındıran bir bölgedir. Bu çoklu özelliğin incelenmesi öncelikle komünist hareket ve hareketin görevleri açısından muhakkak ki gereklidir ve bu ötelenemez. Çünkü emperyalist güdümlü barbarlık sistemi her bakımdan büyük bir kaos üretmiştir. Kaos, kriz, savaş, bunalım ve buhranların kaynağı olan emperyalist haydutluğun ekonomik-siyasi-ekolojik ve insanlığa karşı yarattığı kaosun mutlaka “devrimci kaosla” yanıtlanması gerekir. Bu bertaraf eylemi daha fazla ertelenemez tarihi görevdir…
Bölgenin kast ettiğimiz özelliklerine dönük kabaca bir inceleme yapmaya çalışacağız. Fakat hemen belirtelim ki, bağrında taşıdığı keskin çelişki ve çatışkıların dışa vurarak kanlı savaşlar, acımasız katliam ve kıyımlar kesintisiz devam ediyor. Bütün bu özellikleri ve çelişki-çatışkılara rağmen siyasi tablo ve tutumda resmettiği gerçeklik teoriye uymuyor, diyalektik nizama ters düşüyor ve doğru orantılı sonuçlara varmıyor. Misal, demokratik Filistin’in (demokratik Filistin şiarının), siyasal dinci/Fundamentalist Filistin’e (Hamasçı Filistin’e) dönüşmesi, izah edilerek çıkılması gereken girdaplardan biridir. En önemlisi de bölgedeki emperyalist gericiliğin kanlı tahakküm ve vahşi barbarlığına karşı haklı tepki temelinde gelişen hareketin devrimci değil, paralel veya Orta Çağ menşeli alt bir gericiliğin koyu tonda gelişme niteliğidir… İşte aslen incelenmesi gereken şey, bu handikap, bu kısır döngü açıklanarak ve yanıtlanması gereken bu “kör düğüm”dür. Zira bölgede çatışma ve savaşların eksik olmamasının nedenleri, kaynakları, sebepleri ve sonuçları tüm çıplaklığıyla ortada olup, münakaşa edilmeyi gerektirmeyecek kadar sarihtir…
Emperyalist barbarlığın gerici savaşlar ve doğa düşmanı politikalarla insani ve doğa felaketlerini koşullamaları, azami kar ilkesiyle doyumsuz talan ve sömürülerini derinleştirerek sömürgeci işgal-ilhak ve savaş saldırganlıklarıyla egemenliklerini sürdürmeleri, çeşitli millet ve milliyetlerden proletarya ve emekçi halkları boğazlamaları ve birbirine kırdırmaları kendiliğinden son bulmayacağı gibi, gericiliğin ve gericilik türevlerinin daha koyu hortlaması da mümkün olacaktır… Emperyalist gerici blok ve güçlerin birbirine hırlaması dünya çapında olduğu gibi, Ortadoğu’da da bitmeyerek devam edecektir. Bölgedeki mevcut savaş ve çatışmaların yoğunluğunun da teyit ettiği üzere, Ortadoğu’da bu dalaş daha keskin ve süreğen olacaktır. Çünkü Ortadoğu’da yenilenler büyük bir gerilemeye girerek, güç ve nüfuz kaybederek, her şeyden de önemlisi karşısındaki hasmının güç ve nüfuzunu büyütmesiyle yenilgileri kaçınılmaz olacaktır…
Ortadoğu’da yaşanan durum ve muhtemel sonuçları
Bölgede ABD emperyalizmi ve Rusya emperyalizmini dolaylı-dolaysız arkasında olduğu ve aslen bu iki hayduttan ya da temsil ettikleri emperyalist bloklar arasındaki hegomonya çatışmasından ve stratejilerinden bağımsız olmayan bir dalaş söz konusudur. Aynı zamanda aralarındaki güç dengeleri veya nüfuzlarıyla alakalı olarak geliştirdikleri bölge stratejileri temelinde ve bu stratejilerin ürünü olarak, Siyonist İsrail devletinin ilgili Arap ulusu ve devletlerine dönük bizzat saldırgan taraf olup, katliam ve kıyımlar uyguluyor. ABD ve İsrail’in bu yönelimi bölgesel nitelik taşıyıp daha da geniş ölçeğe yaygınlaşma potansiyeli taşıyan vahşi bir savaş süreci, çatışma ve gerilimler girdabı içine girmişlerdir.
Bu savaş, çatışma ve gerilimlerin anlamsız olup salt savaş olsun diye yaşanmadığı açıktır. İsrail Siyonizm’i savaşmak için savaşıyor ve aynı zamanda yalnızca kendi çıkarları sınırlarında saldırganlık uyguluyor denemez. Aksine her savaş ve saldırganlığın beslendiği şu veya bu düzeyde gerici çıkar, amaç ve hedefin olduğu/olacağı muhakkaktır. Bu bağlamda, İsrail Siyonizm’i tarafından bölgedeki birçok ülkeye dönük yürütülen veya Filistin ve Lübnan’a dönük doğrudan yürütülen savaş ve saldırganlığın belli amaç ve hedeflerinin olduğu söylenebilir.
ABD emperyalizmi ve bölgeye dönük stratejilerinden de bağımsız olmayan katliamcı-kıyımcı Siyonist savaş saldırganlığı Filistin ve Lübnan’a ait olan toprakların en azından belli kısmını işgal-ilhak ederek kendine katmayı somut siyaset olarak güdüyor olduğu açıktır. “Bahşedilmiş kutsal topraklar” zırvası bunu doğruluyor. Diğer ülke topraklarına dönük parça koparma perspektifiyle yürütülen savaş saldırganlığı stratejisiye elde edilecek başarı, bölgede sınırların yeniden çizilmesi anlamına gelmektedir. Ki, gelişmeler bunu göstermektedir. Dolayısıyla, Siyonist İsrail devletinin özellikle Filistin ve Lübnan’a dönük saldırıları toprak koparma hedefi güden bir savaş niteliği taşımaktadır. Haksızlığı bir tarafa, barbar olup insanlık ve savaş suçu işlemektedir…
Siyonizmin acımasız katliam ve kıyımlarla işlediği savaş ve insanlık suçlarını bir kenara bırakırsak, öngördüğümüz gibi bu savaş ve saldırganlığın bölge ülkelerinden toprak kopararak yeni sınırlar çizme noktasına gelmesi (ki, bunu muhtemel sonuç olarak görmek yanlış olmaz), savaşın bölgesel nitelik alarak genişlemesiyle yeni çatışmalara yol açması söz konusu olabilir. İran gibi bölgesel aktörlerin devreye girmesi gündeme gelmekle birlikte, sorunun daha da derinleşecek olmasıyla birlikte Rusya emperyalizminin daha etkin rolle devreye girmesi olasılığını yabana atılacak gibi değil. Bu savaş ve kaotik sürecin daha da girift hal alarak daha ciddi tehlikeleri olasılık olarak gündeme girmesine kadar uzayacaktır… İşte, 3. dünya savaşından söz edilmesi ve bu tartışmanın alenen dillendirilmesi bu gelişmelerin öngörülmesi zemininde gündeme gelmektedir…
Ortadoğu’daki durum emperyalizmden bağımsız tartışılamaz, anlaşılamaz…
İsrail’in Filistin’e, Lübnan’a, Suriye-Şam’a saldırması, Arap ülkeleri ve İran’la yaşadığı gerilim yeni bir şeymiş gibi ya da bölgede savaş ve katliam yeni yaşanıyormuş gibi şaşkınlıkla karşılanması, eğer Siyonizm’i aklama gayesiyle yapılan bilinçli bir tarih çarpıtıcılığı değilse, kesinlikle dünyadan ve bölgeden bihaber olmak demektir. Ortadoğu denen bu bölgede savaş ve saldırganlık ne zaman eksik oldu ki? Hangi gün savaşsız geçti Ortadoğu halklarının yaşamı? İsrail’in saldırmadığı veya savaşmadığı bir bölge devleti ya da bir Arap ulusu kaldı mı?… Siyonist İsrail’in “kendilerine adanmış kutsal topraklar” safsatası ve “üstün ırk” masalıyla bölge ülkeleri ve halkları için tam bir tehdit ve saldırganlık unsuru olduğu su kadar berrak bir gerçektir.
Siyonist gericiliğin beslendiği mistik hikâyeler onun ne denli koyu bir gericiliği temsil ettiğini izah etmeye yeterdir. Fakat Siyonist İsrail’in bölgede yarattığı tehdit özellikle ABD emperyalizmi ve tarihsel “günahlarını” hafifletmeye çalışan AB’li emperyalistlerin destek ve himayesiyle en korkunç gerçeğe ulaşıyor. Filistin-Gazze ve Lübnan’da çocukların ve savaş dışı sivil insanların/halkların acımasızca bombalanıp canavarca katledilmesi başta olmak üzere, tam anlamıyla yaşanan insanlık dramı karşısında emperyalist güçlerin basit, ikiyüzlü ve belki de bir oyundan ibaret olan çağrılarda bulunma dışında hiçbir şey yapmadan seyirci kalmaları bir tesadüf değil, emperyalist dünyanın gerçek yüzüdür…
Ortadoğu olarak bilinen bölgenin öteden beri emperyalist blokların iştahını kabartan, aynı emperyalist güçlerin askeri işgal ve siyasi saldırganlıklarına şematik olarak maruz kalan, yine emperyalist kriz, istikrarsızlık, kışkırtma, işgal-ilhak saldırganlıkları ve dalaşlarının ürünü olarak yaşanan kronik savaşlarla koşullanıp dayatılmış olan “kaderiyle” her türlü vahşete ev sahipliği yapan, halkları acımasızca katliam-kıyımdan geçirerek “kan gölüne” çevrilen, emperyalist talan ve sömürgeciliğin eseri olarak geri bırakılan ya da gerici iktidarlara mahkûm edilen; bazen “barut fıçısı”, “mayın tarlası”, “poligon sahası”, bazen de “at iziyle it izinin birbirine karışıp ihanetin kol gezdiği” ve “yeşil doların açamadığı kapının olmadığı”, “büyük kaotizm içinde pazarlıklar masasının hiç kalkmadığı” hicivleri ya da gerçekleriyle anılan bir bölge olduğunu bilmeyen yoktur. Yoktur çünkü Ortadoğu bölgesi, bölgede yaşanan dinamik siyasi-askeri gelişmeler nedeniyle ismimizden daha fazla duyduğumuz, coğrafyasını ülkemizden daha iyi tanıdığımız, şu ya da bu vesileyle gelişmelerini en yakından takip ettiğimiz, gündemimizden çıkmayan/çıkarılmayan ender özelliklere, diğer bölgelere göre şehri imtiyazlara sahip bir bölgedir. Ve çünkü ABD, Rusya, Çin, Kanada, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya, Avusturya, Avusturalya, Türkiye ve vb. ülkelerin at koşturduğu bir alandır… İsrail-Hamas savaşı oradadır. Hizbullah’la savaş oradadır. El-kaideyle savaş oradadır. IŞİD ve onun ile savaş oradadır. İsrail-Filistin, İsrail-Lübnan, İsrail-Suriye, İsrail-tüm bölge Arap ülkeleri arası gerilim oradadır. IŞİD-Kürt savaşı oradadır. IŞİD orada hortlamıştır. El-Kaide orada büyümüştür. Hamas ve Hizbullah orada kök salmıştır. Haşdi-Şabi orada kozalanmıştır. Tam da bu nedenlerle ve bu gerçeklikten ötürü burada ne ekonomik ne siyasi istikrar sağlanamaz. Emperyalizmin, siyasal dinci gericiliğin birbirini besleyerek ve birbirini üreterek kol gezdiği ama maalesef ki komünist ve devrimci dinamiğin cılız ya da yok sayılabilecek bir durumda olduğu bu coğrafyada istikrardan bahsedilemez; kaostan, krizden, savaştan, çatışmadan ve acıdan bahsedilebilir.
Emperyalistlerin, yerküre üzerinde hegomonya uğruna aralarındaki güç dengelerini dizayn etmek ya da yeniden düzenlemek için geliştirdikleri gerici stratejiler ve giriştikleri işgal-ilhakçı, katliamcı-kıyımcı saldırganlıklar her geçen gün yerküreye yayılmaktadır. Özellikle sömürge/yarı-sömürge pazar alanlarında girdikleri çatışmalara bağlı olarak yaşadıkları tüm dalaş ve çatışmalar, yürüttükleri vekâlet savaşları ve pazar alanlarına ihale ettikleri savaşların-çatışmaların tüm sonuçları, en yakıcı, en canlı ve en gerçek biçimde Ortadoğu’da odaklanarak sergilenmektedir. Dolayısıyla en acı bedel ve en ağır faturalarla savaşın acımasız yüzü bu bölgede hissedilmektedir… Savaşlarda katledilmemiş olarak kalan bölge halklarının neredeyse yarısının mülteci-sığınmacı olarak Avrupa kapılarında geleceksizliğe ve kamplara mahkûm edilmesine, bebeklerinin denizlerde boğulmasına, insan simsarları veya “organ mafyasının” eline düşerek organlarının alınıp-satılmasına ve “kaybolmalarına” yol açan dram ve acılar emperyalist haydutların sömürgeci-talancı strateji ve savaş saldırganlıklarının doğrudan ürünüdür. Lakin mazlum ulus ve ezilen emekçi halkları için bir mezarlığa, kalanları için hapishane ve zulüm merkezine dönüşen bölge, emperyalist haydutlar için de eninde sonunda bir mezarlığa dönüşecektir.
Bölge emperyalistler için de “ateşten gömlek” olduğu, bu “gömleği” giyen herkesi son tahlilde yanacağı kesindir; bugün değilse, yarın mutlaka!… Aynı biçimde Siyonist İsrail gericiliği de “demir kubbe” safsatasının çökmesi gibi, bilhassa İsrail Komünist Partisi’nin tarihsel tutumunda ortaya koyduğu devrimci gerçeğe uygun olarak devrimci sınıf mücadelesi ve proleter devrimle tarihin karanlığına gönderilecektir…
Özetle, başta emperyalist gericilik olmak üzere, bilumum gericilik bu bölgede yığınak oluşturmakta ve her türden kanlı savaş, saldırganlık ve gerici stratejiler burada etüt edilmekte veya icra edilmektedir. Silah stokları bura savaşlarında pazarlanarak eritilmekte, üretilmiş yeni silahlar burada denenmekte, işkence metotları burada geliştirilip uygulanmaktadır. Aralarındaki “bilek güreşi” burada yapılmakta, tüm istihbarat örgütleri burada kümelenip “at koşturmakta”, kısacası, başta emperyalist dünya gericiliği ve bu gericiliğin neredeyse tüm aktörleri başta olmak üzere, gericiliğin her türevi Ortadoğu’yu mesken tutmuştur ve kuşkusuz ki, bu sebepsiz değildir…
Neden emperyalistler Ortadoğu’ya çöreklenmiştir?
Siyasi bakımdan, bölgedeki kontrol, egemenlik ve garantörlük “hakkının” en güçlüsü ya da bölge üzerindeki gerici nüfuzun “garantiye” alınması, emperyalist blok ve/veya güçler açısından büyük bir avantajdır. Öyle ki, bölge üzerindeki bu avantaj veya üstünlük, emperyalist blok ve güçler arasındaki genel güç ve hegemonik dengeleri değiştirme niteliği ve etkisine sahiptir. Örneğin; ABD emperyalizmin bölgede nüfuz ve egemenlik alanını daha da genişleterek büyütmesi, fiilen Rusya emperyalizminin bölgede sınırlanarak geriletilmesi ve kuşatılarak daraltılması anlamına gelecektir. Tersten de Rusya emperyalizminin etki alanını artırması, ABD emperyalizminin elde ettiği avantaj ve yayılma alanını daraltacağında, objektif olarak ABD emperyalizminin bölgede daralarak gerilemesi anlamına gelecektir. Aynı gerçeklik, ikinci dereceden bölgede söz sahibi olan İngiliz emperyalizmi ve AB’li emperyalist devletler için de geçerlidir…
Kısacası, bölgedeki çoklu emperyalist odaklanmanın bu gerici çıkar ve hegomonik sebepleri, aynı zamanda bölgedeki kapışmalarının ve somutta cereyan eden savaş ve çatışmalarının da sebepleridir. Bu sebepler dün için de bugün içinde emperyalist haydutlar açısından geçerlidir. Bu durum, emperyalist haydutları bölgesel aktör devletlere yöneltmekte, bölgesel aktörlerin önem ve rolünü devreye sokmaktadır… İsrail bölgede ciddi bir aktör olduğu ve ABD emperyalizmi yararına, Rusya emperyalizminin aleyhine işlev görüp, bölgedeki gelişmelere vb. müdahale etme yeteneği ve etkisiyle rol oynamakta, bu rolü nedeniyle önem kazanıp ABD emperyalizmi tarafından desteklenerek korunup kollanmaktadır…
Siyonist İsrail’in, İran, Filistin, Lübnan, Suriye ve diğer Arap ülkeleriyle (bunlar da gerici devlet ve iktidarlardır, ancak ABD’den ziyade Rusya’nın yanında veya ittifakıdır esasta) arasındaki çatışma ve savaşlar bu eksende gelişmektedir. Bölgedeki önemli aktörlerin çeşitli siyasal-dinci, mezhepçi gerici çete ve örgütleri de kullandığı bilinmektedir. Bütün bunlar ilgili yerel-bölgesel aktörleri öne çıkarırken, gerilim ve çatışmalara da sürmektedir. İsrail-İran gerilimi gibi ya da Hamas ve Hizbullah vesilesiyle Filistin ve Lübnan’ın ve hatta Suriye-Şam’ın Siyonist İsrail’in bombalama ve katliamcı saldırılarına maruz kalması gibi… Öte taraftan, ekonomik talana dayalı sömürgecilik açısından da bölgenin petrol zenginliğine sahip olması ve jeo-politik önemi, buranın emperyalist bloklar arasındaki güç dengelerini etkileyen pozisyonuyla bir çatışma alanı olarak öne çıkmaktadır…
Önemli bir ayrıntı olarak paranteze alalım ki, emperyalist güçlerin bölge ülkelerini bağımlılıkları altında tutup talan etmek ve yönetmek için gerici iktidarlara mahkûm edercesine bölgedeki despotik iktidarları desteklediği de bilinen gerçektir. Bu, toplumsal dinamiklerin emperyalist plan ve stratejiler temelinde manivela edilip kullanılması koşullarının nesnel zeminini yaratmak içindir. Çatışma ve savaştan beslenen emperyalist haydutlar kışkırtmalar yoluyla iktidarları dizayn etme, değiştirme ve gerici çıkarlarını sürdürme veya korumak için yaratıkları yapay çelişki ve sorunlar üzerinden bu stratejilerini özellikle gerici iktidarlar koşullarında daha kolay hayata geçirebilmektedirler… Emperyalistlerin bölge üzerindeki hesapları hiçbir zaman bitmemiştir. “Kader” olmayıp emperyalist talan ve tahakkümce koşullanan bu gerçekliğe bağlı olarak, bölge her türlü istikrarsızlığın kol gezdiği ender bir bölge unvanı da taşımaktadır.
Gericiliğin üreteceği yine gericilik olur…
Bölgede istikrarın sağlanması mümkün olmayan bir beklentidir. İstikrar emperyalizmin bölgeden çekilmesi ve Siyonist İsrail’in kutsallık hayallerinden kopmasıyla, yani saldırganlığını gerekçelendirdiği üstün ırk ve tanrı tarafından bahşedilmiş topraklar safsatasından kopmasıyla mümkün olur. Dahası, bölgede istikrar emperyalizmin tasını-tarağını toplayarak bölgeyi terk etmesiyle-etmek zorunda kalmasıyla mümkün ve olanaklıdır. Bölgenin istikrarı emperyalizmin varlığıyla çelişir…
Bölgede son nesil gelişkin teknoloji ve silah donanımı üstünlüğüne sahip güç olarak Siyonist İsrail, emperyalizm tarafından da himaye edilen avantajlar zemininde “yenilmezlik” atfıyla psikolojik üstünlüğü de elde etmiş olan büyük bir saldırgan devlet durumundadır. Ki, bölge Arap ülkeleriyle tarihten beri yürüttüğü birçok savaşı, karşısından birden fazla Arap ülkesinin yer almasına karşın, bunları yenip savaş(lar)ı kazanmış bir devlettir. Kendi başına askeri bir kuvvet olan Siyonist İsrail, aynı zamanda ABD emperyalizminin bölgedeki ileri karakoludur. Siyonist İsrail emperyalist haydutların her türlü destek ve himayesine sahip olmakla birlikte, başlı başına işgalci, saldırgan ve katliamcı bir hegomonik-emperyal bir güç, Siyonist bir devlettir. Bölgede emperyalist tahakkümden sonra gelen en ciddi ve büyük bir tehdittir. Sınırları olan bölge ülkelerinin hepsiyle çatışma-çelişki içinde olup, bu ülkelere tam bir saldırganlık uygulamaktadır. Dolayısıyla bölgede büyük bir çelişkiyi ifade etmekle birlikte, bir istikrarsızlık, savaş ve düşmanlık rezervi durumundadır…
İsrail’in Filistin’e dönük kıyımcı saldırısı veya soykırım uygulaması Hamas eylemi vesilesiyle başlasa da aslen İsrail’in “kendilerine ad ve armağan edilmiş kutsal topraklar” teranesiyle gerçekleştirdiği işgalci emellere ve emperyalist projeler temelinde daha fazlasına dayanır. Aynı vesile Lübnan’a dönük saldırıları için de birebir geçerlidir. “Hamas oradadır, evlere saklandı, silah depoladı, okula, hastaneye yerleşti” gibi gerekçelerle saldırılarını açıklamaya çalışsa da, İsrail Siyonizm’inin Lübnan’a dönük işgalci saldırı ve toprak koparma emeli ezele dayanır. Tarihte gerçekleştirmiş olduğu vahşi katliamlar bilinmez değildir. Lübnan topraklarının bir bölümü üzerinde hak iddia ederek bu toprakların işgal-ilhak ederek kendine katma arzusu yeni değil eski bir güdüdür. Dolayısıyla, bugün Lübnan’a dönük gerçekleştirdiği saldırı ve katliamları, Hamas’ın varlığıyla açıklaması ikiyüzlü hokkabazlıktan başka bir şey değildir…
Komünist hareketin bölgedeki “yokluğu” gericiliğe karşı gericiliği adres yapmaktadır…
Öte taraftan, bölgede gelişmekte olan veya gelişmiş olan siyasal dinci gerici hareketler emperyalist gericiliğe oranla ikincil düzeyde de olsa, bölge halkları için gerici bir tehdit-tehlike durumundadırlar. Bu gericiliğin emperyalist gericiliği tasfiye etmesi, bölgede demokrasi, özgürlük ve istikrar sağlaması tasavvur edilemez. Gerek emperyalist gericiliğin tasfiye edilmesi ve gerekse de bölge uluslarının bağımsız ve halklar özgür yaşamı için, bölgede demokratik, devrimci ve komünist hareketin gelişmesi/geliştirmesi elzemdir…
Bölgenin analize muhtaç sorunları bağlamında yukarıda altını çizdiğimiz handikap ve başat gericiliğin yerine paralel-alt gericiliğin ikame edilmesi veya boy vermesi şeklinde, bir gericiliğe karşı başka bir gericiliğin çare olmasıyla malul olan kısır döngü “kaderinin” değiştirilmesi tam da komünist devrimci hareketin geliştirilmesiyle mümkündür. Lakin handikap o ki, bölgede emperyalist gericilik ile siyasal dinci gericilikler altında yaşanan tüm baskı ve acılara rağmen, demokratik, devrimci, komünist hareket gelişmemekte, bilakis Orta Çağ gericiliğine denk gelen siyasal dinci gericilik palazlanmaktadır. Kuşkusuz ki, bu, komünist ve devrimci hareketin yetmezliği, zaafı ve varlık gösterememesinin ürünü, doğrudan onun sorumluluğudur. Bölge ulusları ve halklarının suçu ya da sorumluluğu olarak görülemez…
Demokratik, devrimci ve komünist hareketin hiçbir vesileyle hiçbir gericiliği desteklemesi, onunla ittifak etmesi ve birleşmesi tasavvur edilemez. Bilakis, her türden gericiliğe bayrak açarak bölge ulus ve halklarına umut ve bilinç taşımak gerekmektedir. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün siyasal dinci/gerici hareketlerle girdiği ilişki ve yakınlığın yarattığı sonuçlar ortada olmakla birlikte, onun demokratik niteliğini giderek yitirdiğini de göstermektedir. Dolayısıyla komünist hareketin ilkeli sınıf tavrı ve siyasetiyle bölge halklarına umut vermesi, umut olması elzemdir. Ve handikabın gerçek yüzü şu ki, komünist hareket bu irade ve varlığı gösterecek örgütsel güç ve duruma sahip değildir. Ne yazık ki, çelişki ve çatışmalar, toplumsal süreç ve sorunlar, bunlara bağlı ihtiyaçlar komünist hareketin belirsiz olan gelişmesini beklemez. İşte beklemeyen halk kitleleri, devrimci veya komünist hareketi göremedikleri için ve yaşadığı yakıcı sorunlar nedeniyle siyasal dinci hareketlere gitmek zorunda kalıyor… Tüm reel gerçeğe karşın, İsrail Komünist Partisi’nin tarihi beyanı ve yetersiz de olsa dünya komünist hareketi ve onun parçaları olan bizlerin komünist devrim çizgisinde ısrar etmesi halka-halka büyüyerek halklarımıza kurtuluş ve özgür gelecek sunacaktır…
Son olarak yukarıda değindiğimiz bütün gelişme ve gerçekler temelinde:
a) Dünya hegemonyası ve buna bağlı dengelerin kurulması için girilen emperyalist dalaş ve keskinleşen çatışmanın merkezi ve tayin olunacağı yerin Ortadoğu olması bir rastlantı değilken, bilumum emperyalist haydudun Ortadoğu’ya çöreklenmesi de anlamsız değildir. Bu, bölge olarak Ortadoğu’nun emperyalist barbarlık için tayin edici pazar ve nüfuz kaynağı olma özelliğinden ileri gelmekte, anlam taşımaktadır.
b) Emperyalist çatışmanın en dinamik alanı olarak Ortadoğu bölgesi, bu çatışmanın nasıl sonuçlanacağını belirleyen çatışma odağı olması önemiyle birlikte, emperyalist sistem ve güçlerinin geleceğinin tayin edileceği bir alandır. Ve elbette, burada karara bağlanacak emperyalist sistem güçleri ve blokların geleceği kadar, kriz, savaş ve kaosun aktüel olup, en canlı, yakıcı ve keskin çelişkilerin cereyan ettiği bir alan olarak çalkantılara gebe olması ve çelişkilerin bölge ülkeleri için ortak geçerliliğe sahip olması, fiilen devrimci dalgalanmalara uygun zemin yaratıp bu şartları beslemesi açısından Ortadoğu tayin edici önem taşır… Bölge emperyalist haydutların kozlarını paylaştığı alan olmakla birlikte, girecekleri muhtemel bir savaşın burada başlayacağı, dolayısıyla emperyalist gericiliğin savaşlar girdabında zayıflayıp gerileyerek ve bu savaş koşullarında ulusal ve sınıfsal devrimlerin gelişmesi gerçeği gibi koşullar Ortadoğu’yu öne çıkaracaktır… İşte bu nedenlerle Ortadoğu’nun kaderi, tüm dünyanın kaderidir ya da Ortadoğu dünyanın kaderini belirleyecek bir çatışma ve mücadele alanı niteliğindedir.
c) Bölgede demokrasi ve istikrar ancak ve ancak emperyalizm başta olmak üzere, her türden egemen gericiliğin devrimci yoldan tasfiye edilmesiyle mümkündür. Her şey ve her ilerleme devrime havale edilerek ertelenemese de son tahlilde devrim her türlü gelişme, ilerleme ve değişimi sağlamaya muktedir köklü bir eylem olarak zorunlu başvuru adresidir. Radikal değişim devrimin işi ve eseridir. Proleter devrim gerçekleştirilmeden ne bölge ve ne de dünyanın gerçek manada demokratik-sosyalist değişimi sağlanamaz!..
Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü Gazetesi‘nde yayımlanmıştır.