Zordu ölmek, hele ki Mayıs’ta ölmek, hele ki Haziran’da ölmek. Geriye kalan on ayda da kolay değil elbet, Mart’ta da zordu Ekim’de de, Temmuz’da olduğu gibi ama hiçbir soğuk benzemezdi Mayısın, Haziranın soğuğuna. Öyle ya Mayıs’ta artarda kaç zemheri gördük; Denizler, İbo, Cemgiller, 77 1 Mayıs’ı… Kanla yazdı her günümüzü yönetenler. Haziran ise Cevahir’in katli ile başladı.
Bir de ferman padişahınsa dağlar bizimdir diyenlerin, yanında, ferman padişahınsa kalem bizimdir, diyenler var Haziran’da. Aklımıza ilk gelen şiirdir bu günlerde “Haziranda Ölmek Zor” devrimin sağlam bir kaleminden, işçi-emekçi-köylünün mücadele safında duran, daha ilk kitabı olan “Ekmek Kavgası” ile sistemi teşhir eden Orhan Kemal’e adanmış ve öğretmeni Komünist Şair Nazım Hikmet’i, kırmızı bir özlemle anmıştır şiirinde Hasan Hüseyin.
Orhan Kemal, Bursa Cezaevi’nde, Maksim Gorki ve Nazım Hikmet’i okuduğu için yatmaktadır ve daha da 3,5 sene vardır açılmasına demir kapının. Nazım Hikmet ise aldığı hükümden dolayı aynı yere gelir, “Taş Uçak”a ve böylece başlar okuru ile şairin tanışlığı. Tabi ki Nail V. Çakırhan’da aynı taşların arasındadır. Ancak bu yazı Haziran’a dair. İlkin bir şiirini okuması için Nazım’a verir Orhan Kemal ve Nazım; “ Hay Allah! Aklı başında birine de benziyorsun gel sen bu işi bırak.” der. Bu öneriye uyar ve bırakır. Ancak kurdu onu bırakmaz. Bir zaman sonra yazdığı bir öyküyü umutsuzlukla verir okuması için Nazım’a, okuduktan sonra belki de gülümseyerek “Yetmez Çukurovalı, Fransız klasiklerini kendi dilinde okumalısın.” der öyküsünü alkışlayarak. Başlarlar çalışmaya. Önce Fransızca çalıştırır daha sonra ise felsefe öğretir Nazım, Kemal’e. Rusça derslerine başladıktan bir süre sonra ise 5 yıl biter ve Orhan Kemal öğrenemeden geçer duvarın ardındaki mavi gökyüzünün altına. Öğrendiklerini düşününce kendi deyimi ile “Depesi göve değer gaali.” ve 27 roman 19 öykü kitabı yazar ta ki; 2 Haziran 1970’te gurbette. Sofya’da 56 yaşında, bir hastanede ölene dek. Geride kitaplarının içinden kopup gelen; işçilerin, çocukların, ırgatların, “Emek Kavgası”nın hikayeleri kaldı bu günlere ve yarınlara.
Nazım Hikmet RAN ise hapisten çıkınca, iktidarın onu katletmek için hazırlıklarını iyi okudu ve SSCB’ye gitti. “Ölüm kendinden önce bana yalnızlığını yolladı.” yazdı bir süre sonra. Dünya edebiyatının en önemli şairlerinden birisiydi, kendi memleketinde yasaklı olan şair. Devrimciler ise eylemlerinde onun şiirlerini okuyarak yumruklarını havaya kaldırıyor hala.
Görece varlıklı ve entelektüel bir kadının, annenin “Mavi Gözlü Dev”i kendini tanıdıktan sonra aldığı her nefesi işçi sınıfının yanında geçiren, kalemini ve kalbini sınıf mücadelesi için çıkarıp yüreğini yüreklerimizin yanına fırlatan ve günümüzün dahi yasaklı şairi olan Nazım usta.
“Uyarına gelirse,
Tepemde bir de çınar olursa,
Taş maş istemez hani…” ölümü bi’çare Yunus gibi gören Nazım öylesine özlemiştir memleketini sevgiyle.
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçe” diyerek halkın içtenliğini ve güzelliğini anlatan, bir olmayı güzelleyen bu şiir yasaklanırken;
“Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım.” şiiri ile ders kitaplarında çocuklara kini öğreten bu ideolojiyleydi kavgası, kavgamız.
Memleketinden İnsan Manzaraları’nı sözcükleri ile en güzel şekilde halaya durduran, usta bıraktı acının alkışlarına eski bir gömütlükte yakmak için; 3 Haziran 1963’te.
Yüreğimizin bam teline vuran bir diğer usta ve yine halkını sevdiği için demir parmaklıklar ardına düşen, “Hasretinden Prangalar Eskiten” bir usta. Nazım gibi birçok şiiri bestelenen, emeğin yanında kollarını sıvayan ve bir Gece’ye mektupları ile aşkını, devrimcileri ve halkın yılından çıplak, kurttan aç halini yazan o büyük ozan, Kürdistan halkının dillerini Kurmançi, Zazaki ve Arapça’yı iyi konuşan Amedli şair Ahmed Arif. Yaşamı, düşünceleri ve hayalleri aynı olan şair. Her bir şiirinde halkın yaşadığı sömürüyü, acıyı; mıh gibi sert çakan, cacım dokur gibi ilmek ilmek yazan bir şair. Soğuk zindanlarda bir gün mutlak güneşin doğacağını yüreklerimize işleyen;
“Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne..
Dayan kitap ile,
Dayan iş ile..”
Yazarak Anadolu şiirinin bu dizeleri ile her koşulda zalimiz zulmüne direnmeyi öğretirken, “Umutsuzluğa düşmek devrimcilere yasaktır.” der açıkça. Boyun eğmeden, kalemini dolandırmadan toplumsal gerçekliği serer önümüze ve Leylim’ine şöyle yazar bir mektubunda; “ Zaten yaptığımız ne ki, kimsenin karnında açlığı, ayağında çıplaklığı kalmasın diye ömrümüzden bir parça vermek, hepsi bu.”
Bizi kızıl bir özlemle devrim mücadelesine bağlayan, derdimizin ömrümüzden bir pay vererek yaşamayı bölüşerek güzelleştirmeye olan hasretimizden değil midir? Bir kitap, mektuplar, bir aşk ve Anadolu’nun dilini bıraktı ve göçüp gitti 2 Haziran 1991’de.
“Gece leylek ve tomurcuk kokuyor,
Yaralı bir şahin olmuş yüreğim,
Uy anam anam Haziranda ölmek zor.”
“Öte dünyaya dair değil bu dünyaya dair kaygılarla” kızıllığını yaşayıp, 26 Şubat 1984’te göçüp giden Hasan Hüseyin Korkmazgil, sen varsın diye bu satırların özlemi biraz da.
“Hor baktık mı karıncaya
Kırdık mı kanadını serçenin
Vurduk mu karacanın yavrusunu
Ya nasıl kıyarız insana
Ekilir ekin geliriz
Ezilir un geliriz”