Bu mesele üzerinde belki de sıkıca durulması gerekiyor. Bunun, birey ve toplum psikolojisiyle doğrudan bir bağının olmasıyla birlikte, kapitalist sistemdeki tüm iktidarlar ve bu iktidarların kalemşörleri, psikologları; siyasetin, psikoloji üzerinden okunması için “toplum mühendisliği” projelerinin, çalışmalarının konusu yapmaktadırlar. Şunu anlamak gerekiyor, hakim sınıflar iktidarları için sadece şiddete dayalı uygulamalarla iktidarlarını sürdürmüyor, hiç yılmadan, üşenmeden bir psikolojik “savaş”da yürütüyorlar. Aynı şekilde kendi cephemizden bakıldığında, kapitalist-emperyalist sisteme karşı bizim de böyle bir mücadele yürüttüğümüz gerçeğiyle yüzleşiriz. Bu, gayet normal bir durum. Sınıflar arası mücadelenin bir başka boyutu. Bu hem toplumsal mücadele anlamında böyledir ve hem de kişisel dinamikler açısından böyledir. Mücadelenin bu boyutunda farklı değişik sapmaların ortaya çıktığını görüp gözden kaçırmamak gerekir.
“İyimserlik” sözcüğünün farklı farklı çeşidi var. Mesela; idealist bir mantıkla bakıldığında, “inanç” üzerine kurulduğunu görürüz. “İnşallah” soyutlaması gibi. Bu bir idealist bir yaklaşım soyutlamasıdır. Materyalist anlamda ise; sınıf mücadelesinin yarattığı tarihi bilinç ve diyalektik bilgi üzerine kuruludur. Burada “iyimserlik”, geleceğe dair olan “beklenti” ve umut saptamasıdır ki devrimci mücadelenin olmazsa olmazlarından biridir. Elbette bu, şu anlama gelmiyor. Nesnel koşullardan uzak “belirlemeler”, veya bol keseden vaatlerde bulunmak değildir. Böyle bir yaklaşım, toplumla komünistler veya devrimciler arasında bir uçuruma vesile olur. İyimserlik ile inandırıcılık arasındaki denge bozulur. Yani, inandırıcılık ile iyimserlik iki zıt kutup gibi birbirini iten değil, tamamlayan olmalıdır.
Genel anlamda devrimin kaçınılmazlığına elbette kuşkuyla bakılamaz. İnsanlığın tarihi olan sınıf mücadeleleri tarihi bunu pek çok kez kanıtlamıştır. Ancak, umut, öngörü, iyimserlik gibi dil bilgisi de olan klipler, öznel ve iradi yer yer de psikolojik dinamiklerdir. Bunlar insanlık tarihindeki sınıf mücadelelerinden beslendiği ve güncel gelişmelerle doğru bir şekilde ilişkilendirildiği zaman bir anlam ifade eder ve etkili olurlar.
Devrimci iyimserlik, bir sapma olan “Optimizm” den ayırır kendini. Çünkü Optimizm, “başına geleni kabullenmek” gibi bir “iyimser“liği benimser. Doğal olarak bu anlayış, pasifize etmenin ve çaresizliğin ifadesi veya teorisi olarak karşımıza çıkar. Oysa devrimci iyimserlik, geleceğe dair toplumsal iyileştirmelerin, sömürüsüz eşitçe yaşamın umudunu, durumu kabullenmeyi değil, mücadeleyi ve zorlukları aşmayı öngörür.
İkinci bir sapma olarak Determinizmle karşılaşırız. Determinizm, “tarihi kendi akışına bırakalım“ tavsiyesinde bulunur. Gelecek, elbette ki mevcut koşullar üzerinde yükselir. İtirazımız buna değil. Ama tarihi kendi akışına bırakmak gibi bir lükse de sahip değiliz. Hakim sınıflar kılı kırk yararak nasıl ki işi şansa bırakmıyorlarsa, sosyalist, komünistlerin de sürece müdahale etmek gibi bir zorunlulukları olmalıdır. Bu anlamıyla Determinizm, teslimiyetin, mücadeleden yan çizmenin bir biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Mücadeleyi ve müdahaleyi değil, kendiliğndenciliği tavsiye ediyor.
Devrimci iyimserlik, aslında ideolojik olarak ele alındığında, devrimci sorumluluk ve örgütsel bilince denk düşer. Örgütsel birliği korumak, bunun sorumluluğunu duymak her devrimci birey için bir elzem olmalıdır. Sınıf mücadelesi sürecinde her atılan taktik adım doğru sonuçlar yaratamayabilir. Buradan hareketle, yıkıcı “eleştiri“ ve davranışlar içinde bulunmak hem örgütsel birliği, hem de devrimci sorumluluğu zedeler. Stratejik yöneliminizde bir birliktelik varise, taktik hata ve eksiklikleri bunun önüne çıkartmak devrimci iyimserlik, devrimci sorumluluk ve örgütsel bilinçle bağdaşmaz. Sekterizme kapıyı aralar. Sekterizmse dağıtıcıdır, yıkıcıdır. Her ne kadar “sol“ söylemlerin ardına gizlense de özünde örgütsel birlik ve devrimci sorumluluk açısından ciddi bir tehlike oluşturur, Sağ ve sol sapmalar farklı görüntüler verseler de özünde iki ikiz kardeş gibidirler. Her devrimci birey, kurum bunun bilincinde olmak durumundadır. Elbette bilinç gökten zembille inmiyecektir. Sınıf mücadelesi seyri içinde yaşadıklarımızı ve gördüklerimizi hatta öngörü olarak göreceklerimizi diyalektik materyalist dünya görüşümüzün süzgecinden geçirerek elde edinilebilir.
Siyasal anlamda bakıldığında, “iyimserlik” kötü sonuçlar da doğurabilmektedir. Mesela stratejik yöneliminiz yerine, tasfiyeci, reformist yönelimlere kapı aralandığında, yani sosyalizm yerine sistem içi arayışlar kapınızı çaldığında, “devrimci iyimserlik“ adına uzlaşmacı bir yol seçildiğinde devrimin ve halkın çıkarları, burjuvazinin çıkarlarına kurban edilmiş olunur. Ya da siyasi ve ideolojik doğrular yerine, güce tapmak gibi arayışlar hem kendinize karşı güvensizliği hem de kitle kuyrukçuluğuna düşme tehlikesiyle sizi karşı karşıya bırakır. Bu türden karşıtlıkları veya zıtlıkları çoğaltmak mümkün. Ama zaten mücadele, zıtların birliği ve mücadelesi değil mi. Önemli olan neyi, nerede ve nasıl kullanacağımız. Nasıl bir tavır koyacağımız ve nasıl bir yönelim içerisinde olacağımızdır. Genel olarak devrimin, özel olarak kurumlarımızın çıkarları ve birliği için atacağımız her adımı hesaplı atmak, ince eleyip sık dokumak zorundayız. İşte devrimci iyimserlik, devrimci sorumluluk kendisini pratik olarak böylesi ortamlarda gösterir.
Özcesi, en ufak sorun karşısında hemen parlayıp, esası, taliye, stratejiyi taktiğe kurban etmemek gerekir. Hata ve eksiklikleri yıkıcı, dağıtıcı bir tarzda değil, yapıcı ve onarıcı bir biçimde ele almak her devrimcinin vaz geçilmez sorumluluğudur. Devrimci iyimserlik perdemizi kapatmayalım. Pencereyi açık tutalım ki mücadele sahamızı sağlıklı denetleyebilelim.